Sayfalar

17 Ekim 2025 Cuma

KKTC’de Kritik Seçim Bu Pazar Günü Yapılacak

Yalnızca Türkiye tarafından tanınan “yavru vatan” Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nde (kısaca KKTC) Cumhurbaşkanlığı seçimleri ilk turu bu Pazar günü (19 Ekim 2025) yapılacak. Seçimde yarışan toplam 8 aday bulunsa da, bu adaylardan sandıkta kısmi varlık göstermesi beklenen Prof. Dr. Mehmet Hasgüler dışında iddialı bir aday bulunmadığı için, yarışın tamamen eski UBP’li bağımsız aday ve mevcut (5.) Cumhurbaşkanı iş adamı Ersin Tatar ile merkez sol CTP’nin adayı hukukçu akademisyen Dr. Tufan Erhürman arasında geçmesi ve ilk turda neticelenmesi bekleniyor.

KKTC halkı ve medyasının on yıllardır yaşadıkları tanınmamışlık sorunu nedeniyle seçimlere büyük önem ve anlam atfetmeleri doğal. Ancak yüksek politika perspektifinden yaklaşıldığında, dünya siyasetinin bu derece kızıştığı, Türkiye’nin giderek daha bağımsız ve sert bir dış politikaya yöneldiği ve içeride de çok güçlü bir iktidarın 23 senedir kesintisiz iktidarda kaldığı bir düzlemde, KKTC seçimlerini ister federasyon yanlısı Erhürman, isterse de iki devletli çözüm yanlısı Tatar kazansın, adada büyük siyasi değişim ve dönüşümlerin yaşanmasını beklemek bence gerçekçi olmayacaktır. Zira Türkiye açısından, KKTC, milliyetçilik güdülü Kıbrıslı Türklerin adadaki varlığının yaşatılması ülküsünün çok ötesinde, askeri-güvenlik politikaları için Doğu Akdeniz ve Ortadoğu bağlamında vazgeçilemez bir merkez (kimileri için hatta "batmayan bir uçak gemisi") ve turizm ve eğlence sektörleri gibi Türkiye ekonomisini destekleyen bazı yan sektörlerin gelişmesi adına çok önemli bir ekonomik kaynaktır.

Bu bağlamda, elbette güncel anketlerde Tatar’ın birkaç puan önünde gözüken[1] iddialı sol aday Erhürman’ın seçimi kazanması durumunda adada somut bazı gelişmeler yaşanacaktır. Örneğin, Kıbrıslı Rum lider Nikos Hristodulidis ile daha yakın ilişkiler, adada Birleşmiş Milletler (BM) kolaylaştırıcılığında çözüm müzakerelerinin yeniden başlaması ve Türk-Yunan ilişkilerinde de bu doğrultuda kademeli yumuşama beklentileri Erhürman döneminin kazanımları olabilir. Ancak Türkiye’nin 2000’ler başında Annan Planı sürecinde olduğu gibi adada federal çözüme yeşil ışık yakması ve kendisinin üye olmadığı Avrupa Birliği’ne (kısaca AB) Kıbrıslı Türklerin girişine izin vermesi bence beklentileri zorlamak olacaktır. Zira bugün Türkiye’nin AB üyelik süreci tamamen donmuş, Türk dış politikasında geleneksel Batı yöneliminin yanı sıra Türk Devletleri (TDT) perspektifi ve BRICS ile ŞİÖ (Şanghay İşbirliği Örgütü) üyelikleri vizyonu ön plana çıkmıştır. Tesadüfi değildir ki, son 3 yıldır Türkiye’nin en büyük dış ticaret ortakları da artık Batılı devletler değil, Rusya ve Çin’dir. Ancak bu süreçte içeride yaşanan demokratik gerileme, hukuk devleti erozyonu ve ekonomik sorunlar, bir yandan da tabanda Batı yönelimine dair istekleri arttırmaktadır.

Fakat şunu da belirtmek gerekir ki, 5. Cumhurbaşkanı Sayın Ersin Tatar’ın iki devletlilik vizyonuna dair de bugüne kadar ciddi bir başarı kazanılamamış ve TDT gözlemci üyeliği ile bir pozitif atmosfer yaratılsa da, daha sonra AB’nin Türk Cumhuriyetlerine yönelik ekonomik paketi nedeniyle bu açılım daha başlamadan anlamsız hale gelmiştir. Zaten BM Güvenlik Konseyi’nin Kıbrıs'ın statüsü konusundaki kararları da ortadadır. Dolayısıyla, Türkiye’nin mevcut uluslararası sistem içerisinde KKTC’nin tanınmasını sağlaması pek de mümkün değildir. Ancak Türkiye’nin uluslararası sistem dışına çıkmasına olanak sağlayacak büyük bir stratejik hamlesi sonucunda KKTC’nin sınırlı tanınması gündeme gelebilir. Yani daha somut ifade etmek ve iyimser düşünmek gerekirse, Türkiye’nin Rusya ile stratejik müttefikliğe yönelmesi ve Batı bloku ile ipleri atması durumunda, bundan büyük fayda sağlayacak olan Moskova, KKTC’nin kendisi ve kendisine yakın birkaç devlet tarafından tanınmasını ve diplomatik tıkanmışlık durumunu aşmasını sağlayabilir. Ancak elbette bu da sınırlı bir tanınma olacak ve KKTC’yi BM üyesi normal bir devlet statüsüne getirmeyecektir. KKTC’nin uluslararası toplum tarafından tanınması veya Türkiye tarafından ilhakı ise, ancak uluslararası sistemin tamamen çökeceği bir Üçüncü Dünya Savaşı senaryosu ile mümkün olabilir. Bunu beklemek de hem gerçekçi, hem de makul bir istek değildir. Bu nedenle, statüko ve iç gelişim odaklı bir siyaset, bence Kıbrıs Türk halkı için psikolojik açıdan daha faydalıdır. Çünkü her defasında çözüm diye umutlandırılıp hüsrana uğratılan halk, buna tepki duyarak ya apati duygusu geliştirmekte ve siyasete küsmekte, ya da ülkesinden kaçarak başka bir ülkenin vatandaşlığını almaya çalışmaktadır.

Bir diğer konu ise kuşkusuz seçime müdahale tartışmalardır. ABD ve Avrupa’da son yıllarda bu konuda Rusya daima hedef haline getirilmekte ve kötülenmektedir. Ancak dürüst olmak gerekirse, ekonomik kaynakları sınırlı olan Rusya’nın yumuşak gücü ve istihbari operasyonları ile Moldova, Ukrayna vs. bazı ülkelerde yarattığı etki, ABD ve AB’nin ekonomik güçleriyle diğer ülkelerde yarattığı etkinin çok altındadır. KKTC özelinde ise, artık bir sır değildir ki, Türkiye, net bir şekilde Tatar’ın kazanmasını istemekte[2], Yunanistan ve Kıbrıs Rum Kesimi yanlısı bir siyaset izleyen AB ve İsrail ise Türkiye’ye karşı bir koz kazanmak adına seçimleri muhalefetin kazanmasına destek olmaktadır. Bunu açıkça ifade eden Cumhurbaşkanı Tatar[3], bizce de sözlerinde haklıdır.

Ancak bizce iki noktada Erhürman’ın seçilmesini de bir kâbus senaryosu gibi algılamamak gerekir. İlki, Kıbrıs Sorunu’nun stratejik ve jeopolitik bir mesele olması ve Türkiye’nin en temel güvenlik teşkilatları Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK) ve Milli İstihbarat Teşkilatı-MİT’in bu konuda iki devletlilik çizgisinde ısrarcı olmaları sebebiyle, adada barış müzakereleri yeniden başlasa da, bunların nihayete ermesi ve federal çözümle sonuçlanması o kadar kolay olmayabilir. Zira ne yazık ki, en demokratik rejimlerde bile, devletler, kritik konularda stratejik kararları halklara bırakmayacak kadar planlı ve acımasızdırlar. Buna siyaset biliminde “devletlilik” (stateness) adı verilir ve toplumun uzun süreli menfaatlerinin ne ölçüde devlet, ne ölçüde halk tarafından verildiğine göre bu oran değişir. Türkiye, bu bağlamda genelde devletlilik oranı yüksek bir ülke olagelmiştir. Bu nedenle, Erhürman’ın seçilmesi ve Rumlarla barış müzakerelerinde yol kat etmesi, Türkiye federal çözüme "evet" demediği sürece etkili olmayacaktır. Türkiye de, bu çizgiye ancak ekonomik olarak tarumar olduğu 2001 ekonomik krizi gibi durumlarda "evet" diyebilmektedir. İkinci olarak, KKTC’de iktidarın demokratik yollarla el değiştirebildiğinin görülmesi, bu ülkeye yönelik ön yargıları kısmen değiştirebilir ve bu devletin tamamen Türkiye kontrolündeki bir tür “protektora” olduğu algısını biraz olsun düzeltebilir. Ancak bu algı düzelmesinin elbette KKTC’nin tanınması veya ekonomik izolasyonlardan kurtulmasıyla sonuçlanmasını beklemek naiflik olacaktır. Bu bağlamda, mevcut Cumhurbaşkanı Ersin Tatar’ın “Erhürman kazanırsa kutlarım, o beni kutlayacak mı?” açıklaması[4] bizce yerinde ve önemlidir. Bu bağlamda, KKTC, tanınmamış bir devlet olsa da, birçok konuda halihazırda Avrupa standartlarında demokratik bir rejimdir ve halkın iradesine göre yönetilmektedir.

Son anketlerden anlaşıldığı üzere, son birkaç yılda Türkiye ekonomisine paralel olarak KKTC’de artan enflasyon ve iki devletlilik tezinin üzerinde çok durulmasına rağmen somut bir kazanım elde edilememesi, Kıbrıs Türk halkını kızdırmış ve iktidar karşıtı hareket etmeye yönlendirmiştir. Neticede Bektaşi kökleri güçlü ve solcu damarı kuvvetli bir halk olan Kıbrıslı Türklere yeni Cumhurbaşkanlığı Sarayı inşası gibi Türkiye’deki sağ tabana uygun politikalarla gidilmesi vahim bir hata olmuş ve seçim sonuçlarını Erhürman lehine değiştirmiştir. Oysa Türkiye halkından kültürel olarak oldukça farklı yönleri bulunan Kıbrıslı Türkler için ihtişamlı-görkemli binalar değil, somut ekonomik ve diplomatik başarılar ve halkla duygusal bir özdeşleşim kurulması daha elzem ve faydalı durumdadır. Maalesef bu konuda Sayın Cumhurbaşkanımızı yanlış politikalara sürükleyenler bu seçimde Türkiye'yi de zora sokmuşlardır.

Tüm bu nedenlerle, her ne kadar Türkiye’nin gücüne en çok inanan kişilerden biri olsam da, bu seçimleri Tufan Erhürman’ın kazanmasını öngörmekteyim. Bunun, aslında, Kıbrıs Sorunu’nun -Kıbrıs Cumhuriyeti'nin garantör devletlerinden biri olan- Türkiye’nin onayı olmadan çözülemeyeceğinin bir kez daha anlaşılması adına faydalı olabileceğini de düşünüyorum. Sonsöz, Kıbrıs Türk halkına kararları ne olursa olsun saygılarımı ve sevgilerimi gönderiyor ve tanınmamışlık sorununa rağmen hayatlarını güzel Kıbrıs adasında en iyi şekilde geçirmelerini diliyorum. Tüm Türkiye halkını da tatillerde KKTC'ye giderek turizme destek olmaya çağırıyorum...

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

 

DİPNOTLAR

[1] https://bugunkibris.com/2025/10/02/cmirs-anket/; https://x.com/SerArastirma/status/1978092620770320835.

[2] https://www.dw.com/tr/kuzey-k%C4%B1br%C4%B1sta-kritik-se%C3%A7im-i%CC%87ki-devlet-mi-federasyon-mu/a-74391569.

[3] https://www.aa.com.tr/tr/dunya/kktc-cumhurbaskani-tatar-tel-aviv-ve-atina-beni-ulkenin-basinda-gormek-istemiyor/3717575.

[4] https://www.kibrispostasi.com/c35-KIBRIS_HABERLERI/n578803-ersin-tatar-erhurman-kazanirsa-kutlarim-o-beni-kutlayacak-mi.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder