Sayfalar

21 Temmuz 2010 Çarşamba

Edward Said ve Şarkiyatçılık



Tam ismi “Edward Wadie Said” olan, 11 Kasım 1935 doğumlu ve maalesef kısa bir zaman önce 25 Eylül 2003’te kaybettiğimiz Filistin asıllı Amerikalı edebiyat eleştirmeni, dil bilimci, düşünür, yazar ve Filistin davası aktivisti Edward Said, Marksizm’den bu yana akademik dünyada belki de en etkili teorik ekol olarak kabul edilebilecek Oryantalizm araştırmalarının (Orientalism-Şarkiyatçılık) kurucusudur. Said, o dönemlerde İngiliz sömürgesi olan Filistin’in Kudüs şehrinde 1935 yılında Amerikan vatandaşlığı da bulunan Filistinli Hıristiyan zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya gelmiştir. Küçüklüğünü babasının işleri nedeniyle Kahire ve Kudüs arasında mekik dokuyarak geçiren Said, 12 yaşında ailesi batı tarzı bir eğitim almasını istediği için St. George's Academy’e başlamıştır. 1948 Arap-İsrail Savaşı nedeniyle Kahire’de Victoria College’da öğrenimine devam eden Said, ailesinin Amerika Birleşik Devletleri’ne yerleşmesi sonrası önce liseyi Massachusetts’te tamamlamış, daha sonra da Princeton’da İngiliz Edebiyatı bölümünden mezun olmuştur. Yüksek lisans ve doktora derecelerini Harvard’dan yine İngiliz Dili ve Edebiyatı bölümünden alan Said, 1963 yılında Columbia Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalışmaya başlamıştır. Columbia’da profesörlüğe kadar yükselen Said daha sonraları Harvard, Johns Hopkins ve Yale gibi üniversitelerde de ders vermiştir.

Renkli yaşamı, cesur siyasal duruşu ve akademik başarılarıyla yaşamı boyunca adından hep söz ettiren Said, “Orientalism” isimli olay yaratan eseri ve daha sonra 2000 yılında Lübnan sınırında bir İsrail karakoluna taş atarken çekilmiş fotoğrafı nedeniyle özellikle Amerika Birleşik Devletleri’ndeki güçlü Yahudi lobisi tarafından anti-semitik olmakla suçlanmış, hedef haline getirilmiş ve üniversitedeki işinden uzaklaştırılması için aleyhine kampanyalar dahi başlatılmıştır. Said’in söylediği ve yaptıklarının birilerini çok rahatsız ettiğini açıkça görebiliyoruz. Peki, bu rahatsızlıkların kaynağı olan “Orientalism: Western Conceptions of the Orient” isimli eserinde Said temel olarak neleri söylemiştir?

İlk olarak bir makale şeklinde yayınladığı ancak büyük ilgi görmesi üzerine daha sonra kitaplaştırdığı 1978 yılında yayınlanan ünlü eseri “Orientalism: Western Conceptions of the Orient”’de Said temel olarak oryantalist düşüncenin Batı dünyası ve Batılı kimliğinde ne derece kuvvetli ve içselleşmiş olduğunu ve Batı medeniyetinin bir anlamda kendisini bu karşıtlık üzerinden tanımladığından bahseder. Michel Foucault’nun belki de en verimli şekilde kullandığı ve modernist-yapısalcı düşünce sisteminin genlerinden bulunan ikili karşıtlıklar metodundan faydalanarak, Said bu önemli eserinde bir anlamda bütün Batı medeniyeti ve söyleminin yapısökümünü yapmaktadır. Said’e göre Batı medeniyetinin köşe taşı olmuş tüm eserlerinde bulunan Şarkiyatçı düşünce sistemi o derece kuvvetlidir ki, kendisine karşı olan doğu merkezli düşünceler dahi bu söylemden fazlasıyla etkilenmişlerdir. Oryantalist söylemin dışına çıkmanın zorluğunu üstat açıkça ifade eder .

Bu inanılmaz karmaşık ve doğal olarak kabul edilebilecek kadar içselleştirilmiş söylemi incelemeye geçmeden önce Said Oryantalizm’in üç farklı tanımı olduğundan söz eder. Birinci anlamıyla Oryantalizm, “Orient” yani Doğu dünyasına yönelik çalışmalar anlamına gelmektedir. İkinci anlamıyla Oryantalizm, Batı yani Occident’in Doğu yani Orient’i tanımlamasındaki ontolojik ve epistemolojik ayrımcılıktır. Üçüncü ve son anlamıyla Oryantalizm, Batı dünyasının Doğu ülkeleri üzerinde hâkimiyet oluşturmalarına yol açan ön yargılı, fantezilere, imajlara ve hayallere dayalı düşünce sistemidir . Said’i esas ilgilendiren tabii ki Oryantalizm’in ikinci ve üçüncü anlamlarıdır. Şarkiyatçılığın ikinci anlamını ele alırsak epistemolojik ve ontolojik anlamda karşımıza çıkan sorunlar şöyle özetlenebilir. Epistemolojik sorun, Batı’nın bu düşünce sistemiyle hem kendi hayali zıttı olarak gördüğü Doğu’yu, hem de bu karşıtlıktan yola çıkarak Batı’yı yani kendisini tanımlaması ve böylelikle bilgi üretiminde tekelinin bulunmasıdır. Yani hem Batı, hem de Doğu, Batı tarafından bu karşıtlık vasıtasıyla tanımlanmaktadır ve bu da bilginin doğruluğunun Batı ile sınırlandırılması demektir. Ontolojik çelişki ise Batı’nın Doğu’nun varlığını baştan geri, çağdışı ve en önemlisi kendisine bağlı olarak görmesidir. Doğu’nun öznel kimliği, bu şekilde Batı’ya bağlı olarak tanımlanmış ve adeta ortadan kaldırılmıştır.

Oryantalizm’i siyasal boyutları çok daha somut ve tehlikeli olan üçüncü anlamıyla ele alırsak, Şarkiyatçı düşünce sistemi Batı’nın Doğu üzerinde ekonomik ve siyasal hegemonya kurmasına meşruiyet kazandırmaktadır. 19. yüzyıldan başlayarak özellikle İngiliz ve Fransız siyasal söylemlerinde bu emperyalist çaba açıkça görülmektedir. Doğu; egzotik, mistik, zayıf, duygusal, rasyonel olmayan ve yönetilmeye muhtaç bir kadındır. Batı ise rasyonel, güçlü, sert ve yöneten bir erkektir. Doğu kendi başına medeniyete ulaşılabilecek bir yer değildir. Ataletin, zevk ve sefanın, acının, yenilginin, hüznün adresidir. Said, Batı medeniyetinde yapı taşı haline gelmiş düşünce sistemlerini, edebiyat eserlerini, popüler kültür imgelerini birer birer masaya yatırarak Oryantalizm’in bu üçüncü anlamının işleyişini somutlaştırmaya çalışır. Bu düşünce akımı Avrupalı devletlerin ve sonrasında Amerika'nın direkt (fiziki) ve endirekt (kültürel ve ekonomik) emperyalizmine bahane olarak kullanılmaktadır. Rudyard Kipling’in, Joseph Conrad’ın, Gustave Flaubert’in romanlarının, Montesquieu’nün iklim teorisinin, John Stuart Mill liberalizminin ve hatta Marksizm’in Hindistan’a olan yaklaşımının temelinde Said’e göre hep Şarkiyatçılık vardır. Said’in düşüncesinde “Doğu”; Batı tarafından inşa edilmiş hayali, kurmaca bir kavramdır ve Batı nedeniyle doğululaştırılmıştır. Yuvarlak (geoid) şekli olan dünyanın belli bir bölgesine Batı, belli bir bölgesine Doğu denilmesinin nedeni de budur. Greenwich meridyeninin başlangıç noktası olarak kabul edilmesi de Oryantalist söyleme dayalı bu “hayali coğrafya” anlayışının ve Batı hegemonyasının bir ürünüdür . Peki, Oryantalizm nasıl bu denli güçlü ve yaygın bir hale gelebilmiştir?

Edward Said’e göre Oryantalizm’in bu denli güçlü olmasının birincil sebebi; Batı medeniyetinin bu karşıtlık üzerine kurulu olması ve dahası siyasal iktidarların ekonomik ve politik çıkarlar nedeniyle bu söylemi sürekli yeniden üretmeleridir. Doğu’nun geri kalmışlığı ve yardıma muhtaçlığı Batı’nın oraya özgürlük götürmesi ve doğal kaynaklarını işletmesi için yeterli bir sebeptir. Bu hayali düşünce sistemi Batı’nın genlerine o denli işlemiştir ki Batılı turistler bir Doğu ülkesine geldiklerinde fes takmak, hamam görmek, camileri gezmekten keyif alırlar ve Batı tipi bir şehir yaşamını Doğu’da görmek istemezler. Tam da bu nedenledir ki; Sertap Erener bir cariyenin sultanına olan aşkını konu alan harem temalı bir şarkı yazınca (Everyway That I Can) Eurovision yarışmasını kazanma şansı olur ya da Ferzan Özpetek’in harem, cinsellik ve homoseksüellik temalı buram buram oryantalizm kokan filmleri Batı’da büyük ilgi görür. Oryantalist söylem zaman içerisinde o denli güçlü hale gelmiştir ki, Doğu toplumlarında dahi içselleştirilmiştir. Doğu ülkelerinde ortaya çıkan modernizasyon hareketlerinde görülen geri kalmışlık, geç kalmışlık, aşağılık kompleksi ve Batı hayranlığı yine bu söylemin uzantılarıdır. Batı dünyası için Doğu asla gelişemez, gelişmemelidir... Doğu dünyası da Batı’nın bu büyük üstünlüğü karşısında çaresizdir ve içselleştirilmiş bir eziklik taşımaktadır.

“Orientalism” kitabının yayınlanmasından sonra kendisine yöneltilen tepkilere cevap olarak kaleme aldığı “Orientalism Reconsidered” isimli eserinde Said, sosyal bilimler dünyasına adeta bomba gibi düşen eseri nedeniyle Siyonistlerin ve İslami ekstremistlerin kendisine nasıl saldırdıklarını anlatır ve sonrasında Oryantalist söylemi sürekli yeniden üreten Batılı bazı ideologların üzerinde durur. Said’in ilk kurbanı (!) Bernard Lewis’tir. Yaşayan en büyük oryantalist olarak nitelediği Lewis’in “The Muslim Discovery of Europe” kitabını mercek altına alan Said, Lewis’in bu kitapta gelişmeye açık, merak eder, bilimsel-araştırmacı tavrın yalnızca Batı dünyasında bulunduğunu ve Batı’nın Doğu’ya gösterdiği ilgide bu araştırmacı kimlikten başka bir amacın bulunmadığını ifade etmesini eleştirir. Lewis’in yanında yeni muhafazakâr akımın önemli ideologlarından olan Daniel Pipes ise “In the Path of God: Islam and Political Power” isimli kitabında; İslam ve Doğu toplumlarının geriliğinden, aşağılık komplekslerinden, kendini yönetmek konusundaki acizliğinden bahseder ve gayet pişkin bir şekilde Batı dünyasının Doğu’ya olan ilgisinin “insani” nedenlerden kaynaklandığı iddia eder. Said’e göre bu iddialar Batı’nın Doğu üzerinde otorite kurma amacını meşrulaştıran maksatlı siyasal sözlerdir. Makalesinin son bölümlerinde medyanın ve popüler kültürün Oryantalist söylemi nasıl güçlendirerek yeniden ürettiğine dikkat çeken Said’e göre bir değişimin başlatılması şarttır ve bu konuda da görev ilk olarak akademisyenlere düşmektedir. Eğer Batılı akademisyenler makro siyasal-stratejik projelere hizmet etmek yerine kendi eserlerinde Oryantalist öğeler kullanmayı bırakabilirlerse, daha sonra sosyal ve siyasal hayatta da bunun yansımaları görülebilecektir. Bu noktada zaten hayatı boyunca daima aristokratik bir tavrı bulunmuş Said’in akademik seçkinciliğini görmek mümkündür.

Kuşkusuz Said’e yapılabilecek en büyük haksızlık onu Batı medeniyeti ve modernite düşmanı olarak algılamaktır. Her ne kadar oryantalist düşüncenin yarattığı Batı-Doğu karşıtlığını sürdürüyor gözükse de, Said aslında Foucault’cu bir yöntemle daha evrensel bir düzeyden konuşmaktadır. Zaten kendisinden önce bu konuyu işleyen Mısırlı sosyolog Anvar Abdel-Malek gibi başkaları da olmuş (Timur, sayfa 178), ancak hiçbiri Said kadar evrensel bir dilde konuşamadıkları ve “öteki” fanatikliği yaptıkları için çalışmaları büyük ses getirmemiştir. Taner Timur’un çok doğru bir şekilde gözlemlediği üzere Arap dünyasında ve ülkemizde Said’in oryantalizm teorisi zaman zaman kolaya kaçılarak insanlığın ortak ürünü olan çağdaş medeniyeti reddetmek için kullanılmaktadır. Post-modern ve post-yapısalcı düşüncenin mutlak göreselci eğilimleriyle güçlenen bu akım çok tehlikeli bir yönde ve çok büyük bir hızla ilerlemekte ve ne yazık ki fanatik “öteki” teorisyenleri tarafından düşünce dünyasında Aydınlanma reddedilmeye, unutturulmaya çalışılmaktadır. Oysa bizzat Said ve benzeri düşünürler Aydınlanma ve modernizmin çocukları değiller midir? Ya da “post-modern (modern sonrası)” teriminde olduğu üzere bir akım ya da dönemi makro bir gözle tanımlamak ve önceki süreçten ayırmak modernist bir tavır değil de nedir? Taner Timur gibi biz de soralım; “Yoksul ülkeler aydınlarının sarılabileceği tek silah olan rasyonalizm silahını battal ilan etmek kime ne kazandırabilir? Ayrıca, nihayet, Batı’nın Oryantalizm giysileri içinde sunduğu önyargılara en ciddi bir şekilde kavga veren kavram ve kavramlar da Batı’nın eseri değil midir?” (Timur, sayfa 188).

Edward Said’e getirilebilecek bir diğer eleştiri ise Marksizm eksenlidir. Oryantalist düşüncenin emperyalizmin doğması ve ilerlemesine büyük katkıda bulunduğu bir gerçektir ancak bizzat bunları eleştiren ve kendi çizgisel ilerleme mantığında evrensel bir dille konuşan Karl Marks’ın oryantalist ilan edilmesi Taner Timur’un da belirttiği üzere büyük bir haksızlıktır. Yazıyı isterseniz Edward Said’in güzel bir sözüyle noktalayalım: “Benim iddiam, tarihin insanlar tarafından yapıldığı ve aynı şekilde yok edilip yeniden yazılabileceğidir”…




KAYNAKLAR
- Said, Edward, “Orientalism: Western Conceptions of the Orient”, 1978, New York: Pantheon Books
- Said, Edward, “Orientalism Reconsidered”, 1985, http://webpages.ursinus.edu/rrichter/saidedward.htm
- Timur, Taner, “Yakın Osmanlı Tarihinde Aykırı Çehreler”, 2006, Ankara: İmge Kitabevi, “Oryantalizmler Tartışması”, sayfa 175-190
-Wikipedia.org, http://www.wikipedia.org/

Ozan Örmeci

Bu makale Ozan Örmeci'nin "Popüler Kültür" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için; Kitap Yurdu, İdefix ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder