2015 yılı Haziran ayında düzenlenecek genel seçimler öncesinde Türkiye’de son günlerde yaşanan birtakım gelişmeler, bu ülkenin çok kısa bir süre içerisinde federalizme dayalı bir Başkanlık sistemine dönüşebileceği yönünde beklentileri arttırmaktadır. Bu yazıda Türkiye’de son dönemde yaşanan bazı siyasal gelişmeleri ve bu gelişmelerin federalizme dayalı bir Başkanlık sistemi kurulması yönündeki etkilerini tartışacağım.
2015 genel seçimleri öncesinde Türkiye’de yaşanan iki çok önemli siyasi gelişme; Selahattin Demirtaş liderliğindeki Kürt hakları savunucusu Halkların Demokratik Partisi – HDP’nin seçimlere % 10 seçim barajına rağmen tek başına gireceğini açıklaması ve Cumhuriyet Halk Partisi’nden ayrılan Emine Ülker Tarhan’ın Anadolu Partisi adında yeni bir siyasal parti kurmasıdır. Bu iki hamlenin, çok karşıt gözüktükleri Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın Başkanlık sistemine geçmek konusunda elini güçlendirdiğini iddia etmek mümkündür. Zira HDP’nin seçime bağımsız bir parti olarak girmesi ve % 10 seçim barajının altında kalması, keza Anadolu Partisi’nin alacağı muhtemel oylarla CHP’nin ve hatta MHP’nin TBMM’deki sandalye sayısını azaltması, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel seçimlerde hiç beklemediği şekilde 367 sandalye sayısına ulaşmasını sağlayabilir. 2011 yılında yapılan son genel seçimlerle kurulan TBMM’nin bugünkü kompozisyonuna baktığımızda; AKP’nin zaten 312 sandalyesi olduğu, AKP’yi 127 sandalye ile CHP, 52 sandalye ile MHP, 26 sandalye ile HDP ve bağımsızların izlediği görülmektedir.[1] AKP’nin, seçime bağımsız girecek ve muhtemelen baraj altında kalacak BDP ve bazı bağımsızların oylarının da katılımıyla 340-345 civarında bir milletvekili sayısına ulaşması zaten gayet olası gözükmektedir. Ancak buna bir de Anadolu Partisi’nin CHP’den çalacağı oylarla AKP hanesine yazılacak oylar eklendiğinde, AKP’nin % 52 üzerinde bir oyla bu hedefine (367 sandalye) ulaşması mümkün gözükmektedir. Bu noktada AKP’nin en büyük dezavantajı ise; sağ-muhafazakar tabanda çok etkili olan Fethullah Gülen cemaati ile son dönemde yaşadıkları sorunlar nedeniyle, bu cemaate bağlı kesimlerin seçimde CHP ve MHP gibi başka siyasal partilere destek verecek olmasıdır. Bu nedenle AKP, tüm işler önceden hesaplandığı gibi gitse bile, kılpayı farkla Başkanlık sistemi ve anayasal değişiklikleri tek başına yapabilmek için gerekli olan 367 sayısının altında kalabilir. Ancak bu noktada da, AKP’nin CHP içerisinden kısmi destek bulması durumunda bunu gerçekleştirmesi ihtimali doğabilir.
Hazır konu gelmişken, burada Türkiye’de son derece önyargılı bir şekilde tartışılan federalizme dayalı Başkanlık sistemi konusunu açmakta da fayda görüyorum. Elbette ben, Türkiye Cumhuriyeti’nin kendi devlet geleneği doğrultusunda parlamenter bir demokrasi ile yönetilmesini halen daha Başkanlık sistemine tercih ediyorum. Ancak şartların zorlamasıyla, bazen daha fazla geç kalmadan ülkeye yeni bir vizyon çizmek de doğru olabilir diye düşünüyor ve bu yönde de araştırmalar yapıyorum. Türkiye’de federalizmle alakalı korkuların temel dayanağı, hiç kuşkusuz Kürt ayrılıkçılığıdır. Ancak Türkiye’nin zaten halihazırda federalizme uygun bir zemin hazırlayan 7 coğrafi bölgeye ayrıldığı ve federal bir sistemin anayasal güvencelerle kalıcı bir hale getirildikten sonra federalizmin Kürt ayrılıkçılığını güçlendirecek değil, tamtersine zayıflatacak olması, bu noktada bu korkuları büyük ölçüde dayanaksız hale getirmektedir. Kendi içerisinde bir yerel parlamentosu olan ve bazı temel hakların uygulanmasına yönelik kararları kendi yerel parlamentosunda verebilen Kürtler, bu durumda belki de Türkiye’ye bağlılık duygularını güçlendirecek ve dahası böyle bir durumda, federalizme rağmen hala terör metotları uygulamaya çalışan kişi ve örgütlere karşı Türk devleti, uluslararası kamuoyunun eleştirilerinden hiçbir endişe duymadan, en sert şekilde karşılık verebilecektir. Yani federalizm, sanıldığının aksine Türkiye’nin ayrılmasına değil, bütünleşmesine hizmet edebilir.
Türkiye’nin 7 coğrafi bölgesi
Bu seçeneğin bir diğer avantajı ise; federalizme geçilmesinin ardından, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti ve parçalanmaya doğru giden Irak ve Suriye’deki Türkmen ve Kürt bölgeleri gibi Türkiye’ye komşu toprak parçalarının, ilerleyen yıllarda yapabilecekleri demokratik reformlarla, geçmişte Hatay’ın olduğu şekilde anavatan Türkiye’ye katılmalarının mümkün olabilecek olmasıdır. Yani federalizm, Türkiye’ye demokratik yollarla topraklarını genişletmesi ve Kuzey Irak’ın bu ülkeye katılması durumunda enerji sorununa büyük ölçüde çözüm getirmesi gibi müthiş ek değerler de yaratabilir. İdeolojilere dayalı fanatik düşünce bunu çok zor gibi algılasa da, enerji jeopolitiğine dayalı stratejik düşünce bunu gayet mümkün ve dahası mantıklı yapmaktadır. Bugün Türkiye’nin zenginleşmesi yönündeki en büyük engelin enerji açığı olduğu düşünülürse, bu dediğim daha iyi anlaşılacaktır.
Elbette federalizme dayalı bir Başkanlık sisteminin Türkiye’nin laik ve demokratik yapısını ve sosyal dokusunu bozmaması adına sistemde -Amerika Birleşik Devletleri’ne benzer şekilde- önemli fren mekanizmaları inşa edilmelidir. Yani Başkanlığın bir Sultanlık rejimine dönüşmemesi için, muhalefet partilerinin de katılımıyla Başkanlık sistemi üzerinde genel bir uzlaşıya varılmalı ve Başkan’ın güçleri çok iyi dengelenmelidir. Tek adam yönetimine yatkın Türkiye’de, eğer bu yapılmazsa kuşkusuz Başkanlık sistemi Latin Amerika’daki popülist sol liderlerin tek adam rejimlerine doğru kayabilir. Bu nedenle sistem çok iyi dizayn edilmelidir. Böyle olursa, Türkiye’nin laik ve demokratik sistemini Başkanlık modeli içerisinde koruması, belki de parlamenter demokrasi içerisinde korumasından daha kolay hale bile gelebilir. Bu noktada CHP ve MHP’nin temel endişelerinin çoğunluk seçim sistemine dayalı Başkanlık sistemiyle iktidara gelebileceklerine imkan vermemeleridir. Ancak böylesi bir sistem, bu iki partiyi kaçınılmaz bir şekilde bir birleşme ya da en azından tabanda entegrasyona doğru sürükleyebilir. Zira bu iki partinin birlikte % 40-45 oy bandına ulaşması gayet muhtemel gözükmektedir. ABD’deki Cumhuriyetçi Parti’ye benzer bir Cumhuriyetçi sol-Milliyetçi sağ koalisyonu, bu partilere iktidar olma yönünde yeni fırsatlar sağlayabilir. CHP’nin böyle bir durumda bir diğer alternatifi ise, partiyi Kürtlere yanaştırarak tam anlamıyla Avrupa tipi sosyalist bir parti olma yönünde adımlar atmasıdır. CHP’nin Kürt oylarıyla beraber % 30-35 bandına oturması da gayet mümkün gözükmektedir. Bu iki seçenekten biri, federalizme dayalı Başkanlık sistemine geçilmesi durumunda (elbette karizmatik bir lider de bulunabilirse), CHP’ye yeniden iktidar olma şansını sunabilir. MHP ise böyle bir durumda ya CHP, ya da AKP ile kaçınılmaz bir yakınlaşma içerisine girmek durumunda kalacaktır.
Görüldüğü üzere, Türkiye’de federalizm ve Başkanlık sistemine geçmek imkansız değildir. Bunun iyi veya kötü algılanması, şimdiye kadar olduğu gibi tarafların siyasal rant hesaplamalarından daha çok, ülkenin geleceğiyle ilgili kaygılar temelinde ve bilimsel bir şekilde yapılmalıdır. Ayrıca bugün dünya siyasetinde söz sahibi ABD, Rusya Federasyonu ve Almanya gibi tüm ülkelerin federal yapıda oldukları da gözlerden kaçırılmaması gereken bir gerçektir. Ek olarak, bugün Türkiye’de uygulanan sistemin de parlamenter bir sistem olmaktan daha çok yarı-başkanlık sistemine uygun olduğu unutulmamalıdır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Detaylar için; http://www.tbmm.gov.tr/develop/owa/milletvekillerimiz_sd.dagilim.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder