21 Şubat 2011 Pazartesi

Eduard Bernstein ve Sosyal Demokrasinin Doğuşu



Modern sosyal demokrat ideolojinin kurucularından kabul edilen Eduard Bernstein (1850-1932), birçoklarına göre kendisine atfedilmiş önemden de fazlasına layık çok önemli düşünürdür. Yine birçoklarına göre Eduard Bernstein ve onun vardığı sosyal demokrasi teorisi aslında Marksizm’in yaşadığı tarihsel gelişim sürecinin doğal bir sonucudur. Bu yazıda Bernstein’ın hayatı ve fikirlerini, konuya giriş niteliğinde kısa bir özet ile genç okurlara tanıtmaya çalışacağım.
Sosyalist revizyonizmin ve çağdaş sosyal demokrasinin en önemli kurucularından biri kabul edilen Eduard Bernstein, 6 Ocak 1850 tarihinde Polonya’dan gelerek Berlin’e yerleşmiş Yahudi bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldi. Orta gelirli bir ailenin çocuğu olan Bernstein’ın babası demiryolu makinistiydi. Bernstein’ın amcası Aaron Bernstein ise işçi çevrelerinde çok sayıda okuru olan Berliner Volk Zeitung gazetesinin editörü idi. Bu nedenle küçük Eduard Bernstein, hem bir makinist ve emekçi olan babası sayesinde çalışma yaşamının zorluklarını yakından gözlemliyor, hem de işçi sınıfına yönelik ideolojik yayınlar yapan amcası sayesinde entelektüel bir çevrede yetişerek teorik birikimini geliştiriyordu. Marksizm’in kurucusu Karl Marks’ın ülkesi olan Prusya’da (Almanya), sosyalizm ciddi bir fikir akımı olarak 19. yüzyıl ortalarından itibaren etkili olmaya başlamıştı. Ancak dağınık bir prenslikler ülkesi olan Prusya siyasal birliğini ancak 1871’de Kayzer I. Wilhelm ve Şansölye Otto von Bismarck liderliğinde kazanabiliyordu. Bernstein da bu ortamda Marks’ın eserlerini derinlemesine okuyup araştıran genç bir entelektüeldi. Siyasal birliğin ve ulusal devletin kurulmasını Marksist teorik düzlemde feodalizmden kapitalizme geçiş aşaması şeklinde olumlu olarak yorumlayan birçok Alman sosyalisti ile paralel şekilde düşünüyordu. Bernstein eğitimi sonrası banka memuru olarak çalışmaya başladı. 1872’de Alman Sosyal Demokrat Partisi SPD’ye üye oldu. Partiye girince sosyalist yayın organı Die Zukunft’ta çalışmaya başladı. Almanya’da sosyalist bir devrimin çok uzun olmayan bir vadede gerçekleşebileceğini düşünüyordu. Ancak Şansölye Otto von Bismarck’ın anti-sosyalist yasaları nedeniyle ülkeden sürülünce İsviçre’ye yerleşti. Burada gizli sosyalist partinin toparlayıcı odağı durumunda olan Der Sozialdemokratie dergisinin Zürih baskısının editörlüğünü Karl Marks’ın onayıyla yaptı. 1888’de Bismarck’ın başvurusu üzerine İsviçre’den de sınırdışı edilince, derginin yayımını Londra’da sürdürdü. Burada Marks’ın çalışma arkadaşı Friedrich Engels’in yakın dostu oldu ve sosyalizmin demokratik düzen içerisinde adım adım gelişeceğini savunan, ılımlı ancak etkili İngiliz Fabian Derneği’nin önderleriyle de yakın ilişkiler geliştirdi. 1891’de Ortodoks Marksizm’den evrimci sosyalizme dönüşen fikirlerini Evrimsel Sosyalizm adlı eserinde duyurdu. Marksizm’in dogmatikleştirilmesini ve eleştirel aklın ortadan kaldırılmasından duyduğu rahatsızlığı dile getiren Bernstein, sosyal demokrasinin temelini oluşturan fikirlerini bu kitapta dile getirdi. 1901’de Almanya’ya dönen Bernstein, işçi hareketinde giderek güçlenen revizyonist okulunun kuramcısı durumuna geldi. 1902’de SPD milletvekili olarak Reichstag’a seçildi ve üyeliği 1928’e değin sürdü. SPD içerisinde Ortodoks Marksizm’in zayıflaması sonunda sosyal demokrasi Bernstein’ın 20 yıldır özlemini çektiği büyük bir reformcu halk hareketi durumuna geldi. Artık partisinin saygın bir yol göstericisi olan Bernstein sosyal demokrat programın büyük bölümünün fikir babalığını yaptı. Alman halkını 1917 Rus örneğinden caydırmakta önemli rol oynayan Bernstein, 1922’de İtalyan faşist modelinin Almanya’ya sıçramasını önleyemedi. Nazilerin kanlı saldırılarını, dengesiz kafaların düşüncesiz davranışları olarak değerlendirdi. Nasyonal Sosyalizm’in yükselişini çaresizlik içerisinde izledi ve buna karşı aktif bir mücadele stratejisi geliştiremedi. O öldükten birkaç ay sonra Adolf Hitler kendini Führer ilan edecekti.
Aslında çekirdekten yetişme bir Marksist olan Eduard Bernstein’ın fikirlerinin sosyal demokrasiye evrilmesine neden olan üç önemli gelişme yaşanmıştı. Birinci neden SPD’de siyaset yapan Bernstein’ın, partinin artan işçi sınıfı nüfusuna da paralel olarak giderek halkla bütünleştiğini ve demokratik seçimler yoluyla iktidara gelebileceğini fark etmesiydi. Bu nedenle devrimci Marksizm’in tehlikeli yollarından ziyade parlamenter sistem içerisinde demokratik mücadele ile işçi sınıfının haklarını arttırmak mümkün olabilirdi. İkinci önemli neden Alman ekonomisinin o yıllarda ciddi ekonomik büyüme oranları yakalaması, işsizliğin düşmesi ve maaşların yükselerek işçilerin daha iyi yaşam koşullarına kavuşmasıydı. Üçüncü olarak Alman sendikaları ve meslek örgütleri de, o dönemde parlamenter sistem içerisinde birçok kazanım yapabileceklerini düşünmeye başlamış ve bu üç önemli nedenle Alman solunda revizyonizm popüler hale gelmişti. Ancak daha katı ve radikal olan Ortodoks Marksistlerin hala sesi daha gür çıkıyordu ve birilerinin artık bu duruma cesaretle karşı çıkabilmesi lazımdı. İşte Bernstein bir anlamda o ilk taşı atan adam olmuştu. Bernstein hiç çekinmeden ve gocunmadan Marks’ın diyalektik materyalizmini eleştiriyor ve bunun Marks’ın Hegel’den fazla etkilenmesiyle alakalı olarak ortaya çıkmış sosyal gerçeklerle örtüşmeyen bir yaklaşım olduğunu savunuyordu. Bernstein’a göre diyalektik materyalizm Marksistleri ampirik dünyadan uzaklaştırıyordu. Örneğin, Ortodoks Marksist teoride kapitalizmin gelişmesiyle orta sınıfın küçülmesi ve ortadan kalkması beklenirken, Almanya’da bunun tersi bir süreç yaşanıyordu.[1] Bu nedenle Bernstein Marksistlerin tek bir düşünce ve metoda bağlı kalmadan daha ciddi ve özgün çalışmalar yapmaları ve ekonomik verileri ön plana almaları gerektiğini düşünüyordu. İkinci olarak Bernstein’ın yaptığı çok önemli bir tercih artık siyasal şiddeti reddetmek ve demokratik mücadele metotlarını benimsemekti. Tarihi iki sınıf (ezen ve ezilen sınıflar) arasındaki mutlak ve değişmez bir mücadele olarak gören Ortodoks Marksistler, bu bakış açıları nedeniyle siyasal şiddeti meşru kabul edebiliyorlardı.[2] Oysa Bernstein’a göre Marksistler hümanist de olmalıydı. Dahası tüm insanlık tarihi sınıf savaşlarından ibaret değildi. Sınıflar, ülkeler, toplumlar arası dayanışma ve yardımlaşmanın örnekleri de vardı. Bu sebeple Bernstein artık devleti tek bir sınıfın aygıtı olarak görmüyor, farklı sosyal katmanların bu aygıt üzerinde farklı derecede ağırlıkları olabileceğini düşünüyordu.[3] Üçüncü olarak Bernstein Ortodoks Marksizm’in tarihsel determinizmi ve kaçınılmazlık anlayışından uzaklaşarak, irade ve ahlakın önemini ortaya koyuyordu. Bernstein’a göre insanların davranış ve düşünce kalıplarını tek belirleyen sınıfsal pozisyonları ve tarihsel koşullar olamazdı, insan iradesi ve ahlakı da en az onlar kadar önemliydi.[4] Bu da bireyin değer kazanması demekti. Dördüncü olarak da Bernstein tarihsel kaçınılmazlıktan uzaklaştıkça, Alman düşünür İmmanuel Kant’ın da etkisiyle şüpheciliğe ve deneyimciliğe daha fazla yer vermeye başlıyor, bu sayede artık Marksist tezler kutsal kabul edilmiyor ve sorgulanabiliyordu.[5] Bernstein bu yaklaşımları doğrultusunda Alman orta sınıfının büyüdüğüne dikkat çekiyor ve kapitalizmin çökmeyeceğini, tamtersine daha güçleneceğini iddia ediyordu.
Bu fikirleriyle Eduard Bernstein, “dönek” şeklinde küçültücü suçlamalara rağmen, Ortodoks Marksistlerin sesinin çok gür çıktığı bir dönemde aslında herkesin sorgulamaya başladığı bazı tezleri ilk kez yüksek sesle söyleyebilen öncü bir düşünür ve yapıcı bir siyasetçiydi. Ancak sosyal demokrasinin faşizm gibi büyük bir tehlike karşısında zayıf kalması, Bernstein ve onun ılımlı sosyal demokrat fikirlerinin demokrasinin dünyada tek geçerli rejim haline geldiği 1990’lara kadar yeterince iyi anlaşılamadı. Bu nedenle dünyada sol teoride uzun yıllar boyunca siyasal şiddete dayalı demokrasi dışı yaklaşımlar Bolşevizm’in varlığına da paralel olarak ayakta kaldı. Ancak 21. yüzyılın ve küreselleşmenin toplumlara yaşattığı yeni sorunlar karşısında Bernstein ve sosyal demokrasinin yeniden güçleneceği günlerin gelmesi kanımca çok uzak bir ihtimal olarak gözükmemektedir.
KAYNAKÇA
- Cem, İsmail. 1998. Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir. İstanbul: Can Yayınları.
- Kavukçuoğlu, Deniz. 2003. Sosyal Demokraside Temel Eğilimler. İstanbul: Cumhuriyet Kitapları.
- Özdalga, Haluk. 2001. Sosyal Demokrasinin Kuruluşu. Ankara: İmge Kitabevi.


[1] İsmail Cem, Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir, sayfa 80.
[2] İsmail Cem, Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir, sayfa 81.
[3] İsmail Cem, Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir, sayfa 82.
[4] İsmail Cem, Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir, sayfa 83.
[5] İsmail Cem, Sosyal Demokrasi Ya Da Demokratik Sosyalizm Nedir, Ne Değildir, sayfa 84.
Ozan Örmeci


Hiç yorum yok: