27 Mart 2013 Çarşamba

Kasımpaşalılaşan Dünya


            “Kasımpaşalılaşan Dünya” tabirini ilk kez sevdiğim bir meslektaşımdan geçen yıl duymuştum. Cümle içerisinde belki de ilk defasında anlamı üzerine çok uzun düşünmeden kullandığı bu söz sonrasında bu meslektaşımla yaptığımız sohbetler sayesinde “Kasımpaşalışan Dünya” kavramının günümüz dünyasının popüler kültürüne, estetik zevklerine, edebiyat hayatına ve hatta siyasetine etki eden önemli bir olgu olduğuna kanaat getirdim. Bunu biraz açmak isterim...

            Rönesans döneminde entelektüellerin dünyayı güzelleştirme ve güçlü egolarını tatmin etme dürtüsüyle başladıkları modernizm serüveni, özgürlük ve eşitlik gibi ideallerin yaratılmasıyla Yakın Çağ’da bambaşka bir düzleme oturmuş ve bilgi düzeyleri ve eğitimleri nedeniyle halihazırda elit olan düşünürler, kendi istekleriyle bu seçkin konumlarından feragat etmek ve sıradan halkla eşitlenmek istemişlerdir. Muhafazakarlığın yerini önce bireyler arasında bilgi düzeyi yerine piyasa başarısı temelinde bir mücadele başlatan liberalizmin, daha sonrasında ise gerçekçi olmayan bir eşitlik talebi olan sosyalizmin almasıyla entelektüellerin ölümü ve seçkinciliğin tükenişi de yavaş yavaş gerçekleşmeye başlamıştır. 20. yüzyıl sonlarındaysa bu durumun kaçınılmaz sonucu olarak dünyada artık siyasete yön veren ve herkesin saydığı devlet adamlarının yerini, halkla bütünleşebilen popülist, karizmatik ve güçlü liderler almaya başlamıştır. “Kasımpaşalılaşan Dünya” elbette üç dönem üstüste oylarını arttırarak eşi görülmemiş bir siyasi başarıya imza atan Recep Tayyip Erdoğan’dan ileri gelen bir tabirdir. Hakikaten Erdoğan gafları, hataları, duygularını çok iyi kontrol edebilen poker suratlı diplomatlardan farklı olan tepkisel ve fevri kişiliği ve hatta mahalle kültürüne özgü kabadayılığıyla Türk toplumuyla müthiş bir kimya yakalamış ve daha şimdiden tarihe geçmiştir. Erdoğan’ın başarısı elbette Kasımpaşalışan Dünya’nın tek semptomu değildir. Amerika Birleşik Devletleri’nin başına Hawai, Honolulu doğumlu ve Müslüman olduğu iddia edilen bir Afrikalının (Barack Obama) geçmesi bu durumun bir diğer somut ispatıdır. Küreselleşen dünyada yerellik ve sıradan olmak ilginç bir şekilde kutsanabilmekte ve piyasada ve demokratik düzende (sandıkta) daha değerli hale gelebilmektedir. Elbette bu durum aynı zamanda entelektüelliğin sefaleti, estetik zevklerin bayağılaşması ve yüksek kültürün de kaybolması demektir. Kitap okumanın yerini televizyon ve internetin aldığı bu yeni dünyada bilgi düzeyleri yüzeysel, cümleler kısa (140 karakter), tartışma programı konukları bir nevi şovmendirler. Sanatta da bunun uzantılarını görmek mümkündür. Örneğin kültür endüstrisinin yeni dünyadaki en önemli merkezi olan ABD’de oldies’in yerini rap ve hiphop’un alması, artık mafyaya ve iş adamlarına kadife sesiyle aşk şarkıları söyleyen elit Frank Sinatra’ların değil, ezilmiş zencilerin sisteme yönelik aşırı öfkesini yansıtan Tupac Shakur’ların popüler olması demektir. Türkiye’de de küçük çocukların özendiği isimler Okay Temiz’ler değil, “seni çöpe atacağım poşete yazık” benzeri şarkı sözlerini kaleme alabilen pop şarkıcılarıdır. İşte ancak böyle bir dünyada tipsiz, bodur ve şişman bir Asyalı (Psy), hızlı ancak müzikal açıdan pek de yaratıcı olmayan bir şarkı ile dünyanın en büyük sanatsal fenomeni haline gelebilir. Bu yeni dünya böylesine tersinedir ve bunun sonuçları her an ve her yerde karşımızdadır...

Türkiye’de bu durumun doğal sonucu ise siyasal İslam’ın, gelenekselliğin ve Recep Tayyip Erdoğan’ın zaferidir. Yine bir diğer kazanan grup Kürtlerdir. Ancak bu avamlık Kürtlerin özendikleri isimlerin de iyi eğitimli, edebiyatçı ve müthiş Türkçe konuşan-yazan Yaşar Kemal'ler değil, Öcalan ve Tatlıses olduğu bir düzeni beraberinde getirir. Kaybeden ise elbette daha iyi eğitimli ve genelde “Beyaz Türk” adı verilen geleneksel seçkinlerdir. Onların büyük çaresizliği ve Alev Alatlı’nın son kitabında da belirttiği gibi sonuçta ortaya çıkan “küskünlükleri”, Türkiye’nin geleceğinin daha da avamlaşacağının bir göstergesidir. Bu durumda bunca deli arasında akıllı kalmaya çalışmak son derece zor ve hatta imkansıza yakın bir durumdur. Bunu başarabilmenin tek yolu da toplumdan ve televizyonlardan-gazetelerden izole yaşamaktır. Son olarak tüm entelektüeller artık iyice farkına varmalıdırlar ki, bu beğenmedikleri düzeni krallıkları yıkarken kendileri istemişlerdir...      

Dr. Ozan ÖRMECİ


Hiç yorum yok: