8 Aralık 2011 Perşembe

AKP'de Neler Oluyor?


Kurtlukta düşeni yemek kanundur…

Geçtiğimiz haftadan bu yana Türk siyasetinde gündemi, 9 yıldır iktidarda olan ve Türk siyasal tarihinde üç dönem üst üste oylarını arttırarak iktidara gelmeyi başarabilmiş tek siyasal kurum olan Adalet ve Kalkınma Partisi içerisindeki tartışmalar belirledi. Bu tartışmaların abartılı bir gündem mi, yoksa sahici bir hesaplaşma mı olduğunu önümüzdeki günler belirleyecek. Fakat abartılı olsa dahi AKP içerisinde iki grup arasında bir güç mücadelesi yaşandığı tartışılmaz bir gerçek. Bu grupların Başbakan Erdoğan’a yakın duranlar ile Fethullah Gülen cemaatine ve Cumhurbaşkanı Gül’e yakın olan kişilerden oluştuğu Türk basınında çıkan çeşitli yazılarda ifade ediliyor.


Aslında içeride yaşanan tartışmaların ilk işareti, Mavi Marmara Baskını sonrasında Türkiye’de artık önemli bir kanaat önderi haline gelmiş cemaat lideri Fethullah Gülen’in “İsrail’den izin almalıydılar” ve “İsrail’in onayı almadan hareket etmek, otoriteye başkaldırıdır” açıklamalarıydı.[1] Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun inatçı duruşuna karşın, AKP içerisindeki ABD ve İsrail’e yakın çevreler; Batı’nın İran’ı çevreleme politikasını devreye soktuğu ve Türkiye’nin de füze kalkanı projesine “evet” diyerek dâhil olduğu bu süreci zayıflatan Türkiye-İsrail çatışmasının yumuşatılmasını talep ediyorlardı. Başbakan Erdoğan ve Dış İşleri Bakanı Davutoğlu ise füze kalkanı projesinde sonunda süngülerini indirmek zorunda kalsalar da, İsrail’le ilişkileri yumuşatmaya bu ülkeden gelecek bir özür olmadan yanaşmıyorlardı. İki grup arasındaki bakış açısı farkı, Türkiye’nin Avrupa Birliği’ne üyeliği konusunda da görülebiliyordu. Demokratikleşme ve özellikle ordunun siyasetteki rolünün tamamen kaldırılması konusunda Avrupa Birliği sürecini önemli bir şans olarak gören Gülen cemaatine yakın çevreler, Başbakan Erdoğan’ın siyasetteki ağırlığını perçinledikçe Avrupa Birliği’ne meydan okuyan açıklamalarından irrite oluyorlardı. Son şike yasasında yaşanan tartışmalar ise tüm sürecin doruk noktasını oluşturdu ve AKP içerisinde Gaziantep milletvekili eski gazeteci Şamil Tayyar ve Gümrük ve Ticaret Bakanı Hayati Yazıcı gibi isimler Cumhurbaşkanı Gül’ün veto ettiği yasa sonrasında ilginç açıklamalar yaptılar. Bu sürecin önemli bir dinamiğini de aslında Cumhurbaşkanı Gül ile Başbakan Erdoğan arasındaki öne çıkma rekabetinin belirlediğini düşünüyorum. Zira Kenan Evren’den sonra İngiltere’ye giden ilk Cumhurbaşkanı olan Abdullah Gül’ün bu çok önemli ziyareti sırasında Başbakan Erdoğan’ın üst üste “bedelli askerlik” ve “Dersim olayları” açıklamalarını yapması, zamanlama açısından tesadüfün ötesinde bir gündem mühendisliğini işaret ediyordu. Fethullah Gülen’in, geçmişte Başbakan Erdoğan’ın yaptığı “Milli Görüş gömleğini çıkardık” açıklamasını anımsatan son “Gömlek değiştirin” açıklaması ise[2] içerideki tartışmaların Milli Görüş-Batıcılık ekseninde devam ettiğini ispatlar nitelikte. Bu denklemde Gülen-Gül Batıcı kanadı temsil ederken, Erdoğan-Davutoğlu daha Milli Görüş ekseninde kalmış görünüyor. Parti içerisinde de ağırlığı Erdoğan belirlemesine karşın, Gülen-Gül ekseninde de önemli bir güç birikimi olduğu ifade ediliyor. Tüm bu süreçte tartışmaları daha da alevlendiren olay ise Başbakan Erdoğan’ın geçirdiği ameliyat sonrası hakkında çıkan sağlık durumunun bozulduğuyla ilgili haberler oldu. Bazı basın-yayın organlarında Erdoğan’ın kolon kanseri olduğu ve bu nedenle radyoterapi tedavisi gördüğü dahi ifade edildi. Başbakan Yardımcısı Bülent Arınç tam da bu süreçte “Ben Erdoğan’a biat etmiş bir adam değilim, biat etsem geçmişte Erbakan’a ederdim”[3] diyerek hem Milli Görüşçü kanadın yeni lideri olarak ortaya çıkmak isteğini ortaya koydu, hem de Batıcı kanada göz kırptı. Bu kanadın diğer bir etkili ismi Ahmet Davutoğlu da Başbakan Erdoğan’dan gelebilecek bir sinyalle harekete geçebilir. Gülen-Gül cephesinde ise Gül’ün Başbakanlığı en yakın ihtimal olarak gözükürken, Gül’ün Cumhurbaşkanı olarak devam etmesi durumunda bu kanatta Ekonomiden Sorumlu Devlet Bakanı Ali Babacan’ın şanslı olduğu ifade ediliyor. Burada kuşkusuz kritik faktör Erdoğan’ın sağlık durumu ve 2012’de yapılacak Cumhurbaşkanlığı seçiminde takınacağı tutum olacaktır.


Tüm bu süreçte dikkat çeken en önemli özellik ise, AKP’nin artık muhalefet partilerinin acizliği nedeniyle muhalefeti de kendi içerisinden çıkaracak kadar büyük bir güce ulaşmış olmasıdır. Bu durum kuşkusuz ki Türk demokrasisi için çok olumsuz bir tablodur. Zira durum Mısır’daki seçim sonuçlarına benzer şekilde iktidarda ılımlı İslam’ın (Müslüman Kardeşler), muhalefette radikal İslam’ın (Selefiler) olduğu ve laiklerin azınlıkta kaldığı bir rejimi işaret etmektedir.


[1] Söz konusu haber için; “Fethullah Gülen: İsrail’den izin almalıydılar”, Ntvmsnbc.com, Erişim Tarihi: 08.12.2011, Erişim Adresi: http://www.ntvmsnbc.com/id/25102914/.
[2] “Gülen’den AKP krizi itirafı”, Gerçek Gündem, Erişim Tarihi: 08.12.2011, Erişim Adresi: http://www.gercekgundem.com/?p=422034.
[3] “Arınç: Erdoğan’a biat etmedim, etsem Erbakan’a ederdim”, CNN Türk, Erişim Tarihi: 08.12.2011, Erişim Adresi: http://www.cnnturk.com/2011/turkiye/12/03/arinc.erdogana.biat.etmedim.etsem.erbakana.ederdim/639156.0/index.html.


Dr. Ozan Örmeci

Hiç yorum yok: