Radio France grubuna bağlı olarak yayın yapan Fransız devlet radyosu “France Culture”, 1940’lardan bu yana farklı isimlerle faaliyette olan (1963’ten beri şimdiki ismiyle) ciddi bir medya kuruluşudur[1]. Kuruluş, yıllardır farklı alanlarda Fransızca dilinde yaptığı programları internet sitesinden takipçilerinin beğenisine sunmaktadır. Bu istasyonda yayınlanan programlardan birisi de, Belçikalı gazeteci Christine Ockrent[2] tarafından Courrier International dergisi[3] ortaklığında hazırlanan “Affaires Etrangères” (Dış İlişkiler) isimli yayındır. Ockrent, 9 Şubat 2019 tarihinde “L'Iran, 40 ans de théocratie” (İran, 40. Yılında Teokrasi) başlığıyla İran İslam Cumhuriyeti’nin 1979 İslam Devrimi’nin 40. yıldönümünde geldiği noktayı değerlendiren önemli bir program yapmıştır[4]. Bu programa, konuk olarak, İran üzerine çalışan coğrafyacı ve CNRS (Centre national de la recherche scientifique) uzmanı Bernard Hourcade, Le Point dergisi yazarı İranlı-Fransız gazeteci Armin Arefi, IISS (International Institute for Strategic Studies) İran uzmanı Clément Therme, Sciences Po mensubu ekonomist Laurence Daziano, Courrier International dergisi redaktörü Eric Chol ve Amerikalı hukukçu-siyaset bilimci ve International Crisis Group Başkanı Robert Malley katılmışlardır. Bu yazıda, bu programda konuşulanlar özetlenecektir.
Programın ilk konuşmacısı olan İran uzmanı Fransız coğrafyacı Bernard Hourcade, öncelikle 1979 İran İslam Devrimi’nin insan hakları, özgürlük, bağımsızlık ve anti-emperyalizm gibi olumlu idealler doğrultusunda gerçekleştirildiğini ve devrime sadece İslamcıların değil, liberallerin, solcuların ve milliyetçilerin de katıldığını hatırlatmaktadır. Uzun süredir Paris’te sürgünde olan Humeyni’nin devrime sonradan Şubat ayı başında İran’a dönerek yön vermeye başladığını söyleyen Hourcade, Humeyni öncesinde zaten milyonlarca insanın devrim amacıyla sokaklara döküldüğünü ve Şah rejiminin çöktüğünü anlatmaktadır. İslam’ın Şii yorumunun İran’da muhalefeti birleştirmeye muktedir tek siyasal alternatif olduğunu da belirten konuşmacı, Şah’ın gidişi sonrasında ortadan kaybolan polis ve ordu nedeniyle, kendi içlerinde hiyerarşik ve disiplinli bir örgütlenmesi olan mollaların (ulema sınıfı) ülkeye yön verebilecek tek güç olarak ortaya çıktıklarını ve Humeyni’nin onların desteğiyle iktidarı ele geçirdiğini açıklamaktadır. Sunucu Christine Ockrent’in tam 40 yıl sonrasında ruhban sınıfı (clergé) rejiminin halen ayakta kaldığını hatırlatması üzerine ise, Hourcade, öncelikle, günümüzde İran siyasal sisteminde kilit konumda bulunan Dini Lider Ali Hamaney ve İran Meclis Başkanı Ali Laricani gibi isimlerin o yıllarda henüz 20’li yaşlarında olan Şah rejimi karşıtı genç devrimciler olduklarını söylemektedir. Devrim sonrasnda tam 8 yıl süren İran-Irak Savaşı sayesinde molla rejiminin konsolide olmayı başardığını belirten Hourcade, ayrıca 40 yıl ayakta kalmayı başarabilen bir rejimin sadece kaba kuvvetle açıklanamayacağını ve İran Devrimi’nin ideallerinin İran halkınca halen bile desteklendiğini söylemektedir.
Daha sonra söz alan İranlı-Fransız gazeteci Armin Arefi, 3 yıl boyunca Tahran-Paris arasında mekik dokuyarak ve İranlılarla görüşerek hazırladığı Un printemps à Téhéran : la vraie vie en République islamique kitabında belirttiği şekilde, İran’da sosyal medya üzerinden birbirleriyle haberleşen ve rejimin baskıcı yapısını kabul etmeyen gençlerin yaşadığını ve modern düşüncedeki bu gençlerin ABD ve İsrail karşıtlıklarının fanatizm düzeyinde olmadığını söylemektedir. Göstericilerden duyduğu “Ne Gazze, ne Lübnan, sadece İran için kendimi feda ederim” sloganını buna örnek olarak gösteren Arefi, İranlı gençlerin ülkelerini sevdiklerini ve yönetimden memnun olmadıklarını, ama bunun devrim yapmaya çalışacakları anlamına da gelmediğini düşünmektedir. İran dışında yaşayan İranlıların oluşturduğu diyaspora gruplarının etkili bir siyasi güç olmadıklarını da sözlerine ekleyen Arefi, İran siyasal tarihinde Muhammed Musaddık dönemi gibi demokratik ve seküler dönemlerin yaşandığını da hatırlatmaktadır.
Daha sonra söz alan ekonomist Laurence Daziano, İran İslam Devrimi’nin ekonomik açıdan bir başarısızlık olduğu tespitiyle başladığı konuşmasında, İran ekonomisinin petrol ve doğalgaz satışına dayalı “rantiye devlet” modeli doğrultusunda oluşturulduğunu ve ülkenin halihazırda enflasyon (bu sene yüzde 30 dolayında bekleniyor) ve işsizlik gibi (özellikle yüzde 28 dolaylarındaki genç işsizliği) çok ciddi ekonomik sorunlarının olduğunu dile getirmektedir. 2015 JCPOA-İran nükleer anlaşmasından sonra büyümeye başlayan ekonominin artık o yıllardaki büyüme oranlarını yakalayamayacağını söyleyen konuşmacı, İran’ın devalüasyon ve karaborsa gibi başka ekonomik sorunlarının da olduğunu belirterek, daha sonra sözü İran Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin ilk döneminde yaptığı ekonomik reformlara getirmekte ve bu iyi niyetli girişimlere rağmen son dönemde İran halkının -ABD yaptırımları nedeniyle- ciddi bir fakirleşme yaşadığını vurgulamaktadır. İran’da İran Devrim Muhafızları Ordusu (Pasdaran) kontrolünde paralel bir ekonomi olduğunu da belirten Daziano, bu gruba mensup kişilerin mevcut sistemden memnun olduklarını ve bu sistem sayesinde zenginlik içerisinde yaşayabildiklerini iddia etmektedir.
IISS İran uzmanı Clément Therme ise, konuşmasında, İran ekonomisinin “kayırmacılık” (clientélisme) temelinde oluştuğunu, kuralların herkese eşit olarak uygulanmadığını ve bu nedenle oluşan güvensizlik ortamının ekonomik gelişim için çok kötü olduğunu ifade etmektedir. Politik güvensizlik iklimi dışında geleceğe yönelik ekonomik beklentilerin de bu ortamda olumsuz geliştiğini belirten Therme, bu bağlamda derin devletin ve gizli servisin ekonomi yönetiminde de etkili olduğunu söylemektedir. Ekonomik yaptırımların kalkması durumunda bu sistemin değişmek zorunda kalacağını ve bu durumun mevcut sistemden avantaj sağlayan çevrelerin işine gelmeyeceğini belirten konuşmacı, bu anlamda Trump’ın yaptırımlarının ve JCPOA anlaşmasını iptalinin İran’da sistemi daha da kapalı hale getirmesi riskinin olduğunu vurgulamaktadır. İran’da rejimin devamlılığının ancak ABD ile iyi ilişkiler kurmaktan geçtiğini düşünen bir grubun var olduğunu ve reform ve dünyaya açılma sürecinin Hasan Ruhani’nin çok öncesinde daha Haşimi Rafsancani döneminde başladığını kaydeden Therme, Avrupa Birliği’nin İran’la nükleer anlaşma ve serbest ticareti -INSTEX mekanizması aracılığıyla- sürdürmeye çalışarak Cumhurbaşkanı Ruhani ve ılımlılara destek olmaya çalıştığını, ancak ABD’deki Trump yönetimi ve İran’daki radikallerin bu durumu engellemeye çalıştıklarını da sözlerine eklemektedir. Clément Therme, ayrıca, AB’nin ABD ile arasındaki ticari çıkarların AB’nin İran’la arasındaki ticari çıkarlara kıyasla çok daha üst düzeyde olması sebebiyle, AB’nin ilerleyen dönemde İran karşıtı Amerikan politikalarına eklemlenme riskinin bulunduğunu da konuşmasında belirtmektedir. İran Dini Lideri Ali Hamaney’in 80 yaşında ve sağlık sorunlarından muzdarip olduğunu da belirten Therme, ayrıca Cumhurbaşkanı Ruhani ile Ali Hamaney arasında bazı sıkıntılar olduğu konusunda sunucu Christine Ockrent’in yaptığı tespiti de onaylamaktadır. İran’da Dini Lider’in vefatı sonrasında yaşanacak güç değişimine de dikkat çeken İran uzmanı, Humeyni’den sonra Cumhurbaşkanı Ali Hamaney’in bu makama seçildiğini hatırlatmakta ve Hamaney’den sonra İran’da yaşanabilecek sıkıntılara işaret etmektedir.
Courrier International dergisinden Eric Chol, program kapsamında yaptığı konuşmada, neredeyse 80 yaşında olan ve yıllardır kanserle mücadele eden İran Dini Lideri Ali Hamaney’in durumunu gündeme getirmekte ve İran’da bir tabu olarak görülen bu konunun önemli olduğuna vurgu yapmaktadır. Hamaney’in kendisi yerine geçebilecek ideal Dini Lider olarak Mahmud Şahrudi’yi gördüğünü, ancak Şahrudi’nin geçtiğimiz günlerde vefat ettiğini söyleyen Chol, Meclis Başkanı Ali Laricani’nin kardeşi ve İran yargı sisteminin başında bulunan Sadık Laricani ve ülkenin en prestijli vakıflarından olan İmam Rıza Türbesi Vakfı Başkanı Seyyid İbrahim Reisi’yi Hamaney’in koltuğuna potansiyel adaylar öne çıkarmaktadır. Sadık Laricani’nin Irak-Necef doğumlu olması (her ne kadar anayasada böyle bir kısıtlama olmasa da) ve insan hakları ihlalleriyle ilgili suçlamalara konu olması gibi eksileri olduğunu belirten konuşmacı, Reisi’nin ise 2017 Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde Hasan Ruhani’ye kaybetmesinin ardından şansının azaldığını düşünmektedir.
Programın ilerleyen dakikalarında yeniden söz alan Bernard Hourcade, İran’la ilgili tartışmalarda Batı dünyasında öne çıkarılan hususun İslam dininin kendisi değil, İran’daki molla rejimi olduğunu vurgulamakta ve İran’da gücü elinde bulunduran ruhban sınıfının İslam dininde bulunan “adalet” değerlerine uygun hareket etmediklerini iddia etmektedir. Ayrıca ABD’nin JCPOA anlaşmasından çekilmesinin çok önemli bir gelişme olduğunu belirten Hourcade, bu kadar önemli devletlerle (BM Güvenlik Konseyi üyesi 5 ülke ve Almanya) İran arasında imzalanan bir uluslararası anlaşmanın uluslararası düzeni ayakta tutan ve bundan en çok istifade eden ülke (ABD) tarafından bir anda iptal edilmesinin İran için olumsuz bir gelişme olduğunu ve Tahran’ın bu süreçte bir siyasi ve ekonomik çıkmaza girdiğini söylemektedir. Ancak bu durumun ABD ve uluslararası istikrar açısından da kötü olabileceğini düşünen Fransız araştırmacı, agresif ve kötü durumda bir ülke olan İran’ın bundan sonra tehlikeli girişimlerde bulunabileceğini öngörmektedir.
Daha sonra söz alan International Crisis Group Başkanı Robert Malley, ABD Başkanı Donald Trump’ın seçim kampanyası döneminden başlayarak İran’ı ABD’nin en önemli düşmanı olarak öne çıkardığını ve Trump’ın Suudi Arabistan, Birleşik Arap Emirlikleri ve İsrail gibi ülkelerle geliştirdiği diplomasinin de İran’ı hedef aldığını hatırlatarak, buna rağmen Trump’ın Tahran’la diyalog ve daha iyi bir anlaşma için müzakerelere başlamasının mümkün olduğunu söylemektedir. Trump’ın sürekli olarak İran’ı hedef almasına karşın Tahran’ın JCPOA anlaşmasına bugüne kadar sadık kaldığını belirten Malley, ABD Dış İşleri Bakanı Mike Pompeo’nun girişimleriyle toplanan İran karşıtı Varşova Konferansı’nda, İran’ın Orta Doğu ülkelerinin iç işlerine karışması konusunun öncelikli gündem maddesi ve eleştiri konusu yapıldığını açıklamaktadır.
Malley’den sonra bir kez daha görüşleri sorulan Clément Therme, İran’ın İslam Devrimi’nin 40. yıldönümünde yeni balistik füze denemeleri yapmasının Barack Obama sonrasında Donald Trump’ın işbaşı yapmasıyla bozulan İran-ABD ilişkilerinin doğal bir sonucu olduğunu ve sorunun İran’ın füze programının menzilinden/kapsamından ziyade, İran rejminin yapısı ve İsrail’e ve Batı dünyasına yönelik tehditleri olduğu tespitinde bulunmaktadır. Suudi Arabistan’ın askeri kapasitesinin İran’dan çok daha iyi durumda olduğuna ve Riyad’ın ABD’yi dış politikada yönlendirme imkânının Tahran’a kıyasla çok daha üst düzeyde olduğuna da vurgu yapan Fransız uzman, ayrıca Cumhurbaşkanı Hasan Ruhani’nin füze denemeleriyle kendisini zora soktuğunu, zira bu şekilde Avrupa’daki Atlantikçilerin de İran karşıtı koalisyon konusunda Trump’a destek vermeye başlayabileceklerini söylemektedir. Suriye’deki son gelişmeleri de özetleyen Therme, son dönemde Rusya ile İran arasında Suriye’nin geleceği konusunda bazı görüş aykırılıkları oluşmaya başladığını ve hatta Rusya’nın İsrail’in İran hedeflerini vurması karşısında tepkisiz kaldığını da bu noktada sözlerine eklemektedir.
İkinci defa söz alan ekonomist Laurence Daziano ise, ABD Başkanı Donald Trump’ın 2018’in Kasım ayında uygulamaya soktuğu ekonomik yaptırımlarla İran’ı petrol ihraç edemez hale getirerek bu ülkedeki molla rejimini çökertmeye çalıştığını, ancak bazı ülkelere bu yaptırımlara 6 ay uymama hakkı verilmesi ve Venezuela, Libya ve Nijerya’daki petrol üretim ve arzının azalması nedeniyle Tahran’ın henüz bu yaptırımlardan tam anlamıyla etkilenmediğini açıklamaktadır. Trump’ın uygulamaya soktuğu yaptırımların Avrupalı ve bilhassa Fransız şirketlerini olumsuz etkilediğini de belirten Daziano, bu noktada özellikle Total’in durumuna dikkat çekmektedir. Konuşmacı, ayrıca bu süreçte ABD’den ve Avrupa’dan uzaklaşan İran’ın Çin’e yakınlaştığını ve Çin’in İran ekonomisi açısından çok önemli bir ülke haline geldiğini de konuşmasında belirtmektedir. Avrupa ülkelerinin İran’la ticareti sürdürmek için oluşturdukları INSTEX mekanizmasına da değinen Daziano, bu mekanizmanın verimli olamayacağını, çünkü İran’ın INSTEX kapsamında “conditionnalité” (koşulsallık) uygulanmasına karşı çıktığını vurgulamaktadır.
İranlı-Fransız gazeteci Armin Arefi ise, ikinci kez söz aldığında, konuyu İran halkına getirmekte ve İran halkının 2015 JCPOA anlaşmasıyla dünyaya açılmaları ve Batı ülkeleriyle iyi ilişkiler kurmalarından büyük mutluluk ve heyecan duyduklarını söylemektedir. Anlaşmanın iptalinin İran’da büyük bir hayalkırıklığı yaşattığını düşünen Arefi, ayrıca İran’ın Yemen, Lübnan, Irak ve Suriye gibi ülkelerde nüfuz elde etmesinin halkın memnuniyetini arttırmadığını ve İran halkının öncelikle kendi ülkelerinin güvenli, dışa açık ve refah içerisinde olmasını istediklerini -bu ülkedeki deneyim ve görüşmelerinden edindiği intibaya dayalı olarak- açıklamaktadır.
Son olarak programdaki tartışmayı bir sonuca bağlaması istenen konuşmacılardan Bernard Hourcade, İran’da molla rejimine alternatif bir siyasi düşünce ve hareketin henüz oluşturulamadığını ve bu nedenle İran’daki insanların umutsuzluğa düştüğünü söylemektedir. Hourcade, ayrıca İran’da rejim içerisinde çok farklı grupların olduğunu ve Şah karşıtlığı gibi 1970’lerde tüm unsurları birleştiren bir ideolojik atmosfer olmadığını belirterek, Fransız tarihindeki Bonapartizm modeli ve İran halkının çok sevdiği General Kasım Süleymani gibi bir figürün kurtarıcı lider olarak öne çıkması ihtimalini değerlendirmekte, ancak bu konuda bir öngörüde bulunamayacağını söylemektedir. Armin Arefi değişim konusunda daha umutlu kesimlerin varlığına işaret ederken, Clément Therme ise İran halkının rejimi değiştirmek konusundaki soylu isteklerinin Trump’ın politikaları nedeniyle heba olabileceğini, zira İran’ın radikalleşme tehlikesiyle karşı karşıya olduğunu söylemektedir.
Programın oldukça faydalı olduğunu ve özellikle Ali Hamaney'in ardından seçilebilecek Dini Lider konusunda kritik bilgiler içerdiğini belirttikten sonra, İslami rejimler tarihinde demokrasi ve sekülerizm dinamiği üreterek iyi yönde değişim/dönüşüm gerçekleştirebilen henüz başarılı bir örnek olmadığını belirtmeyi gerekli görüyor (bir istisna olarak Arap Baharı sonrasındaki Tunus deneyimi ve AK Parti'nin ilk yılları söylenebilir) ve Türkiye’nin de İslami yönetim altında son yıllarda demokratik ve ekonomik gelişim konularında geriye gitmeye başladığını vurgulamak istiyorum.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Web sitesi için; https://www.franceculture.fr/.
[2] Hakkında bilgiler için; https://en.wikipedia.org/wiki/Christine_Ockrent.
[3] Bakınız; https://www.courrierinternational.com/.
[4] Programı buradan dinleyebilirsiniz; https://www.franceculture.fr/emissions/affaires-etrangeres/liran-40-ans-de-theocratie.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder