Sayfalar

7 Haziran 2025 Cumartesi

Profesör John Mearsheimer'a Göre Büyük Güç Rekabetinde Güncel Durum


Giriş

Profesör John Joseph Mearsheimer (1947-), Amerikalı ünlü bir siyaset bilimci ve uluslararası ilişkiler uzmanıdır. Uzun yıllardır Chicago Üniversitesi'nde ders veren Mearsheimer, daha ziyade büyük güç rekabetini ve büyük güçler arasındaki etkileşimi anarşik olarak tanımladığı uluslararası sistem içerisinde belirli bir mantık silsilesi içerisinde yorumlayarak, Realizm'in yeni ve modern bir versiyonu olan Saldırgan Realizm veya Ofansif Realizm teorisini geliştirmiştir. Mearsheimer, teorisine uygun olarak, Çin Halk Cumhuriyeti'nin artan ekonomik, askeri ve diplomatik gücünün bu ülkeyi kaçınılmaz olarak ülkesi ABD (Amerika Birleşik Devletleri) ile bir büyük güç rekabetine ve çatışmaya sürükleyeceğine inanmaktadır. 2007 tarihli The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy (İsrail Lobisi ve Amerikan Dış Politikası) adlı kitabında, Mearsheimer, İsrail lobisinin ABD dış politikası üzerinde orantısız bir etkiye sahip olduğunu iddia etmiş ve bu görüşleriyle ABD ve İsrail'de çeşitli tepkilere ve sansür girişimlerine maruz kalmıştır. Ünlü akademisyenin daha yakın tarihli çalışmaları ise genelde liberal uluslararası düzenin eleştirisine  odaklanmaktadır. Mearsheimer, son dönemde özellikle Rusya-Ukrayna Savaşı konusunda ABD ve NATO'yu eleştiren çalışmalarıyla dikkat çekmiş ve bazı tepkilere neden olmuştur. Yazarın önemli çalışmaları şunlardır:

  • Conventional Deterrence (1983),
  • Nuclear Deterrence: Ethics and Strategy (1985),
  • Liddell Hart and the Weight of History (1988),
  • The Tragedy of Great Power Politics (2001),
  • The Israel Lobby and U.S. Foreign Policy (2007),
  • Why Leaders Lie: The Truth About Lying in International Politics (2011).

İşte böyle etkileyici bir kariyere sahip olan John Mearsheimer, geçtiğimiz günlerde akademisyen Glenn Diesen'ın YouTube kanalına konuk olarak, büyük güç rekabetine dair güncel görüşlerini izleyicilerle paylaşmıştır. Bu yazıda, bu programda tartışılan önemli fikirler özetlenecektir.

ABD-Çin Rekabeti: Rekabet Kaçınılmaz ama Çin'in Bölgesel Hegemona Dönüşmesi Mümkün Değil!

Prof. Dr. John Mearsheimer, programda ilk olarak son dönemin en popüler araştırma konusu olan ABD-Çin rekabetine değinmekte ve Çin yükselişine dair görüşlerini paylaşmaktadır. Bu konuda aslında çok beğendiği bir akademisyen olan ve Çin'e dair ılımlı görüşleriyle tanınan Jeffrey Sachs'ın görüşlerine katılmadığını belirten Mearsheimer, Konfüçyüsçü eğilimleri ve kendine özgü kültürü nedeniyle Çin'in uluslararası siyaset ve siyasette gücün doğasında olan davranış şekillerinden farklı hareket edemeyeceğinin altını çizerek, Pekin'in de aynı Washington gibi, anarşik uluslararası sistemde öncelikle kendi bölgesinde hâkimiyet kurmaya çalışacağını, daha sonra da sistemdeki en güçlü devlet olmaya çalışacağını iddia etmektedir. Bu doğrultuda Realizm'in temelini oluşturan "kendine yardım" (self help) kavramını açıklayan Amerikalı Profesör, Utanç (Aşağılanma) Yüzyılı sonrasında Çin'in de güçlü olmak konusundaki fikirlerinin bu şekilde geliştiğini hatırlatmaktadır.

NATO genişlemesi konusunda da benzer bir durumun yaşandığını kaydeden deneyimli akademisyen, 1990'lar ve 2000'lerde NATO'nun genişlemesinin Rusya'nın çok güçsüz durumda olması sayesinde yaşandığını vurgulayarak, Vladimir Putin liderliğinde toparlanan ve yeniden "büyük güç" statüsü elde eden Rusya'nın günümüzde kolektif Batı'ya karşı koyabildiğini, bu nedenle de Ukrayna'nın veya Gürcistan'ın NATO üyeliğinin gerçekleşmediğini ifade etmektedir. Bu bağlamda uluslararası sistemde ayakta kalabilmenin en güvenli yolunun güçlenmek olduğunu söyleyen Mearsheimer, bu nedenle devletlerin bölgesel hegemon olmaya çalıştıklarını düşünmektedir. ABD'nin de bu bağlamda bölgesel hegemon modeline Batı yarımkürede iyi bir örnek oluşturduğunu vurgulayan John Mearsheimer, tam da bu nedenle Washington'ın başka bölgesel hegemonların oluşmasına engel olmak konusunda çok dikkatli ve başarılı olduğunu söylemekte ve bu bağlamda Amerika'nin yakın geçmişte emperyal Almanya, emperyal Japonya, Nazi Almanyası ve SSCB'yi (Sovyetler Birliği) bu konuda durdurabildiğini hatırlatmaktadır.

Bu tarihsel ve teorik arka planı açıkladıktan sonra güncel ABD-Çin rekabetine odaklanan Amerikalı yazar, 1990'lardan bu yana Çin'in önce ekonomik, sonra da siyasi/diplomatik ve askeri olarak çok ciddi aşama kaydettiğini ve güçlendiğini söylemekte ve Çin'de bölgesel hegemon olma heveslerine yol açan bu durumun da doğal olarak bölgedeki diğer devletler ve ABD politikalarına etki ettiğini kaydetmektedir. ABD'nin başka bölgesel hegemonlara izin vermeme politikasının Çin için de geçerli olduğunu vurgulayan Mearsheimer, Pekin'in Doğu Çin Denizi'ndeki girişimleri arttıkça Washington'ın politikalarının da sertleştiğini ve Çin'i çevrelemeye yönelik politikaların hız kazandığını açıklamaktadır. Bu doğrultuda, siyasetin doğası gereği Çin'in bölgesel hegemon olma çabalarını da doğal olarak gören Amerikalı uzman, ABD'nin tepkilerinin de doğal ve öngörülebilir olduğunu düşünmekte ve gelişmelerin kendi teorisini doğruladığını ima etmektedir.

Deng Xiaoping'in bilge öğretileri doğrultusunda Çin'in ABD'ye meydan okumadan ve güçlerini gizleyerek barışçıl yükselme (peaceful rise) düşüncesini de soru üzerine Realist perspektiften yorumlayan John Mearsheimer, her devletin gücünü maksimize etmeye çalıştığı uluslararası sistemde Çin'in ABD'ye kıyasla daha zorlu bir coğrafyada olduğunu kabul ederek, Japonya'nın gerçekten de Çin'le tarihsel sorunları da olan önemli bir bölgesel güç olduğunu ve Çin'in bölgesel hegemon olmasına yönelik güçlü bir karşı koyuşu temsil ettiğini, ama Batı dünyasının Ukrayna Savaşı sürecinde Rusya'ya yönelik hasmane tutumu nedeniyle Moskova'nın giderek Çin'in etki alanına giren bir devlete dönüştüğünü ve Çin'e yönelik dengeleyici unsur niteliğini kaybetmeye başladığını düşünmektedir. Keza Mearsheimer'a göre, özünde bir Güney Asya devleti olan Hindistan da -QUAD üyesi olmasına karşın- Çin'i dengeleyebilecek bir coğrafi konuma sahip değildir. Bu nedenle, Doğu Asya'da ABD, Japonya, Güney Kore, Avustralya ve Filipinler dışında Çin'in bölgesel hegemona dönüşmesine engel olabilecek başka bir devlet bulunmamaktadır. Ancak bu devletler ve ABD'nin etkisiyle Çin'in öngörülebilir gelecekte Doğu Asya'da hegemon güce dönüşmesinin mümkün olamayacağını iddia eden Mearsheimer, bu nedenle bu konuda büyük bir endişe duymadığını ifade etmektedir.

ABD-Rusya İlişkileri: Çin'e Karşı Hizalanma Kolay Değil...

Realizm perspektifinden dünya siyaseti ve jeopolitik duruma bakınca, ABD ile Rusya'nın aslında müttefik devletler olmaları gerektiğini düşünen John Mearsheimer, her iki devletin de Çin'in yükselişi karşısında bu ülkeyi çevrelemeye ve sınırlamaya çalışmalarının makul bir politika olduğunu iddia etmektedir. Bunun gerçekleşmemesinin sebebini Rusya-Ukrayna Savaşı olarak yorumlayan Mearsheimer, ısrarla bu savaşın Rusya'yı adeta Çin'in kollarına ittiğinin altını çizmektedir.

Başkan Donald Trump'ın diğer Amerikalı siyasetçilerden farklı olarak bu konuda daha sağduyulu olduğunu vurgulayan Mearsheimer, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın iki önemli başlıkta ABD'nin Çin'e karşı etkili politikalar geliştirmesini önlediğini düşünmektedir. İlk olarak, Ukrayna'da devam eden savaş nedeniyle, ABD'nin askeri yoğunluğunu ve kaynaklarını tamamen Çin'i çevrelemeye yönelik olarak Doğu Asya'ya kaydıramadığını (Pivot to Asia) söyleyen Amerikalı akademisyen, ikinci önemli husus olarak da savaş süresince Batı dünyasında oluşan anti-Rus hava nedeniyle Rusya'nın adeta Çin'in kucağına itildiğini ve Batı'dan giderek uzaklaştığını vurgulamaktadır. Bu bağlamda, genelde bilgisizlikle suçlanan Başkan Trump'ın diğer Batılı liderlerden daha öngörülü olduğunu düşünen Mearsheimer, Trump'ın tam da bu nedenle ABD-Rusya ilişkilerini düzeltmeye çalıştığını ifade etmektedir.

Ukrayna Savaşı'nı sonlandırarak Rusya'yı yeniden Batı dünyasına kazandırmak isteyen Trump'ın amacının aslında Rusya-Çin ekseninin oluşmasını önlemek olduğunu düşünen Amerikalı uzman yazar, ancak Trump'ın bu çabasının başarıya ulaşmasının zor olduğunu düşünmektedir. Bunun temel nedeni ise, NATO genişlemeleri ve Biden döneminde yaşananlar nedeniyle Rusların Amerikalılara artık kesinlikle güvenmemeleri ve Çin'le çalışmanın daha iyi olacağına inanmalarıdır. Üstelik Trump'ın ısrarla savunduğu ve Türkiye'nin de destek verdiği Ukrayna'daki barış çabalarının da sonuca ulaşmasını gerçekçi olarak değerlendirmeyen John Mearsheimer, bu nedenle yakın gelecekte Çin-Rusya ekseninin bozulmasının imkânlar dahilinde olmadığına inanmaktadır.

ABD-Avrupa İlişkileri: Sorunlu Müttefiklik

Realizm öğretisi bağlamında ABD-Avrupa (Avrupa Birliği-AB) ilişkilerine bakıldığında, AB'nin, ABD'nin şimdilerde yeniden keşfettiği büyük güç politikası bağlamında halen zayıf olduğunu ve daha ziyade normatif temellere dayalı İdealist bir dış politikayı tercih ettiğini ima eden Mearsheimer, ancak artık tek kutuplu dünyanın sona erdiğini ve çok kutuplu bir düzene geçildiğini ifade ederek, böyle bir dönemde güç siyasetin kaçınılmaz olduğunu ifade etmektedir. Geçmişteki deneyimlerini de gündeme getirerek savaşlara girmenin kolay ama savaşlardan çıkmanın çok zor olduğunu da sözlerine ekleyen John Mearsheimer, Ukrayna Savaşı'nı sürdürmenin ABD açısından rasyonel olmadığının ve bunun Çin'e avantaj sağladığının ısrarla altını çizmektedir. Benzer şekilde İsrail-Filistin gerginliğinin de Çin'in işine geldiğini söyleyen Amerikalı uzmana göre, ABD, normalde Uzak Asya'da konuşlandırabileceği birliklerini Gazze Krizi nedeniyle Ortadoğu'da tutmakta ve bu da Çin'in Doğu Asya'daki konumunu güçlendirmektedir.

ABD'ye yönelik temel tehdidin Çin'den geldiğini vurgulayan John Mearsheimer, Çin'in Avrupa'ya büyük bir tehdit oluşturmaması nedeniyle Avrupalı devletlerin bu konuda farklı tutum aldığını ima etmektedir. Ancak yazara göre, aslında Rusya da Avrupalı liderlerin bu konudaki sert açıklamalarına karşın Avrupa'nın güvenliğine yönelik varoluşsal bir tehdit oluşturmamaktadır. Bunun nedeni ise Ukrayna'da bile zorlanan Rusya'nın NATO üyesi Avrupalı devletlerle büyük bir savaşı göze alacak kapasitesinin (nüfus, askeri güç, ekonomik büyüklük vs.) olmamasıdır. Bu bağlamda, yazara göre, Rusya bir Sovyetler Birliği değildir ve bugün Avrupa güvenliğine o derecede büyük bir tehdit oluşturmamaktadır. Mearsheimer, Rusya'yı kışkırtan ve varoluşsal bir tehdit olarak algılanan NATO'yu Rusya sınırlarına kadar ilerletme düşüncesine de (Ukrayna'nın NATO üyeliği) bu nedenle hararetle karşı çıkmaktadır. Mearsheimer'ın düşüncesinde, kaynakları sınırlı Rusya'nın aksine, devasa bir nüfusu, büyük ekonomik gücü ve gelişmiş teknolojileri olan Çin, gerçekten de Batı dünyası ve NATO için gerçek ve ciddi bir tehdit konumundadır. Bu bağlamda, yazar, ABD ile AB arasında yaşanan görüş ayrılıklarını ima ederek, bu konuda daha uyumlu bir politika gerektiğine değinmektedir.

Sonuç

Sonuç olarak, Amerikalı ünlü Profesör John Mearsheimer'ın görüşleri kendi içerisinde tutarlı ve oldukça faydalı olmakla birlikte, uluslararası siyaseti sadece devletler ve güç temelinde açıklaması ve devletler arası iş birliği ve yardımlaşmaya gerekli önemi göstermemesi bağlamında eksik kalabilir. Zira birçok ülkede yönetimlerine seçimler veya farklı şekillerde yön verebilen halklar ve büyük şirketler, kendi çıkarları gereği büyük savaşlara ve büyük güç rekabetine karşı pozisyon alarak, kendilerinin ve çocuklarının hayatlarının kalitesini devletlerinin gücüne tercih edebilirler. Bu, aslında akılcı her insanın yapacağı bir şeydir ki, Realistlerin öngördüğü dünyanın insanlara vaat ettiği tek şeyin de savaş ve daha fazla çatışma olduğu ortadadır... Bu nedenle, belki de Mearsheimer kadar karamsar olmamak ve devletlerin yönetimine silahlı bürokrasilerden daha ziyade halklara ve şirketleri yönetime ortak ederek barışın formülünü oluşturmak gerekir...

Prof. Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder