Sayfalar

21 Ağustos 2009 Cuma

Türkiye'de Neden Demokrasi Yok?


-->
Demokrasi terimi Türkiye’de son yıllarda anlamı ve özü bilinmeden de olsa en çok kullanılan kelimelerden biri haline geldi. Bu duruma en azından slogan düzeyinde de demokrasi bilincinin yayılması açısından olumlu bakmak mümkün. Ancak Türkiye’de sağlıklı işleyen ve milli iradeyi temsil eden demokratik bir rejimin yürürlükte olduğunu iddia edenlere sorulmak üzere bazı sorularım olacak. Umarım bu sıkıntılar aşılarak Türkiye’de gerçekten demokratik bir rejimin hüküm süreceği ve sağlıklı bir milli irade temsilinin gerçekleşeceği günleri gelecekte görebiliriz.
İlk olarak demokrasi bilindiği üzere özgür bireylerin yapacağı özgür tercihler üzerine kurulu bir rejimdir. Ancak ülkemizin başta Güney Doğu Anadolu bölgesi olmak üzere çeşitli bölgelerinde halen hâkim olan feodal yapı nedeniyle bu bölgelerde kişilerin kendi aşiret reisleri, beyleri, toprak sahiplerinin buyrukları dışında özgür bir seçim yapabildiklerini iddia etmek son derece zordur. Nitekim Atatürk’ün çok istemesine rağmen gerçekleştiremediği toprak reformu nedeniyle bu ve benzeri feodal yapının egemen olduğu yerlerde hangi partinin seçileceği bölgenin elit kesimlerinin tercihlerine göre şekillenmekte ve demokrasi sadece görünürde işlemektedir. Benzer bir şekilde Anadolu’da ve büyükşehirlerimizin çeşitli bölgelerinde yaygın olarak görülen cemaat-tarikat yapılanmaları nedeniyle, demokrasinin dayandığı temel unsur olan özgür birey ülkemizde hızla yok olmakta ve bireylerin tercihleri şeyhler, dervişler tarafından belirlenerek görünürde demokratik olan bir rejimde bazı siyasal partiler çeşitli aşiret-tarikat-cemaat-çıkar odakları ittifakına dayalı şekilde iktidara gelebilmektedirler. Artık hepimizin görmesi gereken şey; Cumhuriyet’in hedeflediği özgür ve bağımsız, akıl ve bilimi kendine rehber edinmiş çağdaş insanı yaratamayan ülkemizde demokrasicilik oyunuyla avutulduğumuz sürece sürekli yerimizde sayan, uyutulmaya ve geri kalmaya devam eden bir toplum olarak kalacağımızdır.
Türkiye’de demokrasinin reel anlamda uygulanmasını engelleyen bir diğer önemli faktör ülkemizde demokrasinin yalnızca bir prosedürler ve kurallar rejimi olarak algılanması ve demokrasinin bir yaşam kültürü olduğu gerçeğinin göz ardı edilmesidir. Evinde karısını döven ve onun hangi partiye oy vereceğine kendisi karar veren dogmatik düşüncedeki baskıcı insanlarla, koşulsuz itaat düzenini barındıran şeyh-mürit ya da ağa-köylü ilişkisine dayalı bir sosyal çevrede demokrasinin yalnızca sandıkta gerçekleşebileceğini zannetmek büyük bir yanılgıdır. Demokrasinin hane içinden başlayarak camiye, kışlaya, okullara, çeşitli devlet kurumlarına, siyasal partilere (parti içi demokrasi) uzanmadığı bir düzen içerisinde demokrasinin gerçek anlamda uygulanabilmesi imkânsızdır. Böyle bir düzen içerisinde oynanan demokrasicilik oyunu da her zaman için ülkenin gelişmesinden, ilerlemesinden yana olan kesimlerin zararına işleyecek bir süreci beraberinde getirmektedir. Oysa istediğimiz demokratik rejim, demokrasiyi herkesin bir yaşam kültürü olarak benimsediği ve böyle yaşadığı uygar ve barışçıl bir toplumda uygulanabilir.
Üçüncü olarak ünlü Karşılaştırmalı Politika uzmanı Adam Przeworski’nin tabiriyle “şehirdeki tek oyun” olan yani toplumun tüm kesimleri tarafından içselleştirilen ve sınırları bilinen demokratik rejim ülkemizde demokrasi dışı aktörlerin varlığı nedeniyle böyle bir kurumsallaşma düzeyine erişememiştir. Öncelikle mevcut laik sistemi değiştirmek isteyen ve ılımlı İslam ya da daha kısıtlı ölçekte şeriat devleti gibi talepleri olan radikal dinci unsurların ve güçlü cemaatlerin varlığı ve onların demokratik rejime olan olumsuz bakışları demokrasinin kökleşmesini engelleyen önemli faktörlerdendir. Yine ayrılıkçı terör örgütünün silahları gölgesinde siyaset yapan ve bu nedenle demokrasiyi baltalayan Kürt milliyetçisi hareket nedeniyle demokratik rejimin yerleşmesi oldukça zor bir hale gelmektedir. İslamcı ve Kürt milliyetçisi hareketlerin demokrasi dışı metot ve hayallerini gören laik yurtsever çağdaş kesimlerde de özellikle toplumsal kutuplaşmanın arttığı dönemlerde bu hareketlere karşı yapılabilecek bir askeri müdahale umudu doğmakta ve böylelikle demokrasi karşıtı akımların varlığı nedeniyle çağdaş çoğunluk da demokrasiden uzaklaşmaktadır. Bu karşılıklı korkular birbirlerini beslemekte ve demokrasinin ülkemizde tek oyun haline gelmesini engellemektedir. Demokrasi karşıtı aşırıcı akımların belki de en büyük zararları yarattıkları korkular ve güvensizlik nedeniyle karşı taraflarındaki insanları da demokrasi dışı çizgiye çekebilmeleridir.
Dördüncü olarak, Türkiye’deki mevcut siyasal sistemin demokratik anlamda en büyük sıkıntılarından birisi de ülkemizde güçler ayrılığı ilkesinin layıkıyla uygulanamamasıdır. Siyasal partilerin içerisindeki demokrasi eksikliği nedeniyle, lider sultasının hükümet sürdüğü partilerimizde yarı-tanrı hüviyetine bürünen siyasal liderler ülkemizde yasama erkinin seçilmiş milletvekilleri tarafından bağımsız ve hür iradeleriyle gerçekleşmesini engellemektedir. Bu nedenle özellikle tek başına iktidar olabilen bir siyasal partide liderin aşırı baskın gücü sayesinde yasama ve yürütme erkleri tek elde toplanmakta ve aslında padişahlık rejiminden çok da farklı olmayan bir tek adam yönetimi sahne almaktadır. Günümüz Türk siyasetinde AKP milletvekillerinin iradeleri üzerinde ipoteği bulunan AKP genel başkanı ve başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın elinde biriken büyük güç aslında bir Osmanlı padişahından eksik değildir zira tüm yasama ve yürütme güçleri kendi elleri arasındadır. Bu durumu engelleyen ve yürütmenin aşırı güçlenmesine engel olmayan çalışan yargı erkimiz de, hem yandaş medya tarafından yapılan kasıtlı yıpratma kampanyaları, hem de fiziki yetersizlikleri nedeniyle oldukça güç duruma düşürülmekte ve yapılması düşünülen hukuk reformu ile de yürütmenin kontrolüne sokulmaya çalışılmaktadır. Yargının da yürütmenin yani Başbakan’ın kontrolüne gireceği bir Türkiye hiç kuşkusuz Nazi yönetiminden farksız bir totaliter-faşist tek adam diktatörlüğü halini alacak ve zaten yalnızca görünürde uygulanan demokrasi tamamen ortadan kalkacaktır.
Beşinci olarak, Türkiye’nin aşırı dış borçlanma ve teknolojik-kültürel bağımlılığı yüzünden Batılı büyük ülkelerin güç kavgalarına sahne olan bir ülke olması sebebiyle ülkemizde demokrasi daima Batı’nın demir perdesi altında gerçekleşen bir rejim özelliği göstermektedir. Ülkenin Amerika Birleşik Devletleri’ne olan bağımlılığı nedeniyle ortaya konan ekonomik ve politik tercihler daima kısıtlı kalmakta ve halkın gerçek anlamda hislerine tercüman olabilecek bir iktidar kurulamamaktadır. Bugün iktidarda AKP gibi İslamcı ve Batı karşıtı kökenlerden gelen bir parti iktidarda olmasına karşın, Türk halkının lehine fakat ABD ve İsrail’in aleyhine politikaların uygulanmakta zorluk çekilmesi bunun en somut ispatıdır. O nedenle iç meseleler gibi gördüğümüz birçok konu aslında dışarıdan manipüle edilmeye son derece açıktır. Bu da ülkemizde gerçek anlamda bir demokrasinin uygulanmasını imkânsız kılmaktadır. Gelişen küreselleşme sürecinde artan çok uluslu-dev şirketler ve tröstlerin ülkemiz üzerindeki etkileri nedeniyle de demokrasinin uygulanması daha zor hale gelmektedir.
Altıncı olarak, gerek sosyalist solun zayıflaması ve sınıfsal politikaların zayıflayarak yerini kimlik politikaların alması, gerekse Türkiye’de iktidarda olan Adalet ve Kalkınma Partisi’nin etnik-mezhepsel ayrımcılık politikaları nedeniyle son yıllarda hızla artan aşırı kimlik aidiyetleri nedeniyle ülkemizde demokratik yarış bir sınıfsal-demokratik tercih ya da projelerin yarışmasından ziyade etnik ve mezhepsel kimliklere göre şekillenmektedir. 2007 ve 2009 seçimleri sonucunda ortaya çıkan haritalara bakıldığında bu durum kolaylıkla görülebilir. Sahilde modern yaşamın hüküm sürdüğü gelişmiş bölgelerde çoğunlukla Cumhuriyet Halk Partisi (CHP’nin asıl güçlü olması gereken varoşlarda farklı eğilimler mevcut), Kürt nüfusun yoğun olarak yaşadığı ve terör tehdidinin var olduğu Güney Doğu Anadolu vilayetlerimizde Demokratik Toplum Partisi, muhafazakâr yaşam tarzının hâkim olduğu iç Anadolu bölgelerimizde ise AKP ya da Milliyetçi Hareket Partisi ağırlığı son iki seçimde net olarak karşımıza çıkmaktadır. Bu durum aslında ülkemizde demokratik siyasetin bittiğini ve insanların yalnızca kendi kimlikleri ve yaşam tarzlarına göre oy verdiğini göstermekte ve demokratik bir rejimin var olmadığını bizlere ispatlamaktadır.
Yukarıda çok basit bir düzeyde de olsa anlatmaya çalıştığım 6 temel sebep; yani 1-) özgür insanın yaratılamayışı, 2-) demokrasinin bir yaşam kültürü olduğu gerçeğinin göz ardı edilerek sadece oy vermekle demokrasinin gerçekleştiğinin zannedilmesi, 3-) demokrasi dışı eğilimlerin hala kimi gruplarda yaygın olarak görülmesi, 4-) güçler ayrılığı ilkesinin uygulanamaması, 5-) Batılı ülkelerin Türkiye üzerindeki hesapları ve ağırlıkları ve 6-) insanların yalnızca kimliklerine ve yaşam tarzlarına göre oy vermeye başlamış olmaları nedeniyle ülkemizde sağlıklı bir demokrasinin var olduğunu iddia etmek bana oldukça anlamsız gözükmektedir.
Ozan Örmeci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder