Televizyon kanallarında
zaman zaman boy gösteren ve yaptığı ilginç açıklamalarla dikkat çeken Aytunç
Altındal’ın birçok konuşmasında ve bugüne kadar hakkı teslim edilmemiş bazı
kitaplarında işlediği en önemli konulardan birisi de gizli din savaşlarıdır.
Hakikaten seküler siyasal sistemlerin getirdiği yeni dünya düzeninin
koşullarında birçok insan farkında olmasa da, dinler arasındaki yayılma
rekabeti bugün hala sürmektedir. Bu yazıda bu konuya dikkat çekecek ve
İslamiyet’i temsil etme durumunda bulunan Müslüman nüfusu yoğun ülke
liderlerinin aslında nasıl İslam aleyhine çalıştıklarını açıklamaya
çalışacağım.
Bugün Türkiye’nin
Avrupa Birliği’ne karşı çıkan kesimlerin kullandıkları en önemli argümanlar;
Avrupa’da hızla artan Müslüman nüfus ve Türk milleti gibi 76 milyonluk bir
Müslüman nüfusun ve Türkiye gibi güçlü ve etkili bir devletin AB’ye girmesi
halinde Avrupa ve dünyadaki Müslümanların kazanacağı özgüven ve prestij vardır.
Önceki gün vefat eden Venezuela Devlet Başkanı Hugo Chavez’in tüm dünyada bu
kadar önemli bir lider olmasının tek sebebini sosyalizme bağlamak hatası da,
aslında Chavez’in koyu bir Katolik Hıristiyan olduğunu bilmemekten kaynaklanır.
Bugün başta Afrika ve Asya olmak üzere birçok coğrafyada Müslümanlık ve
Hıristiyanlık arasındaki yayılma rekabeti son derece üst düzeydedir. Bu nedenle
Müslüman nüfusu yoğun toplumları kimlerin yöneteceği sadece bu ülkelerde ve
İslam dünyasında değil, Hıristiyan dünyasında da büyük önem kazanmaktadır.
Dünyayı bu şekilde okumaya başladığınızda ise Türkiye ve İslam dünyasında
gerçekleşen birçok olayı yeniden yorumlamak zorunda kalabiliriz. Bu şekilde
ilerlediğimizde ise karşımıza şu gerçek çıkmaktadır; maalesef dünyada
İslamiyet’in yayılmasının önündeki en büyük engel aslında Müslüman
siyasetçilerdir. Bu siyasetçilerin otoriter, antipatik, kaba, kaypak ve
gençliğe itici gelen diğer özellikleri bu noktada diğer dinler açısından
faydalı bir işlev kazanmakta ve Müslümanların imajını dolayısıyla yayılma
güçlerini zayıflatmaktadır. Örneğin ağzından bir kez dahi “ananı da al git”
benzeri kaba bir söz çıkmamış rahmetli Erbakan gibi beyefendi bir liderin daha
dün Batı dünyasında yerin dibine sokulurken, İslam coğrafyasını işgal eden yabancı
ülke askerleri için dua ettiğini söyleyen başka liderlerin bugün Batı basınında
baş tacı edilmesi bunun en açık örneğidir. Bu mantıkla yaklaşılırsa bugün 20’li
yaşlarının sonlarında ve 30’lu yaşlarının başında olan benim de dâhil olduğum
tüm bir kuşağa, Ayşe Özgün hanımefendinin hazırladığı sabah programlarına
çıkarak İslam dinini sevdiren Prof. Dr. Yaşar Nuri Öztürk gibi kıymetli bir
ismin neden TBMM’de yer alan 550 kişi arasına giremediği daha iyi anlaşılır. Yine
ancak bu mantıkla laiklik ve muhafazakâr hassasiyetleri yüksek kesimler
arasında sağlıklı ve iyi bir bağ kuran Deniz Baykal gibi ılımlı bir liderin nasıl
profesyonel bir operasyonla CHP’nin başından uçurulduğu anlaşılabilecektir.
İmajın ve pazarlamanın
en önemli faktör olduğu günümüzde liderlerin fiziksel yapıları, karakterleri ve
aile yaşantıları bir milletin ve dinin temsili açısından da büyük önem
kazanmaktadır. Örnek aile hayatıyla bilinen ve dünyada sol çevrelerde bir dönem
hayranlık uyandıran Tony Blair’in sonradan Katolik olarak şimdi Afrika’da
Katoliklik propagandası yapması işte bu kontekste anlam kazanır. Bu nedenle
Türkiye’de son yıllarda Batılı egemen güçlerin desteklediği siyasi liderlerin
önemli bir görevlerinin de İslamiyet’in kötü algılanması ve dolayısıyla
yayılmasının engellenmesi olduğuna inanıyorum. Zira demokrasi ve özgürlük
fikrinin bu açıdan en geri kalmış olan Orta Doğu’da bile yayıldığı günümüz
dünyasında, henüz bir dine aidiyet hissetmeyen kesimlere özellikle de gençlere
otoriter eğilimli sert liderlerin cazip gelebileceğine hiç ihtimal vermiyorum.
Bu tarz eğilimler Orta Doğu coğrafyasında yaşayan ve zaten Müslüman olan Araplar,
Kürtler ve Türkler üzerinde etkili olabiliyorken, İslamiyet’in açılacağı yeni
coğrafyalarda ulaşmak isteyeceği toplumlar içinse bence olumsuz bir faktör
olacaktır. Bu nedenle Başbakan Erdoğan sonrası Türkiye’deki muhafazakâr kesim
için yeni bir lider arayışı yapılırsa, bu imaj faktörünün de hesaba katılması
gerektiğini ve yüzü gülen, demokrat ruhlu ve “modern Müslüman” imajını
destekleyen bir liderin desteklenmesinin doğru olacağını düşünüyorum.
Dr. Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder