19 Ekim 2009 Pazartesi

Güney Afrika


-->
Diğer Afrika ülkeleri halklarına kıyasla çok daha uygun iklim koşullarında ve ekonomik refah seviyesinde yaşamalarına karşın Güney Afrika nüfusunun önemli bir bölümü 1949-1994 yılları arasında bugün bir utanç hadisesi olarak hatırladığımız apartheid rejimiyle yönetilmiş ve büyük haksızlıklara maruz kalmışlardır. Bu yazıda Güney Afrika Cumhuriyeti’nin siyasal geçmişini ve apartheid rejiminin özelliklerini mercek altına alacağım.
Dünyanın en eski yerleşim yerlerinden biri kabul edilen Güney Afrika’nın yazılı tarihi Portekizli ünlü conquistador Bartolomeu Dias’ın burada bir koloni kurmasıyla başlar. Güney Afrika 17. yüzyıl ortalarından itibaren ise Portekiz etkisinden çıkarak Hollandalıların kontrolüne girmiştir. Buranın kontrolü için İngilizlerle uzun yıllar mücadele eden Boer ya da Afrikaner olarak bilinen Hollandalı koloniciler; yine de 1795 yılında ülkenin İngiliz kontrolüne geçmesine engel olamamışlardır. İngiliz medeniyetinin (!) de gerisinde olan Boerler ,İngiltere’nin 1833 yılında çıkardığı köleliği yasaklayan kanununa da karşı çıkmışlardır. Elmas ve altının bulunmasıyla Avrupa’dan yoğun göçe sahne olan Güney Afrika, siyasi olarak İngiliz kontrolünde olmasına karşın demografik ve toplumsal hayat olarak Boerlerin etkisinde kalmıştır. Ülkenin zengin kaynakları nedeniyle İngilizler ve Hollandalılar arasındaki mücadele 1880–1881 yılları arasında Birinci Boerler Savaşı’na, 1899–1902 yılları arasında ise İkinci Boerler Savaşı’na neden olmuştur. Kanlı geçen bu savaşlarda büyük sıkıntılar çeken Boerler adeta bunun acısını çıkarmak istercesine İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilere destek vermiş ve savaş sonrasında ülkede İngiliz kontrolünün azalmasını fırsat bilerek, yapılan seçimlerde iktidarı ele geçirmiş ve apartheid rejimini kurmuşlardır.
Apartheid “ayrımcılık” anlamına gelen ve Boer kökenli azınlık beyaz nüfusun 1949-1994 yılları arasında Güney Afrika’da uyguladığı sistemdir. Apartheid; siyasal, toplumsal, hukuki ve ekonomik olarak Güney Afrika’daki azınlık beyaz nüfusun kollanmasına ve her bireyin mensubu bulunduğu etnik köken çerçevesinde değerlendirilmesine dayalı hayatın her alanını kapsayan insanlık dışı bir sistemdir. Apartheid sistemi doğrultusunda Güney Afrikalılar; beyazlar, zenci Bantular, Asyalılar (çoğu Hintlidir) ve melezler olmak üzere dört gruba ayrılmıştır. 1949 yılında çıkarılan ilk apartheid kanunuyla farklı gruplara mensup kişilerin evlenmelerine ya da beraber yaşamalarına yasak getirilmiştir. Ancak ayrımcılık bununla sınırlı kalacak değildir. Okullar, işler, maaşlar, girilebilecek parklar-kafeler-restoranlar kısa sürede her şey ve her yer apartheid sistemi doğrultusunda işler hale gelmiştir. Beyaz olmayanların siyasal faaliyetlerde bulunmaları yasaklanmış, beyazlar ve diğer grupların mezarlıkları dahi birbirinden ayrılmıştır. Etnikçiliğe, ırkçılığa dayalı bu insanlık dışı sistem buna benzer 300 kadar yasa çıkarmış ve tepkilere karşı ülkede sıkı bir polis denetimi sağlamıştır.
Beyazlara her anlamda büyük üstünlük sağlayan ve ırksal olarak saflıklarını korumalarına dayalı apartheid sistemi tüm insanlık dışı özelliklerinin yanı sıra Güney Afrika’nın demografik yapısına da uygun değildir. 1980 yılında yapılan nüfus sayımında da görüldüğü üzere, ülkede 18 milyon Bantu, 6 milyon beyaz, 3 milyon melez ve 1 milyon Asyalı yaşamaktadır. Ancak Bantuların üçte biri kadar beyazlar her anlamda ülkedeki en etkili gruptur. Diğer etnik grupların beyazlarla karışmaması için Güney Afrika hükümeti laager adı verilen farklı yerleşim yerleri oluşturmuştur. Apartheid sistemi yalnızca etnik ayrımcılıkla sınırlı değildir. Yakından bakıldığında bu sistemin sınıfsal bir temelinin de olduğu görülecektir. Zira beyaz olmayanlar sermaye sahibi değillerdir ve genellikle kol gücü gerektiren düşük maaşlı işlerde çalışmakta, emekleriyle zor koşullarda yaşamaktadırlar. Dahası beyaz işçilerin yaşam koşulları da farklı etnik kökene mensup işçilerden çok daha yüksek düzeydedir. 1980 yılında Güney Afrika’daki inşaat sektöründe yapılan bir araştırmaya göre; beyaz nüfus Asyalıların iki katı, melezlerin üç katı ve Bantuların beş batı civarında maaşlarla çalışmaktadırlar. Apartheid sisteminin yerleşmesi için Güney Afrika hükümeti 1959 yılında Bantular için ülke topraklarının yüzde 13’ü oranında özel yerleşim köyleri, kasabaları hatta şehirleri oluşturmuştur. Apartheid sisteminin kesin bir şekilde uygulamaya konulması Nelson Mandela’nın liderliğini yaptığı Afrika Milli Kongresi’nin de (African National Congress) mücadele stratejisini değiştirmesine yol açacaktır.
Kurulduğu 1912 yılından itibaren daima ırk ayrımına dayalı olmayan demokratik bir rejim için mücadele veren Afrika Milli Kongresi; apartheid sistemi karşısında hiçbir şey yapamadığını görerek 1960’lı yılların başından itibaren silahlı mücadele fikrine yakınlaşmış ve bu amaçla Umkhonto We Sizwe (Halkın Zıpkını, Halkın Mızrağı) adlı kendi silahlı mücadele örgütünü kurmuştur. Afrika Milli Kongresi’nin lideri Nelson Mandela Umkhonto ordusunu kurmalarının gerekçesi olarak “50 yıllık demokratik mücadelelerinin Afrika halklarına bir şey kazandırmadığı gibi haklarının gün geçtikçe kısıtlanmasına neden olduğu”nu belirtmiştir. 16 Aralık 1961’de başlayan Umkhonto eylemlerinin ses getirmesi nedeniyle kısa sürede ülkedeki tüm muhalif siyasal hareketler Afrika Milli Kongresi çatısı altında toplanmaya başlamıştır. Komünistler, liberaller, sosyal demokratlar, milliyetçiler hepsi apartheid rejimini devirmek için Afrika Milli Kongresi ve Umkhonto’yu sahiplenmektedir. Nelson Mandela da Afrika Milli Kongresi’nin lideri olarak Güney Afrika’daki bağımsızlık ve demokrasi mücadelesinin sembolü haline gelmiştir. Bu yıllarda Afrika Milli Kongresi’ne destek veren ülkeler ne Amerika Birleşik Devletleri, ne de Avrupalı devletlerdir. ANC’ye maddi ve silah desteği bir tek Sovyetler Birliği’nden gelmiştir. Ancak bu Sovyetler bağına rağmen Afrika Milli Kongresi asla Marksist ekonomiyi savunan bir parti olmamış, daha çok anti-emperyalist, apartheid karşıtı ve karma ekonomi yanlısı Avrupa tipi sosyalist bir çizgide politika izlemiştir. Apartheid rejimi yıldızı parlayan Mandela’yı durdurabilmek için 1964 yılında kendisini ömür boyu hapse mahkum etmiştir.
1970’li yıllarda tüm dünyada yükselen anti-emperyalist ve özgürlükçü sol hareketler Afrika halklarını da etkilemiş ve ABD’de başlayan zenci hareketlerinin devamı niteliğinde Güney Afrika’da da Steve Biko liderliğinde bir zenci uyanış hareketi başlamıştır. Zencilerin de beyazlarla eşit derecede insan olduğunu söylemekten başka bir şey yapmayan Biko tabii ki Apartheid rejimi ve ABD için tehlikeli bir isimdir ve bu nedenle 1977 yılında polis gözetimindeyken öldürülür. Biko yalnızca kendi ülkesindeki Afrikalılar için değil, tüm dünyada ikinci sınıf insan muamelesi gören Afrikalılar için çaba göstermiş ve apartheid rejimini lanetlemiş önemli bir liderdir. Ve onun düşünceleri, yaptıkları ve ardında bıraktığı mirası Afrika’da bağımsızlık hareketlerinin gelişmesinde çok etkili olacaktır. Biko’nun öldürülmesi sonrası zenci hareketleri radikalleşmiş ve Afrika Milli Kongresi’nin ırk ayrımına dayalı olmayan demokrasi fikri güç kaybetmeye başlamıştır. Ilımlı ve hümanist bir lider olan Nelson Mandela’nın hapiste olması da bu radikalleşmede etkili olmuştur. Ayrıca Mangosuthu Buthelezi liderliğinde örgütlenen Zulu kabilesi mensubu Güney Afrikalı Bantular da siyasal arenada etkili olmaya başlamış ve sokaklar savaş yerine dönmüştür. 1985 yılında olayların tırmanması sonrası azınlık beyazların kontrolündeki Güney Afrika hükümeti Mandela ile temaslara başlamıştır. Hükümet Mandela’ya özgürlüğünün verilmesi karşılığında Umkhonto’nun silahlı mücadeleyi bırakmasını şart koşmuş ancak Mandela bunun siyasi bir tuzak olduğunu görerek anlaşmaya yanaşmamıştır. Bu dönemde Güney Afrika hükümeti içinde de tartışmalar başlamış ve reformistlerle muhafazakârlar arasında sert bir siyasal mücadele ortamı oluşmuştur. Sovyetler Birliği’nin gücünün azalması sonrası etki alanını genişletmek isteyen Batı dünyasının eleştirilerini de dikkate alan Güney Afrika apartheid hükümetinde yenilikçilerin giderek ağır basması sonucu başkan P.W.Botha reform sürecini istemeye istemeye başlatmak zorunda kalmıştır.
1988-1994 yılları arasında yapılan reformlarla apartheid rejimi hafifletilmiş ve demokrasiye geçiş için uygun bir ortam yaratılmıştır. Bundan Nelson Mandela kadar payı olan bir diğer isim de P.W.Botha’nın yerine geçen Frederik W.De Klerk’tir. 1990 yılında Klerk’in çabalarıyla Mandela ve Afrika Milli Kongresi’nin önemli liderleri serbest bırakılır. 1993 yılında Klerk ve Mandela beraber Nobel Barış Ödülü’nü alırlar. 1994 yılında yapılan genel seçimlerde ise oyların % 62’sini alan Afrika Milli Kongresi iktidar olurken, Nelson Mandela da yarım asırlık mücadelesinin sonunda Güney Afrika devlet başkanı olur. Mandela döneminde apartheid rejiminin tüm izleri yok edilerek Batı tipi kapitalist bir demokrasinin hâkim kılındığı bir ülke yaratılır. Oldukça yaşlanmış olan Mandela 1998 Aralık’ında yerini Thabo Mbeki’ye bırakır.
KAYNAKLAR
- Mandela, Nelson, “The Struggle İs My Life”, New York: Pathfinder Pres, 1986
- Thompson, Leonard, “The Political Mythology of Apartheid”, New Haven, Conn.: Yale University Press, 1985

Ozan Örmeci

1 yorum:

Tunç İNCE dedi ki...

Steve Biko'nun hikayesini Cry Freedom kitabında okumuştum. Özgürlük mücadelesinde efsaneleşmiş bir insan.