Türkiye siyasetinin merkezi haline gelen İmralı Adası
Son haftalarda
Türkiye’de en çok konuşulan konu kuşkusuz, PKK lideri Abdullah Öcalan ile
yapılan “barış” müzakereleridir. MİT’in başlattığı ve Başbakan Erdoğan ile
iktidar partisinin büyük bir hevesle sahiplendiği bu sürece ilişkin benimse
bazı endişelerim mevcut. Bu endişelerimin kaynağı herhangi bir şekilde siyasi
rant elde etmek değil (zaten bir siyasetçi değil, akademisyenim), sürecin
meşruiyetine dair kaygılarım ve felaketle sonuçlanabileceğine dair yaptığım
öngörülerdir. Ayrıca toplumun büyük çoğunluğunun kabul edeceği gerçek ve meşru
bir barış sürecini herkesten fazla isteyen sosyal demokrat biri olduğumu da
belirtmek isterim.
Öncelikle sürecin
meşruiyetine dair kaygılarımı ifade etmek isterim. 2011 yılındaki genel
seçimlerde % 50 oy alan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP), seçim öncesinde terör
örgütüyle müzakere yapmak konusunda halka herhangi bir vaatte bulunmamış,
kendisine güvenen seçmene bu yönde bir irade beyan etmemiştir. Dolayısıyla bu
süreçle ilgili bir referandum yapılmadığı ve sürecin devamına ilişkin halktan
onay alınmadığı sürece, yaşananlar gayrimeşru ve anti-demokratiktir. Geçmişte
birçok konuda demokrasiye uygun şekilde referanduma giden AKP’li yöneticilerin,
bu kadar önemli bir konuda neden sandığa gitmekten korktuğu ise sanırım
herkesin anlayabileceği bir şekilde bu sürecin gayrimeşruluğuna işaret
etmektedir.
Süreçle ilgili ikinci önemli
meşruiyet sorunu ise son seçimlerde yüzde 40’lık bir oy oranına ulaşmış
muhalefet partileri CHP ve MHP’nin bu sürece dâhil olmamaları ve destek
vermemeleridir. Kuşkusuz CHP’siz, MHP’siz ve hatta BDP’siz bir barış süreci
gerçek anlamda bir sonuç vermeyecektir. Toplumun sadece yarısına hitap etmek,
diğer yarısına hitap etmemek anlamına gelir ki bu da toplumu karpuz gibi
ortadan ikiye bölmek demektir. Siyasi iradenin bu konuda çok daha dikkatli
olması gerekir.
Üçüncü önemli bir sorun
müzakerelerin daha çok Öcalan’ın tutukluluk koşulları ve PKK’nın silahlı
kuvvetlerinin (terör güçleri) yurtdışına çıkarılması (silah bırakması olmadığına
dikkat çekerim) olması, aslında bu sürecin Kürt sorunu adıyla ifade edilen
sorunu çözmeyeceği ve hatta daha karmaşık hale getireceğini göstermektedir.
Eğer Kürtlerin tek derdi Öcalan’ın iyi yaşaması olsaydı eminim sorun kolaylıkla
çözülebilirdi. Oysa talepler kimlik-bazlı ve siyasaldır, dolayısıyla bir çözüm
olacaksa bu da ancak siyasal olabilir.
Dördüncü önemli bir
sorun, sözde çözüm sürecinin zamanlamasıyla alakalıdır. Türkiye’nin Suriye
içsavaşı nedeniyle komşuları Irak ve İran başta olmak üzere Rusya ve hatta
Çin’le karşı karşıya geldiği böylesi bir dönemde bu süreci başlatmak,
sabotajlara açık çok tehlikeli bir girişimdir ve her an için ülkede Sinop ve
Samsun’da görüldüğü gibi içsavaş riski doğurabilir.
Beşinci önemli bir
sorun, bu sürecin başarıya ulaşsa bile PKK’nın siyasallaşmasının önünü açacak
ve ülkede daha gergin bir siyasal atmosfer oluşturacak olmasıdır. Öcalan’ın
gazetelere, televizyonlara demeçler vereceği, belki de TBMM’de yer alacağı bir
süreci Türkiye kamuoyunun kaldırabileceğini sanmıyorum. Medyanın halkı
hazırlamak için yaptığı şişirme haberlere rağmen bu sürecin toplumdan destek
almadığını çok yakından görüp, anlayabiliyorum. Genel Koordinatörü olduğum
Uluslararası Politika Akademisi (UPA) adına Anadolu’daki 35 farklı şehirde ve
50 farklı üniversitede 2000’den fazla öğrenciyle yapılan “Bugün Seçim Olsa”
temalı anket çalışmamızın yakında açıklanacak sonuçlarının da bunu
ispatlayacağını tahmin ediyorum.
Bu süreçle ilgili altıncı
önemli sorun ise, sürecin daha çok Kürt milliyetçisi ve Kürt kimliğiyle siyaset
yapan çevrelerin Başbakan Erdoğan’ın Başkanlığına destek vermesi için
tasarlanmış bir kişisel kariyer projesi olmasıyla ilgilidir. Her ne kadar
kendisini Türkiye’ye büyük hizmetleri olmuş önemli bir siyaset adamı olarak
görsem de, Başbakan Erdoğan’ın Başkanlık hevesi ve kariyer planlaması, Türk
milletinin birliği ve bütünlüğünden ya da demokrasinin bizatihi kendisinden
daha önemli değildir. Bu nedenle bu sürecin başlatılma amacı dahi sakat ve
yanlıştır.
Yedinci ve son sorun
olarak da, bugüne kadar 35.000 insanın ölümüne neden olan silahlı bir terör
örgütüne liderlik eden Öcalan’ın affedilmesinin silahla hak kazanıldığı
görüşünü toplumda yayacağını ve eski Genelkurmay Başkanlarımız “terörist”
yaftasıyla hapisteyken Öcalan’ı affedecek olmanın toplumda çok büyük bir
adaletsizlik duygusu yaratacağını düşünüyorum.
Tüm bu sebeplerle bu
sürecin çok riskli ve yanlış olduğuna inanıyor ve ileride hepimizin tarihe ve
gelecek nesillere hesap vereceğimizi bilerek, bu yanlışa destek vermediğimi kamuoyu
önünde açıkça ifade etmeyi bir insanlık ve vatan görevi kabul ediyorum.
Dr. Ozan ÖRMECİ
Usta o zamandan ileriyi görmüşsün saygılar
YanıtlaSil