Sayfalar

1 Ağustos 2018 Çarşamba

Prof. Dr. Timuçin Kodaman'la Mülakat


Isparta Süleyman Demirel Üniversitesi (SDÜ) Uluslararası İlişkiler Bölümü Başkanı Prof. Dr. Timuçin Kodaman, birçok bilimsel kitap[1] ve makalenin yazarı olan değerli bir akademisyendir. 24 Haziran seçimleri sonrasında Türkiye’nin dış politikada atacağı adımlar tüm dünyada merakla beklenirken, bu soruyu konunun uzmanı olan Prof. Dr. Timuçin Kodaman’a sorduk.

Prof. Dr. Timuçin Kodaman

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Hocam mülakat teklifimizi kabul ettiğiniz için size teşekkür ediyorum. 24 Haziran seçimleri ve çeşitli siyasal tartışmalar nedeniyle dünya basınında Türkiye’ye son aylarda hiç olmadığı kadar yoğun bir ilgi gözlemleniyor. Buna karşın, ülkenin otoriterleştiği ve İslamcı bir çizgiye yöneldiği yönündeki eleştiriler de sıklıkla dile getiriliyor. Siz, seçimler sonrasında Türkiye’nin Irak ve Suriye politikasında ne gibi değişiklikler bekliyorsunuz? Afrin ve Menbiç hamleleri sonrasında yeni bir askeri operasyon gündeme gelebilir mi?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman:  2017 yılında referandum sonucunda değişen ve parlamenter sistem yerine getirilen Cumhurbaşkanlığı hükümet sisteminin uygulamaya konduğu ilk seçim olan 24 Haziran seçimlerinin dünya basınında ilgi görmesini tabii ki olumlu karşılıyorum. Referandum sürecinde ve sonrasında, sizin de dediğiniz gibi, uluslararası basın-yayın kuruluşlarında Türkiye'nin otoriterleşmesi ve İslamcı çizgiye kayması tartışmaları oldukça yoğun olarak yer aldı. Lakin Cumhuriyet rejimi ile bir sıkıntımız olmadığına göre, AK Parti döneminde çokça karşılaştığımız bu tartışmalar gene devam eder; ama Türkiye bir rejim değişikliğine gider mi, hiç zannetmiyorum. Tabii ki yeni sistemin eksiklikleri var. Hiç yok desek bile, seçim sonrası eski mevzuatın düzenlenmesi için çıkarılan "khk"lar, geçtiğimiz bir yılda mecliste yapılması gereken ama yapılamayan uyum yasaları ile eksikliklerin giderilmesine yöneliktir. Kısacası, Batı dünyasına hâkim olan ve Türk devletinin üçüncü rejimi olan Türkiye Cumhuriyeti'nde otoriterleşme ve İslamcı bir çizgiye kayış olduğunu işleyen endişeleri yerinde bulmuyorum.

Ayrıca seçim sonrasında Suriye ve Irak politikalarında bir değişiklik de beklememekteyim. Özellikle terörle mücadele ve komşularımızın toprak bütünlüğü ilkeleri özelinde bir değişikliği, hem Cumhurbaşkanlığı, hem de TBMM fotoğrafı çerçevesinde mümkün görmemekteyim. Aynı bağlamda, bölgesel ve küresel aktörler arası dengeleri göz ardı etmeyen bir politika yürüten Dış İşleri karar alıcıları ve bürokratlarının da aynen seçim öncesinde olduğu gibi bir istikamet izleyeceklerini düşünüyorum. Ancak Afrin ve Menbiç haricinde, Irak’da Sincar ve Fırat’ın doğusunda Süleyman Şah Türbesi'nin eski yerine getirilmesi ve sınırlarımızla olan bağlantısının kurulması için yeni bir askeri harekât olabilir.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türk basınında fazla ifade edilmese de, son yıllarda Doğu Akdeniz’de çok önemli gelişmeler yaşanıyor ve Güney Kıbrıs Rum Kesimi-İsrail-Yunanistan-Mısır dörtlüsü arasında bir enerji işbirliği gelişiyor. Amerikan Noble Energy şirketinden sonra İtalyan Eni ve Fransız Total şirketleri de Rum Kesimi’ndeki arama faaliyetlerine dâhil edildi. Ancak Kıbrıs Cumhuriyeti’nin ana unsuru olan Kıbrıslı Türkler’in haklarının gasp edilmesini önlemek amacıyla garantör devlet Türkiye’nin de bu sürece müdahil olduğu ve daha önce bir İtalyan araştırma gemisini engellediği biliniyor. Bu süreç sizce nereye doğru gidebilir? Türkiye, bu süreçte KKTC’nin varlığının tescili konusunda bir kazanım elde edebilir mi?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman: Türkiye, Doğu Akdeniz’de ortaya çıkan enerji rezervlerine yönelik tutumunu KKTC’nin haklarını göz önünde tutarak belirlemektedir. Türkiye’nin bu tavrı, Doğu Akdeniz’de saydığınız ülkelerin politikalarına bağlı olarak iki türlü sonuç doğurabilir:
  • Türkiye, KKTC’nin haklarını savunmak için Doğu Akdeniz’de bir gerginlik veya çatışmayı göze alabilir.
  • Bölge ülkeleri tercihlerini KKTC’nin hakları korunarak enerji rezervlerinin işletilmesi ve kullanılması yönünde belirledikleri takdirde, Türkiye, bölgede her türlü işbirliğine açıktır.
Türkiye ve KKTC’nin Annan Planı'ndan beri genel tutumuna bakıldığında, çözüm odaklı işbirliğini arzu ettikleri görülmektedir. Türkiye, 2010’ların başındaki müzakereler sırasında Rum tarafına enerji kaynaklarının KKTC ile birlikte işletilmesini ve elde edilecek gelirlerin iki toplumun işbirliği için kullanılmasını öneren bir teklifte bulunmuştur. Her zamanki gibi, bu teklif, Rum tarafınca reddedilmiş ve GKRY, Kıbrıs enerji rezervleri üzerinde tek taraflı olarak faaliyetlerde bulunmaya devam etmiştir. Oysa bu teklif, 1990’ların başından beri enerji nakil merkezi olma iddiaları ile de uyumlu idi. GKRY’nin oluşturmaya çalıştığı bu fiili durum karşısında, Türkiye, KKTC hükümetinin verdiği izinle Ada karasularında kendi hidrokarbon aramalarını KKTC yararına olacak şekilde yürütmektedir.

Kıbrıs müzakerelerinin Temmuz 2017’de başarısızlıkla sonuçlanmasının ardından, GKRY’nin doğalgaz arama faaliyetlerine hız vermesine karşılık olarak, Türkiye de bölgede daha fazla arama faaliyeti yürüteceğini belirtmiştir. GKRY’nin İtalyan Eni ve Fransız Total şirketlerine 2017 sonu itibarıyla doğalgaz arama izni vermiş olması, bölgede son aylarda yaşanan gerginliğin ana sebebi olmuştur. Türkiye’nin Suriye'de askeri operasyon yaptığı dönemde Yunanistan ve GKRY’nin Ege ve Akdeniz’deki faaliyetleri, fiili durumu bir oldu-bitti ile lehlerine çevirme gayretkeşliğinden başka birşey değildir. Asıl sorunumuz ise, bu tip konularda Türkiye ve KKTC'deki Grekofil kişilerin yaygaralarının önemsiz düzeye indirilmesi ve Türk toplumunun ve Türkiye’nin Akdeniz güvenliğinin sağlanmasıdır. Yaklaşık 40 senedir devam eden bu mesele, hem bugünkü, hem de gelecekteki hükümetlerimizin milli duruşları ile geri adım atmadan çözülebilir.


Doç. Dr. Ozan Örmeci: Türk Dış Politikası’nda Avrupa Birliği üyeliği hedefinin etkisini yitirmesinden sonra temel bir hedef ve genel bir yön arayışı sürüyor. Siz bir Uluslararası İlişkiler uzmanı olarak gençlerimizi ne gibi hedefler doğrultusunda yetiştirmemiz gerektiğini düşünüyorsunuz?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman: Avrupa Birliği üyeliği, Soğuk Savaş döneminden beri hedefimizdi. Fakat gelinen noktada Avrupa Birliği ile bir geleceğimizin olduğunu düşünmemekteyim. Ama bu demek değildir ki, Türkiye’nin dış ticaretinin büyük çoğunluğunun gerçekleştiği AB ile tüm ilişkilerimizi keselim. Gençlerimiz AB için yetiştirilmemeli; bu doğrultuda hem milli, hem de küresel çapta becerilerle donatılmalıdırlar. Çünkü dünyada AB’den çok daha öne çıkan küresel aktörler mevcuttur.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Milliyetçi Hareket Partisi’nin Cumhur İttifakı ile iktidarın paydaşı haline gelmesinin Türk Dış Politikası’na somut etkileri neler olabilir?

Prof. Dr. Timuçin Kodaman: Cumhur İttifakı'nın kurulması, AK Parti hükümetinin terör ve bölgesel konularda politika değişikliği yapması ve MHP’nin düşündüğü dış politika çizgisiyle yakınlaşması sonucunda oluşmuştur. Tabii ki FETÖ terör örgütünün 15 Temmuz darbe girişimi ile ortaya çıkan beka meselesi de bu yakınlaşmada katalizör görevi üstlenmiştir. Bu ittifak, MHP Genel Başkanı Sayın Devlet Bahçeli’nin belirttiği üzere, bir koalisyondan daha çok, hükümete güvenlik bağlamında destek vermek üzerine kuruludur. Bakanlar Kurulu'na MHP’den üye verilmemesini bu açıdan değerlendirebiliriz.

Doç. Dr. Ozan Örmeci: Size teşekkür ediyor, başarılarınızın devamını diliyorum. Ayrıca Isparta’ya selamlar…


Röportaj: Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Tarih: 01.08.2018


[1] Bazı kitaplarına buradan ulaşılabilir; https://www.kitapyurdu.com/yazar/yrd-doc-dr-timucin-kodaman/40232.html.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder