Geçtiğimiz hafta 7 gün süreyle Fransa’yı gezme fırsatı yakaladım. Bu
ülkede yaşayan arkadaşlarımın tavsiye ve yardımları sayesinde, tur şirketlerinin paket
program kapsamında götürdüğü ve sadece turistik yerleri kapsayan bir ziyaretin ötesinde,
Fransa’daki sosyal hayatın tüm gerçekliğini gözlemleyebildiğim faydalı bir ziyaret
yapmayı başardım. Nitekim arabayla Fransa’nın farklı şehirlerine yaptığım
ziyaretlerde birçok ilginç gözlem yapabildim. Bu yazıda, Fransa gözlemlerimi
okurlarımıza aktaracağım.
Eyfel Kulesi, Paris’in sembolü ve en
etkileyici noktası
Fransa, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nin 5 daimi üyesinden biri
olan ve dünyanın en büyük 5. ekonomisi olmak için Birleşik Krallık ile çekişen
son derece güçlü bir ülke. Aynı zamanda Almanya ile birlikte Avrupa Birliği’nin
de lider ülkesi kabul edilen Fransa, buna rağmen, kolonyalizmin diyet borcunu
öder şekilde, yıllardır Arap ve Afrika ülkelerinden yoğun göçe sahne olan ve bu
nedenle sosyal düzeni ve siyasal istikrarı son dönemde azalan bir ülke durumunda.
Nitekim 2015 yılındaki Charlie Hebdo dergisine yapılan terörist saldırı
sonrasında bu ülkeye yönelik birçok terör eylemi gerçekleştirilmiş[1] ve
François Hollande’ın Cumhurbaşkanlığı döneminde ülkede olağanüstü hal ilan
edilmek zorunda kalmıştı. Ancak geçtiğimiz yıl Emmanuel Macron’un Cumhurbaşkanı
seçilmesi ardından Fransa’da sular şimdilik biraz olsun durulmuş ve tehlike
seviyesi atlatılmış gibi gözüküyor. Fransızlar, genç ve karizmatik
Cumhurbaşkanları hakkında umutlu konuşuyorlar; genç ve etkileyici bir lidere
sahip olmak, “Mösyö Normal” olarak adlandırılan karizmasız François Hollande’ın
Cumhurbaşkanlığından sonra Fransızları olumlu yönde etkilemiş gibi gözüküyor. Ancak
liberal çizgideki Macron’un reformları her kesimi memnun etmiyor. Sağ ve sol
siyaset arasında denge tutturmaya çalışan Cumhurbaşkanı, sevimli ve çalışkan
bir kişi olarak şimdiye kadar hep geçer not aldı ve popülaritesini korudu.[2] Ancak
Macron’un bir kalemde vergileri kısarken başka alanlarda vergileri uygulamaya
sokması, bazı Fransızları memnun etmiyor; zira sosyal haklar açısından yüksek
standartları olan bir devlet olan Fransa’da, çalışan kesimler kazanımlarını
kaybetmekten çok korkuyorlar. Bu nedenle, sağ ve sol siyasette popülizm
(Jean-Luc Mélenchon ve Marine Le Pen örnekleri) kolaylıkla Fransız seçmenleri
cezbedebiliyor. Yine de, Cumhurbaşkanı Macron’un şu ana kadar iyi iş yaptığını
söylemek mümkün; çünkü Fransa matem havasından çıkmış ve herşey normale dönmüş
durumda. Nitekim Paris’e turistler akın etmeye devam ediyorlar. Eyfel Kulesi,
Şanzelize (Champs-Elysees), Louvre Müzesi, Notre Dame Katedrali ve Sacre-Coeur
gibi yerlerde turistler o kadar yoğun ki, insan yürümekte bile zorlanabiliyor. Ayrıca Macron döneminde ekonomide de iyiye doğru bir gidiş var. En önemlisi, olağanüstü halin sona ermesi ve terör olaylarının durması ile Fransızların morali ve özgüveni artmış durumda. Hatta dış politikada da, Macron, Çin ziyaretiyle yeni bir atağa kalkmış gibi gözüküyor. AB liderliği konusunda bile, Macron, yeni dönemde bayrağı Alman lider Angela Merkel'den devralabilir.
Sacre-Coeur önünde
Öte yandan, Fransa, vatandaşlık anlamında da etnik çeşitliliği son
yıllarda çok artmış bir ülke. Arap ve Afrika kökenli Fransızların yanında, son
yıllarda Asya ülkelerinden de yoğun şekilde Fransız vatandaşlığı alan kişiler var.
Paris, Marsilya ve Lyon gibi büyük şehirlerde, sokaklar, klasik bir Fransız şehrinden daha çok bir dünya şehrini andırıyor. Hatta küçük şehirlerde bile yabancı ülkelerden gelip
Fransız vatandaşlığına geçen kişileri görmek mümkün. Bu durum, haliyle ekonomik
açıdan dezavantaj yaşayan kesimlerde aşırı milliyetçi tepkilere de yol
açabiliyor; ancak ülkede genel tablo iyiye gidiyor gibi bir hava var. Türk ve
Kürt kökenli Türkiye vatandaşı çok sayıda insanımız da Fransa’da yaşamaya devam
ediyorlar; özellikle restoran-market işletmeciliği ve hizmet sektöründe çalışan
binlerce Türk ve Kürt vatandaşımız Fransa’da mevcut. Vatandaşlarımızın bir
bölümü Fransa’ya çok iyi entegre olmuşken, daha büyük çoğunluğu ise -benliklerini
kaybetme korkusuyla olsa gerek- Türkiye’deki ortalamadan bile daha milliyetçi
ve muhafazakar bir hayat sürüyor.
Moyen-Orient dergisi kapağında Türkiye
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan
Fransa, son yıllarda Türkiye’ye karşı biraz eleştirel yaklaşan bir ülke.
Özellikle laiklik, insan hakları ve demokratik rejim konusunda Paris’in Ankara’ya
karşı çekinceleri mevcut. Bu nedenle, Cumhurbaşkanı Macron, muhatabı Recep
Tayyip Erdoğan’a AB üyeliği konusunda geçtiğimiz hafta pek de ümitvar mesajlar
vermemişti. Lakin Türkiye’deki otoriter rejim eleştirilmesine karşın, Türkiye’ye
yönelik ilgi ve alaka da azalmış değil. Nitekim Moyen-Orient dergisinin bu ay yayımlanan son sayısının kapağında Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı
görmek mümkün. Makalenin konusu Türkiye’nin otoriter dönüşümü olsa da, Sultan
Erdoğan’ın Fransızların zihninde yer etmeyi başardığı kesin. Ayrıca Fransa’nın Türkiye’ye
yönelik eleştirilerinde şunu da hesaba katmak gerekir ki; hızla büyüyen
ekonomisi, genç nüfusu ve muazzam potansiyeliyle, Türkiye, yakın bir gelecekte
Fransa’yı geçme şansı olan bir devlet durumunda. İki ülkenin işadamları da Afrika başta
olmak üzere bazı yerlerde zaman zaman birbirleriyle rekabet edebiliyorlar. Gönül
ister ki, Fransa ve Türkiye devletleri, rekabetten çok işbirliği temasını öne
çıkarsınlar ve iki NATO ve Avrupa Konseyi üyesi olarak dayanışma içerisinde
hareket etsinler. Fransa'da Türk sanatçılardan en bilinen kişi ise Tarkan. Ayrıca Kürt
kimliğinin de etkisiyle aktör ve yönetmen Yılmaz Güney’i bilenler de hala var.
Notre Dame Katedrali’nde eşimle birlikte
Fransa denilince akla kuşkusuz hemen Paris ve Eyfel Kulesi geliyor.
Gerçekten de, Paris, çok romantik ve etkileyici bir şehir. Şehrin romantik
atmosferi insanları hemen etkiliyor. Ancak şehrin turistik bölgelerinden
uzaklaştıkça, gerçek hayatın zorlukları karşınıza çıkabiliyor. Nitekim
sokaklar İstanbul’u andırır şekilde biraz pis, metroda çok fakir, kötü kokan ve
pejmürde giyimli insanlarla karşılaşmak mümkün. Hatta bazı sokaklarda
yanınızdan fareler bile geçebiliyor… Eyfel Kulesi’nden bakınca ise Paris’in ne
kadar yeşil (doğa) yoksunu bir kent olduğunu net olarak görebiliyorsunuz. Zira
Paris’in her yeri -etkileyici de olsalar- yüksek binalarla kaplanmış durumda.
Ancak Fransa kırsalı için bu geçerli değil; Annecy, Besançon ve Ornans gibi
yerlerde doğayla iç içe çok farklı ve yeşil bir Fransa’yı bulabiliyorsunuz. Buralarda
yaşamak, ekonomik açıdan da kuşkusuz daha kolay. Ancak Paris’in havası da
açıkçası hiçbir yerde yok… Sosyalist ve ilk kadın Belediye Başkanı olan
İspanyol asıllı Anne Hidalgo’nun Paris’i daha da iyi bir noktaya taşıması şart;
zira ancak bu şekilde partisinin (PS-Parti Socialiste) siyasetteki iddiasını
devam ettirebilir. Nitekim Paris’in 2024 Olimpiyatları’nı düzenlemeye hak kazanması[3],
Hidalgo dönemi için çok iyi bir başlangıç oldu. Eğer PS (Fransız Sosyalist
Partisi), Hidalgo liderliğinde ve Paris merkezli olarak toparlanamazsa, Melenchon’un
aşırı sol ve Cumhurbaşkanı Macron’un liberal (LREM) partileri bu partinin
oylarını zamanla tamamen eritmeyi başarabilirler. Sağ ise Fransa’da daima güçlü
ve iddialı. Cumhuriyetçiler’in (LR) başına yeni geçen Laurent Wauquiez ve aşırı
sağ Ulusal Cephe’yi (FN) etkili bir siyasal hareket haline getiren Marine Le
Pen, sağın en önemli aktörleri. Ancak başrolde şu an için Cumhurbaşkanı Macron
var ve yalnızca Fransa’da değil, dünyada da etkili bir lider olarak dikkat
çekmeyi başarıyor. Bu yönüyle, Macron, ABD’nin önceki Başkanı Barack Obama’yı
hatırlatıyor ve Charles de Gaulle’den beri en çok tanınan Fransa Cumhurbaşkanı
olmayı başarıyor.
Arc de Triomphe
Ayrıca ziyaretim süresince Fransa’da yoğun yağmur nedeniyle nehirlerin
taşması da haberlere yansıyan önemli bir gündem maddesiydi. Paris’te de,
Besançon’da da, Ornans’da da tehlikeli seviyelerde su yükselmeleri yaşansa da, ülkede
altyapı oturduğu için bir felaket yaşanması rahatlıkla önlenebiliyor. Ancak
yoğun yağmur ve sis, turistlere zaman zaman zor anlar yaşatabiliyor. Nitekim
Eyfel Kulesi’nin en tepesine sis nedeniyle çıkamadık ve yoğun yağış etkisiyle Besançon’da
ve Paris’te trafik kazalarına (hem de Lady Diana’nın öldüğü kavşağın hemen
yanında) şahit olduk. Ayrıca soğuklar nedeniyle üşütmeniz ve hasta olmanız da
mümkün; bu nedenle, bence bahar ve yaz aylarında Fransa’yı ziyaret daha iyi bir
seçenek olabilir.
Ornans’ta
Fransa, lüks turizm konusunda da iddialı bir ülke. Örneğin, Mont Blanc
dağı (Le Mont Blanc), yalnızca Fransız zenginleri değil, dünya jet sosyetesini de
zaman zaman ağırlayan çok etkileyici bir kayak turizmi merkezi. Burada lüks
oteller, tehlikeli pistler ve çok yükseğe (neredeyse 4.000 metre) kadar çıkan
teleferik sistemleri var. Paris’teki Champs-Elysees Caddesi de gerçekten
alışveriş meraklıları için “cennet” olarak nitelendirilebilecek bir yer. Paris,
diğer şehirlere kıyasla epey daha pahalı. Bu nedenle, devlet parası harcamayan
ve aşırı zengin olmayanların iyi bir tatil programı yapmaları ve doğru yerleri
seçmeleri gerekiyor. Paris başta olmak üzere birçok yerde artık İngilizce
konuşan Fransızları görmek de mümkün. Fransızların dil konusunda eskisi kadar
katı bir duruşu yok; ama yine de Fransızca bilmek ve hatalarla da olsa
Fransızca konuşabilmek burada büyük bir avantaj. Turistlere yaklaşım ise, tüm
dünyada olduğu gibi daha çok ticari menfaat temelinde. Yine de adres sormanız
durumunda insanlar yardımcı olmaya çalışıyorlar. Turistik bölgelerde çok sayıda
polis ve güvenlik görevlisi görmek de mümkün. Birçok kişi bu durumun faydalı
olduğunu, zira aksi takdirde terör risklerinin artabileceğini söylüyor. Ayrıca
polisiye tedbirlerle Champs-Elysees gibi turistik yerlerdeki illegal
aktiviteler de (fuhuş, uyuşturucu vs.) son yıllarda engellenmiş durumda.
Le Mont Blanc
Siyasetten çok turizm odaklı bir yazı olsa da, bu gözlemlerimin siyaseten
de önemli olduğunu düşünüyorum. Bir ülkenin iç ve dış politikasını anlayabilmek
için, o ülkede yaşamak ve o toplumun ruhunu ve dilini iyi bilmek gerekir. Türkiye’nin
askeri operasyonlar ve ekonomik sorunlarla zor günler geçirdiği bir dönemde,
ben de kendi alanım olan akademisyenlikte elimden gelenin en iyisini yapmaya
çalışıyorum. Bunun için de daha fazla bilgi ve gözlem yapmaya ihtiyaç
duyuyoruz. Bu nedenle, Türk halkının, milyon dolar gelir ya da rüşvet tarifesi
olmayan bizim gibi halktan insanların başarı ve mutluluklarıyla mutluluk
duyacağına inanıyoruz. Ayrıca tüm vatandaşlarımızın Fransa’yı ve Paris’i
gezmelerini ve bunu yapabilecek ekonomik duruma gelmelerini diliyoruz. Son olarak, Fransa’da insanlara (vatandaşlara) sunulan hizmet ve değerin Türkiye’nin kat kat üzerinde olduğunu belirtmek de bir Türk vatanseveri olarak görevimdir diye düşünüyorum.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder