Bu hafta Türkiye siyasetine damgasını vuran olay hiç kuşkusuz CHP Tunceli
milletvekili Hüseyin Aygün’ün Tunceli’de PKK terör örgütü mensuplarınca
kaçırılarak iki gün süreyle alıkonması olayıydı. Bu yazıda Aygün’ün kaçırılması
ve sonrasında gelişen olaylar, özellikle de çok dikkat ve tepki çeken özgür
bırakılması sonrasında yaptığı açıklama üzerinde biraz kafa yormak istiyorum.
Öncelikle Hüseyin Aygün’e
geçmiş olsun dileklerimi iletmek istiyorum. Fikirleri, partisi, mezhebi, inancı ne olursa olsun bir yurttaşımızın ve bir
insanın terör örgütünce kaçırılması son derece üzücü ve korkutucu bir olay. Bu
olayı herhangi bir fiziksel yara almadan atlatan Aygün’e hepimizin söze
başlarken önce “geçmiş olsun” demesi gerekir. Hüseyin Aygün medyada son 1,5
yıldır oldukça yer bulmaya başlamış Tuncelili bir hukukçu, yazar ve siyasetçi. Tunceli merkeze bağlı Erdoğdu köyünde doğmuş, yıllar
sonra hukuk fakültesini bitirmiş. Aygün’ün en dikkat çekici özelliği ise
Türkiye’deki ilk Zazaca gazeteyi çıkarmış kişi olması. Zaza-Alevi kimliğine
sahip Aygün’ün Tunceli’de çok iyi tanındığı ve sevildiği ifade ediliyor.
Aygün’ün Dersim Olayları hakkında yazılmış üç kitabı bulunuyor. Ayrıca Zazaca
yazılmış az sayıda kitaptan birine imzasını attığı söyleniyor. Aygün’ün kamuoyunda
tanınması; 2011 yılında CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun isteğiyle
Tunceli 2. sıra milletvekili adayı yapılıp seçilmesinin akabinde “Dersim
Olayları’ndan devlet ve CHP sorumludur, Atatürk’ün bu olaydan haberi vardır”,
“Alevilik ayrı bir dindir” ve benzeri çok ses getiren ama aynı zamanda tepki
çeken açıklamalar yapmasıyla oluyor. Ayrıca Aygün, Uludere Katliamı sonrası
yaptığı “Bu saldırı AKP’nin 33 kurşunudur” açıklaması ve son olarak Malatya’da
oruç tutmadığı için saldırıya uğrayan Alevi aileye destek için bu şehre giderek
temaslarda bulunmasıyla özellikle insan hakları ihlalleri konusunda hassas
kimselerin dikkatini çekmiş ve takdirlerini kazanmıştı. Açıkçası ben de
fikirlerine tam olarak katılmasam da Aygün’ün yumuşak ve nezih tartışma üslubu
ve aydın kişiliğinden etkilenmiştim. Aygün’ün Alevi-Zaza kimliğiyle bölgede
etkili olması ve tanınmasının, Kürt milliyetçiliği-Pankürdizm ekseninde terör
temelli bir siyaset geliştiren PKK’yı rahatsız edeceğini anlamak da zor
değildi. Fakat yaşadığı talihsiz olay sonrası yaptığı açıklamalar aslında
mağdur durumda olan Aygün’ün, -kendisi ve partisi algı oluşumu sürecini iyi
yönetemezse- terör destekçisi, terör işbirlikçisi gibi algılanmasına yol
açabilir.
Öncelikle bu
olayın hemen öncesine gidersek, CHP’nin Suriye’nin kuzeyinde PYD’lilerin
yönetimi ele geçirmesi ve Türkiye’de Şemdinli başta olmak üzere birçok yerde
terör faaliyetlerinin artması üzerine TBMM’yi olağanüstü toplantıya çağırdığı,
ancak AKP ve MHP’nin katılmayacaklarını açıklaması nedeniyle meclisin
toplanamayacağı bir ortamın oluştuğunu görüyoruz. Nitekim Aygün halen tutsak
durumda iken CHP’nin girişimi BDP’lilerin desteğine rağmen sonuçsuz kaldı. Böylesi
bir ortamda Hüseyin Aygün’ün PKK tarafından kaçırılıp 2 gün içerisinde serbest
bırakılması ve sonrasında yaptığı açıklamalar halkın en azından bir bölümünde
AKP Gaziantep milletvekili gazeteci Şamil Tayyar’ın da kabaca ifade ettiği
şekilde bunun bir “düzmece kaçırılma olayı” olduğu intibasını doğurdu. Ben bu
olayın gerçek mi, düzmece mi olduğunu bilmiyorum ve Aygün’ün ve CHP’nin böyle
bir şeye alet olacağına ihtimal dahi vermek istemiyorum. Fakat kamuoyunun bir
bölümünde bu algının kolaylıkla oluşabileceğini halkın içinde yaşayan biri
olarak kolaylıkla görebiliyorum.
Aygün’ün özgür
kaldıktan sonra yaptığı açıklamalara baktığımızda ise karşımıza üç ihtimal
çıkıyor. Birincisi eli silahlı teröristlerce kaçırıldığı için büyük bir stres
ve baskı altında olan Aygün’ün kendi ifadesiyle “barış isteyen PKK’lı genç
çocuklar” tarafından kendisine son derece iyi davranılması nedeniyle yaşadığı
şok altında böyle duygusal bir eğilim gerçekleştiriyor olmasıdır. CHP Genel
Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu’nun 2011 genel seçimleri sonrası AKP’ye yüzde 50 oy
veren Türk halkının tercihini anlatmak için kullandığı “Stockholm Sendromu”
işte burada gerçek anlamını kazanmaktadır. Stockholm Sendromu, 1970’lerde
İsveç’te yaşanan bir olaydan hareketle psikoloji literatürüne girmiş, rehinenin
yüksek stres altında kendisini kaçıran ancak iyi davranan kişiye duyduğu bağlılığı
ifade etmektedir. Başta pek makul gözükmeyen bu sendromun yıllar içerisinde
birçok kişide görülmesi sebebiyle zamanla bu kavram daha ciddiye alınmaya
başlamıştır. İkinci seçenek, Aygün’ün kaçırılması ve rehine tutulduğu dönemde
yaşadıkları nedeniyle korkarak gelecek adına kendisi ve ailesini korumak
güdüsüyle böyle konuşmalar yaptığı şeklindedir. Tunceli’de yaşayan ve sık sık
buraya gidip gelen Aygün’ün PKK’nın bölgedeki gücünü gördükten sonra daha fazla
kişinin canının yanmaması adına bu şekilde konuşmaya başladığı da iddia
edilebilir. Son olarak daha önce ifade ettiğim ve CHP muhalifi ve Hüseyin Aygün
karşıtı çevrelerin daha ilk andan itibaren -biraz da saygısızca- gündeme
getirdiği bunun bir mizansen olduğu görüşü bulunmakta.
Bu görüşlerin
hangisinin doğru olduğunu ben bilmiyorum. Fakat kamuoyunda bu olayın kolaylıkla
ifade ettiğim 3. senaryo paralelinde algılanabileceğini düşünüyorum. Bu durumda
Aygün’ü ve kendisini milletvekili yapan Kemal Kılıçdaroğlu’nu zor günler
bekleyebileceğini düşünüyorum. Bu ülkede herkes gibi ben de artık barış
olmasını ve silahların susmasını istiyorum. Ancak bunun yolu yürürlükte olan af
yasalarının da işaret ettiği şekilde silah bırakarak devlete teslim olmaktan
geçmektedir. Devlet zaten yıllardır Kürt sorunu konusunda yaptığı açılımlarla
kendi payına düşen görevleri yerine getirmekte ve geçmişteki hatalardan
vazgeçtiğini göstermektedir. Böylesi bir ortamda, demokratik siyaset kapıları
açıkken hala teröre başvurmak masumane görülemez, görülmemelidir. Bu arada
CHP’nin de politik psikoloji ve algı yönetimi konusunda yardıma gereksinim
duyduğu açıkça görülüyor. Geçtiğimiz günlerde CHP’nin ağır toplarından Gürsel
Tekin’in sanıyorum Volkan Bozkır’la karıştırarak Başbakan’ın Ahmet Davutoğlu
yerine Dış İşleri Bakanı olarak atayacağını iddia ettiği kişi olan Prof. Dr.
Vamık Volkan ismi burada önem kazanıyor. CHP’nin politik psikolojinin
kurucularından Vamık Volkan ve benzeri isimlerden destek alması şart gözüküyor.
Dr. Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder