Sayfalar

12 Ağustos 2010 Perşembe

Turgut Özal



Türk siyasal hayatına Süleyman Demirel, Bülent Ecevit gibi önemli liderlerden çok daha geç girmesine karşın politikada aktif olduğu 13 yıllık kısa dönemin neredeyse tamamında başbakanlık ve cumhurbaşkanlığı koltuğunda oturan, 17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği bir rahatsızlık sonrası vefat eden 8. Cumhurbaşkanımız Turgut Özal kuşkusuz Türk siyasal hayatına yön veren kilit isimlerden birisidir. Turgut Özal aynı zamanda büyük ideolojik kavgalara neden olan tartışmalı bir isimdir. Özal fikriyatı, kişiliği ve tavırlarıyla daima polemiklere neden olmuş; kimilerince çok sevilmiş, kimilerince ise nefret edilmiştir. Bu yazıda Turgut Özal’ın hayat hikâyesine, ideolojisine, kişiliğine ve Türk demokrasisine katkıları-zararlarına kısaca bir göz atmaya çalışacağım.

13 Ekim 1927 tarihinde Malatya’da dünyaya gelen Turgut Özal’ın babası Mehmet Sıddık Özal okul öğretmenliği, banka memurluğu ve emekliye ayrılması sonrasında muhasebecilik yapan, dini bütün muhafazakar bir kimsedir. Turgut Özal’ın annesi Hafize Özal da oldukça dindar bir ilkokul öğretmenidir. Ailesinin dine olan bağlılığının Turgut Özal ve kardeşleri üzerinde büyük etkisi olduğu bilinmektedir. Turgut henüz 4 yaşındayken Özal ailesi Bilecik’in Söğüt ilçesine taşınır ve bu nedenle Turgut Özal ilk öğrenim hayatına burada başlar. Babasının görevi nedeniyle sık sık taşınmak zorunda kalan ailenin zeki ve haylaz çocuğu Turgut küçük yaşlarında pilot olmayı istemektedir. Ancak eşekten düşmesi sonucu bir kolu kısa kaldığı için küçük Turgut’un bu ideali suya düşecektir. Orta okula Mardin’de devam eden ve burada orta öğrenimini tamamlayan Turgut Özal, Mardin’de lise olmaması nedeniyle Konya Lisesi’nde eğitimine devam eder. Konya’da yatılı okuduğu dönemde kardeşi Korkut Özal da kendisiyle birliktedir. Son olarak Kayseri’de Kayseri Lisesi’nde lise eğitimini bitiren Özal, 1945 yılında İstanbul Teknik Üniversitesi Elektrik Mühendisliğini bölümünü burs alarak kazanır. İTÜ’de o dönemlerde Anadolu’dan gelmiş muhafazakâr ailelerin zeki ve başarılı çocukları yoğun olarak bulunmaktadır ve bu yıllarda ilk siyasi görüşleri oluşmaya başlayan Özal üniversiteden 1950 yılında başarıyla mezun olur. Üniversiteden mezun olduktan sonra iki yıllık kısa süreli başarısız bir evlilik deneyimi yaşayan Özal, bu yıllarda Elektrik İdaresi Etüd İşleri’nde çalışmaktadır. Elektrik İdaresi Etüd İşleri’nde çalışırken kendisi gibi genç ve başarılı bir bürokrat olan Süleyman Demirel’le de tanışma fırsatı olur. Elektrik İdaresi’nde daktilocu olarak çalışan Semra Özal’la evlenen Özal ekonomi eğitimi almak için devlet desteğiyle Amerika Birleşik Devletleri’ne gider. ABD yıllarında Turgut Özal’ın dini duygularının daha da yoğunlaştığı anlatılmaktadır. Birçoklarına göre Özal kardeşlerin İslamcılığı keşfinde kendilerine İslam diniyle ilgili sorular soran ve kendi inançlarına sıkı sıkıya bağlı Mormonlar etkili olmuştur. Semra hanım ise Turgut Özal’ın aksine İslam’a bağlılığı zayıf şehirli bir kadındır. Bu zıt gözüken karakterlerine rağmen çiftin Turgut Özal’ın vefat ettiği 1993 yılına kadar mutlu bir beraberlikleri ve Ahmet, Efe ve Zeynep isimlerinde üç çocukları olacaktır. Geri döndüğünde EİEİ Genel Müdür Yardımcısı olur ve elektrifikasyon üzerine projelerde çalışmaya başlar. Aynı Demirel gibi Demokrat Parti iktidarında genç ve başarılı bir muhafazakâr bürokrat olan Özal’ın kariyeri çıkıştadır. 1961-1962 yılları arasında askerlik hizmetini Milli Savunma Bakanlığı Bilimsel Danışma Kurulu üyesi olarak yerine getiren Özal, yedek subay öğrencisi olarak aynı kurumda çalışan Süleyman Demirel’e komutanlık ve öğretmenlik de yapmıştır (Vikipedi). İki başarılı ve muhafazakar bürokrat arasında o dönemlerde hem bir dostluk, hem de gizli bir rekabet söz konusudur. Askerliği sonrası Devlet Planlama Teşkilatı’nın kurulmasına katkıda bulunan ve ODTÜ’de dersler veren Özal, Adalet Partisi’nin başına Süleyman Demirel’in geçmesi sonrası ona büyük destek verir ve Demirel’in siyasal danışmanı olur. Cemal Gürsel’in yerine Ali Fuat Başgil’in cumhurbaşkanı olması için çalışmalar yürüten Demirel-Özal ikilisi o dönemde askeriyenin tepkisini çekecektir.


Demirel’in 1960’lardaki altın yılları boyunca kendisine yakın bir isim olarak kalan Özal, 1967 yılında DPT Müsteşarı olmuş ve Demirel’in “protégé”si olarak Ekonomik Koordinasyon Kurulu, Para ve Kredi Kurulu, RCD Koordinasyon Kurulu ve AET Koordinasyon Kurulu başkanlıklarında bulunmuştur. DPT’de müsteşar olan Turgut Özal ve Türkiye Petrolleri Anonim Ortaklığı (TPAO) yöneticilerinden olan Korkut Özal o dönemde “takunyalı biraderler” olarak ufak çapta bir şöhrete kavuşacaklardır (Acar, sayfa 165). Zira iki kardeş Özal devlet dairelerine mescit açtırmışlar ve düzenli olarak namaz kılmaktadırlar. Özal 12 Mart 1971 darbesinden sonra ise 1973 yılına kadar Dünya Bankası Sanayi Dairesi’nde danışman olarak çalışmıştır. Türkiye’ye döndükten sonra başta Sabancı Holding olmak üzere birçok sektördeki, birçok şirket için yönetici olarak çalışan Özal, bu dönemde Nakşibendi tarikatıyla olan bağlarını da güçlendirmiştir. Şiddetli bir anti-komünist olan Özal bu dönemde İlim Yayma Vakfı ve Milli Kültür Vakfı gibi İslamcı derneklere de üye olmuştur. Bu bağlantılar sayesinde Özal o yıllarda Necmettin Erbakan’a yakınlaşmış hatta kardeşi Korkut Özal Demirel’in Milliyetçi Cephe hükümetinde Milli Selamet Partisi’nden tarım bakanı olmuştur. Özal’ın siyaset sahnesine ilk çıkışı ise 1977 yılında gerçekleşmiş ancak aday olmayı düşündüğü Adalet Partisi’nin lideri Demirel’in kendisine milletvekili adaylığı önermemesi üzerine Özal, Semra hanımın tüm ikazlarına karşın MSP’den İzmir milletvekili adayı olmuştur. Ancak şehrin kökleşmiş sol-Kemalist ve laik yapısı nedeniyle Turgut Özal bu siyaset sahnesine ilk çıkışında başarısız olmuş ve milletvekili seçilmeyi başaramamıştır. Bu Özal’ın siyasi kariyeri için önemli bir derstir. Özal İslamcı bir geçmişi olmasına karşın toplumun büyük çoğunluğunu oluşturan laik kesimde bu şekilde sempati toplayamayacağını anlamış ve bu nedenle merkez sağ çizgisine yönelmiştir. Zaten ABD’de aldığı eğitimin de etkisiyle benimsediği liberal ekonomi ideolojisi ve modernist projeleri laik burjuvaziye de hitap edebilecek niteliktedir. 1979 yılı sonlarına doğru Başbakanlık Müsteşarı olarak atanan Özal, aynı dönemde Devlet Planlama Teşkilatı Müsteşarlığı görevini de vekaleten yürütmüş ve Demirel’li Milliyetçi Cephe hükümetinin 12 Eylül sonrasının ekonomik anlayışına da damgasını vuracak olan 24 Ocak Kararları’nın baş mimarı olmuştur. 24 Ocak Kararları ile işçilerin sendikalaşma ve toplu sözleşme hakları büyük ölçüde kısıtlanmış ve ekonomide liberalizasyon dönemi başlamıştır. Bu sayede Türk ekonomisi yurt dışında üretilen tüketim mallarına açık hale gelmiş ve Türk sanayicisinin korunmasını amaçlayan ithal ikamesi politikası rafa kaldırılmıştır. Bu kararlar alınırken orduda da darbenin son hazırlıkları yapılmaktadır. 12 Eylül ve sonrası ise Özal’ın altın yılları olacaktır.


Emir-komuta zinciri içinde gerçekleşen 12 Eylül darbesi sonrası yapılanlar kısaca şöyle özetlenebilir: Genelkurmay başkanı Orgeneral Kenan Evren ve Kuvvet komutanları’ndan oluşan (MGK), TBMM’yi ve hükümeti feshetti. Tüm ülkede sıkıyönetim ilan edildi. AP, CHP, MSP ve MHP başta olmak üzere tüm siyasal partiler kapatıldı ve genel başkanlarıyla üst düzey yöneticileri gözaltına alındı. Batı kaynakları da 12 Eylül’ü an be an dikkatle takip ediyordu. “İlk yorumlar batı yanlısı generallerin NATO’dan ayrılamayacağını, ilk fırsatta genel seçimle yönetimi gene sivillere vereceklerini gösteriyor, biçiminde yapılıyordu” (Arcayürek, sayfa 398). Özellikle ABD’nin 12 Eylül’e verdiği büyük destek bu noktada dikkat çekicidir. 29 Eylül 1980 tarihinde Time dergisi Kenan Evren’i “Holding Turkey Together (Türkiye’yi bir arada tutuyor)” başlığıyla kapak yapmıştır (Birand, sayfa 290). Zaten Paul Henze’nin CİA raporlarında yer alan “our boys in Ankara did it” sözü darbecilerin ABD ile olan eski tanışıklıklarının ispatı niteliğindedir. Müdahaleden sonra yasama ve yürütme yetkilerini bünyesinde toplayan MGK, başkanı olan Orgeneral Kenan Evren’i devlet başkanlığı’na getirirken, yeni hükümet Oramiral Bülent Ulusu başkanlığında kurulmuştur. Yeni hükümette son MC hükümeti’nin başbakanlık müsteşarı ve 24 Ocak Kararları’nın mimarı olan Turgut Özal da ekonomiden sorumlu başbakan yardımcısı olarak görev almıştır. Özal böylelikle özlemini duyduğu demokratik ve liberal (!) dönüşüm reformlarını 12 Eylül cuntasıyla beraber bir bir hayata geçiriyor ve yeni İMF programı uygulamaya konuluyordu. Özal’ın 12 Eylül rejimine hükümette görev alarak destek vermesi eski arkadaşı Demirel’le de arasını açacak ve ikili arasındaki gizli rekabet artık açık bir düşmanlığa dönüşecektir. 12 Eylül döneminin en önemli gelişmelerinden biri de, 12 Mart döneminde kısıtlanmasına rağmen Türkiye için hala fazla özgürlükçü bulunan 1961 Anayasası’nın kaldırılarak 1982 Anayasası’nın hazırlanması ve yürürlüğe konulmasıdır. Kısıtlayıcı hükümlerine rağmen % 91,37 oranıyla kabul edilen 1982 Anayasası’nın bu denli sevilmesinin (!) öncelikli nedeni anayasanın referanduma sunulması öncesi askeri yönetimin verdiği karar uyarınca anayasa aleyhinde yazı yazmanın ve konuşmanın yasaklanmış olması ve bir yandan da yeni anayasa lehinde zorla güçlü bir medya rüzgarı estirilmesidir. Dahası referandum yapılırken rejim muhalifi yüz binlerce insanın hapishanelerde, işkencelerde ya da yurtdışında kaçak olarak bulunmaktadır. Ayrıca üçüncü çok önemli sebep, halkın baskıcı askeri yönetime duyduğu tepki nedeniyle anayasayı kabul ederek bir an önce sivil yönetime geçme isteğidir. Zira 1982 Anayasası kabul edilmezse ne yapılacağı belirli değildir. Askeri yönetimin görevde kalması ihtimaline karşın Türk halkı anayasayı büyük ölçüde desteklemek zorunda kalmıştır. Dördüncü olarak referandum oylamasında açık oy-gizli sayım sistemi uygulanmış ve olası bir istenmeyen kararın önüne kesin olarak geçileceği açıkça belli edilmiştir. Bunlara ek olarak anayasanın geçici 15. maddesi ile Kenan Evren ve cuntasının ileride yargılanabilmesinin önü tıkanmış, kendilerine tanınan dokunulmazlık hakkı ile 924 yasanın hukuki olarak denetlenebilmesi engellenmiştir. Tüm bu anti-demokratik gelişmeler olurken Özal görevdedir ve solun başının ezildiği bu gelişmelerden son derece memnundur.


Göreve getirildikten 22 ay sonra, 14 Temmuz 1982 tarihinde istifa eden Özal’ın aklında; sivil yönetime geçilmesinin an meselesi olduğunun belli olduğu bir ortamda erken davranarak otoriter rejime yönelen tepkileri ve Türkiye’deki dört temel siyasal eğilimi (merkez sol, merkez sağ, muhafazakârlık, milliyetçilik) bir siyasal parti çatısı altında toplamak vardır. Böylelikle askeriyenin adamı olarak göreve gelen Özal bir anda “demokrasi şampiyonu” olarak halkın karşısına çıkacaktır! Siyasal kariyeri açısından son derece akıllıca fakat kendisiyle çelişen bu hareket sonrası Özal yaptığı temasları yoğunlaştırır ve 20 Mayıs 1983 tarihinde arkadaşlarıyla beraber Anavatan Partisi’ni (ANAP) kurar. Özal; 6 Kasım 1983’teki genel seçimlerde 400 kişiden oluşan parlamentoda 211 milletvekili çıkararak ANAP’ı iktidar yapar ve kendisi de 45. dönem Başbakanı olur (Vikipedi). Özal dört eğilimi birleştirme düşüncesini büyük ölçüde gerçekleştirmiştir. Gerçi sosyal demokratlardan ve eski tüfek solculardan beklediği desteği bulamamıştır ama milliyetçiler, İslamcılar ve liberaller ANAP çatısı altında buluşmuştur. Serbest piyasa ekonomisi TSK’nin de desteğiyle artık geri dönüşü olmayacak bir şekilde ülkeye ve topluma dikte ettirilmiştir. Özal da kalan reformları gerçekleştirmek için yola koyulur. Birbiri ardına gelen özelleştirmeleri, baskıcı askeri rejimin etkilerini kırmaya yönelik demokratikleşme reformları da izler. Özal’ın geçmişi görmezden gelinmiş ve kendisi planladığı gibi bir anda demokrasinin sembolü olmuştur. Hatta lehte bir karar çıkmayacağını düşünen ve Demirel’e son bir darbe vurmak isteyen Özal, 1987 yılında siyasal yasakların kalkması konusunda referanduma gider. Ancak halk, ANAP iktidarına tepkisinden olsa gerek eski yüzleri yeniden siyaset sahnesinde görmek istemektedir. Böylelikle Demirel Özal’dan rövanşı almıştır. ANAP’la beraber Özal ailesi de artık iktidardadır ve medyanın gözü onların üzerindedir. Özal ailesinin skandallarını zaman zaman terbiye sınırlarını da aşacak bir şekilde dile getiren Emin Çölaşan’ın “Turgut Nereden Koşuyor” kitabı o dönemde best-seller olmuştur. Ancak Özal ailesinin skandalları bitmek bilmemektedir. Özal zaman zaman ilkesizliğe kaçan pragmatist siyaset anlayışı, neo-liberal reformları ve askerleri şortla selamlamak gibi rahat tavırları nedeniyle iktidarda olmasına karşın özellikle sol-Kemalist kesimin baş hedefi haline gelmiştir. 1987 yılında yapılan seçimler sonrasında tekrar hükümeti kuran Özal, partisinin oyu düşmesine rağmen başbakanlığını devam ettirir. 18 Haziran 1988’de Anavatan Partisi 2. Olağan Kongresi sırasında Kartal Demirağ tarafından başarısız bir suikast girişimine hedef olan Özal, 31 Ekim 1989’daysa Kenan Evren’in görev süresinin bitmesi üzerine TBMM tarafından Türkiye Cumhuriyeti’nin 8. Cumhurbaşkanı olarak seçilir ve 9 Kasım 1989 tarihinde bu görevine resmen başlar (Biyografi.net). Özal Cumhurbaşkanıyken de oldukça aktif bir politikacı olmuş ve kararları kendi kontrolündeki başbakan Yıldırım Akbulut’u kullanarak kendisi almaya gayret göstermiştir. Başlarda askerle ilişkilerine büyük özen göstermesine karşın daha sonra giderek kişisel bir yönetime yönelen Özal, tam da Kürt sorunu konusunda federalizmin bir çözüm olabileceği yönünde açıklamalar yapacağı iddia edilen bir dönemde 17 Nisan 1993 tarihinde geçirdiği “by pass” ameliyatının ve fazla kilolarının da etkisiyle kalp krizi geçirerek vefat etmiştir. Özal döneminde yapılan liberal ekonomi ve kapitalist bir demokrasiye yönelik kalıcı reformlar oldukça tartışmalıdır ancak ben bu yazıda daha çok Özal’ın kişiliği, Türk demokrasisine etkisi ve fikriyatı üzerinde durmak istiyorum.


Yavuz Gökmen’in de “Özal Sendromu” isimli kitabında belirttiği üzere Özal’ın kişiliğinin gelişiminde annesinin büyük etkisi vardır. Hafize Özal dindar olmasına karşın güçlü ve aile adına kararları kendisi alabilen bir kadındır. Turgut Özal da hayatı boyunca babasından çok annesine yakın olmuştur. Bu otoriter figürün gölgesinde yetişen Özal, daha sonraları çıkacağı siyaset sahnesinde genelde otoriter tavrı ve kendi başına kararlar almasıyla ünlenecektir. Tüm bu güçlü iktidar ve “benmerkezci” tavrına karşın annesinin etkisiyle olsa gerek Özal hayatı boyunca kadınlara yönelik yumuşak tutumuyla bilinmiştir. Özal konu kadınlar olduğunda bir İslamcıdan beklenmeyecek kadar özgürlükçü ve ılımlıdır. Karısı Semra Özal’la olan ilişkisini de bu bağlamda değerlendirmek sanırım hatalı olmaz. Ayrıca Özal’ın başarısızlıkla noktalanan ilk evliliği de Özal’ın karısına ve genel olarak kadınlara, kadın haklarına yönelik yumuşak bakışında etkili olmuş olabilir. Özal’ın bu tavrı İslamcı olan kardeşleriyle de sık sık arasını açacaktır (Gökmen, sayfa 24). Yavuz Gökmen’e göre evde dominant taraf olan Semra hanım yalnızca ev işlerinde değil siyasal alanda da Turgut Özal’a karışmakta ve kararlarına etki yapmaktadır. Hatta Semra Özal’ın kocasına yaptığı baskılar sonucu siyasete girmesi ANAP üst düzey yöneticilerinin ikna çabalarıyla son anda engellenmiş ve partinin daha fazla yara alması önlenmiştir. Özal dindar bir kimse olmasına karşın siyasal hayatına ve kişiliğine yön veren birincil faktör dindarlığından çok yeniliğe ve zenginliğe olan düşkünlüğüdür. Bu nedenle Özal hayatı boyunca Amerikan toplumuna ve siyasal sistemine imrenmiştir. Ayrıca basının önünde alkollü içki kullanmaktan ve modern bir yaşam tarzı sürmekten çekinmemiştir. Gelenek ve modernite arasında uzlaşma sağlayan bir öncü olmaya çalışmış ve bunu kimi noktalarda başarmıştır.


Özal’ın siyaset çizgisinde ön plana çıkan özellik pragmatizmdir. Özal aynı Demirel ve diğer merkez sağ liderleri gibi olaylara -tabii ki belli bir dünya görüşü perspektifinde- gerçekçi yaklaşmış ve maksimum çıkar arayışında olmuştur. Birinci Körfez Savaşı’nda ABD askerlerine hava sahamızı ve İncirlik üssünü açan Özal, “bir koyup üç almak” istemiş ancak umduğu gelişmeler yaşanmamıştır. Müslüman bir ülkeye yapılacak bu saldırı Özal’ın İslamcı damarını kabartmamış ve pragmatizmi ağır basmıştır. Yine İslami dogmalarla örtüşmediğini bilmesine rağmen Özal katma değer vergisi’ni uygulamaya koymaktan çekinmemiştir. Tüm bu örneklerden görülebileceği üzere Özal’ın İslamcılığı siyasi çizgisine yön veren temel etken değildir. Aslına bakılırsa Özal’ın karakteri fazlasıyla eklektiktir. Bu eklektik yapının temel kaynakları liberalizm, muhafazakârlık, İslamcılık, modernizm-teknoloji ve pragmatizmdir. Özal’ın kafasında Amerikan toplumu benzeri önemli bir kısmı zengin olan, rahat yaşayan ve bol bol tüketen bir toplum yaratmak vardır. Ayrıca Özal hayatı boyunca kendine aşırı özgüven duyan bir isim olmuştur. Tüm danışmanlarına rağmen kararları genelde karısıyla birlikte kendisi almış ve kimseye söz hakkı tanımamıştır. Bu nedenle Özal’ı özellikle parti iç işlerinde otoriter bir lider olarak tanımlamak yanlış olmayacaktır (Donat, sayfa 260). Özal’ın bu aşırı özgüveni kendisine sorunlar da yaratmış ve mesela 1987 siyasal yasaklar referandumunda Demirel’i siyaset sahnesinden tam anlamıyla silmek isterken kendisine merkez sağda çok güçlü bir rakip yaratmıştır. Özal popülizm konusunda da diğer merkez sağ liderlerinden eksik kalmamıştır. 1980’lerle beraber popüler kültür dayatmasının arttığı bir dönemde Özal da şarkıcılarla İbrahim Tatlıses, sporcularla Naim Süleymanoğlu yakın dostluklar kurmak ve bu yolla oyunu arttırmaktan çekinmemiştir. Özal’ın siyaset alanında güvendiği kimseler ve oluşturduğu ekip genelde devlet bürokrasisinden yıllardan beri tanıdığı muhafazakâr kişilerden oluşmaktadır. Hasan Celal Güzel, Mehmet Keçeciler, Ekrem Pakdemirli, Yıldırım Aktürk, kardeşleri Yusuf Bozkurt Özal ve Korkut Özal ve kuzeni Hüsnü Doğan bu isimlerin başında gelmektedir. Ayrıca Özal Mülkiye mezunu eski tüfek solculardan kendisine iyi bir danışman kadrosu kurmuştur. Ancak bu ekibin siyasal kararlara etkisi de yalnızca Özal’a bilgi vermek düzeyinde kalmıştır. Zira Özal ekonomiyi en iyi kendisinin bildiğini ve kararları en doğru şekilde kendisinin alacağına inanmaktadır. Özal modern bir yaşam sürmesine karşın Nakşibendi tarikatıyla olan bağlarını da hiçbir zaman koparmamıştır. Necmettin Erbakan gibi açık bir mürid olmasa da, Özal bu cemaatin ve genel olarak muhafazakâr eğilimli kimselerin desteğini kaybetmemek için özel çaba göstermiştir. Özal ailesinin özel yaşamı nedeniyle siyasal yaşamında büyük yaralar almış ve genelde yumuşak bir eş ve baba görüntüsü çizmiştir. Hızlı araba kullanmayı çok sevdiği de bilinmektedir.


Özal’ın modernist projeleri ve yaşamı, parti içerisindeki İslamcı kökenlileri oldukça rahatsız etmiş ve milliyetçi muhafazakârlar olarak bilinen grup daha sonraları Refah Partisi’ne geçmişlerdir. Özal bu grubu uğradığı suikast sonrası da imalı bir şekilde suçlamıştır. Bu grubun karısı ve çocukları hakkında çıkan söylentiler sonrası da parti içerisinde liderliğini sorgulamaya başlamaları üzerine Özal bu grupla arasındaki mesafeyi giderek açarak partinin liberal kanadıyla olan bağlarını güçlendirmiştir. Özal her zaman Başkanlık sistemi yanlısı bir politikacı olmuş ve bunu da açıkça dile getirmiştir. Cumhurbaşkanlığı makamının hızlı-etkin bir yürütme gücünün oluşmasına engel olduğuna düşünmüş, dahası bu makam nedeniyle yapmak istediği neo-liberal reformların bazılarının geri dönmesini ve büyük tartışmalar yaratmasını bizzat yaşamıştır. Özal’ın belki de akıllarda kalacak en büyük yanlışı ahlaki yozlaşmayı ve rüşveti adeta teşvik eden “benim memurum işini bilir” tarzı açıklamalarıdır. Denilebilir ki Özal döneminde ahlaksızlık ve hırsızlık devletin Başbakanı'ndan yanı resmi ağızdan yapılan açıklamayla serbest bırakılmıştır. Daha sonra ülkeyi ekonomik felakete sürükleyecek hayali ihracatların, banka hortumlamaların temeli o yüzden denilebilir ki Özal döneminde atılmıştır. Özal bir anlamda her toplumda varolan ahlaksızlığı ve yolsuzluğu kurumsallaştırmıştır. Özal’ın esas sahneye çıktığı alanlar Başbakanlığı ve Cumhurbaşkanlığı döneminde diplomasi ve uluslararası ilişkiler olmuştur. Özal büyük ülke liderleriyle olan ilişkilerine büyük önem göstermiş ve dış siyasette daima dünya medyasında ön plana çıkmak istemiştir. Özellikle Amerikan Başkanı baba George Bush’la yakın ilişkiler kurduğu bilinmektedir. Bu atılgan ve aktif tutumu Türk Dış İşleri geleneğiyle kimi noktalarda ayrılmış ve bu nedenle birçok küçük kriz de yaşanmıştır. Mesela Birinci Körfez Savaşı’nda ABD’ye açık destek veren ve hava sahası ve üslerini açma kararı alan Özal bu konuda Dış İşleri ve Genelkurmay başkanı Necdet Torumtay’a hiç fikir danışmamış ve bu nedenle Torumtay görevinden istifa etmiştir.


Özal’ın demokrasi anlayışı maalesef diğer pek çok merkez sağ liderinde olduğu gibi tutarsızdır. Askeri darbenin atadığı Ekonomi Bakanı olarak parlamasının yanı sıra, kendisi “anayasayı bir kere delmekle bir şey olmaz” gibi bir sözü söyleyebilmiştir. Bu nedenle pragmatizminin demokratlığına ve sorumlu devlet adamlığına çok daha ağır bastığını söylemek sanırım yanlış olmayacaktır. Özal’ın siyasal çizgisini netleştirmek gerekirse kendisi bir ideolog olmamakla birlikte pragmatist bir liberaldir ve piyasa dengelerine inanmaktadır. Ortadirek’in oylarıyla iktidara gelen Özal belki de iktidardayken en çok bu kesimin canını yakmıştır. Zira uyguladığı İMF programı ve enflasyonist politikalar sürekli artan bir enflasyona neden olmuş ve Türkiye enflasyon canavarıyla ilk kez o dönemde tanışmıştır. Ancak liberallerin tartışmalı demokratlığı ve 12 Eylül’cülerin adamı olmasına karşın Özal’ı sevmeleri için güçlü bir nedenleri vardır. Zira Türkiye’nin Kemalizm’in bağımsızlıkçı ve devletçi etkisinden kurtulup Batı yanlısı bir piyasa toplumu haline getirilmesi Özal döneminde büyük bir başarıyla gerçekleştirilmiştir. Özal’ın reformları toplumda kökleşmiş ve Türkiye içinden çok zor çıkılabilecek, geriye çok zor dönülebilecek bir yola girmiştir. Bu nedenle sol partiler dahi devrimci sloganlarla başladıkları 12 Eylül sonrası kariyerlerinde kısa sürede sosyal demokrasiye ve neo-liberalizme yönelmek zorunda kalmışlardır. Diyebiliriz ki Özal döneminde kültürel anlamda da bir karşı-devrim süreci yaşanmıştır. Türkiye’nin Kemalist, bağımsızlıkçı, okuyan-düşünen-tartışan, ülkesine sahip çıkan ve siyasette söz sahibi olmak isteyen gençleri bir anda ortadan kaybolmuş ve tüketime yönelmiş, depolitizasyon süreci yaşamış yeni bir gençlik yani Özal gençliği türemiştir. Özal gençliği aslına bakılırsa toplumun neredeyse tamamına yayılmıştır.


Sonuç olarak benim düşünceme göre Turgut Özal Türk demokrasisine bazı katkıları kadar bazı zararlar  da vermiş bir liderdir. Sempatik bir kişi olmasına karşın siyaset sahnesinde yaptıklarının bir bölümü tartışmalıdır. Türkiye onun döneminde anti-demokratik bir şekilde serbest piyasa ekonomisine yönlendirilmiş ve Türk halkı tüketim toplumu olmaya zorlanmıştır. Özal bunları yaparken başlarda askeriyenin desteğini çok iyi kullanmış, daha sonra ise bir anda demokrasi havarisi kesilip askeriyeye yönelen tepkileri arkasına almış ve planlarını kaldığı yerden uygulamaya devam etmiştir. Yani bir anlamda Özal Türk halkına çok güzel bir “fake” atmıştır. Zira Özal’a başlarda destek verenlerin önemli bir kısmı Türkiye’de gerçekten sivil bir demokrasinin kurulmasını isteyen ancak kısa sürede Özal’ın amacının bir daha solun ortaya çıkamayacağı bir düzen kurmak istediğini fark eden solculardır. 12 Eylül rejimi ile beraber sola karşı ilaç olarak düşünülen İslamcılık ve muhafazakârlığın yükselişinde de Özal’ın büyük emekleri vardır. Özal döneminde diyebiliriz Türkiye’de siyaset alanındaki parametreler değişmiştir. 12 Eylül öncesinin sağ-sol çatışması ve sosyalizm-kapitalizm çekişmesi sağın ve kapitalizmin kesin zaferiyle sonuçlanmış ve Özal kuralları galip tarafın istediği şekilde baştan yazmıştır. Bu nedenle genelde pragmatizmleriyle meşhur liberallerin Özal’ı ikinci bir Atatürk olarak nitelendirmelerine şaşmamak gerekmektedir. Özal’ın bu başarısı Amerika Birleşik Devletleri’nin ve ona yakın olmayı uygun görerek Kemalizm’i tasfiye eden 12 Eylül’cü TSK üst düzey yöneticilerinin de başarısıdır. Özal belli bir rota verilen geminin dümenine oturmuş ve rotayı fazla kırmadan geminin yoluna devam etmesine yardımcı olmuştur.

KAYNAKLAR
- Çölaşan, Emin, “Turgut Nereden Koşuyor”, (1989), İstanbul: Tekin Yayınevi
- Çölaşan, Emin, “Turgut’un Serüveni”, (1993), İstanbul: Tekin Yayınevi
- Acar, Feride, “Turgut Özal: Pious Agent of Liberal Transformation”, Metin Heper ve Sabri Sayarı’nın “Political Leaders and Democracy in Turkey” kitabından, (2002), Lanham: Lexington Books
- Donat, Yavuz, “Özal’lı Yıllar: 1983-1987”, (1987), Ankara: Bilgi Yayınevi
- Gökmen, Yavuz, “Özal Sendromu”, (1992), İstanbul: V Yayınları
- Arcayürek, Cüneyt, “Demokrasi Dur 12 Eylül 1980”, (1986), Ankara: Bilgi Yayınevi
- Birand, Mehmet Ali, “12 Eylül Saat:04:00", (1984), İstanbul: Karacan Yayınları
Ozan Örmeci

Bu makale Ozan Örmeci'nin "İttihat ve Terakki'den AKP'ye Türk Siyasal Tarihi" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için İdefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder