Sayfalar

17 Aralık 2016 Cumartesi

Murat Önsoy ve Gürol Baba'dan 'Between Capability and Foreign Policy: Comparing Turkey’s Small Power and Middle Power Status'


Türkiye’den SSCI endeksine girebilmiş ender süreli yayınlardan olan Uluslararası İlişkiler dergisinin[1] önümüzdeki hafta yayınlanacak yeni sayısında, Yrd. Doç. Dr. Murat Önsoy[2] ve Yrd. Doç. Dr. Gürol Baba[3] imzalı “Between Capability and Foreign Policy: Comparing Turkey’s Small Power and Middle Power Status[4] (Kabiliyetler ve Dış Politika: Türkiye’nin Küçük ve Orta Düzeyde Güç Statüsünün Karşılaştırılması) adlı önemli bir makale yayınlanacaktır. Bu yazıda, bu makalede dile getirilen önemli görüşler özetlenecek ve eleştirilecektir.

Yrd. Doç. Dr. Murat Önsoy

Önsoy ve Baba, makalenin özet bölümünde, bu çalışmada küçük ve orta ölçek devletlerin dış politika uygulamalarını ayrıştıran bir metot geliştirmeye çalıştıklarını ve Türk Dış Politikası’nı 1930’lu yıllardan başlayarak bu metot doğrultusunda değerlendireceklerini açıklamışlardır.

Yazarlara göre; klasik Uluslararası İlişkiler yaklaşımlarında, küçük ve orta ölçek devletleri ayrıştırmak için gayrisafi yurtiçi hâsıla, nüfus oranı, coğrafi büyüklük, askeri harcamalar ve ticaret hacmi gibi veriler kullanılmakla beraber, bu veriler, çoğu zaman bu devletlerin doğru olarak birbirlerinden ayrıştırılmasına imkân tanımamaktadır. Ayrıca klasik yaklaşımlarda genellikle 3 tip paradigma kullanılmaktadır: fonksiyonel (functional), davranışsal (behavioral) ve hiyerarşik (hierarchical). Fonksiyonel paradigma, orta ölçek devletlerin büyük çıkarları olan bölgelerde güç kullanma kapasitelerinin yüksek oluşunu küçük ölçek devletlerden önemli bir fark olarak öne çıkarmaktadır. Davranışsal paradigma, ortak ölçek devletlerin çok taraflı diplomasi sayesinde uluslararası çatışmalarda arabulucu rolü oynayabileceğine dikkat çekmekte ve bu özellikleriyle orta ölçek devletleri küçük ölçek devletlerden ayırmaktadır. Hiyerarşik paradigma ise, ülkelerin maddi verilere dayalı güç unsurlarını ve dünyada nasıl kabul gördüğüne odaklanmaktadır.

Konunun bir diğer önemli boyutu ise, devletlerin dış politika davranışlarıyla ilgilidir. Belirtilen paradigmalar daha çok kapasite boyutuna odaklanmakta ve dış politika davranışını bu denkleme katmamaktadır. Oysa dış politika davranışı ve tercihleri, küçük ve orta ölçek devletleri dış politikada ayrıştıran en önemli unsurlardan birisidir. Küçük ölçek devletler, dünya siyasetine genel olarak daha az katılır ve daima normatif pozisyon alarak, uluslararası hukuk ve ahlaki normları dış politikada ön plana çıkarırlar. Bu bağlamda, küçük ölçek devletlerin zarar görme riskleri (vulnerabilities) ve esneklik kapasiteleri (resilience) dış politikalarına yön veren iki temel değerdir. Zarar görme riskleri, küçük ölçek devletleri ihtiyatlı ve uluslararası hukuka uygun hareket etmeye zorlar ve fırsatlardan ziyade riskleri görmelerine neden olur. Esneklik kapasiteleri ise, küçük ölçek devletlerin dış politikalarında zaman zaman değişimler yaparak, daima kazanan tarafa geçebilmeleri ve bu sayede çıkarlarını korumaları esasına dayanır. Küçük ölçek devletler, çoğu zaman tarafsız bir dış politika izlemeye de çalışırlar. Orta ölçek devletler ise, zarar görme riskleri konusunda küçük ölçek devletler kadar endişeli değillerdir. Yüksek kapasiteleri sayesinde, bölgesel işbirliği platformları inşa edebilir ve çıkarlarını koruyabilirler. Ancak büyük güçler karşısında yine de zor durumlara düşebilirler. Genelde statüko yanlısı olan orta ölçek ülkeler, uluslararası krizlerde karar verici konuma gelememelerine karşın, arabulucu olarak çok önemli roller üstlenebilir ve diplomasiye yön verebilirler. Ayrıca dış politikada her zaman tarafsız olmayabilir ve hatta bazı dönemlerde taraf da değiştirebilirler.

Yrd. Doç. Dr. Gürol Baba

Bu metot doğrultusunda Türk Dış Politikası’nı 1930’lardan itibaren incelemeye koyulan Baba ve Önsoy, ilk olarak, yıllar içerisinde bu ülkede değişen nüfus oranı, gayrisafi yurtiçi hâsıla ve askeri harcama verilerine odaklanmaktadırlar. Türkiye, tüm bu verilerde 1930’lara kıyasla günümüzde büyük aşama kaydetmiş ve küçük ölçek bir devletten orta ölçek bir devlete yükselmiştir denilebilir. Zira 1927’de yaklaşık olarak 13,5 milyon olan nüfus, bugün 78 milyonun üzerindedir. 1923’te 570 milyon ABD doları olan gayrisafi yurtiçi hâsıla, bugün 1,6 milyar dolar seviyesindedir. Askeri harcamalar da yıllar içerisinde çok artmış ve Türkiye, askeri olarak çok güçlü bir ülke haline gelmiştir. Ayrıca Türkiye, 1930’lara kıyasla bugün çok daha önemli bir uluslararası aktör durumundadır ve birçok önemli organizasyona üyedir. Bunlar arasında Birleşmiş Milletler, OECD, NATO, Avrupa Konseyi, İslam İşbirliği Teşkilatı ve AGİT en başta gelenlerdir.

1930’larda izlenen dış politika, küçük ölçek bir ülkenin başarıyla izleyeceği siyasete uygun bir politikadır. Bu yıllarda, Ankara, Batılı ülkeler dışında Almanya ve Rusya gibi önemli uluslararası oyuncularla da çeşitli işbirlikleri geliştirerek, bloklar arasında kendi gücünü konsolide etmiş ve hızla gelişmiştir. Özellikle bu yıllarda Almanya ile geliştirilen krom ticareti son derece önemli bir hamledir. Montrö Boğazlar Sözleşmesi, Hatay’ın Türkiye’ye katılması ve Milletler Cemiyeti’ne davet alarak üye olunması da bu dönemin başarılarıdır.

İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra ise, Türkiye’nin dış politikadaki gücü hızla artmış ve yavaş yavaş bir orta ölçek devlet noktasına gelinmiştir. Bu noktada yazarlar iki örneği incelemektedirler. Bu örneklerden ilki 1974 Kıbrıs Barış Harekâtı, ikincisi ise 2003 Irak tezkeresidir (1 Mart tezkeresi). Kıbrıs Barış Harekâtı ile Türkiye, garantör olduğu Kıbrıs’ta Kıbrıs Türklerine yapılan saldırılara ve demokratik yaşamın bozulmasına karşı askeri bir müdahalede bulunmuş ve Rum saldırganlığına karşı statükonun korunmasını savunmuştur. 2003 Irak tezkeresi de, aslına bakılırsa Türkiye’nin statükoyu korumak için aldığı bir karardır ve bu sayede Irak’ın toprak bütünlüğünün korunması ve savaşa dâhil olunmaması hedeflenmiştir. 2000’lerde ise Türkiye’nin dış politika hamleleri bir bölgesel güce uygun olarak çeşitlenmiş ve Ankara, birçok konuda uluslararası arabuluculuk rolleri üstlenerek, bir süre “bölgesel lider” statüsüne yükselmiştir. Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’daki birçok siyasal anlaşmazlıkta Türkiye’nin üstlendiği roller, Ankara’nın yaptığı aşamanın somut ispatıdır.

Sonuç olarak, Yrd. Doç. Dr. Murat Önsoy ve Yrd. Doç. Dr. Gürol Baba imzalı “Between Capability and Foreign Policy: Comparing Turkey’s Small Power and Middle Power Status” makalesi, literatüre kayda değer bir katkı olarak takdire değerdir. Araştırmanın bir makale boyutunda kalması ise, daha kapsamlı incelemeleri olanaksız kılmış ve örnekleri az sayıda bırakmıştır. Burada eklenebilecek bazı hususlar ise, yazarların doğru şekilde tespit ettiği statükoyu koruma düşüncesinin 1983’te KKTC’nin ilanı ile daha ileri bir aşamaya taşınmış olması ve yurtdışında yapılan birçok askeri operasyon ve kurulan askeri tesis ve üslerle de, 1980’lerden beri orta ölçek devletten büyük ölçek devlet kategorisine geçiş aşamasına uygun bazı hamlelerin yapılmış olmasıdır. Ancak bu hamleler son yıllarda diplomatik başarılarla desteklenmediği için, Türkiye, dış politikasında bir kriz dönemine girmiştir. Bu krizden çıkış, Ankara’nın müttefikleriyle geliştireceği ortaklık esasına dayalı politikalarla mümkün olabilecektir.

Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

[1] Web sitesi için; http://www.uidergisi.com.tr/.
[4] Makalenin tam künyesi için; Baba, Gürol & Önsoy, Murat (2016), “Between Capability and Foreign Policy: Comparing Turkey’s Small Power and Middle Power Status”, Uluslararası İlişkiler, Cilt 13, No: 51, ss. 3-20.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder