1979 İran İslam Devrimi’nin 40. yıldönümünün kutlandığı şu günlerde, ABD
yaptırımları nedeniyle son birkaç aydır ekonomisi oldukça kötüye giden İran
İslam Cumhuriyeti’ndeki siyasi, ekonomik ve sosyal durum hakkında uluslararası platformlarda
çeşitli tartışmalar yapılıyor ve paneller düzenleniyor. Bu paneller arasında en
dikkat çekici olanlardan birisi de, Council on Foreign Relations’ın (Dış
İlişkiler Konseyi) 7 Şubat 2019 tarihinde düzenlediği “İran’ın Emperyal Dış
Politikası” (Iran’s Imperial Foreign
Policy) başlıklı akademik oturumdur.[1]
Mona Aboelnaga Kanaan’ın moderatörlüğünü yaptığı panele, ABD’deki tanınmış İran
uzmanlarından Philip H. Gordon, Michael Rubin ve Karim Sadjadpour
katılmışlardır. Bu yazıda, bu panelde konuşulanlar özetlenecektir.
Panelin video kaydı
Moderatör Mona Aboelnaga Kanaan’ın “İran İslam Devrimi’nin 40. yılında İran’ın
1979 İslam Devrimi sonrasında benimsediği emperyal dış politikanın başarılı
olup olmadığı” sorusuyla başlayan panelde, sözü, ilk olarak Carnegie Endowment
for International Peace uzmanı[2]
Karim Sadjadpour almaktadır. Sadjadpour, konuşmasına Henry Kissinger’ın ünlü “Iran has to decide whether it’s a nation or
a cause” (İran bir dava mı, yoksa bir devlet mi olduğuna karar vermelidir) sözüne
referans vererek başlamakta ve İran’ın İslam Devrimi sonrasında ulusal
çıkarları doğrultusunda hareket eden bir milli devlet gibi değil, yüce idealler
(Şiilik) peşinde koşan bir dava fedaisi gibi davrandığını söylemektedir. İran’ın
bu doğrultuda bazı başarılar kazandığını kabul eden konuşmacı, Orta Doğu’da
İran nüfuzunu birçok ülkeye yaymayı başaran Hizbullah’ı bu bağlamda ilk somut
örnek olarak vermektedir. Hizbullah’ın özellikle ABD’nin Saddam Hüseyin’i
devirmesi sonrasında ve Arap Baharı sürecinde güçlendiğine ve bölgesel
siyasette başarılı olduğuna vurgu yapan uzman, buna karşın İran’ın ekonomik ve
sosyoekonomik gelişme bağlamında devrim sonrasında geri kaldığına dikkat
çekmektedir. Sosyal sermayesi, zengin yeraltı kaynakları, büyüklüğü ve
stratejik açıdan çok önemli coğrafi konumu nedeniyle İran’ın normalde G-20’de
yer alması gereken bir ülke olduğunu vurgulayan Sadjadpour, devrim öncesinde
İran’ın gayrisafi milli hâsıla (GDP) açısından gerisinde olan Türkiye ve Suudi
Arabistan gibi ülkelerin bugün G-20’de yer aldıklarını dinleyicilere hatırlatmaktadır.
Bu doğrultuda, İran’ın İslam Devrimi sonrasında küresel bir oyuncu olmaktansa
bölgesel bir yağmacı (spoiler) olmayı
tercih ettiğini iddia eden konuşmacı, Şah dönemiyle bugünkü İran arasında büyük
farklılıklar olduğunu ve İran rejiminin halkının iyiliği anlamında başarısız
bir noktada bulunduğunu söylemektedir.
Daha sonra söz alan American Enterprise Institute for Public Policy
Research uzmanı[3] Michael
Rubin, öncelikle Karim Sadjadpour’un görüşlerini destekleyerek, İran
hükümetinin göstermeye çalıştığının aksine, İran İslam Cumhuriyeti’nin devrimin
40. yılında başarısız bir noktada olduğunu iddia etmektedir. İran’ın birkaç
sene önce Atlantik Okyanusu’na gemi göndermeye çalışırken yaşadığı
başarısızlığa vurgu yapan Rubin, bu bağlamda İran’ın katı ideolojik eğilimleri
ve pragmatizm arasında yaşadığı ikilemlere dikkat çekmektedir. 1970’lerde İran’da
“ne Doğu, ne Batı, İslam Cumhuriyeti’nin yolu” şeklinde bir dış politik
eğilimin güçlü bir şekilde var olduğunu, ancak günümüzde İran siyasal elitinin
Doğu (bilhassa Rusya) yöneliminin ağır bastığını düşünen Amerikalı uzman, sıradan
İran halkının ise geçmişten gelen Rus emperyalizmi hatıraları nedeniyle Rusya
konusunda daha mesafeli düşündüğünü söylemektedir. Çin konusunda da benzer
tartışmaların İran’da sürdüğünü söyleyen Rubin, eski İran Devrim Muhafızları Komutanı
ve Dini Lider Ali Hamaney’in askeri danışmanı olan Yahya Rahim Safavi’nin İran büyük stratejisinin ABD ve
İsrail antipatisi nedeniyle Rusya ve Çin’e dayanması gerektiğini belirten
sözünü de bu noktada dinleyicilere aktarmaktadır. Ayrıca bu turdaki
konuşmasının son bölümünde İranlıları Amerikalılara benzeten Michael Rubin,
Amerikalılar gibi İranlıların da zaman zaman kendilerini dünyanın merkezine
koyarak strateji geliştirdiklerini; oysa İran’ın Rusya veya Çin konusundaki
planlarının o ülkelerin İran’a yönelik planlarıyla her zaman örtüşmeyebileceğini
söylemektedir.
İlk turun son konuşmacısı olan CFR Orta Doğu uzmanı[4]
Philip H. Gordon ise, diğer konuşmacıların aksine, İran’ın komşuları üzerindeki
etkisi açısından bakıldığında, bu ülkenin İslam Devrimi sonrasında uyguladığı dış
politikada başarılı olduğunu iddia etmektedir. İran ve Suudi Arabistan çekişmesi
temelinde devam eden bölgesel Sünni-Şii ve Arap-Fars rekabetinde Tahran’ın
birçok Arap ülkesinde (Irak, Suriye, Lübnan ve Yemen) nüfuz alanları yaratarak
üstünlüğü ele geçirdiğini belirten Gordon, dış politikanın diğer ülkeler
üzerinde etki elde etmek için yapıldığını; bu nedenle İran dış politikasının
başarılı olarak algılanması gerektiğini söylemektedir. Gordon, İran’ın artan
bölgesel etkisi karşısında ABD, İsrail ve Suudi Arabistan üçlüsünün ise (hatta
moderatör Mona Aboelnaga Kanaan Mısır’ı da dördüncü bir devlet olarak İran
karşıtı bu üçlüye dâhil etmektedir) tehdit algılaması geliştirdiğini sözlerine
eklemektedir.
Philip H. Gordon’dan sonra söz alan Michael Rubin, Gordon’un sözlerine cevaben,
İran’ın son yıllarda artan bölgesel etkisine -ABD, İsrail, Suudi Arabistan
üçlüsü dışında- bu etkiye muhatap olan ülkelerden de çeşitli tepkiler
yükseldiğini; örneğin Irak’ta oluşan tepkiler nedeniyle Basra’da İran Başkonsolosluğu’nun
halk tarafından yakıldığını hatırlatmaktadır. İran tarafından devletlerinin
kontrol edilmesinin Arap halklarında bir tür gücenme (resentment) duygusuna neden olduğunu belirten Rubin, özellikle İran’ın
bu ülkelere yönelik müdahalelerinin tahakküm (overbearingness) noktasına geldiği anlarda halkın tepkisel bir
psikoloji içerisine girdiğini düşünmektedir.
Karim Sadjadpour ise, bu görüşlere ek olarak, İran’ın aynı anda üç önemli
ülkeyle (ABD ile Irak, İsrail ile Lübnan ve Suudi Arabistan ile Yemen konusunda)
vekâlet savaşları içerisine girmiş durumda olan dünyadaki tek ülke olduğunu
vurgulamaktadır. Bu üç cephedeki savaşların hepsinin de sıcak savaşa dönüşme
ihtimali olduğunu vurgulayan konuşmacı, ayrıca İran’ın -nüfus anlamındaki
dezavantajına karşın (Müslüman dünyanın yüzde 85’i Sünni ve ancak yüzde 15’i
Şii’dir)- Şii radikalizmi sayesinde bu rekabette görece üstün bir konuma sahip
olduğunu düşünmektedir. Şöyle ki, konuşmacının görüşüne göre, dünyadaki tüm Şii
radikaller İran için savaşmayı ve ölmeyi göze alırken, Sünni radikaller Suudi
Arabistan rejimine destek olmayı değil, onu devirmeyi hedeflemektedir. Suudi
Arabistan ve Veliaht Prens Muhammed bin Selman’ın ancak maddi gücüyle kendisi
adına vekâlet savaşları yürütebilecek gruplara nüfuz edebildiğini söyleyen
konuşmacı, bu nedenle, radikalizm söz konusu olduğunda Tahran’ın Riyad
karşısında önemli bir avantajı olduğunu düşünmektedir.
İkinci turda ABD’deki Cumhuriyetçi Donald Trump yönetiminin Orta Doğu ve
özellikle İran konusundaki politikalarını değerlendirmesi istenen yorumculardan
ilk sözü alan kişi olan Philip H. Gordon, Trump’ın bir yandan İran konusunda
elinden geleni yaptığını ve bu ülkeyi dizginlediğini açıklaması, diğer taraftan
da İran’ın “dünyanın en büyük terörizm sponsoru” olarak bölgedeki ABD müttefiklerinin
aleyhine yaptığı kötülükleri her gün vurgulamasını bir çelişki olarak
yorumlamakta ve bu çelişkiden yola çıkarak Trump yönetiminin -kendi
kriterlerine göre- başarısız olduğunu düşünmektedir. Dizginlenmiş ve ABD
tarafından hizaya sokulmuş bir İran’ın Trump’ın şikâyet ettiği bu cüretkâr
politikaları asla gerçekleştiremeyeceğini düşünen Amerikalı uzman, Trump
yönetiminin İran nükleer anlaşmasını (JCPOA) feshederek Obama yönetimine
kıyasla hakikaten ciddi bir farklılık yarattığını, ancak daha sonra Suriye’deki
askeri birlikleri İran’ı çevrelemek için kullanmak yerine geri çekme kararı
alarak stratejik açıdan beklenmedik ve tutarsız bir yol izlediğini söylemektedir.
Trump’ın uygulamaya soktuğu ekonomik yaptırımların ise İran’ı ekonomik olarak
gerçekten yaraladığını düşünen Philip H. Gordon, buna karşın henüz bu politika
için de “başarılı” ifadesini kullanamayacağını, zira bu konuda sonuçları görmek
gerektiğini belirtmektedir. Gordon, başarılı olarak tanımlanabilecek bir İran politikasının
sonuç alıcı bir diplomasi (İran’ın nükleer programına son vermesi ve bölgesel
nüfuzunu arttıran politikaları bırakması) olması gerektiğini de sözlerine
eklemektedir.
İkinci turda yeniden söz alan Michael Rubin, mesleğinin Tarihçilik
olduğunu vurgulayarak, İran İslam Cumhuriyeti’nin yakın geçmişte iki defa Ayetullah
Humeyni ve rejimin söz verdiği politikalardan baskılar nedeniyle caydığını
anımsatmaktadır. Rubin’e göre bunun ilk örneği Amerikalı rehinelerin
salıverilmesi, ikincisi de İran-Irak Savaşı’nın sonlandırılmasıdır. İran İslam
Devrimi sonrasında İran’da alıkonulan Amerikalı rehinelerin Ronald Reagan’ın
Başkanlığının ilk gününde salıverildiğini söyleyen Rubin, bunu Irak’ın İran’a
saldırması sonrasında Tahran’ın dünyadan daha fazla izole olmamak adına yaptığı
bir açılım olarak değerlendirmekte ve kararlı Amerikan diplomasisinin bu konuda
sonuç aldığına vurgu yapmaktadır. İkinci olarak İran’daki rejimin Irak Savaşı’nı
sonlandırmayı kabul etmesini bu duruma örnek gösteren Amerikalı analist, Humeyni’nin
meşhur konuşmasında bu kararı açıklamak zorunda kaldığını, zira savaşın
maliyetinin rejimin devamlılığını riske atacak noktaya ulaştığını gördüğünü
söylemektedir. İran’a yaptırımlar konusunda Demokrat Bill Clinton yönetiminin
de 1994-1995 döneminde çok sert bir duruşunun olduğunu hatırlatan Rubin, yaptırımlar
konusunda ayrıca -Irak’ta yapılan hatalı politikada olduğu gibi- ekonominin
rejim değişikliği sonrasında bile toparlanamayacak duruma getirilmesi fikrine
karşı durmaktadır. ABD’nin İran’daki olası bir rejim değişikliğinin sorumlusu
olmayacağını söyleyen Michael Rubin, son olarak Başkan Trump’ın İran’ın faaliyetlerini
gözlemlemek için Irak’ta kalmaya devam edeceklerini açıklamasının kamuoyu
görüşünün önemli olduğu Irak’ta bazı tepkilere neden olduğunu söylemekte ve
İran’ın bunu Amerikan karşıtlığını yaymak için kullanabileceğini ima
etmektedir.
İkinci turda yeniden söz alan Karim Sadjadpour, Trump yönetiminin Paris
İklim Sözleşmesi, İran nükleer anlaşması ve Suriye’den çekilmesinin büyük bir
stratejinin uzantısı olarak alınmış kararlar olmadığını ve Trump yönetiminin daha
çok dürtüsel (impulsive) olarak hareket
ettiğini iddia etmektedir. Buna karşın, Trump’ın İran politikasının henüz bir “başarısızlık”
olarak da değerlendirilemeyeceğini vurgulayan konuşmacı, ABD’nin İran konusunda
başarı elde etmek için Soğuk Savaş döneminden dersler çıkarması gerektiğini
söylemektedir. Bu noktada John Lewis Gaddis’in Strategies of Containment kitabına referans yapan Sadjadpour, ABD’nin
Soğuk Savaş stratejisinden üç önemli ders çıkarılabileceğini söylemektedir.
Bunlardan ilki, bölgedeki Amerikan müttefiklerinin -İran’ın gücünü dengelemek
adına- güçlendirilmesidir. Konuşmacıya göre, Trump yönetimi bu konuda henüz fazla
bir başarı elde edememiştir. (Bölge
ülkelerinin silah satışlarıyla askeri olarak güçlendirilmesi ve Arap NATO’su
girişimleri burada konuşmacı tarafından vurgulanmamaktadır.) İkinci önemli
ders, Soğuk Savaş’ta komünist hareketin bölünmesi/parçalanmasıdır. Ancak
günümüzde Şii dünyası içerisinde bir parçalanma olmadığı gibi, İran’ın etkisi her
geçen gün daha da artmaktadır. Üçüncüsü de, hedef alınan ülke (Soğuk Savaş’ta
SSCB, şimdiyse İran İslam Cumhuriyeti) içerisindeki grupları farklı hareket etmeye
zorlamaktır. Yani İran özelinde konuşmak gerekirse, İran’ın bir Şii davası
olarak sürmesini isteyen mollalar ve İslami rejime karşı, İran’ın bir ulus-devlet
gibi hareket etmesini isteyen güçler arasındaki ikiliği derinleştirmektir. Bu
bağlamda, konuşmacı, Trump’ın politikalarının İran’da ikiliğe değil, dış
tehditlere karşı ulusal birleşmeye neden olduğunu ve bu nedenle başarılı olma
ihtimalinin de zor olduğunu düşünmektedir.
Bu konuşmanın ardından söze giren Philip H. Gordon ise, Trump’ın İran’a
yönelik dış politikasının henüz tamamlanmadığını belirtmekte ve bu bağlamda üç
konuyu öne çıkarmaktadır. Bunlardan ilki, İran nükleer programı konusunda Trump’ın
geri çekildiği JCPOA anlaşmasından daha iyi bir anlaşmayı yapmasıdır. İran
nükleer programı konusunda gerçekten daha iyi koşullarda bir anlaşma
yapabilirse, Trump, bunu başarı hanesine yazdıracaktır. İkinci önemli husus,
İran’ın bölgesel politikalara karışması ve diğer ülkelere müdahale etmesidir.
Bunu önleyebilir ve İran’ı durdurabilirse, Trump, yine başarılı bir iş yapmış sayılacaktır.
Üçüncü olarak, İran’daki katı İslami rejimi değiştirebilirse, bu, kuşkusuz
Trump yönetimi ve ABD için büyük bir başarı olacaktır. Gordon’a göre, ilk iki konuda
sonuç alınamasa bile, ortaya çıkan nükleer anlaşma belirsizliği ile bölgesel
politikalara yön vermeye çalışmanın ve Amerikan yaptırımlarına maruz kalmanın
bedeli olarak ekonomik açıdan diz çöken İran’da bir rejim değişikliği gerçekleştirilebilirse,
bu, ABD ve Trump için yine büyük bir başarı olacaktır. Zira yeni rejim her
halükarda ABD ile diğer konularda da müzakere ve anlaşmaya daha açık olacak ve
yine her halükarda daha açık, demokratik, insancıl ve işbirliğine açık bir pozisyon alacaktır.
Gordon’un ardından söze giren Michael Rubin ise, ABD’nin İran konusunda
istihbarat anlamında iyi bir performans gösteremediğini; zira tüm unsurlarının
türdeş olmadığı belirtilen İran Devrim Muhafızları içerisinde hangi kliklerin
ve kişilerin öne çıktığının Washington’da iyi bilinmediğini ve İran siyasetinde
etkili olan muhafazakârlar ve reformistler konusunda da ABD’nin bilgi dağarcığı
ve istihbaratının sınırlı olduğunu söylemektedir. Bu nedenle, Rubin, 40 yıl
sonra bile ABD’nin İran İslam Cumhuriyeti’ni anlamak konusunda daha çok
çalışması gerektiğini vurgulamaktadır. Son olarak, ABD istihbarat dünyasının
İran konusunda Başkan Trump’a yardımcı olmak adına neler yapabileceği sorusuna
cevap veren Michael Rubin, İran nükleer programı konusunda üç önemli unsura
dikkat çekmektedir. Bunlar; nükleer başlık dizaynı, uranyum zenginleştirme
faaliyetleri ve teslimattır. Bu konularda tutarlı bir politika geliştirilmesi
gerektiğini kaydeden Rubin, ayrıca kendisi desteklememesine karşın İran’a
yönelik askeri operasyonlar konusunda hazırlık yapılmaya başlanması gerektiğini
de belirtmektedir. İran’a yönelik olarak düzenlenen 1988 yılındaki “Operation Praying
Mantis”in üzerinden 30 yıldan fazla zaman geçtiğini ve her iki ülkenin de geçen
zaman içerisinde çok değiştiğini anlatan Rubin, sanılanın aksine Orta Doğu’daki
savaşların petrol ya da su kaynakları yüzünden değil, bir tarafın kendine aşırı
güvenmesinden kaynaklandığını da sözlerine eklemektedir.
Sonuç olarak, ABD’nin en önemli İran uzmanlarının katıldığı bu panel
oldukça faydalı bir tartışmaya sahne olmuş, ancak somut politikalar önermek ve
geleceğe yönelik öngörülerde bulunmak konusunda bence yeterince başarıya ulaşamamıştır. Burada
daha başarılı ve verimli bir akademik panel ya da istihbarat raporu için, bana göre şu
gibi hususlara yanıt aranmalıdır:
ü ABD’nin İran’a yönelik ekonomik
yaptırımlarının somut ekonomik ve siyasal etkileri nelerdir?
ü İran’da yakın gelecekte rejim değişikliği beklemek
yerinde olur mu? (Ben bu ihtimalin henüz
oluşmadığını düşünüyorum.)
ü 2021 İran Cumhurbaşkanlığı seçimleri için
potansiyel adaylar kimlerdir?
ü İran nükleer programı ne aşamadadır ve Tahran
rejimi JCPOA anlaşmasına uygun hareket etmeye devam etmekte midir?
ü AB ülkelerinin İran'a yönelik ılımlı politikaları nasıl değiştirilebilir/yönlendirilebilir?
ü AB ülkelerinin İran'a yönelik ılımlı politikaları nasıl değiştirilebilir/yönlendirilebilir?
ü İran Devrim Muhafızları içerisindeki önemli
kişiler/klikler kimlerdir? (Bu soruyu Michael
Rubin de konuşmasında vurgulamıştır.)
ü Olası bir ABD hava saldırısında İran’ın tepkisi
ne olacaktır? (İran rejiminin önceki
açıklamaları da düşünüldüğünde, İsrail’e yönelik bir saldırı ihtimali ağır basmaktadır.)
ü ABD’nin bölgesel müttefiklerinden İsrail,
Suudi Arabistan, Türkiye, Mısır ve Ürdün gibi ülkelerin İran’a yönelik
operasyon konusundaki tavırları nedir?
ü İran’ın çevresindeki devletlerde (başta Irak
ve Lübnan olmak üzere) İran’daki rejime muhalif gruplar daha fazla nasıl
desteklenebilir?
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Buradan izlenebilir ve
transkripti okunabilir; https://www.cfr.org/event/irans-imperial-foreign-policy.
[2] Bakınız; https://carnegieendowment.org/experts/340.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder