3 Kasım 2010 Çarşamba günü Cumhuriyet Halk Partisi Genel Merkezi’nde yaşananlar, kuşkusuz Türk siyasal hayatının eksenini oluşturan Cumhuriyet Halk Partisi tarihiyle ilgilenenler için asla unutulmayacak… Henüz birkaç ay önce yaşanan bir kaset skandalı sonrası büyük halk desteğiyle CHP Genel Başkanı olan Kemal Kılıçdaroğlu; kendisini Genel Başkanlığa taşıyan itici güç olarak bilinen ve örgüt üzerinde büyük hâkimiyeti olduğu varsayılan deneyimli politikacı ve CHP Genel Sekreteri Önder Sav’a 3 Kasım 2010 tarihinde adeta isyan bayrağı açmış ve Cumhuriyet Halk Partisi’ni iktidara taşıyabilmek için halkı kucaklayacak yeni CHP’nin oluşturulması için çalışacağını açıklayarak, kamuoyuna yeni parti Merkez Yürütme Kurulu’nu tanıtmıştır. Bu yazıda 3 Kasım 2010 günü yaşananları ve yeni CHP’yi tartışacağım.
Çok partili siyasal hayata geçtiğimiz günden bu yana, 1970’lerdeki iki Ecevit istisnası dışında hiçbir seçim zaferi bulunmayan Cumhuriyet Halk Partisi’nin yüzde 20-25 bandına sıkışmış oy oranını arttırmak için bir dizi yeni açılım yapması gerektiği uzunca bir süredir kamuoyunda da konuşulan bir husustu. Bilge kişiliğine rağmen seçmen nezdinde soğuk bulunduğu düşünülen Deniz Baykal’ın liderlik koltuğunun birkaç ay öncesinde temiz, dürüst imajı ve sempatik görüntüsüyle halkta büyük ilgi uyandıran Kemal Kılıçdaroğlu’na geçmesi, Türk ve dünya kamuoyunda büyük ilgi uyandırmış ve hızla 1930’lardaki tek-parti devlet sistemine doğru sürüklenen Türkiye’de siyasal iktidara alternatif güçlü bir CHP’nin oluşacağı konusunda umut rüzgârları estirmişti. Ancak referandum sürecinde Kemal Kılıçdaroğlu’nun üstün çabasına rağmen elde edilen olumsuz sonuç, kısa sürede bu rüzgârları dindirmiş, hatta referandum sürecinde halkla iletişim, laiklik yorumu ve Güneydoğu sorunu gibi konularda yeni bazı söylemler geliştirmeye çalışan Kemal Kılıçdaroğlu’na başta Genel Sekreteri Önder Sav kaynaklı parti içi muhalefetin gelişmesi CHP seçmenini ve AKP iktidarından rahatsızlık duyan toplumsal kesimleri adeta hayata küstürmüştü. Kılıçdaroğlu’nun CHP’nin gerçek lideri olmadığı, sadece Önder Sav tarafından vitrin önüne koyulduğu gibi söylemler halk arasındaki sohbetlerden çıkıp, gazete sütunlarına dahi yansımıştı. Bu durum aslına bakılırsa Türkiye demokrasisi için de büyük bir kayıptı. Kuşkusuz ki demokratik bir ülkede yaşanabilecek belki de en sağlıksız olay; insanların sorunlarına artık demokratik rejim içerisinde çözüm geliştirmeyecekleri kanaatine ulaşmaları ve bu nedenle siyasal sisteme küsmeleridir. Dahası bu tür süreçler demokrasi dışı eğilimleri de tetikleyebilecektir. Bu nedenle CHP’nin girdiği şoktan kurtulması ve yeniden umut haline gelebilmesi adına 3 Kasım 2010 günü yaşananlar “sokaktaki adam” için büyük bir heyecan yaratmış ve morali bozuk CHP’yi yeniden yarışa döndürmüştür. Elbette bunun gerçekleşmesi için Kılıçdaroğlu’nun temellerini atmaya başladığı yeni CHP’nin partideki iki başlılık görüntüsünü yeni bir kurultay ya da parti içerisindeki müzakerelerle bir an önce silerek, seçimlere 7 ay kala güçlü bir görüntü çizmesi gerekiyor.
Kılıçdaroğlu-Sav merkezli yaşanan rekabet aslına bakılırsa eski CHP ile yeni CHP’nin, ana muhalefet partisi adayı CHP ile iktidar adayı CHP’nin ya da savunmadaki CHP ile atağa kalkan CHP’nin mücadelesi şeklinde de okunabilir. Partiyi senelerce dar kadrocu bir şekilde yönetenlerin iktidara gelmeyi başaramadıkları, dahası her geçen gün toplumsal değişim taleplerine biraz daha uzak düştükleri gözle görülür bir gerçek. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’nun oluşturmaya çalıştığı yeni CHP’ye ayak direyenlerin Atatürkçülük ve CHP’nin değişmez ilkeleri gibi kavramların arkasına saklanmalarını açıkçası doğru bulmuyorum. Atatürkçülük veya Kemalizm’e yapılabilecek en büyük kötülük sanıyorum onu 1930’larda olduğu şekliyle aynen kabul etmek ve toplumsal gerçekleri görmezden gelerek Atatürkçülerin, sosyal demokrat kesimlerin her geçen gün biraz daha iktidardan uzaklaşmalarına seyirci kalmaktır. Toplumun ya da ülke yönetiminin beğenilmeyen hususlarını değiştirmenin en kolay yolu iktidara gelebilmektir. Bu nedenle “küçük olsun benim olsun” mantığıyla siyasete devam edildiği sürece partinin ve Kemalizm’in hedeflediği toplumsal dönüşümleri gerçekleştirmek daha da zor hale gelmektedir. Yeni CHP’nin 21. yüzyıl Türkiye ve dünya koşullarına uygun yeni bir Kemalizm yorumu yapması gerektiği artık herkesin bildiği bir sırdır. Bu nedenle Kılıçdaroğlu’na set çekmek yerine, CHP’nin yapması gereken değişimi mümkün olduğunca partinin temel ilkelerine uygun bir şekilde gerçekleştirmesi adına Kılıçdaroğlu’na yardımcı olmaya çalışmak kanımca hem Türkiye demokrasisi, hem de CHP açısından faydalı olacaktır.
Kemal Kılıçdaroğlu’nun 3 Kasım 2010 tarihinde basına açıkladığı yeni MYK’sında yer alan isimleri yeni CHP’nin siyasal çizgisi adına incelemekte fayda var. Partide Örgütlenme ve Örgüt Yönetimlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olarak adeta “ikinci adam” konumuna getirilen Gürsel Tekin; İstanbul il başkanı olarak yaptığı başarılı çalışmalar ve özellikle toplumun alt kesimlerini kucaklamaya yönelik geliştirdiği Cumhuriyet Halk Evleri (CHE) projesiyle tanınan ve sol popülizmi belki de 2000’lerde en iyi uygulayan siyasetçi olarak dikkat çeken bir isim. Tekin’in muhafazakâr kesimle de olumlu diyaloglarının bulunması yeni CHP’nin bu kesimlere daha kolay ulaşabilmesi ve kendisine atfedilen dinsizlik ve din düşmanlığı gibi etiketleri silmesi adına kuşkusuz çok olumlu bir özellik. İdari ve Mali İşlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Hurşit Güneş; sosyal demokrat eğilimiyle bilinen ve akademisyen-gazeteci kimliğiyle önemli bağlantıları olan saygın bir isim ve CHP’nin yeni halkçı ekonomi politikalarına yön verebilecek değerli bir siyasetçi. Seçim ve Hukuk İşlerinden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mesut Değer; CHP’nin çok zayıf kaldığı Güneydoğu Anadolu bölgesine yeniden açılabilmesine yardımcı olabilecek, Kürt sorunu üzerine yazıp-çizen ılımlı bir isim ve önceki Genel Başkan Deniz Baykal’a da yakınlığıyla biliniyor. Tanıtım, Basın ve Propagandadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan İsa Gök; katıldığı televizyon programları ve mecliste yaptığı güzel konuşmalarla Muharrem İnce ile beraber son dönemde sivrilmiş genç ve değerli bir politikacı. Dış İlişkiler ve Yurt Dışı Örgütlenmelerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Oğuz Oyan, solcu kimliği ve ekonomik tercihleriyle tanınan ve akademik kimliğinin yanı sıra siyasetçi olarak da kendisini kabul ettirmiş önemli bir isim. Ekonomik ve Mali Politikadan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Umut Oran; başlı başına bir başarı hikâyesi olan kendi hayatı ve Anadolu kalkınmasına yönelik geliştirdiği projelerle dikkat çeken genç bir siyasetçi. Oran partinin sermaye ve emek arasında bir denge bulabilmesi ve halkçı ekonomik projelerini sermaye çevrelerini korkutmadan gerçekleştirebilmesi adına da dengeleyici bir tercih olduğu izlenimini uyandırıyor. Ar-Ge BYK Platformundan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı olan Sencer Ayata; ülkemizin yetiştirdiği en önemli toplumbilimcilerden biri olarak fikirlerine tüm çevrelerde itibar edilen önemli bir entelektüel ve CHP’nin halkın tamamını kucaklaması adına kuşkusuz partiye büyük katkıları olacak. Dahası dünyadaki sol hareketleri iyi incelemiş olan Ayata, Türkiye'ye özgün bir sol model ortaya konulması adına da Kılıçdaroğlu'nun en büyük yardımcısı olacak. Parti Genel Sekreteri ve Sözcüsü olan Süheyl Batum ise; seçimler sonrası yeni dönemde ülkemizdeki en önemli siyasal konu olacak yeni anayasa tartışmalarında CHP’nin temel değerlerini en iyi şekilde savunabilecek halk tarafından sevilen ve tanınmış bir anayasa profesörü. Yerel Yönetimlerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Alaattin Yüksel, Meslek Kuruluşları, Sendikalar ve STK’lardan Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı İzzet Çetin, Kadın Örgütlenmesi ve Kadın Kollarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Didem Engin, Gençlik Örgütlenmesi ve Gençlik Kollarından Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Zeki Gündüz, Halkla İlişkilerden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Ali Özbolat ve Parti İçi Eğitimden Sorumlu Genel Başkan Yardımcısı Melda Onur yeni CHP’nin MYK’sını oluşturan diğer isimler.
Yeni CHP mutlaka Türkiye seçmenine yeni bir umut olacak bir 21. yüzyıl vizyonu ortaya koyabilmeli ve zaman içerisinde kadrolarını gençlerle takviye ederek güçlü bir örgüt oluşturmalıdır. Güç kıstası artık önceki dönemde olduğu gibi merkezden kolay yönlendirilebilir olmakla değil, sayı ve etki olarak diğer partilere göre daha önde olmak şeklinde değerlendirilmelidir. Yeni CHP’ye Türkiye’de demokrasi için çok gerekli olan güçlü bir ana muhalefet partisinin yaratılması adına tüm kesimler destek vermelidir. Çünkü sağlıklı ve pekişmiş bir demokrasi ancak güçlü bir iktidar alternatifinin varlığıyla mümkündür. Kılıçdaroğlu ve yeni CHP’nin bir an önce Kurultay ya da farklı bir yolla birliğini sağlaması ve seçimler öncesinde plan ve projelerini somut bir şekilde ortaya koyması gerekmektedir. Yeni CHP sağlıklı bir şekilde inşa edilirse, bundan en çok kazanan Atatürk’ün izinde çağdaş uygarlık seviyesine ulaşma hedefine 100. yılında ulaşmasını umduğumuz ülkemiz olacaktır…
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder