Giriş
Fransa’nın önde gelen Türkiye uzmanlarından olan akademisyen, jeopolitika uzmanı ve Fransız düşünce kuruluşu IRIS (Institut de Relations Internationales et Stratégiques)[1] mensubu araştırmacı Didier Billion[2], 31 Ocak 2019 tarihinde “Turquie : puissance régionale incontournable aux capacités limitées” (Türkiye: Sınırlı Kapasiteye Sahip Kaçınılmaz Bölgesel Güç) başlıklı yeni ve ilginç bir analiz yayımlamıştır[3]. Billion, makalesinde Türkiye’nin değişen Suriye politikasının etkilerini ve son dönemde yaşadığı zorlukları kendi perspektifinden analiz etmiştir. Bu makalede, bu analiz Türkçe’ye çevrilecek ve değerlendirilecektir.
Didier Billion
Türkiye’nin güney sınırındaki çelişkili gelişmeler nedeniyle çeşitli yorumlara konu olmadığı bir hafta bile geçmiyor. Ankara’nın son dönemde üzerinde durduğu en önemli konular ise, Suriye’deki PYD güçlerine karşı verilen mücadele ve İdlib bölgesinin durumu olarak belirtilebilir. 2016 yazından itibaren, Türkiye, Suriye’de 2011 yılından beri sürdürdüğü Beşar Esad rejimini devirmeye yönelik politikasını etkili bir biçimde ve hoyratça değiştirdi. Bu dönüşümde, Türkiye’nin Suriye politikasında görece yalnız kalması ve Ankara tarafından terörist bir örgüt olarak görülen Suriye Kürtlerinin oluşturduğu -PKK’nın Suriye kolu- PYD’nin bu süreçte askeri ve siyasi aşama yapması etkili oldu. Neticede, Türkiye, Suriye konusunda oyuncu kurucu aktör olan Rusya ile yakınlaşmaya başladı.
Bu ortamda, ABD Başkanı Donald Trump’ın 19 Aralık 2018 tarihinde Amerikan askeri birliklerinin Suriye’den çekileceğini açıklaması, zincirleme şekilde birçok gelişmeye neden oldu. Bu olayın hemen öncesinde ABD Savunma Bakanı James Mattis’in hızlı istifası ise, ABD’nin bölgeden çekilmesinin Rusya ve İran’a yarayacağını düşünen General Mattis’le Başkan Trump arasındaki yaklaşım farklarını ortaya koyuyordu. Trump’ın bu kararı, Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’la yapılan bir telefon görüşmesi sırasında ve Ankara’nın Fırat’ın doğusuna bir askeri operasyon yapacağını ilan etmesinin ardından alındı. Ankara’nın amacı, bölgeyi PYD ve YPG güçlerinden temizlemek olarak belirtiliyor. Bu esnada, Türkiye, Suriye sınırına ve Menbic bölgesine askeri yığınak yapmakta ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın askeri operasyon söylemleri sıklaşmaktaydı.
Ancak bu gelişmelere rağmen, gerçeklerle söylemler arasında farklılıklar bulunuyor. Nitekim ABD Ulusal Güvenlik Danışmanı John Bolton, İsrail ziyareti sırasında 6 Ocak’ta Amerikan askeri birliklerinin Suriye’den çekilmenin hemen gerçekleşmeyeceğini açıkladı. Bolton, ayrıca Türkiye’nin Suriye’ye yönelik operasyonunda ABD ile koordinasyon halinde hareket etmesi ve operasyonun -İsrail başta olmak üzere- bölgedeki ABD müttefiklerine (bunun YPG’yi de kapsadığı düşünülüyor) zarar vermemesi gerektiğini açıkladı. Bunun Türkiye tarafından tepkiyle karşılandığı, Bolton’un iki gün sonra geldiği Ankara’da Cumhurbaşkanı Erdoğan tarafından kabul edilmemesinden de anlaşılabilir.
ABD Başkanı’nın bu ani kararı, Türk-Amerikan ilişkileri açısından da gerçekleri su yüzüne çıkarıyor. Ne tam bir uyum, ne de tam zıtlaşma halinde, Türk-Amerikan ilişkileri, iki tarafın da ne yapılmamasını bildiği bir ortamda devam ediyor. Bu durumda, Türkiye’nin Fırat’ın doğusuna olası askeri operasyonu, büyük olasılıkla düşük yoğunlukta ve sınırlı bir alanda gerçekleşebilir. Bunun tek nedeni 2016 yılındaki (15 Temmuz) darbe girişimi sonrasında yapılan tasfiyelerle Türk Silahlı Kuvvetleri’nin operasyonel ve lojistik kapasitesinin azalması da değil. Türkiye Cumhurbaşkanı Erdoğan, salt askeri güç kullanmak yerine, askeri operasyonu diplomatik bir koz olarak kullanmanın ülkesine daha fazla avantaj sağladığını kavramış durumda.
YPG ve PYD’ye mensup Suriye Kürtleri ise, ABD’nin çekilme kararının olumsuz sonuçlarından çekinerek, Suriye rejimiyle olan ilişkilerini geliştirdiler. Hatta bu süreçte, Suriye rejimi, Kürt milislerini korumak için askeri güçlerini Menbic yakınlarına kaydırmayı bile kabul etti. Bu ortamda Beşar Esad’a bağlı Suriye rejim kuvvetleriyle Türk Ordusu arasında bir çatışmanın yaşanmasını düşünmek ise zor; zira Rusya buna izin vermeyecektir.
Türkiye ile Rusya arasındaki yakınlaşma, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın mevkidaşı Putin’le yaptığı 23 Ocak tarihli görüşmede de bir kez daha teyit edildi. Başbaşa geçen ve iki saat süren görüşmede Suriye konusu konuşuldu. Buradaki pazarlık gündemi, Türkiye’nin Suriye sınırı boyunca bir “güvenli bölge” oluşturulması olarak öne çıkıyor. Bu süreçte Ankara’nın baskısıyla PYG-YPG’nin kontrol ettiği bölgelerin güneye doğru çekilmesi gerçekleşebilir. Bu durumda, Suriye rejimi de, egemenlik hakları kendisinde kalmak ve toprak bütünlüğünü korumak koşuluyla, Suriye Kürtlerinin kontrol ettiği bölgelerde bir tür otonomiyi kabullenebilir.
Görüldüğü üzere, Türkiye’nin elinde kozlar olsa da, karşısında bir dizi zorluklar da bulunuyor. En önemli faktör, Ankara’nın İdlib’de cihatçı bir ayaklanmayla karşılaşma riski. İdlib, Astana görüşmeleri kapsamında -Rusya, İran ve Türkiye arasında- üzerinde uzlaşılan çatışmasızlık bölgelerinden birisi. 2018 Eylül’ünde, Moskova, Ankara’nın talebi üzerine, İdlib üzerindeki -Özgür Suriye Ordusu ve cihatçı güçleri hedef alan- kitlesel bombalamalarını ertelemeyi kabul etmişti. Hâlihazırda 3,5 milyon mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, bu bombalamalar nedeniyle yeni bir mülteci dalgasıyla karşılaşmaktan korkuyordu. Bunun karşılığında, Ankara, bölgede barışı sağlamayı ve milisleri silahsızlandırmayı taahhüt etmişti. Buna rağmen, eski El Kaide bileşeni ve bölgedeki temel cihatçı milis gücü olan Heyet Tahrir el-Şam, 2019 Ocak ayından itibaren İdlib’de uzlaşmaya uymamaya ve bölgede kontrolü ele geçirmeye başladı. Bu durum, Türkiye için büyük bir başarısızlığa işaret ediyor; zira Ankara sadece bölgedeki cihatçı güçler üzerinde güç sahibi olamadığını göstermekle kalmadı, aynı zamanda bölgede aktif olan radikal unsurları nötralize edecek gücünün olmadığını belli ederek, kendi pozisyonunu da sürdürülemez hale getirdi.
Bu hatırlatmalar yeterince net bir şekilde ortaya koyuyor ki, Türkiye’nin bölgesel güç olabilmesi önünde çözülmesi gereken engeller ve kendisinin kontrol edemediği ve çözemeyeceği bazı gelişmeler bulunuyor. Böyle bir coğrafyada (Orta Doğu), çok taraflılık (multilatéralisme), müzakere ve uzlaşı -Suriye krizinin çözümü konusunda- en önemli kavramlar olarak karşımıza çıkıyor.
Didier Billion’un bu yazıda özetlenen Türkiye’nin yeni Suriye politikası analizi, kısa, ancak oldukça faydalı ve gelişmeleri doğru şekilde özetler niteliktedir. Ancak Billion’un esgeçtiği bazı noktaları da bu bölümde belirtmek faydalı olabilir. Öncelikle 15 Temmuz darbe girişimi ve sonrasında yaşanan tasfiye süreçleri ardından Türk Silahlı Kuvvetleri’nin kapasitesinde herhangi bir düşme olmadığı gibi, son dönemde yapılan başarılı askeri operasyonlar nedeniyle Türk toplumunda yeniden militarist bir ruhun ortaya çıktığı gözlemlenmektedir. Bu nedenle, 80 milyonu aşan nüfusu ve giderek profesyonelleşen ordusuyla Türkiye’nin askeri müdahaleler konusunda herhangi bir endişesi yoktur. Daha önemlisi, Avrupa Birliği’nin maddi destek sözünü henüz tam olarak yerine getirmediği Suriyeli mülteciler konusunda Türkiye’nin gösterdiği insani ve sorumlu tavır, uluslararası kamuoyundan destek almakta ve Ankara’nın Suriye’deki konumunu güçlendirmektedir. Türkiye ile Rusya arasında -olumsuz bazı gelişmelere rağmen- İdlib’de henüz bir anlaşmazlık yaşanmadığını da bu noktada belirtmek gerekir. Ancak elbette, Ankara’nın sınırlı kapasitesiyle Suriye Kürtlerinin kontrol ettiği alanların tamamını salt askeri güçle elde tutabileceği düşüncesi hatalıdır. Türkiye, bu konuda Batılı müttefikleri ve Rusya ve İran’la birlikte bir siyasi çözüm yöntemi üzerinde çalışmalıdır. Bu bağlamda, Fırat’ın doğusuna yönelik askeri operasyon, Türkiye-Suriye sınırının birkaç kilometre içerisine girmek ve sınırı terör tehditlerinden korumak amacıyla yapılmalıdır. Daha kapsamlı bir operasyon ise, Billion’un da işaret ettiği gibi, toptan bir başarısızlığa neden olabilir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Web sitesi için; http://www.iris-france.org/.
[2] Hakkında bilgiler için bakınız;
[3] Orijinal yazıyı buradan okuyabilirsiniz; http://www.iris-france.org/129755-turquie-puissance-regionale-incontournable-aux-capacites-limitees/.
[4] Zaman kazanmak açısından birebir çeviri yapılmamış ve anlam bütünlüğü korunarak, makalenin özetlemesi yapılmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder