"Arap Baharı" veya "Arap Devrimleri" olarak adlandırılan süreçte İslam dünyasında yaptığı demokratik reformlarla parmakla gösterilen bir ülke haline gelen Tunus, son dönemde çeşitli siyasal sorunlarla boğuşuyordu. Parlamenter demokrasinin layıkıyla uygulandığı bir ülke olmasına karşın, ekonomik sorunlar ve Covid-19 pandemisinin yarattığı sorunlar ve toplumsal huzursuzluk, ülkedeki demokratik siyaseti geriletmiş ve halkın sivil demokrasiye olan güvenini sarsmıştı. Bunun yanında, ABD ve İsrail'in bu bölgede demokrasiyi sakıncalı bulmaları ve Müslüman Kardeşler (İhvan) karşıtı sert bir siyasaya yönelmeleri neticesinde, Körfez ülkeleri ve diğer Arap monarşileri de Arap dünyasında filizlenen Tunus demokrasisinin gelişimine karşı set çekiyorlardı. Bu gelişmeler neticesinde, 2019 yılında bağımsız aday olarak girdiği Cumhurbaşkanlığı seçimini kazanan Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said, anayasal yetkilerini kullanarak 25 Temmuz'da meclisi askıya almış, milletvekillerinin dokunulmazlıklarını kaldırmış, Başbakan Hişam el Meşişi'yi azletmiş ve yayınladığı kararnamelerle yetkilerini genişletmişti. Bu yetkiler arasında; Bakanlar Kurulu'nun artık Meclis'e değil, Cumhurbaşkanı'na karşı sorumlu olması, Cumhurbaşkanı'nın Başbakanı atayacak, kabine üyelerini, hükümetin siyasetini ve kararlarını belirleyecek olması ve her türlü Cumhurbaşkanlığı kararını halk oylamasına sunma yetkisi gibi önemli haklar da vardı. Bu yaşananlar, Tunus'ta da Mısır'a benzer şekilde demokrasiden cayma olabileceği endişeleri yaratmasına, ana muhalefet partisi İslamcı Ennahda tarafından "sivil darbe" olarak nitelendirilmesine ve halkta da tepkilere neden olmasına karşın, Cumhurbaşkanı Said, 28 Eylül'de Tunuslu kadın akademisyen Necla Buden'i (Necla Buden Ramazan/Najla Bouden Romdhane) yeni hükümeti kurması için görevlendirdi ve demokrasi hedefinden bir sapma olmayacağını tüm dünyaya ilan etmiş oldu. Böylelikle, Tunus demokrasisi, bazı reformlarla Fransa tipi bir yarı-Başkanlık modeline yakın bir biçim alarak yoluna devam edeceğini gösterdi. Bu yazıda, son dönemde Tunus'ta yaşanan gelişmeleri özetleyecek ve Tunus'un ve Arap dünyasının ilk kadın lideri olan Nucle Buden'in göreve başlamasının sembolik anlamını sizlere yorumlamaya çalışacağım.
Tunus Cumhurbaşkanı Kays Said'in Najla Bouden'e hükümeti kurması için yetki verdiği görüşmeden bir kare
1958 yılında Tunus'un merkezindeki Kayrevan vilayetinde doğan ve Jeoloji alanında doktora sahibi bir akademisyen olan Necla Buden, uzun süre Tunus El Manar Üniversitesi'ne bağlı Tunus Mühendislik Okulu'nda Jeoloji (Jeofizik) dalında öğretim üyesi olarak görev yapmış ve son olarak da Yüksek Öğrenim Bakanlığı'nda Dünya Bankası programlarının uygulanması üzerine çalışıyordu. Doktorasını Fransa'da Mines ParisTech'den almış olan Buden, eğitime yaptığı katkılar nedeniyle daha önce ülkesinde liyakat nişanına layık görülmüş önemli ama toplumca pek bilinmeyen bir isimdi. İyi düzeyde İngilizce ve Fransızca bilen Necla Buden, böylelikle Cumhurbaşkanı Said'in yoğun eleştirilere maruz kaldığı ve Tunus demokrasisinin var olma mücadelesi verdiği zor bir dönemde sorumluluk üstlenmiş oldu. Cumhurbaşkanı Said, Arap dünyasının ilk kadın Başbakanı'nı atayarak kendisine yöneltilen eleştirileri biraz olsun savuştururken, bu atamanın kadınları onurlandırdığı söyledi. Said, ayrıca, "Yeni hükümet yolsuzlukla mücadele etmeli. Sağlık, ulaşım ve eğitim dahil olmak üzere tüm alanlarda, Tunusluların taleplerini onların onurlarına yaraşır şekilde karşılamalı." diye konuştu. Yetkileri azalan bir Başbakan olarak görev yapacak olan siyaseten tecrübesiz Buden, buna karşın özellikle demokratik ülkelerden destek alabilecek bir kişi olarak sivriliyor. Zira Buden, Tunus ve Arap dünyasının ilk Başbakanı olarak tarihe geçiyor. Buden'in ilk önemli görevi ise, ekonomik olan zorda olan ülkeyi toparlamak için İMF (Uluslararası Para Fonu) ile müzakerelere başlamak ve yeni bir kredi alınmasını sağlamak olacak. Buden, hükümetini kurarak Meclis'ten güvenoyu almayı başardı ve Ekim 11 itibarıyla Tunus'un Başbakanı olarak yeni görevine başladı.
Benazir Butto ve Tansu Çiller
İslam dünyasında kadın liderler aslında bir ilk değil... Buna örnekler vermek gerekirse; seküler Müslüman bir devlet olan Türkiye'de Tansu Çiller daha önce ülkesinde Başbakanlık yapmış bir İktisat Profesörü olarak bu konuda Türkiye'nin diğer devletlerden ne kadar önde olduğunu ispatlayan bir kişiydi. Ayrıca Pakistan'da iki defa Başbakanlık yapan kadın lider Benazir Butto da İslamcı radikalizmle mücadele eden bu ülke için son derece önemli bir figürdü. Yine Bangladeş'te Başbakanlık görevine gelen iki kadın lider Begüm Halide Ziya ve Şeyh Hasina Vecid de bu açıdan tarihe geçen önemli örneklerdi. Endonezya'da Devlet Başkanlığı yapmış Megawati Sukarnoputri, eski Kosova Cumhurbaşkanı Atifete Jahjaga, Kırgızistan'da kısa süre Cumhurbaşkanlığı görevinde bulunan Roza Otunbayeva ve Senegal'in ilk kadın Başbakanı Mame Madior Boye de bu konuda verilebilecek diğer önemli örneklerdi. Ancak ilginçtir ki, İslam dünyasında kadın liderler olmasına karşın, Arap dünyasında kadın liderlere pek rastlanmıyordu. Bu nedenle, Necla Buden, İslam dünyasının değil ama Arap dünyasının ilk kadın Başbakanı (lideri) olarak tarihe geçti.
Necla Buden'in göreve başlaması kuşkusuz Müslüman kadınlar adına önemli bir kazanım olarak görülmeli. Zira kabul etmek gerekir ki, kadın hakları ve özgürlükleri konusunda İslam dünyasının durumu hiç de iç açıcı değil. Bu konuda zaten olumsuz olan tablo, son yıllarda yaşanan gelişmelerle birlikte daha da geriye gitmişti. İslamcı siyasetin yükselişinin kadınlarda yarattığı endişeler ve seküler ve militarist otoriter siyasetin de kadın hakları konusunda parlak bir sicilinin olmaması, bu konudaki ön yargı ve endişeleri güçlendiriyordu. Ancak Necla Buden'in atanması, umuyorum ki İslam dünyası ve dünya genelinde de bir olumlu gidişatın başlaması adına önemli bir dönüm noktası olur. Burada elbette kadın siyasetinin erkek düşmanlığı yapması ya da popüler ifadeyle erkekleri yemesi istenmiyor. İstenen, kadınlara da siyasette erkeklerle eşit şans ve koşulların sunulması ki elbette kadınlar bunu hak ediyorlar. Bu konuda Türkiye'de üzerine düşen sorumlulukları yerine getirmeli ve kadınların siyasete katılımını arttırmak ve teşvik etmek adına mutlaka aktif siyasette adayların en az yüzde 30'unun kadın olması zorunluluğu gibi bazı kota uygulamalarına yönelinmelidir. Elbette eşitsizlik durumu ortadan kalktığında ve toplum buna hazır hale geldiğinde buna gerek kalmayacaktır. Ancak şu an için, kadınlara daha fazla şans vermek adına yüzde 30 ve hatta yüzde 40 kota uygulaması bence gereklidir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder