Ken Kesey’in aynı isimli romanından, Bo Goldman’ın katkılarıyla senaryolaştırılan, Milos Forman’ın 1975 tarihli kült filmi, Türkçe’si ile “Guguk Kuşu”… 9 dalda Oscar adayı olmuş ve 5 dalda Oscar kazanmış gerçekten çok önemli, nitelikli, mesaj verme kaygısı güden unutulmaz bir film. Filmin kazandığı Oscar’lar arasında en iyi yönetmen (Milos Forman), en iyi kadın oyuncu (Louise Fletcher) ve en iyi erkek oyuncu (Jack Nicholson) ödülleri de vardır. Gerçekten Randle Patrick McMurphy rolündeki Jack Nicholson ve hemşire Mildred Ratched rolündeki Louise Fletcher kazandıkları ödülleri hak eden unutulmaz performanslar sergilemektedir. Bu performansların ortaya çıkmasında dahi yönetmen Milos Forman’ın katkıları da göz ardı edilemeyecek ölçüdedir. Ayrıca William Redfield, Danny DeVito ve Christopher Lloyd gibi tanıdık simaları da görmekteyiz filmin oyuncu kadrosunda. Chief rolündeki Will Sampson’u da unutmamak lazım.
Filmin kısa bir özetini yapacak olursak; Randle Patrick McMurphy isimli esas oğlanımız otoriteyle ciddi problemler yaşayan, çalışmayı sevmeyen ve kızdığı zaman şiddete meyilli ancak aslında oldukça eğlenceli, hayattan zevk alan bir adamdır. Daha önce çeşitli nedenlerle 5 saldırı olayına adı karışmış ve dahası ergen olmayan bir kızla yaşadığı ilişki nedeniyle tutuklanmıştır. Ciddi bir suç işlememesine rağmen hapishane yerine gönderildiği çalışma kampında gösterdiği disiplinsiz tavırlar McMurphy’nin deli olabileceği şüphesiyle kendisinin bir kliniğe gönderilmesine yol açmıştır. McMurphy de hapishane yerine akıl hastanesinin daha eğlenceli ve güvenceli olacağını düşünmüş ve bu nedenle karara itiraz etmemiştir. Kısa bir süre hastanede yatacak ve daha sonra yeniden özgürlüğüne kavuşabilecektir. Ancak klinik günleri McMurphy’nin hayal ettiği gibi geçmeyecektir. McMurphy ilk günlerde çeşitli ruhsal sorunları olan arkadaşlarıyla kafa bularak eğlenmekte, onlarla kart oynayarak paralarına ve sigaralarına el koymakta ve oldukça güzel günler geçirmektedir. Ancak McMurphy kısa sürede özgürlüğünün elinden alındığını fark edecektir. İlk kriz McMurphy’nin Amerikan futbolu finallerini izlemek için hemşire Ratched’dan izin istemesiyle olacaktır. Hemşire Ratched olaya soğuk yaklaşsa da, hastalar üzerindeki tartışmasız otoritesine de güvenerek televizyonun açılıp açılamayacağı konusunda bir oylamaya razı olmuştur. Oylamada McMurphy’e yalnız 2 destek oyu çıkar ve finallerin ilk maçı izlenilmez. Ertesi gün arkadaşlarının gözünde değeri ve karizması hızla yükselen McMurphy onların oy vereceğine inanarak yeni bir oylama teklif eder. Gerçekten de oylamaya katılan 9 kişi de “evet” oyu kullanmış ve hemşire Ratched’ı şoke etmiştir. Ancak hemşire Ratched oylamaya katılamayacak durumda olan ağır hastaları da sayarak 18 kişiden çıkan 9 oyun bir karar alınması için yeterli olamayacağını söyler. McMurphy sağır ve dilsiz olduğu düşünülen iri yarı Kızılderili Chief’i daha sonra elini kaldırarak oy vermesi konusunda ikna etmesine karşın hemşire Ratched otoritesinden taviz vermeyerek oylama zamanının geçtiğini ve televizyonun açılmayacağını belirtir. Bu olaydan sonra artık McMurphy ve Ratched arasında acımasız bir rekabet başlamıştır.
Hastalara daha yakın olan ve onların kendilerine güvenlerini sürekli deli olmadıklarını, gönüllü olarak burada kalmalarına inanamadığını söyleyerek ve kurallar haricinde şeyler yaptırarak (hastaneden kaçarak yaptıkları unutulmaz otobüs ve bot gezisi ve tabii ki filmin sonundaki hastane alemi) yerine getiren ve onlar üzerindeki olumlu etkisi gözle görülür bir biçimde hissedilen McMurphy’e karşı, hemşire Ratched hastalar üzerinde baskı kurmakta ve onların üstüne giderek iyileşmeleri konusunda olumsuz etki yapmaktadır. Mesela kekemelik ve özgüven problemi olan Billy Bibbit isimli hasta için bu durum çok açıktır. McMurphy Billy’e unutulmaz bir akşam geçirtmiş (!) ve Billy’nin kekemeliği bir anda düzelmeye başlamıştır. Ancak hemşire Ratched Billy’e zayıf karnı olan annesi konusunda saldırıya geçmiş ve Billy hemen eski pısırık haline bürünerek, hastane alemi olayının sorumlusu olarak McMurphy’i ispiyonlamıştır. Hemşire Ratched’ın agresif yaklaşımı Billy’i intihara kadar sürükleyecektir. Filmin sonu ise gerçekten unutulmazdır. Kısa sürede hastaneden çıkarak özgürlüğüne kavuşacağını düşünen McMurphy oraya tıkılı kaldığını anlamaya başlamış ve özgürlüğünün elinden alınması nedeniyle giderek agresifleşmiştir. Bu nedenle elektroşok tedavisine başlanan McMurphy’nin sağlıklı beyni ve ruhsal durumu elektroşok işkencesi sonrası cidden bozulmuş ve kendisi adeta bir sebzeye dönüştürülmüştür. McMurphy’nin bu haline dayanamayan Chief, onu boğarak kendi inancına göre onun ruhunu özgürleştirir ve camları kırarak bu baskı yuvası olan hastaneden kaçar.
Filmi izleyince akla ilk gelen şey özellikle modern toplum düzenini ayakta tutan ve köleleştirici söylemler üreten çeşitli kurumlar (hapishane, hastane, akıl hastanesi, genelev vs) üzerine yaptığı çalışmalar nedeniyle ünlü Fransız post-yapısalcı düşünür Michel Foucault’dur. Gerçekten özellikle Foucault’nun “Panopticism” ve “The Body of the Condemned” makaleleriyle film arasında bağlantı kurulabilir. Panopticism makalesiyle başlarsak, Foucault’ya göre üç değişik tip güç vardır. Birinci güç tipi klasik disipline etme yöntemi olan cezalandırmaya dayalı sistemdir. Buna göre hata yapanın fiziksel cezalandırılması ve bu yolla disipline edilmesi, kontrol altına alınması güç uygulamasının eski ve halen yaygın bir türüdür. Filmde de hastabakıcıların ve güvenlik görevlilerin kendilerine direnen hastalara karşı zaman zaman fiziksel güç kullandıkları ve bu zorlama yolla onları normalleştirmeye çalıştıkları görülecektir. Ancak modern toplumların karmaşık yapısında artık bu birinci açık güç kullanımı yerini “panoptik” güç kullanımına bırakmıştır. Panopticon, Jeremy Bentham’ın geliştirdiği bir hapishane mimarisi tipi ve genel anlamıyla modern toplum düzeni modelidir. Bentham’a göre içerisi görünmeyen bir kule etrafında yan yana dizilmiş hücrelerde bulunan mahkûmlar, bu kule vasıtasıyla gözetlendiklerini daima bilecekler ve bu gözetlenme korkusunu, güdüsünü içselleştirerek toplumsal hayatta da istenmeyen hareketlerden uzak duracaklardır. Bu sayede mesela işçiler çok düşük bir ücret karşılığı günde 16 saat çalışmayı kabul edecekler ve yerleşik düzen; sindirilmiş ve kontrol altında tutulan bireyler sayesinde ayakta duracaktır. Bentham’ın tasarladığı Panoptik düzende, çeşitli ışık oyunlarıyla kulenin içerisi görünmez yapılırken, modern toplumda kameralar vasıtasıyla bu zorluk ortadan kaldırılmıştır. Bir faydacı (utilitarian) olan Bentham’a göre, bu sayede kulenin içerisi boş bırakılsa dahi mahkumlar gözetlendikleri hissine kapılacak ve hareketlerine dikkat etmek zorunda kalacaklardır. Bu içselleştirilmiş korku hapishane çıkışı da etkilerini gösterecek ve toplumsal normlara, devlet kurallarına uygun hareket eden bireyler yaratılacaktır. Modern toplum da çeşitli mekanizmalarıyla (kamera sistemi, mahkemeler, polis gücü vs) bireyi sarıp sarmalamış ve her hareketini kontrol altında tutmaktadır.
Filmde de akıl hastanesinde yatan tüm hastaları ve özellikle de yatakhaneyi görecek şekilde ortaya yerleştirilmiş görevli odası panoptik güç uygulamasına bir örnektir. Hastalar her zaman hemşireler ve görevliler tarafından gözetlendiklerini bilmektedir ve gözetlenme korkusunu içselleştirmişlerdir. Bu panoptik güç uygulaması kameralar vasıtasıyla daha da etkili olmaktadır. Koridorlar ve diğer odalar kameralar vasıtasıyla görevliler tarafından izlenmekte ve hastaların her hareketi kontrol altında tutulmaktadır. Hastalar da bir şey yaparken farkında olarak veya olmayarak gözetlendikleri güdüsünü bilerek hareket etmekte ve kendilerini kısıtlamaktadırlar. Panoptik gücü destekleyen bir diğer güç uygulaması da Foucault’nun plague power (veba gücü) ismini verdiği sistemdir. Bu sistem ismini Avrupa toplumlarında Orta Çağ’dan başlayarak vebalı ve cüzamlı hastaların kayıtlarının tutulması ve toplumdan ayrı konutlarda kontrol altında bulundurulmasından almaktadır. Modern toplumda da bireylerin sürekli kayıtları alınmakta ve her hareketleri izlenmektedir. Kimlik numaranız, nüfus cüzdanınız, banka ve kredi kartlarınız, su. Kaydınız, ehliyetiniz, ikametgah belgeniz, savcılık kaydınız, maaş bordronuz derken her türlü hareketiniz gözlenebilmekte ve söylem sizi kayıtlarınız sayesinde kolaylıkla takip edebilmektedir. Guguk Kuşu filminde de hastaların hastanede detaylı kayıtları ve bilgileri bulunmakta dahası yapılan terapi seansları nedeniyle hastaların zayıf yönleri bilinmektedir. Mesela McMurphy karşısında gücü gitgide eriyen hemşire Ratched, Billy’i yeniden otoritesi altına alabilmek için onun önceden bildiği annesine olan zayıflığını kullanmaktadır.
Filme Foucault’cu bir bakış açısıyla yaklaşmaya devam edelim... İlgi çekici bir diğer konu, Foucault’nun düşüncesinde karşımıza çıkan, söyleme karşı tavır alan ya da söylemden farklı hareket eden birey ve grupların toplumdan dışlanması ve deli, suçlu, farklı, zanlı, ahlaksız, sapık, hasta gibi damgalarla özgür ve toplumsal yaşamdan uzaklaştırılmaları olayıdır. Bu nedenle Foucault, “Kliniğin Doğuşu” ve “Deliliğin Tarihi” isimli eserlerinde Thomas Kuhn’un düşüncelerinden etkilenerek insanlık tarihinde değişik zamanlarda fikirleri nedeniyle hangi insanların (mesela Socrates ve Galileo) deli olarak adlandırıldığını, değişik zamanlarda hangilerinin normal, hangilerinin anormal olarak değerlendirildiğini inceler. Filmde de karşımıza çıkan akıl hastası olarak damgalanmış kahramanlarımıza baktığımızda birçoğunun ciddi problemleri olmadığını görüyoruz. Mesela McMurphy zaten hasta olmadığı açık bir şekilde belli, hayat dolu bir adamdır. Ancak hastanede geçirdiği birkaç ay onu iyileştireceği yerde daha beter rahatsızlıklara yol açmakta ve kendi bedeni üzerindeki hakkı elinden alınmaktadır. Billy’nin rahatlıkla çözülebilecek bir anne fobisi ve özgüven problemi olmasına karşın tedavi sistemi onu iyileştirmek yerine bu açıklar yoluyla kontrol altına almaya çalışmaktadır. Chief karakteri McMurphy’nin dostça yaklaşımı sayesinde kısa sürede iyileşebilirken, hastanede geçen yıllar boyunca hiç tepki vermemiş ve herkes tarafından sağır ve dilsiz olarak bilinmektedir. Örnekleri çoğaltmak mümkün… Ancak temel sorun Foucault’cu güç anlayışına paralel şekilde modern toplum düzeninin çeşitli küçük kusurları (asosyallik, tembellik, özgüven problemi, aşırı duygusallık vs) “hastalıklı” olarak kabul etmesi ve bu insanları ne derece olduğu tartışılabilir özgür sosyal yaşamdan soyutlamasıdır. Söylem öylesine güçlüdür ki, hastaların birçoğu zorunluluktan değil gönüllü olarak hastanede yatmaktadırlar. Daha önemlisi de hastane onları iyileştirmek yerine, hastalıklı olduklarını sürekli onlara hatırlatmakta, soyutlayıcı etkisiyle hastalar üzerinde olumsuz etki yapmaktadır.
Foucault’nun büyük önem verdiği ve “The Body of the Condemned” makalesinde özellikle işlenen modern toplumun bedenleri esir alması konusu da filmle oldukça alakalıdır. Foucault’ya göre egemen söylem cinsellik ve daha bir çok konuda kendine uygun bedenler yaratmakta ve bunun aksi hareket edenleri ahlaksız, farklı, hastalıklı gibi sıfatlarla dışlamaktadır. Mesela cinsiyet kavramının oluşması üzerine kafa yoralım. Burada Judith Butler’ın da sık sık dile getirdiği biyolojik farklılıkların ötesinde, önceden kabullenilmiş cinsiyet rollerinden (gender) bahsediyorum. Örneğin bir bebek henüz daha doğmadan bile cinsiyetinin belli olması sonrası “he” veya “she” şeklinde adlandırılmaya başlanmakta ve odası cinsiyetine uygun şekilde düzenlenmektedir. Dünyada çok yaygın olan bir uygulama bebek erkek ise mavi giysiler ve oyuncaklar, kız ise pembe giysi ve oyuncakların alınmasıdır. Bu şekilde bebek henüz doğmadan bir söylemin içerisine hapsedilmektedir. Erkek çocuklarına araba, silah, robot alınırken kız çocuklarına daha çok oyuncak ev seti ve oyuncak bebekler hediye edilmektedir. Bu yolla cinsel kimlikler konusunda büyük bir kısıtlayıcılık empoze edilmekte ve mesela homoseksüellik ya da biseksüellik ahlak dışı, mantık dışı, anormal şeyler olarak kurgulanmaktadır. Cinsiyet kavramını bırakarak modern toplumun beden üzerindeki kısıtlayıcı etkilerine odaklanırsak, mesela bir doktor-hasta ilişkisinde gözlemleyebileceğimiz kişinin kendi bedeni hakkında karar verme hakkının elinden alınması, aslında büyük bir sektör de olan ilaç kullanımının devreye girmesi akıl karıştırıcı konulardır. Foucault, sistemi bu noktalardan eleştirmekte ve bir insanın hiç tanımadığı yalnızca meslek diploması olduğu için güvendiği birine bedenini özgürce kesip biçme hakkını vermesini söylem dahilinde değerlendirmektedir. Filmde de hastalar istemedikleri ve etkileri rahatsız edici olduğu halde, çeşitli hapları almaya zorlanmakta ve dahası adeta bir işkence seansı şeklinde gelişen elektroşok tedavisine tabi tutulmaktadırlar. Hastalar istemeseler dahi doktorların vücutları hakkında verdikleri kararlara uymak zorundadırlar. Ve elektroşok tedavisi nedeniyle sağlıklı bir birey gerçekten hasta durumuna düşürülebilmektedir.
Guguk Kuşu filmi üzerine söylenebilecek daha pek çok şey var muhakkak. Dahi bir yönetmen olmasının yanı sıra ciddi bir entelektüel olan Forman’ın filmi çekerken Foucault’nun etkisinde kalmış olduğu kanımca açıktır. Yazımı filmden güzel bir alıntıyla bitirmek istiyorum; “Which one of you nuts has got any guts (Siz delilerden hangisinin cesareti var) ?”…
KAYNAKLAR
- Foucault, Michel, “Panopticism”, “Discipline and Pınish: The Birth of the Prison” kitabından, 1979, New York: Vintage, 195-228
- Foucault, Michel, “The Body of the Condemned”, “Discipline and Pınish: The Birth of the Prison” kitabından, 1979, New York: Vintage, 1-30
Ozan Örmeci
Bu makale Ozan Örmeci'nin "Popüler Kültür" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için; Kitap Yurdu, İdefix ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.
9 yorum:
"hemşire Mildred Ratched rolündeki Louise Fletcher"
Sinema tarihinin en nefret edilen karakterlerinden birisidir.
güzel bi yazı
filmin hemen ardından okuduğuma sevindim
Filmi sanırım iki sene evvel izledim. Fırsatı bulsamda yine izlesem.
Özellikle şimdi, bu yazınızı okuduktan sonra izlemek vardı..
teşekkürler
Psikoloji okuyorum ve univer.bu filmi izlettiler ve bizden bu filmin analizini yazmamizi istiyorlar (yani,filmn konusunu degil, hemsirenin nasil psikiatri kuralarin karsi geldigini onunu yapti atalari ve bunlarin hastalardaki etkisini) :'( biraz zor gorunuyo gibi
Sizin branşınız eminim bir yerlerde yakalayacaksınız. Bu analiz de işinize yarar umarım.
son zamanlarda film ilgim oluştu.filmlerin böyle izlendiğini önceleri hiç bilmiyordum..şimdi psikolji felsefe ,soyoloji ve tarih bilmenin ne kadar önemli olduğunu gördüm..sizleride okuduktan sonra film izlemek çok güzelmiş..iyi çalışmalar sayın örmeci..
Çok güzel noktalara değinmişsiniz tebrik ederim
Kitabını şimdi bitirdim kitabını da tavsiye ederim ben izleyebilirsem filmi de izlemek istiyorum. Blogumda da paylaşacağım, güzel bir yorum olmuş, emeğinize sağlık:))
Yorum Gönder