Bir devletin anayasasının yapımı ve anayasal özellikleri o ülkedeki rejimin nitelikleri açısından büyük önem taşımaktadır. Andrea Bonime-Blanc’ın sözleriyle “anayasa yapımı, geçiş dönemindeki siyasal faaliyetlerin hem en çeşitli, hem de en yoğun biçimidir. Bu süreçte siyasal manevralar, pazarlıklar ve müzakereler gerçekleşir; gruplar ve liderler arasında siyasal tavırlar, uzlaşmalar ve anlaşmazlıklar ön plana çıkar. Anayasa yapıcılarının bu sorunları nasıl çözdükleri, bize geçiş süreci ve onun yol açtığı rejim hakkında çok önemli şeyler öğretebilir. Gerek sürecin, gerek onun sonucunun genel niteliği, yani rejimin istikrar ya da istikrarsız potansiyeline ilişkin ipuçları verebilir” (Bonime-Blanc, Andrea, “Spain’s Transition to Democracy: The Politics of Constitution-Making”, Boulder: Westview Pres, 1987, sayfa 13).
Anayasa yapım süreci sonunda bir ülkede demokrasinin hakim kılınması için izlenmesi gereken yollar anayasa yapım sürecinde oydaşmacı (consensual) ya da ortaklıkçı (consociational) yolların izlenmesidir. Oydaşmacı anayasa yapımı farklı tarafların aynı masa etrafında buluşarak ortak noktalarını belirlemeleri ve çoğunluğun tercihlerine göre anayasanın şekillenmesidir. Ortaklıkçı anayasa yapımı ise siyasal partiler ya da baskı gruplarının belli görüşler etrafında birleşerek güç oluşturması ve anayasa yapımını kendi görüşleri doğrultusunda etkilemeye çalışmalarıdır. İkinci Dünya Savaşı sonrası oluşan istikrarlı demokrasilerde anayasaların hazırlanma sürecinin büyük önem taşıdığını görmekteyiz. Alman, İspanyol ve İtalyan anayasaları bu bağlamda başarılı burjuva demokrasilerine örnek olarak gösterilmektedir. Mesela İkinci Dünya Savaşı sonrası İtalyan komünistler, sosyalistler ve Hıristiyan Demokratların bir araya gelerek yaptıkları anayasa Gianfranco Pasquino’ya göre “gerçek bir siyasal anıt”tır (Pasquino, Gianfranco, “The Demise of the First Fascist Regime and İtaly’s Transition to Democracy: 1943-
Cumhuriyetin ilk anayasası olan 1924 Anayasası 1923’te seçilmiş Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından hazırlanmış ve yürürlüğe sokulmuştur. Her ne kadar devrimin çok yeni ve devletin çok zayıf olması sebebiyle Birinci Meclis’te Cumhuriyet’e muhalif olan milletvekilleri bu anayasayı hazırlayan parlamentoya dahil edilmeseler de, anayasal yapım süreci oldukça özgürlükçü bir ortamda gerçekleşmiştir. Bu nedenle tüm eksikliklerine ve hazırlandığı dönemde yaygın olan tüm otoriter eğilimlere rağmen 1924 anayasası birçok yönden ilerici bir anayasa olmuştur. TBMM devletin en yüce organı olarak belirlenmiş ve 1925 yılında de facto olarak bir tek parti rejimi benimsenince parlamento otoriter-himayeci özellikleri bulunan tek partinin bir organı haline gelmiştir. Bu anayasanın en büyük eksiklikleri yürütme gücünü dengeleyecek kontrol mekanizmalarının olmayışı ve “devletin dini İslam’dır” gibi laikliğe aykırı bir maddenin bulunmasıdır. Nitekim bu madde daha sonra kaldırılacaktır. Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden sonra gücünü kaybettikçe giderek daha otoriterleşmesi ve deyim yerindeyse Adnan Menderes ve Celal Bayar’ın bir diktatörlük kurmasının dayanağı da işte bu anayasanın yürütme erkini yeterince denetleyebilme imkanını sunmamasıdır.
27 Mayıs sonrası hazırlanan 1961 anayasası ise iki meclisli (TBMM ve Cumhuriyet Senatosu) Kurucu Meclis tarafından hazırlanmıştır. Kurucu Meclis’te askerin Milli Birlik Komitesi ve Senato vasıtasıyla belli bir ağırlığı olmasına karşın Temsilciler Meclisi sivil politikacılardan ve bilim adamlarından oluşmuştur. Ayrıca çeşitli sivil toplum kuruluşları, barolar ve ticaret-sanayi odalarının temsilcileri de bu mecliste yer almıştır. Bu anayasa hayli demokratik bir şekilde hazırlanmasına ve böyle bir yapıda olmasına karşın tek sorun kapatılan Demokrat Parti temsilcisi kimsenin bu anayasanın hazırlanma sürecine dahil edilmemiş olmasıdır. Bu nedenle anayasanın yapım süreci ordu ile beraber CHP hakim olmuş ve belki de bu sayede Türkiye Cumhuriyeti’nin en demokratik anayasası yürürlüğe sokulmuştur. 1961 Anayasası genişletilmiş özgürlükler ve sosyal hakların yanı sıra güçlü bir kontrol ve dengeleme sistemi getirmiş Anayasa Mahkemesi – Milli Güvenlik Kurulu – Devlet Planlama Teşkilatı, idari mahkemeleri güçlendirmiş, yargının bağımsızlığını güvence altına almış ve bazı kamu kurumlarına özerklik imkanı tanımıştır.
12 Mart sonrası yapılan 1971 ve 1973 anayasal değişiklikleriyle ülke için lüks bulunan 1961 Anayasası büyük ölçüde tahrifata uğramıştır. Yapılan değişikliklerle temel hak ve özgürlükler kısıtlanmış, mahkemelerin denetleme yetkileri sınırlandırılmış, yürütme yeniden güçlendirilmiş (kanun hükmünde kararname yetkisi) ve askerin kurumsal özerkliği Sayıştay ve Danıştay denetim alanında çıkartılarak arttırılmıştır. 12 Mart sonrası kurulan teknokrat hükümetinde gerek Adalet Partisi, gerek Cumhuriyet Halk Partisi mensubu birçok isim yer almış ancak sonuçta karşımıza özgürlükleri kısıtlayan baskıcı bir anayasa çıkmıştır. Bunun nedeni anayasayı hazırlayan kişilerin bu partilerin görüşlerini tam anlamıyla yansıtmamasıdır. Nitekim bu dönemde en sert tepki veren kişilerden olan CHP genel sekreteri Bülent Ecevit; Nihat Erim hükümeti ve 12 Mart’a ılımlı yaklaşan CHP genel başkanı İsmet İnönü’ye yaptığı muhalefet sayesinde daha sonra partinin genel başkanı olacaktır. 9 Mart sonrası düşük rütbeli subayların yapacağı sosyalist bir darbeden korkan üst düzey askerlerin de bu değişikliklerde büyük rol oynadığını belirtmek gerekir.
12 Eylül sonrasında ise meşhur 1982 anayasası uygulamaya sokulmuştur. 1982 anayasasını hazırlayan Milli Güvenlik Konseyi’nin belirlediği Kurucu Meclis’tir. Bu dönemde Kurucu Meclis’teki sivil kanadın çok zayıf ve her zaman asker baskısı altında olduğunu söylemeliyiz. Dahası siyasal parti ve sivil toplum kuruluşları mensupları Kurucu Meclis’ten çok büyük ölçüde dışarıda bırakılmışlardı. Bu nedenle 1961 Anayasasının aksine Kurucu Meclis’ten çıkan sonuç oldukça talihsiz olmuştur. 1982 anayasasının temel özellikleri sınırlandırılmış temel hak ve özgürlükler, sosyal hakların kısıtlanması, yargının denetleme etkisinin sınırlandırılması, idari özerkliğin kaldırılması, güçlenen cumhurbaşkanlığı makamı (Kenan Evren için tasarlanmıştı) ve güçlendirilmiş bir Milli Güvenlik Kurulu’dur.
Tüm bu bilgiler ışığında söylenmesi gereken; 1961 anayasasının Türk Silahlı Kuvvetleri’nin 27 Mayıs’ta yaptığı askeri darbeye ve Demokrat Partilileri anayasa yapımı sürecinde dışarıda bırakmalarına rağmen 12 Mart ve 12 Eylül dönemleriyle kıyaslanınca oldukça demokrat bir çizgide olduğu ancak 27 Mayıs sonrası artan sol muhalefete karşıt olarak güçlenen ABD bağımlılığı (Nato süreci) nedeniyle giderek bu özelliğini kaybettiğidir. Anayasa yapım süreçlerinde sağlıklı olan görüldüğü üzere siyasal partilerin, sivil toplum kuruluşlarının aynen 1961 anayasası hazırlanırken yaptığı gibi sürece aktif olarak katılmaları ve oydaşmacı bir metodun benimsenmesidir. Ancak bir noktanın da altını çizmek lazım ki inanç tacirleri ve laiklik karşıtı görüşlerin gerçekten demokratik bir ortamda yeri olamaz ve bu gruplar demokratik bir sistemin tahsisi için daima anayasa yapım süreçleri dışında bırakılmalıdır. 1983 yılından başlayarak yapılan anayasal değişiklikleri ise bir başka yazıda inceleyelim.
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder