Giriş
Çin Halk Cumhuriyeti, 20 yılı aşkın bir süredir küresel ekonomide gösterdiği üstün performans neticesinde, bugün ekonomik büyüklük, yani gayrisafi milli hasıla (GDP) açısından dünyanın en büyük ikinci ekonomisi durumundadır. Bu yazıda, önce ABD-Çin küresel liderlik tartışmalarına dair bazı verileri sizinle paylaşacak, daha sonra Türkiye-Çin ilişkilerinde yaşanan güncel gelişmeleri özetleyecek, son olarak da Çin’le ilişkilere dair nasıl bir model oluşturulması gerektiğine dair bazı fikir ve önerilerimi belirteceğim.
ABD vs. Çin: Bazı Veriler
Birçok ekonomi uzmanı kuruluş ve kişiye göre, Çin, Covid-19 (koronavirüs) pandemisinin küresel ticaret ve ekonomiyi yavaşlatan olumsuz etkilerine rağmen, 2028 yılında toplam ekonomik büyüklükte (GDP) ABD’yi geçerek dünyanın zirvesine yerleşecektir.[1] Satın alma gücü paritesi (PPP) konusunda ise, Çin, birkaç sene öncesinde ABD’yi zaten geçmiş ve dünyanın lider ülkesi haline gelmiş durumdadır.[2] Dolayısıyla, son yıllarda “Çin yükselişi” olarak akademik literatürde ifade edilen husus, abartılı ya da yanlış bir tespit değildir. Buna karşın, Çin’in kişi başına düşen gayrisafi milli hasıla (GDP per capita) konusundaki 10-11 bin ABD doları düzeyindeki istatistikleriyle, bu konuda 65.000-68.000 bandında gezinen ABD’nin çok çok gerisinde olduğunu belirtmek gerekir.[3] Bu nedenle, nüfusu 1,4 milyarı aşan Çin’in ekonomik büyüklükte ABD’yi geçmesi, daha rekabetçi ve gelişmiş bir ekonomisi olduğu anlamına gelmemektedir.
Daha da önemlisi, son yıllarda yaptığı kapsamlı askeri modernleşme hamlelerine ve atılımlara karşın, Çin’in askeri anlamda da dünyanın en büyük askeri gücü olan ABD ile boy ölçüşmesi henüz mümkün gözükmemektedir.[4] Şöyle ki; her ne kadar toplam nüfus ve savaşmaya hazır nüfus konusunda, Çin, ABD’nin çok önünde yer alsa da[5], aktif askeri personel konusunda aradaki fark sanılandan daha azdır (ABD’nin 1,4 milyon, Çin’in ise 2,1 milyon) ve bu da ABD’nin lehine bir durumdur. Rezerv personel konusunda da, ilginç bir şekilde, ABD, Çin’in önünde yer almaktadır (ABD’nin 845.000, Çin’in 510.000). Savunma bütçesi bağlamında da, ABD, Çin’in 4 kat önünde yer aldığı için (ABD’nin 740 milyar dolar civarı, Çin’in ise 178 milyar dolar), aradaki farkın kısa ve orta vadede kapanması -askeri anlamda- kolay gözükmemektedir. ABD’nin Çin’e kıyasla 8-9 kat daha fazla dış borcunun olması Washington için bir sorun olabilecekken, sermaye birikimi anlamında da, Çin, ABD’nin kat kat önünde yer almaktadır. Askeri kapasite konusuna dönecek olursak; ABD’nin 13.233 uçağına karşılık olarak Çin’in uçak sayısı 3.260, savaş jetleri bağlamında ABD’nin 1.956’sına karşılık Çin’in kapasitesi 1.200, helikopter konusunda ABD’nin 5.436’sına karşılık Çin’in kapasitesi 902, ABD’nin 11 uçak gemisine karşılık olarak Çin’in uçak gemisi sayısı 2 ve denizaltılar konusunda -ilginç bir şekilde- ABD’nin 68’ine karşılık Çin’in kapasitesi 78’dir. Tank gücü ve kapasitesi konusunda da ABD’nin gücü Çin’in yaklaşık iki katıdır. Yurtdışı askeri üsleri konusunda da, ABD’nin, Çin’e, yine büyük bir üstünlüğü bulunmaktadır. Dolayısıyla, elbette aradaki fark kapatılamayacak seviyede olmasa da, ABD’nin daha uzun yıllar askeri üstünlüğünü koruyacağı söylenebilir.
Tam da bu nedenle, ABD’nin Çin’e yönelik halen stratejik üstünlüğü varken, ilerleyen yıllarda Çin karşıtı söylemlerin daha da gelişmesi halinde, Washington'ın kolaylıkla gerginlik politikalarına ve müdahaleciliğe yönelebilmesi mümkün gözükmektedir. Bu anlamda, ABD’nin askeri harcamalarının da iktidarda Demokrat ya da Cumhuriyetçi bir Başkan olsun, hiçbir surette azalmayacağı ve daha da artacağı düşünülebilir/öngörülebilir. Buna karşın, Çin ise, meseleleri ABD ile doğrudan çatışma ve askeri yöntemlerden uzak tutmayı tercih etmeye daha yatkın olacak gibi gözükmektedir. Bu anlamda, Pekin’de, aşırı milliyetçi bir yönetim yerine Çin Komünist Partisi (ÇKP) gibi anti-emperyalist ve mazlum milletlerle dayanışmayı temel ideolojik prensibi haline getirmiş bir iktidarın olması, bir bakıma dünya barışı için de çok avantajlı bir husustur. Zira sanıldığının aksine, Çin’de eğer milliyetçi, sağcı ve yayılmacı bir yönetim oluşursa, işte o zaman Çin’in askeri harcamaları daha da artacak ve başta Asya ülkeleri olmak üzere tüm dünyada barışa ulaşmak ve barışı korumak konusunda olumsuz bir gidişat ortaya çıkabilecektir. Tam da bu nedenle, şu son dönemde Çin’deki tek parti iktidarına yönelik sorumsuzca eleştiriler yapanların yaklaşımlarının dünya barışı için de riskli olduğunu belirtmek gerekir. Ayrıca ikili ilişkilerde saldırgan tarafın Çin olduğunu düşünmek de hatalıdır; zira Çin'in, tarihinde hiçbir işgal ve savaş girişimi olmamış, tersine, daima Batılı ülkeler veya Japonya Çin'e saldırmışlardır. Bugün de, askeri politikalar ABD'nin lehinedir; bu nedenle, Çin'den saldırganlık beklemek bence doğru bir yaklaşım değildir. Fakat Hong Kong'da Çin'in uluslararası anlaşmalara uygun hareket etmesini beklemek ve bu yönde eleştiriler yapmak elbette doğru ve yerindedir.
Türkiye-Çin İlişkileri: Kısa Bir Hatırlatma
Bilindiği üzere, 1952’den beri NATO üyesi olan ve Kore Savaşı’nda komünist güçlere karşı kapitalist cephede çarpışan Türkiye, Çin Halk Cumhuriyeti ile resmi siyasi-diplomatik ilişkilerini ancak 1971 yılında başlatabilmiştir. Bu, geç bir tarih olmakla birlikte, aslında ABD ve birçok Batılı ülkenin de Çin’le resmi ilişkilerini 1970’lerde başlattığı düşünülürse, Türkiye’nin de bu trende uygun hareket ettiği söylenebilir. 1980’lerin başında 7. Cumhurbaşkanımız Kenan Evren (Aralık 1982), Çin’i ilk ziyaret eden Türkiye Cumhurbaşkanı olmuştur.[6] 1985’de dönemin Başbakanı Turgut Özal’ın Çin’i ziyaretiyle ise, ikili ekonomik ilişkilerde hareketlilik dönemi başlamıştır. Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı’na göre, “ekonomik ve siyasi olarak yükseldiği 1980’lerden itibaren hareketlilik kazanan ve 2010 yılında ‘Stratejik İşbirliği’ düzeyine yükseltilen ilişkiler, karşılıklı üst düzey ziyaretlerin de katkısıyla gelişmektedir”.[7] Bu açıklamanın da doğruladığı üzere, 2010’ların başında itibaren, iki ülke arasında “stratejik işbirliği” veya “stratejik ortaklık” dönemi başlamıştır.[8] Bu dönemde, ABD kaynaklı olarak başlayan 2008 küresel ekonomik krizinden güçlenerek çıkan Çin, başarılı bir ekonomik model olarak Türk siyasetçi ve ekonomistlerin ilgisini çekmeye başlamış ve ikili ilişkilerde hızlı bir canlanma yaşanmıştır. Çin, son yıllarda da Kuşak Yol İnisiyatifi (Yeni İpek Yolu projesi) adı verilen iddialı bir uluslararası proje ile de dünya ticaretine ivme kazandırmayı amaçlamaktadır. Bu proje, serbest ticareti destekleyen ve kapalı ekonomilere karşı olan Türkiye için de ilkesel olarak doğru bir girişimdir. Bu bağlamda, Çin’le Türkiye arasındaki ilişkilerden söz ederken, resmi düzeyde ilişkilerin 2010’lardan beri “stratejik ortaklık” kapsamına alındığı unutulmamalıdır.
Türkiye-Çin ilişkilerine dair bazı avantajlı unsurlar bulunmaktadır. Öncelikle, Çin Halk Cumhuriyeti ve Türkiye Cumhuriyeti arasında birbirlerinin toprak bütünlükleri ve egemenliklerine yönelik olarak herhangi bir uyuşmazlık bulunmamaktadır.[9] Türkiye, Çin’in toprak bütünlüğüne ve toprakları üzerindeki egemenliğine saygı göstermekte, Çin de Türkiye’ye aynı şekilde davranmaktadır. Dolayısıyla, iki ülke arasında varoluşsal bir sorun yoktur. Buna karşın, kuşkusuz, demokratik bir rejim oluşturmaya çalışan ve devlet katında stratejik hedefini Avrupa Birliği (AB) tam üyeliği olarak belirlemiş olan Türkiye, bürokratik geleneğin ağır bastığı, tek parti yönetiminin kurumsallaştığı ve yönetilmesi çok zor bir ülke olan Çin’den daha farklı bir yönetim modeli benimsemiştir. İki ülkeyi oluşturan halkların kültürel ve sosyolojik eğilimleri de birbirlerinden çok farklıdır. Bu nedenle, ikili ilişkilerde mutlak uyum ve anlayış birliği oluşturmak zaman zaman zor olabilmektedir.
İki ülke arasındaki ekonomik ilişkiler de son yıllarda çok hızlı bir ivme yakalamış; öyle ki, 2013 yılında 28 milyar doları seviyesi aşılarak, tarihi rekor düzeyine ulaşılmıştır.[10] Sonraki yıllarda bu oran kademeli olarak düşse de, 2019 yılında 21 milyar doların üzerindeki dış ticaret -ki Çin, bu rakamlarla Türkiye'nin ilk 3 veya 4 en önemli ticaret ortaklarından biridir (Almanya, Rusya ve bazı istatistiklerde ABD'nin ardından)-, ikili ekonomik ilişkilerin önemine işaret etmektedir. Dış ticaret ilişkilerinde Çin’in 1’e 9, 1’e 10 gibi büyük üstünlük sağlaması ise, kuşkusuz, uzun vadeli bir ekonomik partnerlik için ideal bir temel oluşturmamaktadır. Bu nedenle, Çin’le ilişkilerde daha dengeli bir ekonomik tablo oluşturmak Ankara’nın önemli bir hedefi olmalıdır. Fakat Çin’in Türkiye’ye sıcak para, doğrudan yatırım ve kredi gibi alanlarda da son yıllarda önemli girişimler yaptığı bilinmektedir. Bu anlamda, krizde olan ve ABD ve AB ile ilişkileri iyi gitmeyen Türkiye’de, Rusya ve Çin’le ilişkiler ilerleyen yıllarda giderek daha da önem kazanabilir.
Türkiye-Çin ilişkilerinde temel sorun yaratan konu ise, son yıllarda yeniden sıklıkla gündeme getirilmeye başlanan Doğu Türkistan Sorunu (Uygarlar meselesi) olmaktadır. Çin’in Sincan özerk bölgesinde yaşayan Türk soylu bir halk olan ve yaklaşık 12 milyonluk bir nüfusa sahip olan Uygurlar[11], Çin’deki komünist parti yönetiminin dini özgürlükler konusundaki baskıcı politikaları nedeniyle, kendi kültürel özerklik ve dini özgürlüklerinin kısıtlandığını iddia etmektedirler. 1960’lardan beri, Uygur kökenli siyasetçi ve sivil toplumcular, Türkiye ve ABD gibi ülkelerde çeşitli siyasal faaliyetler gerçekleştirmektedir. Nitekim Dünya Uygur Kongresi veya Dünya Uygur Kurultayı’na Türkiye’den de özellikle milliyetçi çevrelerden ve partilerden katılım gösteren kişiler olmuştur.
Türkiye, resmi olarak ise, bu konuda dengeli bir politika izlemektedir. Örneğin, Çin’in insan haklarına yönelik ihlalleri olursa bunlar eleştirilmekte; ancak terörizm boyutuna varan ve Çinli kamu görevlilerini ve halkı hedef alan saldırgan söylem ve eylemler olursa, bunlara destek verilmemektedir. Ayrıca Türkiye Cumhurbaşkanları Abdullah Gül ve Recep Tayyip Erdoğan, yakın geçmişte Sincan özerk bölgesine giderek burada yaşananları bizzat gözlemlemişler ve yerinde inceleme yapmışlardır. Çin uzmanı Türk akademisyen Prof. Dr. Kutay Karaca’ya göre, sorunun temelinde, Çin’in Uygur bölgesinde Han kökenli nüfusu arttırma girişiminin Uygurların tepkilerine neden olması bulunmaktadır. Nitekim 1949’da yüzde 75 olan bölgedeki Uygur nüfusu, 1995’de yüzde 48’e, 2002’de ise yüzde 47’ye düşmüştür.[12] Buna karşın, 1949’da yüzde 7 olan Han kökenli nüfus, 1995’de yüzde 35, 2002’de ise yüzde 40,61’e yükselmiştir. Ayrıca yine Karaca’ya göre, önceden Uygur ailelerine çocuklarını Çin veya Uygur okullarına gönderme seçeneği tanınırken, 1980’lerden itibaren Çince’nin zorunlu dil haline getirilmesi uygulamaları başlatılmış ve kademeli olarak arttırılmıştır.[13] Bu konuda, aslına bakılırsa, Çin’in geçmişte daha özgürlükçü olan politikalarının (anadilde eğitim hakkı), zaman içerisinde giderek üniter bir ulus-devlet olan Türkiye’ye benzediği söylenebilir. Nitekim Türkiye’de devlet okullarında Kürtçe anadilde eğitim hakkı bir imkân hiçbir zaman var olmamıştır. Ayrıca 9/11 (11 Eylül 2001) faciası sonrasında ABD’nin yarattığı güvenlikçi ve İslamcılık karşıtı siyasal atmosferde, Uygurların İslami yönelimleri ve kılık-kıyafetleri de, Çin devleti ve uluslararası toplum tarafından güvenlikleştirme politikasına tabi tutulmuştur. Fakat bu noktada, Uygurlar içerisinde dışarıdan destek alan radikal bazı grupların var olduğu da unutulmamalıdır. Ayrıca, 2009’da yaşanan Urumçi Olayları, o dönemde Türkiye kamuoyunda infiale neden olmuştur. Bu nedenle, Çin devletinin uluslararası toplum ve Türkiye kamuoyununun hassasiyetlerine uygun politikalar geliştirmemesi durumunda, bu konunun ikili ilişkilerde kriz yaratma riski bulunmaktadır.
Güncel Gelişmeler
Son yıllarda, Kanada, ABD ve Hollanda gibi bazı Batılı ülkeler, Çin’in Uygurlu grupları eğitmek için kurduğu kampları eleştirerek, bunun bir “soykırım” olduğunu iddia etmektedirler.[14] Bu ülkelerin siyasetçilerince ve basın-yayın kuruluşlarında, özellikle Uygurlu kadınlara yönelik olarak yapılan kısırlaştırma politikaları eleştiri konusu yapılabilmektedir.[15] Elbette, bir ailenin çocuk sayısına karıştırmak, demokratik ülkeler açısından kabul edilemez bir husustur. Fakat bu noktada unutulmamalıdır ki, 1,4 milyarlık devasa nüfusunu yönetmekte zorlanan Çin, 1970’lerin sonu ve 1980’lerin başında tüm vatandaşlarını kapsayan “tek çocuk politikası”nı yürürlüğe koymuş ve artan nüfusunu denetlemek zorunda kalmış bir devlettir.[16] Her ne kadar 2016 yılında bu programın sona erdirildiği açıklansa da, günümüzde bile Çin’de 2 veya daha fazla çocuk sahibi olmak için bazı şartlar bulunmaktadır.[17] Dolayısıyla, Uygurlara yönelik politikalar, gerek dini özgürlüklerin kısıtlanması (Çin, komünist esaslara göre kurulmuş bir devlettir ama zaman içerisinde piyasa ekonomisini benimsemiştir), gerekse de çocuk kısıtlaması bakımından Çin’in genel politikalarıyla tutarlı gözükmektedir.
BBC’nin Sincan’daki Uygur nüfus yoğunluğu haritası
Son dönemde Birleşik Krallık’ın da Çin’i eleştiren ülkeler kervanına katılması ve İngiliz basın-yayın kuruluşu BBC’nin bu konuda kapsamlı haberler yapması dikkat çekerken, bu konunun daha çok Çin’e karşı bir baskı aracı olarak kullanılmaya çalışıldığı algısı oluşmaktadır. Çinli yetkililer, bu kampların eğitim ve rehabilitasyon amaçlı olduğunu ve kesinlikle toplama kampı olmadığının altını çizerken, ABD Dışişleri Bakanı Antony Blinken bunu “soykırım” olarak değerlendirmekte, İngiliz Dışişleri Bakanı Dominic Raab da “soykırım” ifadesini kullanmadan Pekin'i sert sözlerle eleştirmektedir.[18] Bu noktada, ABD yönetimi ve yakın müttefiklerinin, Çin’in ekonomik yükselişini dengelemek için de bu konuyu son dönemde ısrarla politize etmeye çalıştıkları rahatlıkla belirtilebilir. Buna karşın, Çin’in günümüzün Batılı demokratik standartlarının altında kalan bir ülke olduğu da ortadadır. Dolayısıyla, bu konuda öncelikli hedef Çin’e zarar vermek değil, Uygurlara fayda sağlamak olursa, taraflar arasında uzlaşma yolları bulmak daha kolay olabilecektir. ABD’nin ve müttefiklerinin derdinin demokrasi ve insan hakları olup olmadığı da tartışmalıdır. Zira Mısır’daki askeri darbe ve daha birçok anti-demokratik rejim (Körfez ülkeleri) konusunda, ABD, kendi çıkarları söz konusu olduğunda gayet demokrasi dışı ülkelerle de yakın siyasi ve ekonomik ilişkiler kurabilmektedir. Bu bağlamda, Çin’le ilgili mesele, bence demokrasiden daha çok Amerikan çıkarlarıyla ilgilidir.
Türkiye ise, gerek Çin’in iç işlerine karışmamak, gerekse de Çin’den ekonomik beklentiler nedeniyle, bu konuda son dönemde genelde daha ılımlı açıklamalar yapan bir ülke olarak dikkat çekmektedir. Frankfurt Küresel İslam Araştırmaları Merkezi (FFGI) Direktörü Prof. Dr. Susanne Schröder’e göre, Türkiye ve diğer bazı Müslüman ülkelerin bu tavrının gerisinde, ekonomik hesaplar ve çıkarlar bulunmaktadır.[19] Son dönemde, bu çıkarlara bir de Çin’den gelen Sinovac aşılarının sağladığı “sağlık güvenliği” hususu eklenmiştir. Türkiye’deki milliyetçi çevreler ise, bu konuda hükümeti giderek daha fazla sıkıştırmaya çalışmaktadırlar. Öyle ki, iktidar blokunun önemli bir bileşeni olan MHP’nin ve İYİ Parti gibi muhalefetteki milliyetçi unsurların etkisiyle, Türkiye’de, hükümet, 2017 yılında Çin’le imzalanan ve 2020 yılında Çin tarafından onaylanan “Suçluların İadesi Anlaşması”nı TBMM Adalet Komisyonu’nda bekletmekte ve onaylamamaktadır.[20] Bu konuda, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi’nin geçtiğimiz gün yaptığı ziyarette de bir ilerleme kaydedilemediği düşünülmektedir.
İYİ Parti lideri Meral Akşener’in Çin’le diplomatik krize neden olan Twitter mesajı
Ayrıca, geçtiğimiz gün, CHP’li Ankara Büyükşehir Belediye Başkanı Mansur Yavaş ve İYİ Parti lideri Meral Akşener’in Doğu Türkistan konusunda attıkları Twitter mesajlarının Çin tarafından eleştirilmesi de, bu konunun giderek kızıştırıldığını göstermektedir.[21] Bu noktada, tweet mesajları incelendiğinde, Yavaş’ın mesajının Barın Katliamı’nı anma amaçlı ve Çin’in toprak bütünlüğüne saygılı demokratik bir yaklaşım içerdiği[22], Meral Akşener’in mesajında ise Doğu Türkistan’ın bağımsızlığı mesajının ön planda olduğu[23] görülmektedir. İktidara aday bir lider olan Akşener’in bu şekilde ABD ve Türkiye’nin Batılı müttefiklerine mesaj vermeye çalıştığı ve Çin’le ilişkilerde daha sert bir ton benimsediği düşünülebilir. Ancak bağımsızlık vurgusu, Çin gibi bu konuda aşırı hassas bir devlet için kabul edilemezdir.
Türkiye’nin Çin Politikası: Akılcı ve Gerçekçi Yaklaşım Gereksinimi
Peki, NATO üyesi ve AB tam üyesi olma hedefi olan Türkiye’nin Çin politikası nasıl olmalıdır? Öncelikle, her konuda olduğu gibi bu konuda da duygusal ve reaksiyoner değil, akılcı ve gerçekçi bir yaklaşıma sahip olunmalıdır. Yakın zamana kadar Türkiye’nin uyguladığı ve duygular temelinde geliştirilen politikaların olumsuz sonuçları ortadadır. Dolayısıyla, (1) Çin’in Türkiye için henüz öncelikli bir müttefik ülke olmadığı, ancak (2) yükselen bir küresel güç ve muazzam bir ekonomik partner olarak Çin’le iyi ilişkiler geliştirmek gerektiği düşünceleri iki temel prensibimiz olmalıdır. Bu bağlamda, özellikle pandemi sürecinde çok ciddi bir tehdit altında olduğumuz ve Çin’den alacağımız Sinovac aşılarının vatandaşlarımızın can güvenliği açısından önemli olduğu unutulmamalıdır. Bu, Uygur Sorunu’nu Türkiye’nin eleştirmemesi gerektiği anlamına gelmemelidir. Türkiye, bu konuda uluslararası toplum ve kuruluşları harekete geçirmek için tüm diplomatik yolları kullanmalıdır. Ancak Türkiye’nin bu konuda yapabilecekleri de sınırlıdır. Türk Silahlı Kuvvetleri’nin ABD Ordusu ile birlikte Çin seferine çıkarak Doğu Türkistan’ı bağımsızlığına kavuşturmak gibi bir düşüncesinin ve planının olmadığı ve olamayacağı da bu hususta daima akıllarda tutulmalıdır. Bu bağlamda, Türkiye’nin ABD ve müttefiklerinin başlattığı propaganda kervanına katılması, Ankara adına herhangi bir sorunu çözme vaadi de içermemektedir. Zira ABD, ne Çin karşıtı bloka Türkiye'nin katılması durumunda PYD-YPG konusundaki desteğini geri çekmekten, ne de S-400 konusunu sorun olmaktan çıkaracağından söz etmemektedir. Ayrıca, Çin’in Kuşak-Yol Girişimi’nin Türkiye’ye çok önemli bazı ekonomik avantajlar sağlayabileceği de unutulmamalıdır. 2049’da tamamlanacak olan proje, 21. yüzyılın ikinci yarısı ve 22. yüzyıldaki dünya ticaret düzenine yön verecek tarihi bir jeoekonomik girişimdir. Bu projenin dışında kalmak, orta ve uzun vadede Türkiye için dezavantajlı bir husus haline gelebilir. Nitekim daha şimdiden birçok AB ülkesi de (örneğin İtalya) bu projede yer almak istediklerini belirtmektedir. ABD’nin de, ilerleyen yıllarda projeye yönelik tavrı değişebilir; zira serbest ticaret, temel bir Amerikan değeridir ve küresel ticaret ağlarının Asya-Avrupa yönümlü olarak iyice gelişmesi, en çok Amerikan firmalarının lehine olacak bir gelişmedir. Fakat şu da eklenmelidir ki, Çin'in Ortadoğu politikalarında pivot ülke İran İslam Cumhuriyeti olacaktır. Son yapılan tarihi anlaşma da bunun ispatı olmuştur.
Dolayısıyla, bir tarafta Çin’den gelen ve gelecek olan Sinovac aşılarının stratejik değeri ve Çin’in kriz ortamında artan Türkiye yatırımları, diğer tarafta geleneksel müttefiklerimiz ABD ve Birleşik Krallık’ın artan baskıları düşünüldüğünde, Türkiye’nin çok boyutlu dış politika geleneğinde ısrar etmesi ve Çin’le ilişkilerini bozmamaya çalışması bence daha tutarlı ve akılcı bir formülasyon olacaktır. Zira ABD, PYD-YPG’ye destek ve S-400/F-35 konularında tavrıyla zaten Türkiye karşıtı bir çizgiye geçmiş durumdadır. CAATSA yaptırımlarının uygulamaya sokulması da bunun ileri bir adımı olmuştur. İlerleyen aylarda Halkbank davasının sonuçlanmasının ardından, Türk-Amerikan ilişkilerindeki kriz daha da derinleşecektir. ABD, Türkiye’yi feda etmiş gibi gözükmekte ve Türkiye yerine Yunanistan’a büyük askeri yığınak yaparak, bu ülkeye yeni askeri üsler açmaktadır. Ayrıca, Türkiye’nin en önemli ekonomik partnerlerinden olan Rusya da ABD ile ilişkilerin geliştirilmesine karşıdır. Bu bağlamda, ne yazık ki, Joe Biden döneminin olumlu atmosferinin devam etmesi kolay gözükmemektedir. Zira ABD, hiçbir konuda geri adım atmamakta ve sürekli Türkiye’den taviz beklemektedir. Türkiye’deki rejimin demokratik eksiklikleri ise ABD’nin bahanesi olmaktadır. Bu nedenle, Türkiye’nin Batı ile olan ilişkilerini bu dönemde ABD yerine AB üzerinden geliştirmeye çalışması ve bir yandan da Rusya, Çin ve diğer Asyalı ülkelerle ilişkilerini geliştirmesi bence daha doğru bir yol olacaktır.
Sonuç
Sonuç olarak, dış politikada daima İngilizlerin ünlü sözünü (eski Başbakan Lord Palmerston’un söylediği) hatırlamak gerekir; “Dış politikada ebedi dostlar ve düşmanlar yoktur, değişmez çıkarlar vardır”. Bu bağlamda, Türkiye’nin ve Türkiye halkının çıkarlarına göre bir dış politika inşa edilmeli ve öncelikle geleneksel müttefiklerimizle, ama daha sonra da Türkiye’nin çıkarlarına zarar vermeye çalışmayan tüm devletlerle dostane ilişkiler kurularak, Cumhuriyetimizin 100. yıldönümüne güçlü şekilde girilmelidir. Müttefiklerimizin bizimle dostane ilişkiler kurma niyetleri varsa da, öncelikle buna uygun hareket etmeleri talep edilmelidir. Türkiye halkı, ekonomik yaptırım ve şantajlardan korkan ve bunlara boyun eğecek bir millet değildir. Bu da, dış politikamızda temel bir düstur olarak kabul edilmelidir.
Son olarak, Çin'in tek parti rejimini öcü gibi göstermek de bence hatalıdır; her millet, kendi koşullarına uygun bir yönetim biçimi kurabilmekte ve ancak toplumuna uygun olan rejimler ayakta kalabilmektedir. Nitekim Cumhuriyetimizin kurucusu ulu önder Mustafa Kemal Atatürk de tek partili bir rejim kurmuştur. Günümüzde artık ülkemiz bir demokrasi olmaya çalışsa bile, henüz bunu başaramamış ve kendisine özgü zor koşulları olan (devasa nüfus vs.) devletlerin rejimlerini iyiye götürmek amacıyla eleştirmek, ama ilişkileri toptan kötülememek ve bozmamak, bence daha doğru ve makul bir yaklaşım olacaktır. Zira bir devletin ne kadar çok dostu varsa o kadar güçlüdür ve maalesef Batılı dostlarımız bize dostluk eli uzatmamaktadırlar...
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] BBC (2020), “Chinese economy to overtake US 'by 2028' due to Covid”, 26.12.2020, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-asia-china-55454146.
[2] Bakınız; https://databank.worldbank.org/data/download/GDP_PPP.pdf; https://www.cia.gov/the-world-factbook/field/real-gdp-purchasing-power-parity/country-comparison.
[3] Bakınız; https://data.worldbank.org/indicator/ny.gdp.pcap.cd?most_recent_value_desc=true.
[4] Bu konuda Global Fire Power sitesinden ulaşılan bir kıyaslama için; https://www.globalfirepower.com/countries-comparison-detail.php?country1=united-states-of-america&country2=china.
[5] Toplumda nüfuste Çin’in 1,4 milyarına karşı 330 milyon civarında bir ABD nüfusu vardır. Savaşmaya hazır nüfusta ise ABD’nin yaklaşık 150.000, Çin’in 750.000’lik askeri kapasitesi bulunmaktadır.
[6] Zekeriyya Akdağ (2019), “Türkiye – Çin İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi”, Hafıza Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı: 1, Aralık 2019, ss. 45-46.
[7] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye - Çin Halk Cumhuriyeti Siyasi İlişkileri”, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.mfa.gov.tr/turkiye-cin-halk-cumhuriyeti-siyasi-iliskileri.tr.mfa.
[8] Zekeriyya Akdağ (2019), “Türkiye – Çin İlişkilerinin Tarihsel Gelişimi”, Hafıza Uluslararası Sosyal Bilimler Dergisi, Cilt 1, Sayı: 1, Aralık 2019, s. 50.
[9] Türkiye Cumhuriyeti’nin 56. hükümeti tarafından çıkarılan Türkiye’deki Doğu Türkistan vakıf ve derneklerine ilişkin olarak yayınlanan 23.12.1998 tarihli VE 1998/36 numaralı gizli genelgeyle, bu bölgenin Çin’in toprak bütünlüğü içinde değerlendirilmesi gerektiğine işaret edilmiş ve Doğu Türkistan adına faaliyet gösteren vakıf ve derneklerin toplantılarına herhangi bir Bakan veya devlet görevlisinin kesinlikle katılmaması istenmiştir. Bakınız; Kutay Karaca (2007), “Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu”, Gazi Akademik Bakış, Cilt 1, Sayı: 1, Kış 2007, s. 241.
[10] Türkiye Cumhuriyeti Dışişleri Bakanlığı, “Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti Ekonomik İlişkileri”, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.mfa.gov.tr/turkiye-cin-halk-cumhuriyeti-ekonomik-iliskileri.tr.mfa.
[11] BBC (2021), “Who are the Uighurs and why is China being accused of genocide?”, 26.03.2021, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-asia-china-22278037.
[12] Kutay Karaca (2007), “Türkiye-Çin Halk Cumhuriyeti İlişkilerinde Doğu Türkistan Sorunu”, Gazi Akademik Bakış, Cilt 1, Sayı: 1, Kış 2007, ss. 231-232.
[13] A.g.e., ss. 233-234.
[14] BBC (2021), “Who are the Uighurs and why is China being accused of genocide?”, 26.03.2021, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-asia-china-22278037.
[15] BBC (2020), “China forcing birth control on Uighurs to suppress population, report says”, 29.06.2020, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-asia-china-53220713.
[16] Britannica, “One-child policy Chinese government program”, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.britannica.com/topic/one-child-policy.
[17] BBC (2015), “China to end one-child policy and allow two”, 29.10.2015, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-asia-34665539.
[18] BBC (2021), “Who are the Uighurs and why is China being accused of genocide?”, 26.03.2021, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.bbc.com/news/world-asia-china-22278037.
[19] DW (2019), “Türkiye Çin’in Uygurlara baskısına neden sessiz kalıyor?”, 06.12.2019, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.dw.com/tr/t%C3%BCrkiye-%C3%A7inin-uygurlara-bask%C4%B1s%C4%B1na-neden-sessiz-kal%C4%B1yor/a-51549785.
[20] Kırım Haber Ajansı (2020), “Türkiye- Çin suçluların iadesi anlaşması hakkında bilinenler: Şimdi ne olacak?”, 31.12.2020, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://qha.com.tr/haberler/politika/turkiye-cin-suclularin-iadesi-anlasmasi-hakkinda-bilinenler-simdi-ne-olacak/290533/.
[21] Sözcü (2021), “Çin’den Meral Akşener ve Mansur Yavaş’a tepki”, 06.04.2021, Erişim Tarihi: 09.04.2021, Erişim Adresi: https://www.sozcu.com.tr/2021/dunya/cinden-meral-aksener-ve-mansur-yavasa-tepki-6357244/.
[22] Bakınız; https://twitter.com/mansuryavas06/status/1378953364483022849.
[23] Bakınız; https://twitter.com/meral_aksener/status/1378989779916886022/photo/1.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder