“Two Concepts of Libert (İki Özgürlük Kavramı)” daha sonraları İngiltere’de “Sir” unvanı da kazanan ünlü filozof İsaiah Berlin’in en önemli eseri ve siyasal teori alanında klasik kabul edilen çok önemli bir çalışmadır. Berlin 1909 yılında Riga’da doğmuş ancak Bolşevik Devrimi’ne tanıklık eden ailesinin İngiltere’ye göç etmesi sonrası hayatının bundan sonraki kısmını İngiltere’de geçirmiştir. 1997 yılında Oxford’da vefat etmiş olan İsaiah Berlin, 20. yüzyılın en önemli liberal filozoflarından biri kabul edilmektedir. Oxford’da felsefe okuduğu dönemde John Maynard Keynes ve Virginia Woolf gibi isimlerle arkadaş olan, entelektüel bir çevrede yetişen Musevi Berlin, Siyonizm’e verdiği destekle de bilinmektedir. İkinci Dünya Savaşı süresince İngiliz istihbaratı için Amerika’da görev yapan Berlin, “Historical Inevitability (Tarihsel Kaçınılmazlık)” (1954) ve özellikle Two Concepts of Liberty (1958) eserleriyle bilinmektedir. Marksist “tarihsel materyalizm” anlayışına şiddetle karşı çıkan Berlin, Two Concepts of Liberty isimli eserinde yaptığı negatif ve pozitif özgürlük ayrımı ile meşhur olmuştur. Liberal düşünürler arasına dahil edilmesine karşın, aslında Berlin kendine özgü, kendi başına bir ekol olan bir düşünürdür. Şimdi Berlin’in "Two Concepts of Liberty" eserine kısaca bir göz atalım.
İsaiah Berlin’in 1958 tarihli klasik kabul edilen eseri Two Concepts of Liberty, en çok kitapta yer alan ve gelecek yarım asır boyunca siyasal teoriye damgasını vuracak private (özel alan) - public (kamusal alan), demokrasi-liberalizm ve pozitif-negatif özgürlük dikotomileri ile bilinmektedir. Berlin’e göre “siyasal” olan, bireysel özgürlüklerinin sınırlarını, amaçlarını belirleyen, kişinin hiçbir müdahale olmadan kararlar alabildiği yer yani özel alandır. B erlin özel alandaki özgürlüğü negatif olarak isimlendirmekte ancak buna olumsuz bir anlam yüklememektedir. Kamusal alan ve demokrasi ise daha çok prosedürler, amaçlara ulaşmakta kullanılacak araçlar üzerinedir ve asla yalnız başına “siyasal (political)” olarak değerlendirilemez. Kamusal alanda vaat edilen özgürlüğü pozitif olarak nitelendiren Berlin’in düşüncesinde liberal bir despot mümkündür (enlightened despot) aynı demokratik bir diktatörün olabileceği gibi. Berlin tercihini liberalizmden ve negatif özgürlükten yana kullanmakta ve aynı John Stuart Mill’in “On Liberty” eserinde belirttiği gibi, collective mediocrity (ortalama vasatlık) tehlikesinden kurtulmak, insan ilerlemesini, yaratıcılığı savunmak için liberalizmin yani negatif özgürlüğün daha önemli olduğunu savunmaktadır. Negatif özgürlük, insanların belirlenen bir özel alan içerisinde sahip oldukları, başkalarının müdahalesi olmadan hareket etme ve tercih yapma haklarıdır. Pozitif özgürlük ise, bu özgürlüğünün kaynağının hangi kurumlar aracılığıyla ve nasıl olacağı ile ilgilidir. İsaiah Berlin’e göre başkalarının özgürlüğünün kısıtlanması üzerine kurulu özgürlükler ahlak dışıdır ve kabul edilemez. Bu yönüyle Berlin’in teorisini John Rawls’un adalet kuramına (A Theory of Justice) ya da John Stuart Mill’in “harm principle” ına benzetebiliriz. Kısaca özetlemek gerekirse Berlin, pozitif özgürlük olarak adlandırdığı self-determinasyon, demokratik seçimle gelen meşruiyet gibi kavramları kötüye kullanılmaya ve insanların özgürlüklerini kısıtlamaya çok açık görmektedir. Çünkü bu alanda ortaya çıkan özgürlükler bireysel temelli değildir ve insanı belli bir siyasi disiplin içine sokmayı amaçlar. Oy kullanarak bir partiyi iktidara getirmek aynı zamanda o partinin ve devletin otoritesine maruz kalmak demektir. Berlin’in aslında söylemek istediği, bir insanın özgür olduğu yerin aslında kamusal değil, özel alan olduğudur. Demokrasi ve liberalizm aynı şeyler değildir ve Berlin’in tercihi daima liberalizmden yanadır. Berlin’in makro teorilere ve demokrasiye olan düşmanlığının nedeni toplumsal, sınıfsal özgürlük gibi kavramların bütünleştirici etkileri nedeniyle totalitarizme dönüşebileceğini düşünmesidir. Bu nedenle demokratik haklar sağlayan kamusal pozitif özgürlük tehlikeli, bireye bir hak tanımamasına karşın özel alanda onu dışarıdan gelebilecek müdahalelerden koruyan negatif özgürlük ise faydalıdır.
Berlin hayatı boyunca Marksistler ve Siyonist olmayan Musevilerce çok sert eleştirilmiş ve siyasal tercihleri yazdıklarıyla çelişir bulunmuştur. Hakikaten de Berlin gibi totalitarizmden kaçayım derken, devletin müdahalesini iyice sınırlamak günümüz liberallerinin en büyük fantezilerinden olup kesinlikle dezavantajlı grupların, alt sınıfların ezilmesine daha da kolay olanak sağlamaktadır. Mesela devlet özel alana girmesin derken, aile hukukunun olmamasını, çocuğunu, karısını döven bir adamın ceza almamasını düşünebiliyor musunuz? Ya da açlıktan ölmek üzere olan bir insana devletin aş evinde yemek yeme imkanı sunması, işsizlik sigortası, sosyal devlet hakları gibi ilerici özellikler Berlin’in ilgi alanına hiç girmemektedir. Oysa ekonomiye hiç bulaşmadan yalnızca felsefe temelli bir özgürlük kuramı oluşturan Berlin’in gözden kaçırdığı şey, serbest piyasa ekonomisinin özünde yer alan arızalar ve insan doğası üzerindeki olumsuz etkileri nedeniyle, devletin ve kamusal alanın aslında kurtarıcı olabildiğidir. Meşru bir devletin varolmaması, özel alanda gerçekleşecek tüm haksızlıkların devamını ve gizlenmesini saklayacaktır. Galiba aslında her yer kamusal alandır da, sorun totaliter bir devlet yaratmadan, özgürlük temelli bir anlayış geliştirebilmektedir…
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder