Politik Psikoloji biliminin kurucularından ve en önemli uzmanlarından kabul edilen ve Kıbrıslı bir Türk olan Prof. Dr. Vamık Volkan[1], özellikle etnik çatışmaların çözümü üzerine yaptığı incelemelerle bilinen dünyaca ünlü bir psikiyatristtir. Volkan’ın Türkiye’de tanınmasını ve Politik Psikoloji biliminin gelişmesini sağlayan Politik Psikoloji Derneği Başkanı Prof. Dr. Abdülkadir Çevik ve Prof. Dr. Birsen Ceyhun’un Volkan’ın bazı makalelerini Türkçe’ye çevirdiği “Politik Psikoloji” adlı kitap Ankara Üniversitesi Rektörlüğü Yayınları tarafından basılmıştır. Bu yazıda bu kitap doğrultusunda Vamık Volkan’ın etnik çatışmalar üzerine yaptığı bazı değerlendirmeleri bilginize sunacağım. Türkiye gibi etnik çatışmaların ısrarla piyasaya sürüldüğü ve içerideki maceracılar tarafından da bilinçsizce kışkırtıldığı bir ülkede etnik çatışmalar üzerine Volkan’ın yazdıklarına bakmak muhakkak ki çok değerli olacaktır.
Volkan işe önce etnikliği tanımlamakla başlamaktadır. Tanımlaması zor da olsa genel olarak etnik gruplar için şu özelliklerinin farklı olması dikkat çekmektedir; sosyal ve kültürel miras, semboller, dil, müzik, efsaneler, folklor, aile hayatı, deri rengi, din ve tarih. Geçmişte Başbakanımız Bülent Ecevit’in Türk ve Yunanlar arasındaki sorunlar, yine Mısır Cumhurbaşkanı Ender Sedat’ın İsrailliler ve Araplar arasındaki sorunlarla alakalı olarak söylediği sözler birçok siyasal, etnik meselenin aslında psikolojik temelli olduğunu göstermekte ve bu anlamda etnik sorunların çözümünde Politik Psikoloji bilimini çok önemli bir noktaya getirmektedir. Bu noktada etnik ilişkilerin psikoloji temeli Volkan’a göre büyük komşu gruplarının psikolojisine dayanmaktadır. İlk insanlardan bugüne yan yana yaşayan kabileler, gruplar ve uluslar birbirlerini öteki olarak görmüşler ve bu nedenle kendilerine özgü bazı davranış, ritüel ve psikolojik özellikleri kendilerinden sonra gelen nesillere aktarmışlardır. Volkan’a göre bireyin benlik değeri ve etnik özdeşimi birbirinin içine girmiştir. Bu nedenle etnik grubun başarısı bireyi yüceltir, etnik kimliğe herhangi bir saldırı ise onu yaralar. Etnik özellikler çocukluğun ilk döneminde benliğin içine girer ve insanın özünde yer alır. Tam da bu yüzden etnik kimliğin gelişimi insanın psikolojik gelişmesinin gereğidir ve gelişimsel bir süreçtir. Etnik özellikler çeşitli sembol, değer ve sanat eserleriyle bireyin hayatı boyunca gündeminde kalır ancak bunun siyasetin temel parametresi haline gelebilmesi tehlikeli bir durum arz eder.
Etnik çatışmaların körüklenmesinde önemli rol oynayan rekabet ilginç bir şekilde etnik çatışmaların yumuşamasında da rol oynayabilir. Mesela Volkan’a göre ikinci detant süreciyle Çin Halk Cumhuriyeti ve Amerika Birleşik Devletleri arasındaki ilişkilerin yumuşamasında uygulanan pinpon (ping-pong) diplomasisi son derece başarılı olmuş bir örnektir. Yine iki ülke Dış İşleri Bakanı İsmail Cem ve Yorgo Papandreu’nun başlattıkları Türk-Yunan yakınlaşmasını devam ettiren futbol diplomasisi başarılı olmuş bir diğer önemli örnektir. Ancak aynı metot Türkiye-Ermenistan ilişkilerinde de denenmiş ve bu defa başarısız olmuştur. Etnik çatışmalar konusunda önemli bir kavram da “seçilmiş travma”dır. Seçilmiş travma; büyük bir grubun diğer bir grup tarafından kendini çaresiz ve mağdur edilmiş durumda hissetmesine neden olan bir olayı ifade etmek için kullanılır. Seçilmiş travma özelliği gösteren olaylar; bilinçdışı bir şekilde düşünsel ve duygusal düzeyde bireyin incinme ve utanç duygularına işler ve nesilden nesile aktarılarak o etnik kimliğin belirleyici unsuru olur. Örneğin Ermeniler için 1915 tehciri ve o dönem yaşananlar seçilmiş bir travma olarak nesilden nesile aktarılmaktadır. Benzer şekilde Avrupalı Yahudilerin İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında maruz kaldıkları Holocaust, bugün Rafael Moses’ın da belirttiği gibi İsrail kimliğinin bir parçasıdır ve bu nedenle İsrail siyasetinde “o kadar mağdur oldum ki, ne alsam benim hakkımdır” psikolojisini yaratmaktadır.
Diplomatik ilişkilerde de Politik Psikoloji’nin önemli bir yeri vardır. Birbirine düşmanca yaklaşım gösteren grupların üçüncü tarafsız bir grubun arabuluculuğu ile bir araya getirildiği toplantılarda;
1-) Karşıt gruplar seçilmiş travma ve seçilmiş zaferleriyle beraber gelir ve birbirlerine empati göstermezler. Bu nedenle tarafsız olan üçüncü grubun bu tür toplantılarda her iki tarafın acılarına da duygudaşlık (empati) göstermesi, diğer iki grubun da birbirlerine empati göstermelerine yardımcı olur.
2-) Kendi ritüellerinin benzeri olmadığı konusunda katı bir tutum gösteren gruplar, üçüncü tarafın her iki grubun ritüelleri arasındaki benzerlikleri göstermesi durumunda yumuşar.
3-) Birbirini tarihsel olarak düşman gören gruplar için bazı durumlarda ayrılığı yerleşik hale getirmek daha iyi siyasal çözüm olabilir. Birlikte olma ve benzeşme diplomaside her zaman olumlu sonuçlar vermez.
4-) Bir grup kendi istemediği yönlerini, düşmanlara hem gerçekte, hem de fantezide yansıtır. Grupların anlaşma sürecinde bu yansıtmalar görülebilir. Bu nedenle karşı grubu algılamada düşman gruplarda yansıtma psikolojisi sıklıkla görülen bir şeydir.
5-) Birbirine karşı olan gruplarda birbirlerine yönelik açık veya üstü örtülü saldırganlık vardır. İlk oturumlarda karşılıklı aşağılama görülebilir ve bu da ayrılığı getirir. “Akordeon fenomeni” denilen olgu doğrultusunda gruplar ritmik bir biçimde yakınlaşıp, uzaklaşırlar.
Bir etnik grup diğer etnik grubun seçilmiş travmasını anlayıp ona empati gösterirse bu ilişkilerin düzelmesinde önemli rol oynayabilir. 1990’da Michael Gorbachev’in önderliğinde Moskova’nın Polonya’dan Stalin dönemi için özür dilemesi, Polonya Cumhurbaşkanı Lech Walesa’nın 1991’de İsrail’den Nazi toplama kamplarının yapılmasında ülkesinin oynadığı rol için özür dilemesi ya da Alman sosyal demokrat Başbakanı Willy Brandt’ın 1970’de Nazi dönemi adına tüm insanlıktan özür dilemesi bu alanda başarılı örnekler olarak örnek gösterilebilir.
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder