Sayfalar
21 Ekim 2025 Salı
Interview with Dr. Theano Kalavana: Cyprus Negotiations in the new term?
Ukrayna Konusunda Trump Diplomasisi: Rusya’yı Barışa İkna Etmek Kolay Olmayacak
Geçtiğimiz yıl sonunda yeniden Başkan seçilmeden önce Ukrayna-Rusya Savaşı’nı kısa sürede bitirebileceğini iddia eden[1] 45. ve 47. ABD Başkanı Donald Trump, bu konuda ofise girdiği 9 aylık süreçte ciddi bir mesai harcamasına karşın, henüz somut bir kazanım elde edemedi. Nitekim 15 Ağustos 2025’te Alaska’da Rusya Federasyonu Devlet Başkanı Vladimir Putin’le önemli bir görüşme gerçekleştiren Trump[2], bu süreçte ilerleme sağlandığını iddia etse de, ne sahada henüz bir ateşkes konusunda anlaşmaya varıldı, ne de iki taraftan birinin veya her ikisinin de savaşma azminde bir gerileme yaşandı. Bu bağlamda, Başkan Trump’ın güçlü adam diplomasisi Kafkasya, Ortadoğu ve Asya’da bazı ihtilaflarda (Azerbaycan-Ermenistan ilişkileri, Hamas-İsrail Savaşı, Pakistan-Hindistan çatışması, Tayland-Kamboçya Savaşı, Mısır-Etiyopya gerginliği ve Ruanda-Kongo Demokratik Cumhuriyeti çatışması) şimdiye kadar başarı kazansa da[3], anlaşılıyor ki Rusya gibi bir süper güç kalıntısı devletle müzakere etmek o kadar da kolay olmayacak ve Ukrayna’da çatışma en azından bir süre daha devam edecek.
Ukrayna Savaşı’nda mevcut harita
Hatırlanacak olursa, Rus askeri kuvvetlerinin Ukrayna’ya saldırmasıyla 2022 yılı Şubat ayının 24’ünde başlayan ve Rusların deyimiyle “Ukrayna’yı Nazilerden arındırmayı” amaçlayan “özel askeri operasyon”, başlarda Rus birliklerinin Kiev saldırısının püskürtülmesiyle Ukrayna ve Batı bloku adına büyük bir başarı şeklinde başlasa da, zamanla Batı yaptırımlarına rağmen Küresel Güney ve Doğu ülkelerinden aldığı destekle yıkılmayan Moskova, Ukrayna’nın doğusunda Rusça konuşan ve Rus kökenli nüfusun bulunduğu Luhansk, Donetsk, Kherson (Herson) ve Zaporijya gibi yerlerde kontrolü neredeyse tamamen sağlamayı başardı. Bilhassa Ukrayna’nın ABD ve Avrupa ülkelerinin desteğiyle Haziran 2023’te başlattığı karşı taarruzun başarıyla sonuçlanmaması, Ukrayna’nın Rusya’yı askeri olarak mağlup edebileceği konusundaki umutları azaltırken, ABD’de Donald Trump’ın Başkan seçilmesiyle birlikte Batı dünyasında bu konuda iki farklı görüş oluşmaya başladı.
Başkan Trump’ın temsil ettiği birinci yaklaşım, Ukrayna’ya ABD’nin büyük ekonomik ve askeri desteği nedeniyle Amerikan halkının gelirlerinin azalması görüşü temelinde, savaşı Rusya ile büyük bir jeopolitik müzakere ile sonuçlandırmak ve bu anlamda Ukrayna’nın savaşma iradesini zayıflatmak adına Ukrayna Devlet Başkanı Volodimir Zelenski’ye baskı yapmak şeklinde özetlenebilir. Nitekim 2025 yılı Şubat ayı sonlarında Beyaz Saray-Oval Ofis’te ağırlanan Zelenski’yi Başkan Trump ve ekibinin adeta rezil ederek göndermesi[4], bu yaklaşımın somut bir örneği olmuştur. Bu görüş doğrultusunda, Başkan Trump, ayrıca, Ukrayna’ya yönelik askeri ve ekonomik yardımların daha ziyade Avrupa devletleri tarafından yapılmasını savunmuş ve Kiev’e verilen desteği azaltarak, Ukrayna ile nadir elementlerinin ABD tarafından çıkarılması konusunda bir anlaşma imzalayarak harcamalarını çıkarmaya gayret etmiştir. Trump ve ekibine göre, Ukrayna Savaşı, özünde bir Avrupa güvenliği meselesidir ve bu nedenle de öncelikle Avrupalı devletlerin bu savaşı finanse etmeleri gerekir. Avrupalı liderler arasında Macaristan Başbakanı Victor Orban, Slovakya Başbakanı Robert Fico ve Çekya’nın yeniden seçilen lideri Andrej Babiš bu yaklaşımın temsilcileridir. AB ülkeleri içerisinde birçok muhalif lider de bu çizgiye yakın durmakta ve Ukrayna’ya verilen desteğin azaltılarak Rusya ile uzlaşılmasını savunmaktadırlar.
Avrupa Birliği’nin önde gelen devletleri Fransa, Almanya ve diğer devletlerde ise, mevcut iktidarlar, Rusya’nın Ukrayna’ya saldırısının Avrupa’nın geleceği ve uluslararası sistem adına büyük bir tehdit kaynağı olduğunu düşünmekte ve bu nedenle Rusya’daki Putin yönetiminin mutlaka bu savaşı kaybetmeye zorlanmasını savunmaktadırlar. Bu konuda özellikle Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un oldukça iddialı, ısrarcı ve kararlı bir duruşu bulunmaktadır. Keza İngiltere (Birleşik Krallık) de Rusya'nın mağlup edilmesi konusunda oldukça ısrarcıdır. Bu, kuşkusuz uluslararası hukuk açısından daha tutarlı bir görüş olmakla birlikte, Ukrayna’nın insan kaynağında yaşanan gerileme ve ekonomik yaptırımların Moskova’yı durduramaması nedeniyle, Trump’ın da etkisiyle, son dönemde bu görüş biraz zayıflamaya başlamıştır. Yine de, NATO’nun yeni Genel Sekreteri Mark Rutte başta olmak üzere Batı’nın askeri liderleri de Rusya ile mücadeleye devam edilmesi tezini savunmakta ve Ukrayna’nın Kiev de dahil olmak üzere toprak bütünlüğünü savunmaktadırlar. Bu yaklaşımın başarı kazanması için Rusya’daki Putin yönetiminin değiştirilmesi ve yerine daha Batıcı ve barışçıl bir yöneticinin getirilmesi şarttır. Son dönemde Başkan Trump’ın barış diplomasisinden netice alınamaması sonucunda, ikinci görüşte yeniden bir canlanma görülmeye başlanmıştır. Ancak Ukrayna’nın askeri açığını kapatmak adına ne yapılabileceği (üçüncü dünya ülkelerinden paralı askerler tutulması vs.) konusunda henüz somut bir plan ortaya konamamıştır.
Rusya’nın en önemli enerji müşterileri
Bu iki yaklaşımdan hangisinin ağırlık kazanacağı ise, önümüzdeki aylarda sahadaki somut gelişmelerle birlikte ABD yönetiminin alacağı kararlara bağlıdır. ABD yönetimi, eğer Rusya ile enerji ticaretine yönelik somut bazı yaptırım kararları alırsa, bu, Türkiye ve birçok Avrupa ülkesini çok olumsuz etkileyebileceği için, Moskova üzerindeki barış baskısı hızla artacaktır. Lakin bu yönde somut adımlar atılamazsa, Rusya, savaşı daha uzun yıllar sürdürebilecek kaynaklara sahiptir. Rusya’nın Kuzey Kore ve bazı müttefiklerinden asker getirtebilmesi, İran’dan drone (insansız hava aracı) alabilmesi ve Çin, Hindistan ve Türkiye gibi önemli müşterilerine doğalgaz ve petrol satmaya devam etmesi[5], içerideki ciddi ekonomik sorunlara rağmen, otoriter sistemin Rusya’da halk tarafından da içselleştirilmesi nedeniyle, savaşın devamını halen mümkün kılmaktadır. Fakat Rusya’nın en önemli gelir kaynağı olan enerji gelirlerinin azalması durumunda, Moskova’nın savaşı devam ettirebilmesi mümkün olmayabilir. Nitekim bunu bilen Kiev yönetimi de, son dönemde Rusya’nın enerji kaynaklarını hedef almakta ve Moskova’nın gelirlerini azaltmaya çalışmaktadır.[6]
Elbette her savaşın bir sonu olmuştur ve olacaktır… Bu nedenle, Ukrayna-Rusya Savaşı’nın da yakın bir gelecekte sonuçlanması mümkündür. Ancak bunun için her iki tarafın da savaşma kararlılığının azaltılması, buna yönelik yapısal koşulların sağlanması ve abartılı taleplerden kaçınılması gerekmektedir. Bu bağlamda, Ukrayna’nın tarafsızlığı ve bağımsızlığı, Rusya tarafından bir daha saldırılmayacağına dair somut garantiler ve Rus nüfusun ağırlıkta olduğu Kırım ve Donbass (Donbas) bölgesi haricinde toprak bütünlüğünün sağlanması gibi bir uzlaşı formülü üzerinde durulabilir. Ancak her daima kapalı ve gizemli bir devlet olan Rusya’da içeride neler yaşandığı pek bilinmediği için, rejimin istikrarı ve gücü konusunda da elbette farklı yorum ve çıkarımlar yapmak mümkündür. Bu, elbette, ancak Kremlinologların bilebileceği bir husustur…
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] https://daktilo1984.com/yazilar/trumpin-hayal-dunyasinda-ukrayna-savasi-100-gun-0-baris/.
[2] https://politikaakademisi.org/2025/08/16/alaskadaki-trump-putin-gorusmesi-ve-ukrayna-krizinde-son-durum/.
[3] https://www.bbc.com/turkce/articles/c0ql39w3e2wo.
[4] https://www.bbc.com/turkce/articles/cly22vpw64lo.
[5] https://energyandcleanair.org/august-2025-monthly-analysis-of-russian-fossil-fuel-exports-and-sanctions/#:~:text=Russia's%20fossil%20fuel%20exports%20remain,narrow%20set%20of%20key%20customers.
[6] https://www.theguardian.com/world/2025/oct/20/ukraine-war-briefing-energy-war-continues-with-strikes-on-russian-oil-and-gas-plants.
20 Ekim 2025 Pazartesi
Dr. Özker Kocadal Mülakatı: 2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı Seçimi ve Tufan Erhürman
19 Ekim 2025 Pazar
Azerbaycan'da Darbe Girişimi
Dost ve müttefik ülke Azerbaycan'da son dönemde hareketli olaylar yaşanıyor... Öyle ki, Türkiye ve uluslararası basın-yayın organlarına son günlerde düşen bir iddiaya göre, Cumhurbaşkanı İlham Aliyev'e yönelik bir askeri darbe girişimi son anda önlendi. Bu yazıda, Azerbaycan darbe girişimi konusunu değerli okurlarımız için kısaca özetlemeye çalışacağım.
Azerbaycan haber ajansı APA'nın geçtiği bilgilere göre, 1938 doğumlu ve ülkenin önde gelen bilim insanlarından birisi olan ve Cumhurbaşkanlığı İdaresi Başkanlığı görevini yürüten Ramiz Mehdiyev (Ramiz Mektiyev), bir süredir ülke içerisinde Cumhurbaşkanı Aliyev'i devirmeye yönelik planlamalar içerisine girmiş ve bu konuda Rusya'dan da destek arayışı içerisindeydi. Rusya ile Azerbaycan arasında son dönemde bozulan ilişkiler de bu tarz arayışlar için uygun bir ortam yaratıyordu. Ancak Rus gazetesi Novaya Gazeta’nın haberine göre, bu girişimlerden Rus istihbaratı kanalıyla haberdar olan Rusya (Federasyonu) Devlet Başkanı Vladimir Putin, 9 Ekim’de Tacikistan’ın başkenti Duşanbe’de düzenlenen Rusya-Orta Asya Zirvesi sırasında Cumhurbaşkanı Aliyev ile yaptığı görüşmede bu konuyu gündeme getirdi ve Aliyev'i bilgilendirdi. Bunun üzerine geçen Cumhurbaşkanı Aliyev de Mehdiyev'i hemen görevden aldı. Euronews'ün verdiği bilgilere göre, birkaç gün içerisinde Mehdiyev tutuklanarak hakkında soruşturma da başlatıldı.
Türkiye'ye benzer şekilde yakın geçmişte 1993 ve 1995 yıllarında ciddi askeri darbe girişimlerine sahne olan Azerbaycan'da, İlham Aliyev döneminde sağlanan istikrar ve huzur ortamı sayesinde artık bu tarz girişimlerin yaşanmaması bekleniyordu. Hatırlanacak olursa, Türkiye, Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel aracılığıyla 1995 darbe girişimi sırasında da Azerbaycan'daki sivil yönetime destek vermiş ve Haydar Aliyev'in koltuğunu korumasına yardımcı olmuştu. Bu süreçte de, Türkiye'deki istikrarlı siyasi yönetim, Azerbaycan'ın İlham Aliyev önderliğinde kazandığı İkinci Karabağ Savaşı veya 44 Gün Savaşı da dahil olmak üzere Bakü'deki resmi hükümete her süreçte destek olarak Azerbaycan'ın istikrarlı gelişiminin sürmesine yardımcı olmak istemiştir. Bu bağlamda, Moskova'nın bu süreçte Bakü'ye verdiği destek ise, Rusya'nın bölgedeki ülkeleri küstürme yönünde yaptığı hataları telafi etmek çabası olarak yorumlanabilir. Bu anlamda, Azerbaycan-Rusya ilişkilerinde yakın gelecekte yeniden bir canlanma ve ısınma olması mümkündür.
Ancak her ne olursa olsun, bölgesinde bağımsız bir dış politika izleyen ve kalkınma odaklı bir vizyonu olan Azerbaycan için komşu ülkelere yönelik saldırgan politikalar izleyen devletler her zaman tehlike kaynağıdır. Bu nedenle, Rusya'nın Ukrayna Savaşı'na bir an önce uzlaşı ile bir son vermesi ve bölgenin ekonomik gelişimine katkı sağlaması önemlidir. Türkiye ise, Azerbaycan'a her koşulda destek vermeye devam edecektir.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tufan Erhürman remporte les élections présidentielles dans la République turque de Chypre du Nord
Introduction
Lors du premier tour des élections présidentielles qui se sont tenues aujourd'hui (19 octobre 2025) en République turque de Chypre du Nord (RTCN), le leader du Parti républicain turc (CTP) de centre-gauche et candidat à la présidence, le Dr Tufan Erhürman, qui a obtenu 63 % des voix au premier tour des élections présidentielles, a remporté les élections et est devenu le sixième président de la République après Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı et Ersin Tatar. Le rival de M. Erhürman et cinquième président de la République, Ersin Tatar, a quant à lui obtenu 36 % des voix. C'est ainsi que M. Erhürman, qui prône le dialogue avec les Chypriotes grecs et les négociations fédérales pour résoudre le problème chypriote, a été élu à cette fonction honorable. Dans cet article, j'analyserai les élections et présenterai le Dr Tufan Erhürman à nos lecteurs.
Analyse des élections
En tant que politologue connaissant bien l'évolution historique du problème chypriote et les caractéristiques sociologiques des Chypriotes turcs, je dois admettre que le résultat de l'élection présidentielle de 2025 en RTCN ne m'a pas du tout surpris. Si l'on examine les présidents précédents de Chypre du Nord, après Rauf Denktaş, qui a dominé la politique chypriote turque avec le soutien de la Turquie, à une époque où le souvenir des massacres de Chypriotes turcs par les Chypriotes grecs et de l'opération de paix de 1974 à Chypre était encore frais, une tendance s'est dégagée selon laquelle des candidats de gauche généralement favorables à la fédération (Mehmet Ali Talat et Mustafa Akıncı) étaient élus, puis des candidats nationalistes (Derviş Eroğlu et Ersin Tatar) favorables à une solution à deux États. En ce sens, après la période Ersin Tatar, qui a canalisé le soutien vers la thèse des deux États mais s'est soldée par une déception lorsqu'elle n'a pas abouti, l'élection d'un politicien favorable à la fédération dans le nord de l'île était, à mon avis, une attente très naturelle et raisonnable. Cependant, en raison du soutien de la Turquie à Ersin Tatar et de son pouvoir important sur l'île, l'idée que les électeurs pourraient être influencés avant les élections et donner une nouvelle chance à Tatar par gratitude envers la mère patrie a sans aucun doute été fréquemment évoquée dans nos articles d'analyse.
À ce stade, il convient de souligner les graves erreurs de communication commises ces dernières années dans les relations entre la Turquie et la RTCN, dont la culture politique et la structure sociologique sont très différentes de celles de la Turquie. En effet, dans la RTCN, que la Turquie soutient à tous égards (sécurité, politique, économie, logistique, etc.), la position d'Ankara est passée ces dernières années de celle d'un grand frère bienveillant à celle d'un parent autoritaire. Cette évolution, conjuguée à la détérioration des conditions économiques et à l'évolution démographique, a entraîné une montée du ressentiment à l'égard d'Ankara parmi les Chypriotes turcs. À cette situation s'ajoute le malaise créé par l'administration actuelle de l'UBP et l'incapacité d'Ankara à présenter une solution concrète à court et moyen terme basée sur la thèse des deux États. Alors, les Chypriotes turcs ont commencé à considérer la réconciliation avec les Chypriotes grecs et le retour à la République de Chypre comme une option politique plus raisonnable pour un avenir meilleur et plus prévisible, leur permettant de devenir citoyens d'un État membre de l'UE accepté dans le monde entier. Dans ce contexte, Tufan Erhürman, qui est plus pro-Ankara que Mustafa Akıncı mais aussi plus pro-Chypre que les candidats de droite de l'UBP, a remporté une victoire électorale significative, à la hauteur des attentes.
Dans la RTCN, qui compte 218 313 électeurs inscrits, le taux de participation est resté à 65 % dans les 777 bureaux de vote mis en place dans tout le pays. Cela a probablement profité davantage à Erhürman qu'à Tatar et a été un facteur déterminant dans la victoire du candidat de l'opposition. Les déclarations de Tatar au cours des derniers jours de la campagne électorale, qui semblaient accepter la défaite, ont en fait préfiguré les résultats et ont incité la base de droite à se montrer réticente à se rendre aux urnes. Cependant, contrairement à ce qu'ont affirmé à tort certains médias turcs, Erhürman n'est pas un homme politique anti-turc, et la Turquie n'a pas déployé d'efforts sérieux et actifs pour empêcher Erhürman de remporter l'élection. En ce sens, Ankara, en tant qu'État respectueux du droit international mais soucieux de protéger les droits des Chypriotes turcs, soutient raisonnablement les négociations de règlement, mais en raison du climat de méfiance créé par les Grecs dans le plan Annan de 2004 et les pourparlers de Crans-Montana de 2017, elle s'efforce d'agir de manière équilibrée et de protéger ses propres intérêts. Dans ce contexte, la nature démocratique et le résultat des élections ont, à mon avis, été la meilleure réponse aux préjugés et aux accusations entourant cette question.
Qui est le Dr Tufan Erhürman ?
Né le 11 septembre 1970 à Nicosie, Dr Tufan Erhürman est un universitaire et homme politique qui a suivi ses études secondaires au Türk Maarif College et s'est inscrit à l'université d'Ankara en 1988 pour étudier le droit. Erhürman a obtenu sa licence, sa maîtrise et son doctorat à l'université d'Ankara. Il a obtenu son doctorat en 2001 avec une thèse intitulée « Contrôle extrajudiciaire de l'administration et du médiateur » et s'est vu décerner un doctorat en droit. Entre 1995 et 2001, Erhürman a enseigné le droit public dans des universités turques prestigieuses telles que l'université d'Ankara, l'université technique du Moyen-Orient (METU) et l'université Hacettepe. Entre 2001 et 2006, puis entre 2008 et 2013, il a été maître de conférences à l'université de la Méditerranée orientale (DAÜ) dans la RTCN. Entre 2006 et 2008, M. Erhürman a été membre du personnel académique de l'université du Proche-Orient (YDÜ), une autre université de la RTCN, et s'est distingué au sein de sa communauté en tant qu'universitaire brillant défendant des opinions progressistes.
Erhürman a fait ses débuts en politique entre 2008 et 2010 en tant que membre de l'équipe de négociation de Mehmet Ali Talat, deuxième président de la République turque de Chypre du Nord. Il s'est rapidement fait connaître pour ses connaissances juridiques et sa personnalité charismatique et a été élu député de Lefkoşa pour le Parti républicain turc-Forces unies (CTP) lors des élections générales de 2013. Au cours de son premier mandat de député, Tufan Erhürman a mené les efforts au sein de l'assemblée pour modifier la constitution et a été nommé secrétaire général de son parti en 2015. Le 13 novembre 2016, Erhürman a été élu à la tête du Parti républicain turc et de la principale opposition, remplaçant Mehmet Ali Talat. Réélu député du CTP Lefkoşa lors des élections générales de 2018, Erhürman a dirigé le gouvernement de coalition pendant cette période, occupant le poste de Premier ministre de la RTCN pendant 15 mois et acquérant une expérience significative. Cependant, lorsque le gouvernement Erhürman s'est effondré en 2019 en raison de désaccords entre les partenaires de la coalition, Erhürman a commencé à occuper le poste de chef du principal parti d'opposition le 22 mai 2019.
Conclusion
En conclusion, Tufan Erhürman, jeune universitaire et homme politique brillant, cherchera à créer un climat politique modéré à Chypre et à participer activement aux négociations en vue d'une solution, relançant ainsi le processus de réchauffement des relations entre la Turquie et la Grèce et entre la Turquie et l'Union européenne. Il tentera d'expliquer à Ankara qu'il est plus avantageux pour lui-même et pour les Chypriotes turcs d'agir conformément au droit international, sans recourir à des politiques de confrontation avec la Turquie comme à l'époque de Mustafa Akıncı. Cependant, il est également évident que le droit international est devenu très controversé dans le contexte des politiques menées ces dernières années par des États tels qu'Israël, les États-Unis et la Russie.
C'est pourquoi je pense qu'il ne sera pas facile pour Erhürman de parvenir à une solution fédérale sur l'île. Ankara estime que les Chypriotes turcs ne peuvent vivre en sécurité que sous l'égide d'une UE qui l'inclut elle-même et élabore ses projets d'avenir principalement sur la base d'une solution à deux États. Je pense donc que les attentes vis-à-vis d'Erhürman ne devraient pas être un miracle politique, mais plutôt une modération et un adoucissement du climat politique dans la région égéenne et méditerranéenne. Cependant, bien sûr, dans un contexte où Ankara sera très affaiblie, comme lors de la crise économique de 2001, le processus de réintégration du nord de l'île dans le territoire européen pourrait se faire pacifiquement, avec un rapide fait accompli à Chypre. Cela est bien sûr étroitement lié au fait que la Turquie est un État pacifique qui respecte le droit et les normes internationales, car elle n'est pas légalement justifiée sur l'île selon les résolutions du Conseil de sécurité des Nations unies. S'opposer aux négociations créerait le risque qu'Ankara devienne un État isolé du monde et complètement exclu par l'UE. Par conséquent, afin de montrer que le problème découle de questions structurelles plutôt que de lui-même, Ankara devrait, à mon avis, soutenir les négociations, ou du moins ne pas les entraver. Cependant, en raison de l'habitude qu'a le public turc d'aborder la politique avec le fanatisme d'une équipe de football, il n'est pas toujours facile de lui expliquer les réalités politiques et les questions juridiques. Néanmoins, compte tenu de la prise de conscience et du niveau d'éducation croissants du public turc ces dernières années, le peuple turc sera toujours ouvert à la paix et la soutiendra.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECi
Tufan Erhürman Wins Presidential Election in TRNC
Introduction
In the first round of the presidential elections held today (October 19, 2025) in the Turkish Republic of Northern Cyprus (TRNC), the center-left Republican Turkish Party (CTP) leader and presidential candidate Dr. Tufan Erhürman, who received 63 percent of the vote in the first round of the presidential elections, won the elections and became the sixth President of the Republic after Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı, and Ersin Tatar. Erhürman's strong rival and the 5th President of the Republic, Ersin Tatar, on the other hand, received 36 percent of the vote. Thus, Erhürman, who advocates dialogue with the Greek Cypriots and federation negotiations for the resolution of the Cyprus Problem, was elected to this honorable office. In this article, I will analyze the elections and introduce Dr. Tufan Erhürman to our readers.
Analysis of the Election
As a political scientist well-versed in the historical development of the Cyprus Problem and the sociological characteristics of Turkish Cypriots, I must admit that the outcome of the 2025 TRNC presidential election did not surprise me at all. Looking at previous Northern Cyprus presidents, after Rauf Denktaş, who dominated Turkish Cypriot politics with Türkiye's support, at a time when the memories of the massacres of Turkish Cypriots by Greek Cypriots and the 1974 Cyprus Peace Operation were still fresh, a pattern emerged in which generally pro-federation leftist candidates (Mehmet Ali Talat and Mustafa Akıncı) were elected, and then nationalist candidates (Derviş Eroğlu and Ersin Tatar) who favored a two-state solution were elected. In this sense, after Ersin Tatar period, which channeled support toward the two-state thesis but ended in disappointment when it failed to achieve success, the election of a pro-federation politician in the north of the island was, in my opinion, a very natural and reasonable expectation. However, due to Türkiye's support for Ersin Tatar and its significant power on the island, the view that voters could be influenced before the election and give Tatar another chance out of gratitude to the motherland was undoubtedly frequently discussed in our analysis articles.
At this point, it is worth emphasizing the serious communication errors made in recent years in the relations between Türkiye and the TRNC, which has a political culture and sociological structure quite different from Türkiye. Indeed, in the TRNC, which Türkiye sustains in every respect (security, political, economic, logistical, etc.), Ankara's position has shifted from that of a benevolent big brother to an authoritarian parent in recent years. This, coupled with deteriorating economic conditions and changing demographics, has led to rising resentment toward Ankara among Turkish Cypriots. Adding to this situation is the unease created by the current UBP administration and Ankara's failure to present a concrete solution in the short and medium term based on the two-state thesis, Turkish Cypriots began to see reconciliation with Greek Cypriots and a return to the Republic of Cyprus as a more reasonable political option for a brighter and more predictable future, allowing them to become citizens of an EU member state accepted throughout the world. In this context, Tufan Erhürman, who is more pro-Ankara than Mustafa Akıncı but also more pro-Cyprus than the right-wing UBP candidates, has achieved a significant election victory, living up to expectations.
In the TRNC, which has 218,313 registered voters, turnout remained at 65 percent across the 777 polling stations set up nationwide. This likely benefited Erhürman more than Tatar and was a significant factor in the opposition candidate's victory. Tatar's statements in the last few days of the election, which seemed to accept defeat, actually foreshadowed the results and caused the right-wing base to be reluctant to go to the polls. However, contrary to what some media outlets in Türkiye have erroneously claimed, Erhürman is not an anti-Türkiye politician, nor did Türkiye engage in any serious and active efforts to prevent Erhürman from winning the election. In this sense, Ankara, as a state that respects international law but insists on protecting the rights of Turkish Cypriots, reasonably supports the settlement negotiations, but due to the climate of distrust created by the Greek Cypriots in the 2004 Annan Plan and the 2017 Crans-Montana talks, it strives to act in a balanced manner and protect its own interests. In this context, the democratic nature and outcome of the elections have, in my opinion, been the best response to the prejudices and accusations surrounding this issue.
Who is Dr. Tufan Erhürman?
Born on September 11, 1970, in Nicosia, Dr. Tufan Erhürman is an academic and politician who completed his middle school and high school education at Türk Maarif College and enrolled at Ankara University in 1988 to study law. Erhürman received his bachelor's, master's, and doctoral degrees from Ankara University. He successfully completed his doctorate in 2001 with a thesis titled “Extrajudicial Control of the Administration and the Ombudsman” and was awarded a doctorate in law. Between 1995 and 2001, Erhürman taught Public Law at prestigious Turkish universities such as Ankara University, Middle East Technical University (METU), and Hacettepe University. Between 2001 and 2006 and 2008 and 2013, he was a lecturer at Eastern Mediterranean University (DAÜ) in the TRNC. Between 2006 and 2008, Erhürman was a member of the academic staff at Near East University (YDÜ), another TRNC university, and distinguished himself within his community as a successful academic who advocated progressive views.
Erhürman first entered active politics between 2008 and 2010 as a member of the negotiation team of Mehmet Ali Talat, the second President of the Turkish Republic of Northern Cyprus. He quickly gained fame for his legal knowledge and charismatic personality and was elected as Lefkoşa MP for the Republican Turkish Party-United Forces (CTP) in the 2013 general elections. During his first term as a member of parliament, Tufan Erhürman spearheaded efforts within the assembly to amend the constitution and was appointed Secretary General of his party in 2015. On November 13, 2016, Erhürman was elected leader of the Republican Turkish Party and the main opposition, replacing Mehmet Ali Talat. Re-elected as CTP Lefkoşa MP in the 2018 general elections, Erhürman led the coalition government during this period, serving as Prime Minister of the TRNC for 15 months and gaining significant experience. However, when the Erhürman government collapsed in 2019 due to disagreements among coalition partners, Erhürman began serving as leader of the main opposition party on May 22, 2019.
Conclusion
In conclusion, Tufan Erhürman, a brilliant young academic and politician, will seek to create a moderate political climate in Cyprus and actively participate in the solution negotiations once again, thereby creating a renewed warming process in Turkish-Greek and Türkiye-European Union relations. He will try to explain to Ankara that acting in accordance with international law is more beneficial for himself and the Turkish Cypriots, without resorting to policies of confrontation with Türkiye, as during the Mustafa Akıncı era. However, it is also clear how controversial international law has become in the context of the policies of states such as Israel, the U.S., and Russia in recent years. Therefore, I believe it will not be easy for Erhürman's efforts to result in a federal solution on the island. Ankara believes that Turkish Cypriots can only live safely under an EU umbrella that includes itself and is making its future plans primarily on the basis of a two-state solution.
Therefore, I believe that expectations from Erhürman should not be a political miracle, but rather a moderation and softening of the political climate in the Aegean and Mediterranean. However, of course, in a process where Ankara will be very weak, such as the 2001 economic crisis, the process of reintegrating the north of the island into European territory can be achieved peacefully with a quick fait accompli in Cyprus. This, of course, is closely related to Türkiye being a peaceful state that respects international law and norms, as it is not legally justified on the island according to United Nations Security Council resolutions. Opposing negotiations would create the risk of Ankara becoming a state isolated from the world and completely excluded by the EU. Therefore, in order to show that the problem stems from structural issues rather than from itself, Ankara should, in my opinion, support the negotiations, or at least not obstruct them. However, due to the Turkish public's habit of approaching politics on the basis of football team fanaticism, explaining political realities and legal issues to the public is not always an easy task. Nevertheless, considering the rapid rise in the level of awareness and education among the Turkish public in recent years, the Turkish people will always be open to and supportive of peace.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
KKTC'de Cumhurbaşkanlığı Seçiminin Galibi Tufan Erhürman
Giriş
Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti'nde (kısaca KKTC) bugün (19 Ekim 2025) ilk turu düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde yüzde 63 oya ulaşan merkez sol Cumhuriyetçi Türk Partisi (CTP) lideri ve Cumhurbaşkanı adayı Dr. Tufan Erhürman, Rauf Denktaş, Mehmet Ali Talat, Derviş Eroğlu, Mustafa Akıncı ve Ersin Tatar'dan sonra KKTC'nin 6. Cumhurbaşkanı seçildi. Erhürman'ın güçlü rakibi ve 5. Cumhurbaşkanı merkez sağ aday Ersin Tatar ise yüzde 36 oyda kaldı. Bu şekilde, Kıbrıs Sorunu'nun çözümünde Rumlarla diyalog ve federasyon müzakerelerini savunan Erhürman, bu şerefli makama seçilmiş oldu. Bu yazıda, seçimleri analiz ederek Dr. Tufan Erhürman'ı okurlarımıza tanıtacağım.
Seçimin Analizi
2025 KKTC Cumhurbaşkanlığı seçimlerinin sonucu, Kıbrıs Sorunu'nun tarihsel gelişimi ve Kıbrıslı Türklerin sosyolojik özelliklerini iyi bilen bir Siyaset Bilimci olarak kabul etmeliyim ki beni hiç şaşırtmadı. Zira önceki Kuzey Kıbrıs Cumhurbaşkanlarına bakıldığında, Türkiye'nin desteğiyle henüz Kıbrıslı Rumların Kıbrıslı Türklere yönelik katliamları ve 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı'nın anılarının taze olduğu dönemde Kıbrıs Türk siyasetini domine eden Rauf Denktaş'ın ardından, aslında genelde bir dönem federasyon yanlısı solcu adayların (Mehmet Ali Talat ve Mustafa Akıncı), sonraki dönemde ise iki devletli çözüm yanlısı milliyetçi adayların (Derviş Eroğlu ve Ersin Tatar) seçildiği bir siyasi örüntü (pattern) olduğu görülmekteydi. Bu anlamda, iki devletlilik tezine kanalize olunan ama bu yönde başarı kazanılamayınca hüsrana dönüşen Ersin Tatar döneminin ardından, adanın kuzeyinde federasyon yanlısı bir siyasetçinin seçilmesi bence çok doğal ve makul bir beklentiydi. Lakin Türkiye’nin Ersin Tatar’a verdiği destek ve adadaki büyük gücü nedeniyle, seçmenlerin seçim öncesinde etki altında kalabileceği ve anavatana minnettarlık güdüleriyle Tatar’a bir şans daha verebileceği görüşü de kuşkusuz analiz yazılarımızda sıklıkla işleniyordu.[1]
Bu noktada elbette Türkiye'den oldukça farklı bir siyasi kültür ve sosyolojik yapısı olan KKTC'nin Türkiye ile ilişkilerinde son yıllarda yapılan vahim iletişim hatalarına da vurgu yapmak yerinde olacaktır. Zira aslında her yönden (güvenlik, siyasi, ekonomik, lojistik vs.) Türkiye'nin ayakta tuttuğu KKTC'de, Ankara'nın pozisyonu, son yıllarda yardımsever büyük ağabeyden otoriter bir ebeveyne dönüşünce, Kıbrıslı Türklerde -bozulan ekonomik koşullar ve değişen demografik yapının da etkisiyle- Ankara'ya yönelik tepkiler yükselmeye başlamıştır. Bu duruma bir de mevcut UBP'li yönetim ve Ankara tarafından iki devletlilik teziyle kısa ve orta vadede ulaşılabilecek somut bir çözüm yolu ortaya konamamasının yarattığı huzursuzluk eklenince, elbette, Kıbrıslı Türkler, daha parlak ve öngörülebilir bir gelecek için Kıbrıslı Rumlarla uzlaşarak Kıbrıs Cumhuriyeti'ne dönmeyi ve AB üyesi bir devletin dünyanın her yerinde kabul gören vatandaşları olmayı daha makul bir siyasi seçenek olarak görmeye başlamışlardır. Bu bağlamda, Mustafa Akıncı'ya kıyasla daha Ankaracı, ama UBP'li sağcı adaylara kıyasla da daha Kıbrısçı olan Tufan Erhürman, beklentileri boşa çıkarmayarak önemli bir seçim zaferine imzasını atmıştır.
218.313 kayıtlı seçmenin bulunduğu KKTC’de[2], ülke genelinde kurulan 777 sandıkta seçime katılımın yüzde 65 düzeylerinde kalması da[3] muhtemelen Tatar'dan ziyade Erhürman'ın ekmeğine yağ sürmüş ve muhalif adayın seçimi kazanmasında etkili bir faktör olmuştur. Seçimin son birkaç gününde Tatar'ın yenilgiyi kabul etmiş görünen açıklamaları, aslında gelen sonuçların da habercisi olmuş ve sağ tabanın sandığa gitmesinde isteksiz davranmasına neden olmuştur. Lakin Türkiye’de bazı basın-yayın kuruluşlarının hatalı bir şekilde iddia ettiği gibi ne Erhürman Türkiye karşıtı bir siyasetçidir, ne de Türkiye Erhürman seçimi kazanmasın diye ciddi ve aktif bir çaba içerisine girmiştir. Bu anlamda, Ankara, uluslararası hukuka saygılı ama Kıbrıslı Türklerin haklarını korumak konusunda ısrarcı bir devlet olarak, makul bir şekilde çözüm müzakerelerine destek olmakta, ancak 2004 Annan Planı ve 2017 Crans-Montana görüşmelerinde Rumların yarattığı güvensizlik ortamı nedeniyle, bu konuda dengeli davranmaya ve kendi çıkarlarını korumaya gayret etmektedir. Bu bağlamda, seçimlerin demokratik niteliği ve sonucu, bu konudaki ön yargılara ve suçlamalara da bence en iyi cevap olmuştur.
Dr. Tufan Erhürman kimdir?
11 Eylül 1970, Lefkoşa doğumlu bir akademisyen ve siyasetçi olan Dr. Tufan Erhürman[4], orta okul ve lise eğitimini Türk Maarif Koleji'nde tamamlamış ve 1988'de Hukuk eğitimi almak üzere Ankara Üniversitesi'ne girmiştir. Ankara Üniversitesi'nde lisans, yüksek lisans ve doktora eğitimi gören Erhürman, 2001'de "İdarenin Yargı Dışı Denetimi ve Ombudsman" başlıklı teziyle doktorasını başarıyla tamamlamış ve Hukuk alanında doktora derecesine layık görülmüştür. 1995-2001 yılları arasında Ankara Üniversitesi, Orta Doğu Teknik Üniversitesi (ODTÜ) ve Hacettepe Üniversitesi gibi seçkin Türkiye üniversitelerinde Kamu Hukuku alanında ders veren Erhürman, 2001-2006 ve 2008-2013 yılları arasında ise KKTC'de Doğu Akdeniz Üniversitesi'nde (DAÜ) öğretim görevliliği yapmıştır. Erhürman, 2006-2008 yılları arasında ise bir diğer KKTC üniversitesi Yakın Doğu Üniversitesi'nin (YDÜ) akademik kadrosunda yer almış ve ilerici görüşler savunan başarılı bir akademisyen olarak kendi toplumu içerisinde sivrilmiştir.
Tufan Erhürman ve eşi Nilen Bektaş Erhürman oy kullanırken
Aktif siyasete ilk kez 2008-2010 yılları arasında KKTC 2. Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat'ın müzakere heyetinde görev yaparak giren Erhürman, kısa sürede Hukuk bilgisi ve karizmatik kişiliğiyle ün kazanmış ve 2013 genel seçimlerinde Cumhuriyetçi Türk Partisi-Birleşik Güçler (CTP) Lefkoşa milletvekili seçilmiştir. İlk milletvekilliği döneminde meclis içerisinde anayasada yapılacak değişiklikler üzerinde yapılan çalışmalara öncülük eden Tufan Erhürman, 2015'te partisinin Genel Sekreterliğine getirilmiştir. Erhürman, 13 Kasım 2016'da ise Mehmet Ali Talat'ın yerine Cumhuriyetçi Türk Partisi’nin ve ana muhalefetin liderliğine seçilmiştir. 2018 genel seçimlerinde CTP Lefkoşa milletvekili olarak tekrar seçilen Erhürman, bu dönemde koalisyon hükümetine önderlik ederek 15 ay süreyle KKTC Başbakanı olarak görev yapmış ve büyük tecrübe kazanmıştır. Ancak Erhürman hükümeti, 2019'da koalisyon ortakları arasındaki anlaşmazlık nedeniyle çökünce, Erhürman, 22 Mayıs 2019 tarihinden itibaren ana muhalefet partisi lideri olarak görev yapmaya başlamıştır.
Sonuç
Sonuç olarak, parlak bir genç akademisyen ve siyasetçi olan Tufan Erhürman, Kıbrıs’ta ılıman bir siyasi iklim yaratarak ve çözüm müzakerelerine yeniden aktif şekilde katılarak, Türk-Yunan ve Türkiye-Avrupa Birliği ilişkilerinde de yeniden bir ısınma süreci yaratmaya çalışacak ve Mustafa Akıncı dönemindeki gibi Türkiye ile zıtlaşma politikalarına yönelmeden, Ankara’ya uluslararası hukukun gereklerine uygun hareket etmenin kendisi ve Kıbrıslı Türkler adına daha faydalı olacağını anlatmaya çalışacaktır. Ancak İsrail, ABD ve Rusya gibi devletlerin son yıllardaki politikaları bağlamında uluslararası hukukun ne kadar tartışmalı hale geldiği de ortadadır. Bu nedenle, Erhürman’ın çabalarının adada bir federal çözümle neticelenmesi bence kolay olmayacaktır. Zira Ankara, ancak kendisinin de dahil olacağı bir AB çatısı altında Kıbrıslı Türklerin güvende yaşayabileceklerini düşünmekte ve gelecek planlamalarını da daha ziyade iki devletlilik temelinde yapmaktadır.
Bu nedenle, Erhürman’dan beklentiler bence bir siyasi mucize değil, Ege ve Akdeniz’de siyasi iklimi ılımanlaştırma ve yumuşatma olmalıdır. Ancak elbette 2001 ekonomik krizi gibi Ankara’nın çok zayıf düşeceği bir süreçte, Kıbrıs’ta hızlı bir oldu-bitti ile adanın kuzeyinin yeniden Avrupa topraklarına katılması süreci de kansız bir şekilde başarılabilir. Bu ise, kuşkusuz, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi kararlarına göre adada hukuken haklı durumda olmayan Türkiye’nin uluslararası hukuk ve normlara saygılı barışçıl bir devlet olmasıyla yakından alakalı bir durumdur. Müzakerelere karşı çıkmak ise, Ankara’ya dünyadan izole ve AB tarafından tamamen dışlanan bir devlete dönüşme riski yaratacaktır. Bu nedenle, Ankara, sorunun kendisinden değil, yapısal meselelerden kaynaklandığını göstermek için, bence müzakerelere destek olmalı, ya da en azından engel olmamalıdır. Ancak Türkiye kamuoyunun siyasete futbol takımı taraftarlığı temelinde yaklaşma alışkanlığı nedeniyle, halka siyasi gerçekleri ve hukuki meseleleri anlatmak, her zaman kolay bir iş olmamaktadır. Yine de son yıllarda Türkiye’de halkın bilinç ve eğitim seviyesinin hızla yükseldiği de düşünüldüğünde, Türkiye halkı, her zaman barışa açık ve destek olacaktır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] https://politikaakademisi.org/2025/08/10/2025-kktc-cumhurbaskanligi-secimi-yaklasiyor/; https://politikaakademisi.org/2025/10/17/kktcde-kritik-secim-bu-pazar-gunu-yapilacak/.
[2] https://www.bbc.com/turkce/articles/c4gwp1jrz87o.
[3] https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n579054-canli-cumhurbaskanligi-secimi-oy-verme-islemi-tamamlandi-sandiklar-kapandi.
[4] Web sitesi için; https://tufanerhurman.org/.
17 Ekim 2025 Cuma
KKTC’de Kritik Seçim Bu Pazar Günü Yapılacak
Yalnızca Türkiye tarafından tanınan “yavru vatan” Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (kısaca KKTC) Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turu bu Pazar günü (19 Ekim 2025) yapılacak. Seçimde yarışan toplam 8 aday bulunsa da, bu adaylardan sandıkta kısmi varlık göstermesi beklenen Prof. Dr. Mehmet Hasgüler dışında iddialı bir aday bulunmadığı için, yarışın tamamen eski UBP’li bağımsız aday ve mevcut (5.) Cumhurbaşkanı iş adamı Ersin Tatar ile merkez sol CTP’nin adayı hukukçu akademisyen Dr. Tufan Erhürman arasında geçmesi ve ilk turda neticelenmesi bekleniyor.
KKTC halkı ve medyasının on yıllardır yaşadıkları tanınmamışlık sorunu nedeniyle seçimlere büyük önem ve anlam atfetmeleri doğal. Ancak yüksek politika perspektifinden yaklaşıldığında, dünya siyasetinin bu derece kızıştığı, Türkiye’nin giderek daha bağımsız ve sert bir dış politikaya yöneldiği ve içeride de çok güçlü bir iktidarın 23 senedir kesintisiz iktidarda kaldığı bir düzlemde, KKTC seçimlerini ister federasyon yanlısı Erhürman, isterse de iki devletli çözüm yanlısı Tatar kazansın, adada büyük siyasi değişim ve dönüşümlerin yaşanmasını beklemek bence gerçekçi olmayacaktır. Zira Türkiye açısından, KKTC, milliyetçilik güdülü Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığının yaşatılması ülküsünün çok ötesinde, askeri-güvenlik politikaları için Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bağlamında vazgeçilemez bir merkez (kimileri için hatta "batmayan bir uçak gemisi") ve turizm ve eğlence sektörleri gibi Türkiye ekonomisini destekleyen bazı yan sektörlerin gelişmesi adına çok önemli bir ekonomik kaynaktır.
Bu bağlamda, elbette güncel anketlerde Tatar’ın birkaç puan önünde gözüken[1] iddialı sol aday Erhürman’ın seçimi kazanması durumunda adada somut bazı gelişmeler yaşanacaktır. Örneğin, Kıbrıslı Rum lider Nikos Hristodulidis ile daha yakın ilişkiler, adada Birleşmiş Milletler (BM) kolaylaştırıcılığında çözüm müzakerelerinin yeniden başlaması ve Türk-Yunan ilişkilerinde de bu doğrultuda kademeli yumuşama beklentileri Erhürman döneminin kazanımları olabilir. Ancak Türkiye’nin 2000’ler başında Annan Planı sürecinde olduğu gibi adada federal çözüme yeşil ışık yakması ve kendisinin üye olmadığı Avrupa Birliği’ne (kısaca AB) Kıbrıslı Türklerin girişine izin vermesi bence beklentileri zorlamak olacaktır. Zira bugün Türkiye’nin AB üyelik süreci tamamen donmuş, Türk dış politikasında geleneksel Batı yöneliminin yanı sıra Türk Devletleri (TDT) perspektifi ve BRICS ile ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) üyelikleri vizyonu ön plana çıkmıştır. Tesadüfi değildir ki, son 3 yıldır Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortakları da artık Batılı devletler değil, Rusya ve Çin’dir. Ancak bu süreçte içeride yaşanan demokratik gerileme, hukuk devleti erozyonu ve ekonomik sorunlar, bir yandan da tabanda Batı yönelimine dair istekleri arttırmaktadır.
Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, 5. Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ın iki devletlilik vizyonuna dair de bugüne kadar ciddi bir başarı kazanılamamış ve TDT gözlemci üyeliği ile bir pozitif atmosfer yaratılsa da, daha sonra AB’nin Türk Cumhuriyetlerine yönelik ekonomik paketi nedeniyle bu açılım daha başlamadan anlamsız hale gelmiştir. Zaten BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs'ın statüsü konusundaki kararları da ortadadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin mevcut uluslararası sistem içerisinde KKTC’nin tanınmasını sağlaması pek de mümkün değildir. Ancak Türkiye’nin uluslararası sistem dışına çıkmasına olanak sağlayacak büyük bir stratejik hamlesi sonucunda KKTC’nin sınırlı tanınması gündeme gelebilir. Yani daha somut ifade etmek ve iyimser düşünmek gerekirse, Türkiye’nin Rusya ile stratejik müttefikliğe yönelmesi ve Batı bloku ile ipleri atması durumunda, bundan büyük fayda sağlayacak olan Moskova, KKTC’nin kendisi ve kendisine yakın birkaç devlet tarafından tanınmasını ve diplomatik tıkanmışlık durumunu aşmasını sağlayabilir. Ancak elbette bu da sınırlı bir tanınma olacak ve KKTC’yi BM üyesi normal bir devlet statüsüne getirmeyecektir. KKTC’nin uluslararası toplum tarafından tanınması veya Türkiye tarafından ilhakı ise, ancak uluslararası sistemin tamamen çökeceği bir Üçüncü Dünya Savaşı senaryosu ile mümkün olabilir. Bunu beklemek de hem gerçekçi, hem de makul bir istek değildir. Bu nedenle, statüko ve iç gelişim odaklı bir siyaset, bence Kıbrıs Türk halkı için psikolojik açıdan daha faydalıdır. Çünkü her defasında çözüm diye umutlandırılıp hüsrana uğratılan halk, buna tepki duyarak ya apati duygusu geliştirmekte ve siyasete küsmekte, ya da ülkesinden kaçarak başka bir ülkenin vatandaşlığını almaya çalışmaktadır.
Bir diğer konu ise kuşkusuz seçime müdahale tartışmalardır. ABD ve Avrupa’da son yıllarda bu konuda Rusya daima hedef haline getirilmekte ve kötülenmektedir. Ancak dürüst olmak gerekirse, ekonomik kaynakları sınırlı olan Rusya’nın yumuşak gücü ve istihbari operasyonları ile Moldova, Ukrayna vs. bazı ülkelerde yarattığı etki, ABD ve AB’nin ekonomik güçleriyle diğer ülkelerde yarattığı etkinin çok altındadır. KKTC özelinde ise, artık bir sır değildir ki, Türkiye, net bir şekilde Tatar’ın kazanmasını istemekte[2], Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi yanlısı bir siyaset izleyen AB ve İsrail ise Türkiye’ye karşı bir koz kazanmak adına seçimleri muhalefetin kazanmasına destek olmaktadır. Bunu açıkça ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar[3], bizce de sözlerinde haklıdır.
Ancak bizce iki noktada Erhürman’ın seçilmesini de bir kâbus senaryosu gibi algılamamak gerekir. İlki, Kıbrıs Sorunu’nun stratejik ve jeopolitik bir mesele olması ve Türkiye’nin en temel güvenlik teşkilatları Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Milli İstihbarat Teşkilatı-MİT’in bu konuda iki devletlilik çizgisinde ısrarcı olmaları sebebiyle, adada barış müzakereleri yeniden başlasa da, bunların nihayete ermesi ve federal çözümle sonuçlanması o kadar kolay olmayabilir. Zira ne yazık ki, en demokratik rejimlerde bile, devletler, kritik konularda stratejik kararları halklara bırakmayacak kadar planlı ve acımasızdırlar. Buna siyaset biliminde “devletlilik” (stateness) adı verilir ve toplumun uzun süreli menfaatlerinin ne ölçüde devlet, ne ölçüde halk tarafından verildiğine göre bu oran değişir. Türkiye, bu bağlamda genelde devletlilik oranı yüksek bir ülke olagelmiştir. Bu nedenle, Erhürman’ın seçilmesi ve Rumlarla barış müzakerelerinde yol kat etmesi, Türkiye federal çözüme "evet" demediği sürece etkili olmayacaktır. Türkiye de, bu çizgiye ancak ekonomik olarak tarumar olduğu 2001 ekonomik krizi gibi durumlarda "evet" diyebilmektedir. İkinci olarak, KKTC’de iktidarın demokratik yollarla el değiştirebildiğinin görülmesi, bu ülkeye yönelik ön yargıları kısmen değiştirebilir ve bu devletin tamamen Türkiye kontrolündeki bir tür “protektora” olduğu algısını biraz olsun düzeltebilir. Ancak bu algı düzelmesinin elbette KKTC’nin tanınması veya ekonomik izolasyonlardan kurtulmasıyla sonuçlanmasını beklemek naiflik olacaktır. Bu bağlamda, mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “Erhürman kazanırsa kutlarım, o beni kutlayacak mı?” açıklaması[4] bizce yerinde ve önemlidir. Bu bağlamda, KKTC, tanınmamış bir devlet olsa da, birçok konuda halihazırda Avrupa standartlarında demokratik bir rejimdir ve halkın iradesine göre yönetilmektedir.
Son anketlerden anlaşıldığı üzere, son birkaç yılda Türkiye ekonomisine paralel olarak KKTC’de artan enflasyon ve iki devletlilik tezinin üzerinde çok durulmasına rağmen somut bir kazanım elde edilememesi, Kıbrıs Türk halkını kızdırmış ve iktidar karşıtı hareket etmeye yönlendirmiştir. Neticede Bektaşi kökleri güçlü ve solcu damarı kuvvetli bir halk olan Kıbrıslı Türklere yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı inşası gibi Türkiye’deki sağ tabana uygun politikalarla gidilmesi vahim bir hata olmuş ve seçim sonuçlarını Erhürman lehine değiştirmiştir. Oysa Türkiye halkından kültürel olarak oldukça farklı yönleri bulunan Kıbrıslı Türkler için ihtişamlı-görkemli binalar değil, somut ekonomik ve diplomatik başarılar ve halkla duygusal bir özdeşleşim kurulması daha elzem ve faydalı durumdadır. Maalesef bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızı yanlış politikalara sürükleyenler bu seçimde Türkiye'yi de zora sokmuşlardır.
Tüm bu nedenlerle, her ne kadar Türkiye’nin gücüne en çok inanan kişilerden biri olsam da, bu seçimleri Tufan Erhürman’ın kazanmasını öngörmekteyim. Bunun, aslında, Kıbrıs Sorunu’nun -Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantör devletlerinden biri olan- Türkiye’nin onayı olmadan çözülemeyeceğinin bir kez daha anlaşılması adına faydalı olabileceğini de düşünüyorum. Sonsöz, Kıbrıs Türk halkına kararları ne olursa olsun saygılarımı ve sevgilerimi gönderiyor ve tanınmamışlık sorununa rağmen hayatlarını güzel Kıbrıs adasında en iyi şekilde geçirmelerini diliyorum. Tüm Türkiye halkını da tatillerde KKTC'ye giderek turizme destek olmaya çağırıyorum...
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
DİPNOTLAR
[1] https://bugunkibris.com/2025/10/02/cmirs-anket/; https://x.com/SerArastirma/status/1978092620770320835.
[2] https://www.dw.com/tr/kuzey-k%C4%B1br%C4%B1sta-kritik-se%C3%A7im-i%CC%87ki-devlet-mi-federasyon-mu/a-74391569.
[3] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kktc-cumhurbaskani-tatar-tel-aviv-ve-atina-beni-ulkenin-basinda-gormek-istemiyor/3717575.
[4] https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n578803-ersin-tatar-erhurman-kazanirsa-kutlarim-o-beni-kutlayacak-mi.
15 Ekim 2025 Çarşamba
Prof. Dr. Raja Mohan’ın ‘Hindistan ve Değişen Avrasya Jeopolitiği’ Konferansı
Giriş
Üsküdar Üniversitesi Stratejik
Araştırmalar Uygulama ve Araştırma Merkezi – ÜSSAM[1],
15 Ekim 2025 Çarşamba günü, üniversitenin Güney Kampüsü’nde, Hindistanlı ünlü
bir sosyal bilimci olan Prof. Dr. C. Raja Mohan’ın konuşmacı olarak katıldığı “India
and the Changing Eurasian Geopolitics” (Hindistan ve Değişen Avrasya
Jeopolitiği) adlı akademik etkinliği düzenledi. Bu yazıda, bu etkinlikte Prof. Dr. Mohan
tarafından dile getirilen bazı önemli görüşler özetlenecektir.
Prof. Dr. Raja Mohan kimdir?[2]
Yıllardır dünyadaki üniversite sıralamalarında istisnai bir başarı gösteren Singapur Ulusal Üniversitesi’nin Güney Asya Araştırmaları Enstitüsü'nde (ISAS) misafir araştırmacı (Profesör) olarak görev yapan Raja Mohan, Mayıs 2018'den Aralık 2021'e kadar ISAS’ın Direktörlüğünü yapmıştır. Daha önce Yeni Delhi'deki Jawaharlal Nehru Üniversitesi’nde ve Singapur’daki Nanyang Teknoloji Üniversitesi'nin S. Rajaratnam Uluslararası Araştırmalar Okulu’nda Güney Asya Araştırmaları Profesörü olarak çalışan Mohan, Hindistan dış politikası konusunda uluslararası platformlarda konuşan ülkenin önde gelen araştırmacı ve yorumcularından biridir. Mohan, Yeni Delhi'deki Savunma Çalışmaları ve Analizleri Enstitüsü, Politika Araştırmaları Merkezi ve Gözlemci Araştırma Vakfı gibi birçok düşünce kuruluşuyla bağlantılıdır. Ayrıca, Washington DC'deki Carnegie Uluslararası Barış Vakfı'nın altıncı uluslararası merkezi olan Carnegie India, Yeni Delhi'nin Kurucu Direktörüdür. 2009-2010 yılları arasında Washington DC'deki Amerika Birleşik Devletleri Kongre Kütüphanesi'nde Henry Alfred Kissinger Uluslararası İlişkiler Kürsüsü'nün Başkanlığını yapmıştır. Bunların yanında, Prof. Dr. Mohan, Hindistan Ulusal Güvenlik Danışma Kurulu'nda görev almıştır. 1999-2006 yılları arasında ise Pugwash Bilim ve Dünya İşleri Konferansları'nın Hindistan Şubesi'nin Başkanlığını yapmıştır.
Prof. Dr. C. Raja
Mohan
Indian Express gazetesinde
düzenli olarak köşe yazıları yazan Mohan, daha önce Chennai'deki The Hindu
gazetesinde Stratejik İşler Editörü olarak da görev yapmıştır. Mohan, dünya
siyaseti üzerine yayınlanan birçok Hindistan merkezli ve uluslararası derginin
yayın kurulunda yer almaktadır. Profesör Mohan, nükleer fizik alanında yüksek
lisans ve uluslararası ilişkiler alanında doktora derecesine sahiptir. Son
kitapları arasında Samudra Manthan: Sino-Indian Rivalry in the Indo-Pacific
(2013) ve Modi’s World: Expanding India’s Sphere of Influence (2015)
bulunmaktadır.[3] Prof.
Dr. Raja Mohan’ın başlıca akademik ilgi alanları ve uzmanlık konuları
şunlardır: Hindistan Dış Politikası, Asya Güvenliği, Büyük Güç Rekabeti ve Uluslararası
Teknoloji Politikası.
Prof. Dr. Raja Mohan’ın ‘Hindistan
ve Değişen Asya Jeopolitiği’ Konferansı
Konuşmasına Avrupa ve Asya sözcüklerinin birleşimiyle oluşan “Avrasya” (Eurasia) kavramının üzerinde uzlaşılmış kesin bir tanımı olmadığını belirterek başlayan Hindistanlı Profesör, buna karşın Avrasya ifadesinin coğrafi sınırların ötesinde çok daha siyasi ve derinlikli bir anlamı olduğunun altını çizmekte ve Avrasya’nın genelde Avrupa (Batı) medeniyeti ile Asya ülkeleri ve medeniyetlerini bağlayan ve onları içeren genişçe alanı belirtmek için kullanıldığını ifade etmektedir. Bu anlamda, hem Türkiye, hem de Hindistan’ın Avrasya ülkeleri olduğunu söyleyen Mohan, son yıllarda Rusya’ya yönelik Batı dünyasındaki eleştiri ve tepkiler nedeniyle Avrasya terimine olumsuz yaklaşıldığını, oysa Mahan ve Spykman gibi önemli jeopolitik düşünürlerin hepsinin odak noktasında Avrasya bölgesi olduğunu belirtmektedir.
Etkinlik afişi
Daha sonra Hindistan tarihinden
örnekler veren Profesör Mohan, Britanya Hindistanı döneminde Londra’nın Çarlık
Rusyası ile giriştiği “Büyük Oyun” rekabetinde Hindistan’ın önemli bir
merkez haline geldiğini ve günümüzde de NATO’nun doğuya genişlemesi ve Rusya’nın
buna karşı olarak giriştiği Ukrayna Savaşı nedeniyle Hindistan, Türkiye ve
diğer Avrasya ülkelerinin jeopolitik açıdan önem kazandığını söylemektedir. Rusya’nın Avrasya
bölgesine hükmederek bu bölgede hâkimiyet kurma güdüsünün bir vaka olduğunu
söyleyen Mohan, bu nedenle son dönemlerde Avrasya ve Avrasyacılık ifadelerine
Batı dünyasında şüpheyle yaklaşıldığını vurgulamaktadır.
Daha sonra günümüzün büyük güçlerinin
Avrasya vizyonlarını değerlendiren ve kıyaslayan Mohan, Çin’in daha ziyade
ekonomi yoluyla güç elde etmek isteyen bir devlet olarak bölgeye “16 Artı”
(16 Plus) perspektifinden yaklaştığını ve Kuşak Yol Projesi (BRI) gibi
ekonomik ve ulaşım altyapı hamleleriyle bölgede ekonomik gücünü tesis ederek
siyaseten de güçlenmeye çalıştığını söylemektedir. Bölgedeki kalkınma arayışındaki
ülkelerin Çin’den gelecek yatırım ve kaynaklar nedeniyle bu yaklaşıma uyum sağlayabildiğini
belirten Mohan, buna karşın Çin’in ABD ve Hindistan gibi bölgede etkili iki
devletle yaşadığı sorunlar nedeniyle Avrasya'da zaman zaman etkisiz kalabildiğinin
altını çizmektedir. Mohan’a göre, Pekin, bu noktada ABD’de özellikle Trump
döneminde beliren izolasyonist eğilimleri abartarak, Amerikalıların gelecekte
bölgeden tamamen çekileceği görüşünü işlemekte ve bu sayede bölge ülkelerinin
kendisine yönelmeleri için ekonomik imkânlar yaratmaktadır.
Hindistan’ın hem kara, hem de bir
deniz gücü olarak bölgenin en etkili devletlerinden birisi olduğunu vurgulayan
Prof. Dr. C. Raja Mohan, şimdiden dünyanın en büyük 4. ekonomisi durumundaki
Hindistan’ın yakın bir gelecekte ABD ve Çin’le birlikte dünyanın 3 en büyük ekonomisinden
biri olarak diğer devletlerin ötesinde bir ekonomik güce erişeceğini ifade
ederek, Hindistan’ın temel jeopolitik güdüsünün bu bölgede Çin’i nasıl
dengelemek olacağını öngörmektedir. Mohan, ülkesinin Rusya ile ilişkileri
kesmeye yanaşmadığını da anımsatarak, Çin’le sorunlu ilişkilere rağmen BRICS+
platformunda Hindistan’ın istekli biçimde yer aldığını sözlerine
eklemektedir. Hindistanlı uzman, ek olarak, ülkesinin QUAD'daki rolü ve ABD ile ticari alandaki yoğun ilişkilerini de gündeme getirmektedir.
Daha sonra Rusya’nın konumunu
değerlendiren Mohan, tarihsel olarak aslında hem Batılı, hem de Doğulu bir
devlet ve medeniyet olan Rusya’nın son yıllarda Batı dünyası ile yaşadığı
sorunlar nedeniyle giderek Avrasyacı olduğu ve Doğu’ya yöneldiğini belirtirken,
Rusya’da Devlet Başkanlarının genelde bir Doğucu, bir Batıcı sıralamasında
geldiğini de sözlerine eklemektedir. Bu bağlamda, Mohan’a göre, Batı’ya karşıt
Stalin’i izleyen Kruşçev veya Batı’ya hasmane yaklaşım benimseyen Brejnev’i takip eden Gorbaçov’a
benzer şekilde, Yeltsin’i anımsatırcasına, Putin’den sonra Rusya’da daha Batıcı
bir lider de işbaşı yapabilir. Bu nedenle, Rusya’nın Avrasya vizyonunun tamamen
Batı karşıtı şekillenip şekillenmeyeceği konusunda henüz bir netlik yoktur. Bu
doğrultuda, Mohan, Rusya’nın G8’e dahil olma özlemini de anımsatırken, bir
yandan da ABD’nin tek kutupluluk anında ilan ettiği “yeni dünya düzeni”nin
Rusya’da yarattığı huzursuzluğa işaret etmektedir. Bu yönde en önemli mesele
ise, kuşkusuz, Rusya-Çin ekseninin ne yönde ilerleyeceği sorusu olacaktır.
Amerika Birleşik Devletleri (ABD)
ise, halen dünyanın en büyük askeri ve ekonomik gücü olarak bu bölgede de
oldukça iddialı olup, geçmişte Britanya İmparatorluğu’na benzer şekilde Avrasya’nın
başat gücü olmaya gayret etmektedir. Avrasya’nın ABD-Avrupa hattı veya
Transatlantik ilişkiler açısından da kritik öneme sahip olduğunu vurgulayan
Hindistanlı Profesör, Trump döneminde ABD’nin uyguladığı ticaret kısıtlamaları
ve gümrük tarifelerinin müttefik ülkelerde yarattığı endişe ve tepkilere
karşın, en son Mısır’da birçok dünya liderinin katılımıyla ilan edilen Gazze
Barış Planı’nın da gösterdiği üzere, Washington’ın Körfez ülkeleri ve bölgedeki
gücünü halen fazlasıyla koruduğunu düşünmektedir. Mohan, bu bağlamda
en kritik hususun ise ABD’nin Tayvan’ı Çin’e karşı korumak konusunda verdiği taahhütler
konusunda ne ölçüde kararlı olacağını sözlerine eklemektedir. Mohan, ayrıca,
ABD’nin yaklaşan ASEAN ve APEC zirvelerine daha ilgili ve müdahil olması
gerektiğini vurgulamaktadır. Raja Mohan, ayrıca ABD’nin bazı konularda son
yıllarda çok değiştiğini ve artık küreselleşmede yalnızca bir pazar değil, büyük
bir üretici güç olmak istediğini, güvenlik alanında müttefiklere daha fazla
sorumluluk vererek harcamalarını azaltmayı planladığını ve teknolojide de kendi
yerli ve milli kapasitelerine öncelik vererek hegemon güç vasfını korumaya
çalıştığını söylemektedir.
Türkiye’nin son yıllarda Erdoğan
yönetiminde bölgede daha aktif ve güçlü bir küresel oyuncu haline geldiğini de belirten
Raja Mohan, Türkiye’nin artık edilgen bir aktörden çıkıp kendi planlarını ve
vizyonunu uygulamaya çalışan güçlü bir devlet olduğunu söylemekte ve
Hindistan-Türkiye ilişkilerinin geliştirilmesinin bu bağlamda büyük bir
gereklilik olduğunu vurgulamaktadır. Mohan, ek olarak, Türkiye’nin sahip olduğu
birçok farklı kimlik (Doğu-Batı, Avrupalı-Asyalı, Batılı-Müslüman vs.)
sayesinde doğru hamleler yapabilirse çok avantajlı hale gelebileceğini belirterek,
bir devletin aynı anda hem NATO üyesi, hem Rusya dostu, hem Çin’le yakın
ilişkiler sahibi, hem de ABD ile stratejik ortak olabilmesinin Ankara’nın başarı
hanesine yazıldığını ifade etmektedir. Buna karşın, Hindistanlı Profesör,
Ankara’nın da stratejik bir vizyon ve plan doğrultusunda hareket etmesi gerektiğini
sözlerine eklemektedir. Mohan, Hindistan’ın ilkesel olarak BRICS’in aşırı
genişlemesine karşı olduğunu ama Türkiye’nin üyeliğine yönelik olarak özel bir
engellemesinin olmadığını da bu noktada dinleyicilere açıklamaktadır. Raja
Mohan, Hindistan ile Türkiye’nin çıkarlarının birçok noktada ortak olduğunu da
vurgulayarak, Türkiye’nin Pakistan’la ilişkilerinin bu bağlamda ayrı kategoride
değerlendirilmesi gerektiğini ifade etmektedir.
Avrupa Birliği’nin ise, böyle bir
ortamda, ABD ile ilişkiler gümrük tarifeleri ve Başkan Trump’a duyulan
güvensizlik nedeniyle gerilirken, giderek Fransa’da Macron’un başını çektiği “stratejik
otonomi” çizgisine yöneldiğini ifade eden Hindistanlı akademisyen, Trump’ın
Transatlantik ilişkileri gerdiğini ama en son Beyaz Saray tablosunun ortaya koyduğu
üzere, AB’nin ve Avrupalı devletlerin halen fazlasıyla ABD’ye bağımlı olduklarını
belirtmektedir. Trump’ın stratejik vizyonunun ekonomi mi, jeopolitika mı odaklı
olacağı konusunda halen belirsizlik olduğunu da sözlerine ekleyen deneyimli
akademisyen, Başkan Trump’ın uluslararası siyaseti haraç tahsil etmeye
dönüştürmesinin Avrupalı başkentlerde yarattığı tepkileri de bu noktada gündeme
getirmektedir. Avrupa Avrasyacılığı görüşünü de aktaran ünlü akademisyen, “Lizbon’dan
Vladivostok’a Avrupa” vizyonunun halen tamamen taban kaybetmediğini ve
Avrupa içerisinde Rusya ile yakınlaşmayı savunan iktidarların Orta ve Doğu
Avrupa’da halen güçlü olduklarını anlatmaktadır. Avrupa’daki Çin karşıtı
seslerin de az olmadığını anımsatan Mohan, AB’nin ortak savunma kapasitesini geliştirerek
ABD’den bağımsız bir blok olmaya çalışacağını ve bu bağlamda Çin’le ilişkiler
konusunda stratejik bir karar vermesi gerekebileceğini vurgulamaktadır.
Sonuç
Sonuç olarak, Singapur Ulusal
Üniversitesi’nin önemli ve deneyimli bir Profesörü olan Raja Mohan’ın Türkiye’de
akademik camiada ve basın-yayın organlarında çok az konuşulan bir devlet olan
Hindistan’ın stratejik vizyonunu ve Avrasya’daki güç rekabetini anlattığı bu
konferansı başarılı bir akademik aktivite olarak dinleyicilerden tam not almış
ve öğrenciler ve akademisyenlerin bu konudaki okuma ve araştırma güdülerini tetiklemiştir.
Bu bağlamda, Hindistan-Türkiye ilişkileri konusunda daha fazla yayın ve etkinliğe
kuşkusuz büyük ihtiyaç duyulmaktadır. Bu ise, şüphesiz, Türkiye-Pakistan
ilişkilerine zarar vermek değil, tam tersine bunları daha da geliştirmek ve
Hindistan-Pakistan ilişkilerini de düzeltmek için yapılmalıdır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
2025 Arjantin Parlamento Seçimleri
Giriş
Güney Amerika kıtasındaki devletlerin “en Avrupalısı” olarak bilinen Arjantin, son yıllarda genelde ekonomik krizlerle anılan bir devlet olarak dikkat çekmiş ve birçok alanda gelişmiş düzeyde olmasına karşın, ekonomik sorunlar nedeniyle iç ve dış siyasette zaman zaman yalpalamalar ve krizler yaşamıştır. Bu bağlamda, 2023 yılındaki Başkanlık seçimlerini kazanarak ülke siyasetine yeni bir soluk kazandıran neo-liberal siyasetçi Javier Milei’nin performansı ve popülaritesinin test edileceği ilk büyük sınav, 26 Ekim 2025 tarihinde düzenlenecek olan parlamento seçimleridir. Bu seçimler, ABD Başkanı Donald Trump’ın Milei’ye verdiği açık destek ve onun kazanması için Arjantin’le kısa süre önce yapılan 20 milyar dolarlık swap anlaşması[1] nedeniyle de ilginç bir deneyim olacaktır. Bu yazıda, 2025 Arjantin genel seçimleri analiz edilecektir. Ancak bunun için, öncelikle Arjantin devleti, toplumu ve siyasi tarihi ve sistemi hakkında genel bilgiler özetlenecektir.
Arjantin Hakkında Genel Bilgiler
Güney Amerika kıtasının güneyinde bulunan Arjantin, geniş yüzölçümü, futboldaki üstün başarısı, sık sık gündeme gelen ekonomik krizleri ve Avrupa’yı anımsatan yaşam tarzıyla dünyada iyi bilinen ve sevilen bir devlettir. Yaklaşık 2,8 milyon kilometrekarelik devasa yüzölçümüyle dünyanın en geniş 8. devleti olan[2] Arjantin, 46 milyona yakın yoğun nüfusuyla da 35. en kalabalık ülke durumundadır[3]. Arjantin’in başkenti olan Buenos Aires şehri ise, 3 milyonu aşan nüfusuyla ülkenin en gelişmiş ve gözde kentidir.[4] Arjantin’in adı ise Latince “argentum” (gümüş) kelimesinden gelir.[5] Arjantin coğrafyası, geniş ovalar, çöller, tundralar ve ormanların yanı sıra yüksek dağlar, nehirler ve binlerce kilometre uzunluğunda okyanus kıyı şeridini kapsamaktadır. Arjantin, ayrıca Antarktika'nın bir kısmını ve İngilizlerin yönettiği Falkland Adaları da dahil olmak üzere Güney Atlantik'teki birkaç adayı da kendi toprakları olarak kabul etmektedir.[6]
Dünyada Arjantin
Arjantin’in nüfusu neredeyse tamamen (yüzde 97,2) Avrupa soylu ve Avrupalılarla yerli halkların karışmasıyla oluşan Mestizolardan oluşurken, ülkede ayrıca az sayıda yerli nüfus (yüzde 2,4) ve Afrika kökenli kişiler de (yüzde 0,4) bulunmaktadır.[7] Resmi dili İspanyolca olan Arjantin’de, ayrıca, İngilizce, Fransızca, Almanca, İtalyanca ve yerel bazı diller de yaygın şekilde konuşulmaktadır. Dini açıdan bakıldığında ise; Arjantin nüfusunun yüzde 63’ü Katolik Hıristiyan, yüzde 15’i de Evanjelik Hıristiyan’dır.[8] Ülkede ayrıca bazı farklı Hıristiyanlık türleri ile az sayıda Müslüman ve diğer dinlerden nüfus da bulunmaktadır.
Arjantin haritası
683 milyar dolarlık ekonomisiyle[9] dünyanın en büyük 24. ekonomisi olan[10] Arjantin, yıllık kişi başına düşen 14.360 dolarlık[11] performansıyla orta gelirli bir topluma sahiptir. Sık sık ekonomik krize giren ve siyasi istikrarsızlık yaşayan Arjantin, bu anlamda aslında Güney Amerika kıtasının gelişmiş ekonomilerinden birine sahiptir. Yakın tarihte birçok defa ekonomik kriz nedeniyle IMF (Uluslararası Para Fonu) programlarına sahne olan Arjantin, her şeye rağmen Güney (Latin) Amerika kıtasındaki en dinamik ve güçlü ekonomilerden birisine sahiptir. Arjantin’in en önemli dış ticaret ortakları ise; Brezilya, Çin, ABD, Şili, Vietnam, Cezayir, Hindistan, Almanya, Paraguay, Meksika ve İtalya’dır.[12] Ülkenin başlıca ihracat kalemlerini soya fasulyesi ve türevleri, mısır, buğday, altın, kabuklu hayvanlar, motorlu taşıt, ham petrol, otomobil, sığır eti, biodizeller ve petrol yağları, ayçiçek yağı, üzüm şarabı ve kara yolu taşıtları için yedek parçalar oluştururken, temel ithalat ürünleri ise otomobil, kara yolu taşıtları için yedek parça, petrol yağları, soya fasulyesi, telefon cihazları, nakliye araçları, ilaç, otomatik bilgi işlem makineleri, pistonlu motorlar, zirai ilaçlar, mineraller ve kimyasal gübreler ve izole edilmiş tel ve kablolardır.[13]
Arjantin bayrağı
Birleşmiş Milletler’in saygın bir üyesi olan Arjantin’ın dış ilişkileri de oldukça sofistike ve etkilidir. BM ve BM ile alakalı kuruluşların yanı sıra, Arjantin, Amerikan Devletleri Örgütü (OAS), UNASUR (Güney Amerika Ulusları Birliği), MERCOSUR (Güney Amerika Ortak Pazarı), Uluslararası Atom Enerjisi Kurumu, G-15, G-20, G-77, Dünya Ticaret Örgütü (WTO) ve Paris Kulübü gibi önemli bazı uluslararası kuruluşlara üyedir.[14]
Arjantinli en ünlüler: Messi-Francis-Maradona
Arjantin denince akla gelen en ünlü kişiler ise kısa süre vefat eden Papa Francis ve ünlü futbolcu Lionel Messi ile birlikte bir döneme damgasını vurmuş olan ünlü futbolcu Diego Armando Maradona’dır. Ayrıca geçmişte Juan Peron ve eşi Eva “Evita” Peron da Arjantin siyasetine damgalarını vurmuş ve dünya çapında ses getirmiş kişilerdir. Yine Ernesto “Che” Guevara da Arjantin doğumlu önemli bir Marksist devrimci ve Kübalı devlet adamı olarak tarihte iz bırakmış bir Arjantinlidir.
Arjantin Siyasal Tarihi ve Sistemi
Arjantin’in modern tarihi, diğer Latin Amerika ülkelerine benzer şekilde İspanyollar ve diğer Avrupalıların bu kıtayı ele geçirmeleri ve sömürgeleştirmeleri ile başlar. Güney Amerika veya Latin Amerika kıtası 15. yüzyıl sonlarından itibaren yoğun şekilde Avrupalı sömürge güçleri tarafından işgal edilirken, Arjantin topraklarına yönelik ilk İspanyol saldırıları 1516’da Plate Nehri kıyılarını ve ardından 1536’da bugünkü başkent Buenos Aires’i hedef almıştır. Bu başarısız girişimlerden sonra 1580’de işgal edilen Buenos Aires ve bölge, 18. yüzyıl sonlarına kadar İspanya’nın buradaki sömürge yönetimi kapsamında Peru Genel Valiliği’ne bağlanmıştır.[15] 1776 yılına gelindiğinde ise, bölgede Rio de la Plata Genel Valiliği kurulmuş, Buenos Aires de bu yeni yönetimin merkezi olarak belirlenmiştir.[16]
19. yüzyılın başlarında, kıtadaki diğer bölgelerde olduğu gibi Arjantin’de de bağımsızlık hareketleri baş göstermiş ve bu mücadele sonunda, 9 Temmuz 1816’da Buenos Aires’te “Rio de la Plata Birleşik Eyaletleri” (Provincias Unidas del Río de la Plata) adıyla kurulan yeni devletin bağımsızlığı ilan edilmiştir. Ancak bağımsızlığı takip eden ilk yarım yüzyıllık dönem yeni ulus-devletin inşası şeklinde gelişmiş ve bu süreçte yeni devletin iktidarının kim tarafından temsil edileceği yönündeki mücadeleler devam etmiştir. Bu süreç, aynı zamanda, kıtada bağımsızlığını kazanan diğer devletler Uruguay, Paraguay, Peru, Brezilya, Şili ve Venezuela arasında çeşitli ittifakların kurulduğu ve yeni devletlerin sınırlarının belirlenmeye çalışıldığı bir dönem olmuştur.[17]
20. yüzyılda Arjantin siyasi tarihinde birçok olumsuz olay yaşanmış ve ülkede demokrasinin kurumsallaşabilmesi konusunda askeri darbe dönemleri, iç çatışmalar ve 1976-1982 dikta dönemi gibi talihsiz bazı hadiselere denk gelinmiştir. Arjantin tarihi, Soğuk Savaş dönemi Türkiye’sine benzer şekilde askeri darbelerle doludur. Öyle ki, ülkede 1930, 1943, 1955, 1962, 1966, 1976 ve 1981'de tam 7 askeri darbe gerçekleştirilmiş olup, bu süreçlerin ilk dördünde geçici diktatörlükler kurulmuş, beşinci ve altıncı darbelerden sonra ise bürokratik-otoriter devlet modeli üzerine kalıcı tipte diktatörlükler inşa edilmeye çalışılmıştır. İngiltere ile girdiği Falklands Savaşı’nı kaybeden Arjantin, ancak bu süreç sonucunda cunta yönetiminin yıkılması neticesinde 1983’ten itibaren demokrasiye aşamalı olarak geçebilmiştir. Neticede, 1983’ten günümüzde birçok sorunu aşan Arjantin, zamanla güçlü ve gelişmekte olan bir devlet haline gelerek Brezilya ile birlikte Latin Amerika siyasetinin en güçlü aktörlerinden birisi haline gelmiştir.
Suriye asıllı bir aileden geldiği için “El Turco” lakabı alan Carlos Menem
Başkanlık sistemiyle yönetilen federal bir Cumhuriyet olan Arjantin’de üst üste 2 dönem ve 4’er yıl olarak en fazla 8 yıl görev yapabilen Devlet Başkanı en yetkili kişi durumundayken, Senato ve Temsilciler Meclisi’nden oluşan yasama organı da onun güçlerini dengeleyen ve denetleyen kurum durumundadır. Ülkede halen Senatör sayısı 72 olup, Temsilciler Meclisi ise 257 üyeden oluşmaktadır. Meclis üyeleri 4 yıl için seçilmekte olup, her 2 yılda bir Meclis üyelerinin yarısı yenilenmektedir. Senato üyeleri ise 6 yıl için seçilmekte olup, her 2 yılda Senato’nun üçte biri yenilenmektedir. Ayrıca, Arjantin’de eyaletlerin de Temsilciler Meclisleri bulunmaktadır.[18] Amerikan (ABD) sistemi örnek alınarak oluşturulan Arjantin siyasal düzeni, 1853 yılında kabul edilen anayasa büyük bir değişime uğramadan 1994 yılına kadar devam etmiş, bu tarihte gerçekleştirilen reformlarla da devlet yönetiminde önemli bazı yeni adımlar atılmıştır.[19]
Cristina Fernández de Kirchner
Son yıllara bakıldığında[20], ülkede Carlos Menem (1989-1999), Fernando de la Rúa (1999-2001), Eduardo Duhalde (2002-2003), Néstor Kirchner (2003-2007), Cristina Fernández de Kirchner (2007-2015), Mauricio Macri (2015-2019), Alberto Fernández (2019-2023) ve Javier Milei (2023-) gibi önemli bazı Devlet Başkanları görev yapmıştır. Bu isimlerden özellikle Menem ve Cristina Fernández de Kirchner, uzun süre iktidarda kalarak etkili olabilmişlerdir.
Arjantin, idari olarak 23 eyalete (provincias) ve bir federal bölgeye (distrito federal) ayrılmıştır: Buenos Aires Federal, Catamarca, Chaco, Chubut, Cordoba, Corrientes, Entre Rios, Formosa, Jujuy, La Pampa, La Rioja, Mendoza, Misiones, Neuquen, Rio Negro, Salta, San Juan, San Luis, Santa Cruz, Santa Fe, Santiago del Estero, Tierra del Fuego, Antartica e Islas del Atlantico Sur ve Tucuman.[21]
Javier Milei
Arjantin’de 19 Kasım 2023 tarihinde ikinci turu düzenlenen Cumhurbaşkanlığı seçimlerini "Özgürlük İlerliyor” (La Libertad Avanza) partisi adayı Javier Milei kazanmış ve görevini 10 Aralık 2023’te devralmıştır. Milei hükümeti, “Daha küçük bir devlet, daha az yoksul insan demektir” ifadelerini ve neo-liberal retoriği kullanarak kamu harcamalarının kısıtlanmasının ekonomik iyileşme için temel bir unsur olduğunu savunmaktadır.[22] Bürokratik gecikme ve engellemelere yönelik tepkisini eline aldığı testere ile gösteren Milei, kısa sürede Arjantin halkının gönlünde taht kurmuş ve liberal siyasetin en başarılı örneklerinden birini sergilemiştir. 2025 parlamento seçimleri, Milei’nin başarı ve popülaritesinin 2 yıl içerisinde nasıl değişip dönüştüğünün anlaşılması açısından da önemlidir.
2025 Arjantin Genel Seçimleri
26 Ekim 2025 tarihinde düzenlenecek olan Arjantin parlamento seçimlerinde iddialı olması beklenen iki büyük parti/blok bulunmaktadır. Bunlardan ilki, devlet Başkanı Javier Milei’nin partisi olan Özgürlük İlerliyor (La Libertad Avanza/LLA) partisidir. Liberteryan muhafazakâr çizgideki parti, katıksız piyasacı ve devletçilik karşıtı ekonomi politikasının yanında, kültürel ve sosyal konularda milliyetçi-muhafazakâr bir çizgidedir. Partinin lideri genç bir milletvekili olan Gabriel Bornoroni’dir. Mart-Nisan aylarında yapılan görece güncel bazı anketler[23], seçimlerden yüzde 36-38 düzeyinde bir oyla LLA’nın zaferle çıkacağını öngörmektedir.
Gabriel Bornoroni
Ancak LLA’nın seçimlerde güçlü bir rakibi olup, bu da sol Peronist ve popülist çizgideki Vatan İçin Birlik (Unión por la Patria/UP) partisidir. German Martinez, Cristina Fernández de Kirchner, Sergio Massa ve Juan Grabois gibi güçlü ve tanınmış liderleri olan parti, birkaç ay önce yapılan anketlere göre yüzde 31-35 arasında oya ulaşarak LLA’yı zorlayabilir.
German Martinez
Diğer partilerden ise eski Başkan Mauricio Macri’nin liberal sağ-reformist Cumhuriyetçi Öneri (PRO) partisi dışında yüksek oy alabilme potansiyeline sahip etkili bir siyasi oluşum bulunmamaktadır. PRO’nun ise bu seçimlerde yüzde 9-10 düzeyine kadar çıkabilmesi öngörülmektedir. Bu bağlamda, seçimler, büyük ölçüde Başkan Milei’nin performansının oylanacağı bir kamuoyu yoklaması işlevi görecektir.
ABD/Trump Etkisi
ABD Başkanı Donald Trump’ın ticareti kısıtlayan yaklaşımlarıyla Arjantin Devlet Başkanı Javier Milei’nin ultra-liberal vizyonları arasında bazı farklılıklar olmasına karşın, iki popülist lider, genelde birbirlerine destek olmaktadırlar. Öyle ki, son dönemde halk arasında popülaritesini arttırmak için ünlü futbolcu Lionel Messi’den destek istediği ama reddedildiği iddia edilen[24] Milei, seçimler öncesinde aradığı kritik desteği Başkan Trump’ta bulmuştur. Nitekim geçtiğimiz gün açıklanan paket kapsamında, ABD Hazine Bakanlığı, Arjantin'e 20 milyar dolarlık bir döviz takası sağlayan swap anlaşması imzalandığını duyurmuştur.[25] Bu, esasen bir acil kredi limiti olup, Bill Clinton yönetiminin 1995 yılında Meksika'ya 20 milyar dolarlık kredi sağlamasından bu yana ABD'nin doğrudan finanse ettiği ilk büyük ölçekli kurtarma operasyonu niteliğindedir.[26] Bu, bir anlamda seçimi Milei’nin kazanması için ABD’nin gösterdiği çabayı da ifade etmektedir.
Sonuç
Sonuç olarak, Latin Amerika’nın etkili ülkesi Arjantin’de önümüzdeki Pazar yapılacak olan seçimler, Başkan Milei’nin piyasa yanlısı reformları ve ultra-liberal çizgisiyle karakterize olan performansının anlaşılması açısından önemli bir test işlevi görecektir. Bir diğer test ise, genelde ABD'nin "arka bahçesi" olarak nitelendirilen ama anti-Amerikancı hareket ve liderlerin de sıklıkla başarı gösterdiği Latin Amerika'nın en önemli ülkelerinden olan Arjantin'de Donald Trump ve ABD'ye olan desteğin ne düzeyde olduğunun anlaşılması olacaktır. Dileğimiz, sağ veya sol çizgide, ancak demokrat, insan haklarına saygılı, barışçıl ve çatışmaları barışçıl yollardan çözmeye gayret eden hükümet ve devlet adamlarının her ülkede işbaşı yapmasıdır.
Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ
DİPNOTLAR
[1] https://www.cfr.org/article/will-trumps-20-billion-backing-help-milei-change-argentinas-fortunes.
[2] https://www.worldometers.info/geography/largest-countries-in-the-world/.
[3] https://www.worldometers.info/world-population/population-by-country/.
[4] https://www.citypopulation.de/en/argentina/granbuenosaires/02000000__buenos_aires/.
[5] https://www.mfa.gov.tr/arjantin-kunyesi.tr.mfa.
[6] https://www.britannica.com/place/Argentina.
[7] https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/argentina/#people-and-society.
[8] https://www.cia.gov/the-world-factbook/countries/argentina/#people-and-society.
[9] https://www.imf.org/external/datamapper/NGDPD@WEO/OEMDC/ADVEC/WEOWORLD.
[10] https://statisticstimes.com/economy/projected-world-gdp-ranking.php.
[11] https://www.imf.org/external/datamapper/NGDPDPC@WEO/OEMDC/ADVEC/WEOWORLD/LUX.
[12] https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-arjantin/.
[13] https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-arjantin/.
[14] https://ar.usembassy.gov/policy-history/; https://www.mfa.gov.tr/arjantin-kunyesi.tr.mfa.
[15] https://www.britannica.com/place/Argentina/Colonial-centres.
[16] https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-arjantin/.
[17] https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-arjantin/.
[18] https://www.mfa.gov.tr/arjantin-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[19] https://www.insamer.com/tr/ulke-profili-arjantin/.
[20] https://www.britannica.com/topic/list-of-presidents-of-Argentina-2060769.
[21] https://www.mfa.gov.tr/arjantin-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[22] https://www.mfa.gov.tr/arjantin-siyasi-gorunumu.tr.mfa.
[23] https://www.lapoliticaonline.com/politica/a-milei-no-le-creen-los-numeros-de-baja-de-la-pobreza-y-se-desploma-la-base-de-apoyo-al-gobierno/; https://consultoratendencias.com/encuesta-detalle/?encuesta=105; https://consultoratendencias.com/encuesta-detalle/?encuesta=114.
[24] https://www.youtube.com/shorts/YjcAXf9yWx8.
[25] https://www.cfr.org/article/will-trumps-20-billion-backing-help-milei-change-argentinas-fortunes.
[26] https://www.cfr.org/article/will-trumps-20-billion-backing-help-milei-change-argentinas-fortunes.