Londra merkezli dünyanın en saygın ve köklü haftalık ekonomi ve politika dergisi The Economist[1], 21 Ocak-27 Ocak 2017 tarihli sayısında ABD’nin 45. Başkanı Donald Trump ve kurduğu kabineyi inceleyen birkaç yazıya yer vermiştir. Bu yazıda, bu makalelerde yer alan önemli saptamalar özetlenecektir.
The Economist dergisinin 21-27 Ocak 2017 tarihli sayısı
Yeni Bir Lider: Donald Trump
Derginin 7. sayfasında yer alan “The 45th President: What is Donald Trump likely to achieve in power?” (45. Başkan: Donald Trump İktidarda Neleri Başarabilir?) başlıklı editoryal yazıda, ABD’nin yeni Başkanı Donald Trump’ın nasıl politikalar izleyebileceği konusunda -esprili bir dille- bazı öngörülerde bulunulmuştur. Yazıda da belirtildiği gibi, önceki Başkanlara hiç benzemeyen ve kendisine has son derece karakteristik özellikleri olan Donald Trump, halk ve medya tarafından da -en azından şu an için- iktidarda ne yapacağı hakkında çok az şey öngörülebilen bir siyasetçidir. Trump’a destek olanlar, onun farklı çizgisiyle Washington DC’de büyük bir sarsıntı yaratacağını düşünmekte ve eski sistemden memnun olmadıkları için ona dair büyük bir inanç ve olumlu duygular beslemektedirler. Trump karşıtları ise, ülkelerinde onun döneminde büyük bir kaos ve yıkıntı olacağını düşünmekte ve daha şimdiden Trump’ın politikalarına şiddetle karşı çıkmaktadırlar. Ancak Trump’ın kişiliği ve çoğu zengin işadamları, emekli Generaller ve Cumhuriyetçi Parti sponsor ve destekçilerinden oluşan kabinesi incelenirse, aslında nasıl politikalar izleyeceği konusunda tahmin yürütülebilir.
İlk söylenmesi gereken şey, Donald Trump’ın “değişebilir” (changeable) olduğudur. Bir siyasetçi olmayan Trump, şov dünyasına da yakın bir kişi olarak, birçok farklı konuda birbiriyle zaman zaman çelişen abartılı açıklamalar yapabilmektedir. Ancak bu, her söylediğini gerçekten yapacağı anlamına gelmemelidir. Bu nedenle, Trump’ın NATO’yu “modası geçmiş” (obsolete) olarak değerlendirmesi, işbaşı yaptığında ABD’yi NATO’dan çıkaracağı ya da alyansı dağıtacağı anlamına gelmemelidir. Nitekim Trump’a dair bütün korku ve önyargılara rağmen, S&P500 Endeksi, Kasım ayındaki seçimden bu yana % 6 yükselmiştir. Trump’ın şirketlerin vergi yüklerini azaltacağı ve yurtdışına giden Amerikan sermayesini yeniden ABD’ye döndüreceği yönündeki sözleri ve bu sayede oluşan umutlu atmosfer, anlaşıldığı kadarıyla ekonomiye olumlu yansımıştır. Trump’ın vergi reformu ve altyapı yatırımları hamlesi, doğru bir şekilde uygulanırsa Amerika’ya hakikaten de büyük faydalar sağlayabilir. Ancak işlerin kötüye gitmesi olasılığı da her zaman için vardır. Ayrıca Trump’ın dünyadaki serbest ticaret düzenini bozan hamleler yapması, ABD’nin İkinci Dünya Savaşı sonrasında bizzat kendisinin kurduğu sistemi bozması anlamına gelebilir ve sadece ABD’de değil, tüm dünyada ekonomiyi olumsuz yönde etkileyebilir.
Trump’ın jeopolitika konusundaki anlayışı da oldukça tartışmalıdır. Trump’ın ABD Başkanlarının daima bir istikrar kaynağı olarak gördüğü Avrupa Birliği’ni küçümsemesi ve Rusya lideri Vladimir Putin’i Almanya Başbakanı Angela Merkel’e tercih ettiğini düşündüren bazı sözleri, ABD ve dünya kamuoyunda kaygılar uyandırmıştır. Yine Meksika’ya yaptığı ağır ithamlar, özellikle ABD’nin güney eyaletleriyle yakın ekonomik ve kültürel bağları olan bu ülke ve ABD açısından pek de olumlu görülebilecek bir nitelikte değildir. En önemlisi ise, Trump’ın küresel ekonomi açısından çok önemli bir rolü olan Çin Halk Cumhuriyeti ile ilişkileri bozma potansiyelidir. Ancak bu noktada yine hatırlatılmalıdır ki, Trump söz konusu olduğunda, sözlerden çok icraatlara bakılmalıdır.
Trump’ın işadamlığından gelme bir yönetici/siyasetçi olarak diplomasi algısına yön veren temel unsur, -kitabında da yazdığı gibi- “anlaşma yapma sanatı”na (the art of deal) dayalı bir ilişki biçimidir. Trump, karşısındaki bir devletten istediği anlaşmayı ve istediği fiyata alabilmek için her türlü numarayı yapabilecek hırslı ve inatçı bir kişidir ve uluslararası ilişkileri, yerleşik teamüllerin devam ettirilmesinden ziyade, çıkarlar etrafında kurgulanan ikili anlaşmalar temelinde görmektedir. Burada elbette Trump hatalıdır; zira siyaset ve diplomasi, hiçbir zaman bir iş anlaşmasına indirgenemeyecek kadar önemlidir. Neticede bir iş anlaşması sadece iki şirketi ilgilendirir; oysa siyaset ve diplomasi, hele ki söz konusu olan ülke dünya lideri ABD olduğunda, milyarlarca insanı ilgilendiren bir nitelik kazanmaktadır. Ayrıca bir dünya hükümetinin ve -BM de dahil olmak üzere- devletler üzerinde ortak bir yaptırım gücünün var olmaması nedeniyle, iş anlaşmalarının aksine, devletler arası anlaşmaların devamlılığını sağlayan bir garanti ve ihtilaflı konularda kesin karar verebilen bir merci de henüz yoktur. Dolayısıyla, Trump’ın acilen bir işadamından devlet adamına dönüşmesi gerekmektedir. Zira Oval Ofis’e giren kişinin, elindeki büyük gücüyle, dünyaya birçok iyilik yapması veya zarar vermesi mümkündür.
Donald Trump’ın kabinesi
Trump Kabinesi
Derginin 14-17. sayfaları arasında ise, Trump’ın kabinesini inceleyen “A helluva handover” (Müthiş devir-teslim) başlıklı bir diğer editoryal makale yer almıştır. Başkan seçildikten sonra da kampanyası döneminde olduğu gibi farklı kişi ve gruplarla polemikler yaşamaya devam eden ve manşetlerden hiç inmeyen Donald Trump, Beyaz Saray’a -kendisi kabul etmese bile- halk desteği en düşük Başkan olarak girmektedir. Ayrıca “electoral college” sistemi sayesinde kazandığı seçimlerde, Demokrat rakibi Hillary Clinton’dan neredeyse 3 milyon daha az oy aldığı da unutulmalıdır. Buna karşın, Trump, zengin işadamı ve banker tanıdıkları, Cumhuriyetçi Parti ileri gelenleri ve emekli Generallerden oluşan renkli bir kabine oluşturmuştur ve kabinesinin üyeleri Senato’da onaylanarak görevlerine bir bir başlamaktadırlar. Bu isimler arasında Başkan Yardımcısı Mike Pence, Dış İşleri Bakanı Rex Tillerson, Savunma Bakanı James Mattis ve Adalet Bakanı Jeff Sessions en çok dikkat çeken kişilerdir. Trump’ın danışmanı olarak damadı Jared Kushner’i ataması da ilginç bir karar olarak yorumlanmıştır. Trump’ın Ulusal Güvenlik danışmanı olarak atadığı Mike Flynn ise, Rusya ile yakın bağları nedeniyle, kısa bir süre önce istifa etmek zorunda kalmıştır.
Trump’ın kabine tercihleri incelendiğinde, kendisinin pragmatist ve para işlerinden anlayan kişileri tercih ettiği görülmektedir. Zira Başkan Trump’a göre, para işlerinden anlamak bir yetenektir ve ancak böyle kişilerle kurulu olan bir kabine Amerika’yı yeniden büyük yapabilir. Güvenlik meselelerinde ise, Trump, ipleri güvendiği emekli askerlere bırakmaktadır. Örneğin Savunma Bakanı olarak atanan emekli General James Mattis, gerçekçi ve sert duruşuyla Trump’ın kabinesinde en çok dikkat çeken kişi olmayı başarmıştır. Kendisi, bazı yorumculara göre “Cengiz Han kılığındaki bir entelektüel”dir ve Trump’ın milliyetçi ve sert duruşuna uygun mükemmel bir seçimdir. Dış İşleri Bakanı olarak atanan Rex Tillerson ise, uzun yıllar Exxon Mobil’i yönetmiş deneyimli bir yönetici ve işadamıdır ve özellikle Rusya ile çok yakın bağları vardır. Tillerson, Rusya’nın Kırım ilhakını “yasadışı” olarak değerlendirse de, Rusya’daki Vladimir Putin rejimine çok yakın olması sebebiyle çeşitli eleştiriler almaktadır. Buna karşın, atanması Senato’da onaylanmış ve kamuoyu baskısı nedeniyle Flynn gibi istifa etmek zorunda da kalmamıştır. Bu isimler, ABD siyasal sistemi açısından en kritik Bakanlar durumundadır.
Son olarak, Trump kabinesinin genel bir değerlendirmesi yapılırsa, kabinenin % 82’sinin erkek, % 86’sının beyaz, % 14’ünün zengin işadamı ve % 9’unun emekli General olduğu söylenmelidir. Bu oranlar, Barack Obama dönemiyle kıyaslandığında çok yüksektir. Buna karşın, önceki Cumhuriyetçi Başkan George W. Bush döneminde de benzer istatistikler söz konusuydu. Dolayısıyla, Trump’ın kabinesi, aslında klasik bir Cumhuriyetçi kabineden çok da farklı değildir. Trump’ın kabinesinin en önemli yeniliği ise, devlet tecrübesi olan kişilerin oranının % 55 gibi çok düşük bir seviyede kalmasıdır. Bu, Trump’ın klasik Washington DC lobicileri ve yöneticilerinden çok, iş dünyasından tanıdığı ve yakın çevresinde yer alan kişilerle kurmak istediği yeni bir siyasi düzeni işaret etmektedir.
Sonuç olarak, Donald Trump’ın ABD Başkanlığı dönemi oldukça zorlu geçecektir. Amerikan toplumu, görüldüğü kadarıyla son derece heterojen ve özgür düşünce ve farklı yaşam tarzları konusunda -ekonomik bolluğun da etkisiyle- çok ileriye gitmiş bir toplumdur. Trump’ın, bundan sonra atacağı adımları buna uygun olarak şekillendirmesi ve dünyada Obama döneminde oluşan Amerikan sempatisini azaltmaması, ülkesi ve halkı adına daha doğru bir tavır olacaktır. Yine IŞİD ve radikal İslamcı terör grupları gibi dünyada hiç kimsenin sevmediği ve insan hayatını hiçe sayan gruplara yönelik aktif bir mücadele başlatması, Trump’a dünyada olan desteği hızla arttıracaktır.
Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Web sitesi için; http://www.economist.com/.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder