Sayfalar

18 Haziran 2020 Perşembe

Çin-Hindistan İlişkilerinde Tehlikeli Gerilim


Çin Halk Cumhuriyeti ile Hindistan arasında zaman zaman yumuşayan, zaman zaman gerilen ilişkiler, önceki gün Keşmir bölgesinde sınırda yaşanan çatışmalarla bir kez daha gerildi. Üstelik, çatışmalar, bu kez tam 20 Hindistan askerinin ölümüne yol açtı. Çin tarafı herhangi bir kayıp bildirmezken, Hindistan kaynaklı ANI haber ajansı (ANI News), çatışmalarda 43 Çin askerinin öldüğünü iddia ediyor. Bu nedenle, bu olayın 45 yıl sonra bir ilk olduğu ve iki ülke ilişkilerine ciddi olumsuz etkilerinin olabileceği iddia ediliyor. Hindistan Dışişleri Bakanı Subrahmanyam Jaishankar olaylar nedeniyle Çin’i suçlarken, Çin Dışişleri Bakanı Wang Yi de ilk saldırının Hindistan askerlerinden geldiğini iddia etti. Buna karşın, iki ülkenin Dışişleri Bakanları bu konuyu dün telefonda görüşerek, gerilimin tırmandırılmaması konusunda uzlaştıkları mesajını verdiler. Bu yazıda, Çin-Hindistan ilişkilerinde yaşanan tehlikeli gerilimi ve bunun nedenlerini kısaca anlatmaya çalışacağım.

Çatışmaların yaşandığı Keşmir bölgesindeki Galwan Vadisi’nde yer alan Çin-Hindistan sınırı haritası

Çin ile Hindistan ilişkilerinde yaşanan gerginliklerin temeli, tarihi Keşmir Sorunu’na ve 1962 Çin-Hindistan Savaşı’na dayanıyor. Hindistan, Pakistan ve Çin arasında dağlık bir bölge olan ve Himalaya Dağları’nın eteklerindeki Keşmir, Hindistan ve Pakistan’ın bölünmesinin ardından bu iki ülke arasında bölüşülmüştür. Keşmir'in doğusunu oluşturan ve Aksay Çin (Aksai Çin) olarak bilinen dağlık bölge ise, 1962 yılındaki Çin-Hindistan Savaşı’nın ardından Çin tarafından kontrol altına alınmıştır. Bölgenin Srinagar ve Cemmu kentlerini içine alan güney kısmı Hindistan’ın Cemmu Keşmir eyaletini oluştururken, Pakistan kontrolünde olan kuzey kısmına Azadi Keşmir adı verilmiş, doğuda nüfusun az olduğu dağlık kısım ise Çin’in kontrolünde kalmıştır. Keşmir bölgesindeki sorunun temelinde, üç ülke (bilhassa da Hindistan ile Pakistan) arasında yaşanan sınır anlaşmazlıkları ve Hindistan bölgesinde yaşayan Müslümanların kendi yönetimlerine karşı ayaklanmaları bulunmaktadır. 1948 ve 1965’te Pakistan ile Hindistan arasında iki defa savaşa neden olan Keşmir bölgesinde, 1972 yılında Birleşmiş Milletler gözetimi ve arabuluculuğunda “kontrol hattı” verilen bir ateşkes hattı oluşturuldu. Buna rağmen, sınır bölgesinde zaman zaman yaşanan çatışmalar hiç sona ermedi. Hindistan’ın kontrolü altında bulunan Keşmir bölgesinde yaşayan Müslümanların düzenledikleri protesto gösterileri ve yaşanan ayaklanmalar temel sorunu oluştururken, bu konu özellikle bu iki ülke arasında sorun olmaya devam etti. 1999 yılında Hindistan ile Pakistan arasında üçüncü defa savaş yaşanınca, 2003 yılında iki ülke arasında bir ateşkes anlaşması imzalandı. Bu anlaşma ile ilk yıllarda sınır çatışmaları ciddi anlamda azaltılsa da, 2016 yılından itibaren iki ülke arasındaki rekabet ve sınır çatışmaları yeniden yükselmeye başladı. Öyle ki, 2016 Eylül-2018 Mayıs döneminde iki ülke arasında yaşanan çatışmalarda tam 150 asker hayatını kaybetti. Son dönemde vuku bulan bir diğer ilginç gelişme ise, 1962 savaşından yıllar sonra, Keşmir’de, Hindistan ile Pakistan arasında yaşanan gerilimin Hindistan ile Çin ilişkilerine de yansıması oldu.

Hatırlanacak olursa, Başbakan Narendra Modi döneminde giderek Hindu milliyetçiliği politikalarına yönelen Hindistan, 2019 yılı içerisinde yaptığı bir düzenlemeyle, ki düzenlemenin gerekçesi Hindistan’ın geri kalanıyla Keşmir bölgesinin entegrasyonunu sağlamaktır, Cammu Keşmir eyaletinin özerk statüsünü kaldırmıştı. Bu karara daha çok Pakistan tepki gösterirken, Çin’in de bu karardan memnun olmadığı son gelişmelerle birlikte anlaşılmış oldu. Polis Akademisi Güvenlik Bilimleri Enstitüsü’nde Hindistan-Çin ilişkileri konusunda çalışmalar yapan Hüseyin Korkmaz, iki ülke arasındaki sınır çatışmalarının 1962’den beri devam ettiğini, 1993’te Hindistan-Çin Sınır Alanlarındaki Fiili Kontrol Hattı Boyunca Barış ve Huzurun Korunması Anlaşması ile bu konuda temel bir çerçeve belirlendiğini ancak meselenin henüz çözülemediğini belirtirken, çatışmaların topyekûn bir savaşa dönüşmesini ise zayıf bir ihtimal olarak değerlendiriyor. Korkmaz, iki ülke arasındaki sınır konusunda Yeni Delhi ile Pekin arasında 3.488 kilometrelik anlaşmazlık olduğunu belirtirken, Çin’in son dönemde Yeni İpek Yolu (Tek Kuşak Tek Yol) projesiyle güçlenmesinin ve bölgesel nüfuzunu arttırmasının da Hindistan’ı endişelendirmiş olduğuna dikkat çekiyor. Hindistan ile Çin arasındaki gerilim Keşmir ile sınırlı da değil; 2019 yılı başlarında Başbakan Modi’nin Güney Tibet’teki tartışmalı Arunaçal Pradeş (Arunachal Pradesh) bölgesini ziyaret etmesi de iki ülke arasında çeşitli polemiklere neden olmuştu. Bu olayın ardından 2020 yılı içerisinde Keşmir bölgesinde sınırda yaşanan gerilimler artarken, iki ülke askerleri arasında önce yumruklaşma, daha sonra durdurma olayları ve son olarak da silahlı çatışma yaşandı.

National Interest dergisi için bu konuyu değerlendiren Arif Rafiq, Keşmir’in özerklik statüsünün kaldırılmasının ardından Çin’in kamuoyu önünde sert bir tepki vermemesine karşın, müttefiki durumundaki Pakistan’ın durumu ve ABD ile Hindistan arasında yaşanan yakınlaşma nedeniyle Pekin’in bu konuda daha sert politikalara yönelmeye başladığını iddia ediyor. Bu bağlamda, Rafiq, Hindistan’ın Modi döneminde başlayan agresif politikalarından 2015 yılında Nepal’in de olumsuz etkilendiğini ve sonraki süreçte Çin’le yakınlaşmaya başladığını ifade ederek, ABD destekli Hindistan politikalarının Nepal’e benzer şekilde birçok ülkeyi Çin’in kucağı iteceğine dikkat çekiyor. The Diplomat dergisine yazan Sudha Ramachandran ise, Hindistan ile Çin arasındaki sınır sorunlarına dikkat çekerek, bu durumun iki ülke ilişkilerini olumsuz etkilediğini belirtiyor.

Bu gelişmeleri küresel siyaset bağlamında değerlendirmek gerekirse; birçok stratejist tarafından Batı hâkimiyetinin sona ereceği düşünülen 21. yüzyılın ilk çeyreğine doğru ilerlenirken, Asya ülkelerinin kendi aralarındaki sorunları çözmekten aciz olmaları ve buna uygun mekanizmaları yeterince geliştiremedikleri görülmektedir. Bu noktada, Çin Halk Cumhuriyeti, Rusya Federasyonu, Hindistan ve Pakistan gibi önemli Asya ülkelerinin üyesi oldukları Şanghay İşbirliği Örgütü’nün (ŞİÖ) ne derece önemli ve gerekli bir uluslararası kuruluş olduğu gerçeği de karşımıza çıkmaktadır. Bu nedenle, Çin’in yükselişine uluslararası hukuk temelinde devam etmesi, Asya bölgesi ve Asya ülkelerinin ekonomik kalkınmalarını sürdürmeleri ve sınır çatışmalarının büyük çatışma ve savaşlara dönüşmesinin önlenmesi gibi amaçlarla, ŞİÖ’nün bu gibi konularda devreye girmesi gerekli gözüküyor. Ancak elbette başta ABD olmak üzere Batı ülkeleri de, dünyadaki ekonomik ve siyasi üstünlüklerini kaybetmek istemeyecekleri için, Asya ülkelerinde milliyetçi-muhafazakâr ve çatışmacı liderleri desteklemeye devam edeceklerdir. Bu konuda ilk akla gelen kişi Filipinler lideri Rodrigo Duterte olup, Hindistan Başbakanı Narendra Modi de giderek benzer bir çizgide konumlanmaktadır. Bu bağlamda, Asya ülkelerinin kendi sorunlarını kendi oluşturdukları mekanizmalarla çözmeleri ve dışarıdan etki ve müdahalelere imkân tanımamaları daha doğru bir strateji gibi gözükmektedir. Ayrıca bölgede demokratik rejimlerin ve liberal uygulamaların yaygınlaşması da, kuşkusuz, bölgedeki çatışmaları körükleyen milliyetçi-muhafazakâr siyasetlere vurulmuş bir darbe olacaktır. Liberal değerlerin merkezi olduğunu iddia eden Batılı ülkelerin aşırı milliyetçi popülist liderlere destek vermesi de, aslında, kendileriyle çelişir durumlarına bir örnektir.

Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

KAYNAKÇA

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder