Sayfalar

5 Aralık 2018 Çarşamba

RFI’de Yayınlanan AB-Türkiye İlişkileri Programı


Radio France Internationale veya kısa adıyla RFI[1], 1975 yılında Radio France’ın parçası olarak kurulmuş olan Paris merkezli ve oldukça ünlü bir radyo istasyonudur.[2] 2008 yılı itibariyle 35 milyonun üzerinde dinleyicisi olan kanal, BBC World Service, Voice of America ve China Radio International’la birlikte dünyanın en etkili radyo servislerinden birisi kabul edilmektedir. Fransız Parlamentosu, 1986 yılında aldığı bir kararla RFI’nin Radio France’tan bağımsız yayın yapmasının önünü açmıştır. Fransa Dışişleri Bakanlığı bütçesinden beslenen RFI, Fransızca’nın yanında İngilizce, Svahili, Hausaca, İspanyolca, Portekizce, Rumence, Rusça, Farsça, Çince, Vietnamca ve Kmerce dillerinde yayın yapmaktadır. RFI’de düzenli olarak yayınlanan programlardan birisi de Daniel Desesquelle tarafından hazırlanan "Carrefour de l’Europe" (Avrupa Kavşağı) programıdır[3]. Bu program kapsamında, geçtiğimiz gün (2 Aralık 2018), İstanbul’dan önemli bir yayın yapılmıştır. Türkiye ile Avrupa ilişkilerini konu alan “Europe et Turquie, l’amour contrarié” (Avrupa ve Türkiye: İmkânsız Aşk) adlı podcast yayının konukları; TÜSİAD Uluslararası Koordinatörü ve Avrupa Birliği Temsilcisi ve Institut du Bosphore (Boğaziçi Enstitüsü) Başkanı Bahadır Kaleağası, Hauts-de-Seine milletvekili ve Fransız Ulusal Meclisi’ndeki Dış İlişkiler Komisyonu Başkan Yardımcısı olan Jacques Maire, Fransa’nın Dış Ticaret Danışmanları Ulusal Komitesi (Conseiller du commerce extérieur de la France-CCEF) Türkiye Başkanı Franck Mereyde ve Hürriyet Daily News yazarı olan Türk gazeteci Barçın Yinanç’tır. Bu yazıda, bu programda konuşulanlar özetlenecektir.

Radio France Internationale – RFI

Programda ilk soru yöneltilen konuşmacı olan TÜSİAD Brüksel (Avrupa Birliği) temsilcisi Bahadır Kaleağası, öncelikle Türkiye-AB ilişkilerinde son yıllarda bazı sorunların yaşandığını kabul etmekte; ancak ilişkilerin bu sorunlarla sınırlı olmadığını belirterek, günlük yaşamın akışında iki tarafın ilişkilerinde halen pozitif (olumlu) bir hava (enerji) olduğunu iddia etmektedir. Günlük yaşam derken kastettiği şeyin kültürel, ekonomik ve toplumlar arası ilişkiler olduğunu açıklayan Kaleağası, siyaset kurumunun ise ilişkilere olumsuz etkide bulunduğunu iddia etmektedir. Türkiye ile AB arasında siyasi ilişkilerin geliştirilmesi bağlamında Türkiye’nin birkaç yıl önce olduğu gibi tam üyelik yolunda Kopenhag kriterlerini sağlamak için reformist kimliğine geri dönmesi gerektiğini kaydeden TÜSİAD temsilcisi, bunun hem Türkiye’nin ekonomik ve siyasal (ulusal) çıkarları, hem de AB’nin çıkarları açısından gerekli olduğunu söylemektedir. Türkiye AB yolunda reformlara devam ettiği sürece, ilerleyen yıllarda Avrupa’da yaşanabilecek bir dönüşüm sonucunda AB’nin Türkiye’yi Birliğe üye yapmak konusunda daha esnek davranabileceğini düşünen Kaleağası, bu nedenle ilişkileri germek ve koparmak yerine geliştirmeyi önermektedir.

Daha sonra söz alan gazeteci Barçın Yinanç, Türk hükümetinin son dönemde -bilhassa da 15 Temmuz 2016 darbe girişiminden sonra- AB ve tüm dünyaya güvenlikçi bir perspektiften yaklaştığını ve AB’nin başarısız darbe girişimi sonrasında Türkiye’ye yeterince destek vermemesi sebebiyle Birliğe yönelik olarak hükümet nezdinde olumsuz bir bakışın hâsıl olduğunu söylemektedir. Ancak Türkiye’de önemli bir toplumsal kesimin de AB’nin Türkiye’nin demokratik gerilemesi nedeniyle endişelenmesini olumlu karşıladığını belirten Yinanç, bu kesimlerin Türkiye’nin Çin, Rusya ve Mısır gibi demokratik olmayan ülkelerle aynı kategoride değerlendirilmemesi gerektiğini düşündüklerini söylemektedir. Bu noktada Brüksel merkezli eleştirilerin dozajı ile ilgili bazı sorunlar olduğunu vurgulayan Türk gazeteci, buna rağmen AB’nin Türk hükümetine yönelik eleştirilerinin Türkiye’de baskı altında bulunan muhalif grupları umutlandırdığını düşünmektedir. Ancak Yinanç, bu muhalif grupların AB’nin Türkiye ile müzakere sürecini durdurması veya askıya almasını istemediklerini; çünkü böyle bir durumda AB’nin Türkiye üzerindeki kaldıraç etkisini kaybedeceğini düşündüklerini de sözlerine eklemektedir.

Jacques Maire

Üçüncü olarak söz alan LREM (Cumhuriyet Yürüyüşü) partisi milletvekili Fransız diplomat ve siyasetçi Jacques Maire, öncelikle Institut du Bosphore (Boğaziçi Enstitüsü) toplantısı için geldiği İstanbul’da iki ülke ilişkilerinin yeniden gelişmeye başladığını göstermeye çalıştıklarını söylemektedir. Yıkmanın inşa etmekten daha kolay olduğunu söyleyen Fransız diplomat ve siyasetçi, konuşmasında hukuk devleti, basın özgürlüğü ve demokrasi gibi Avrupa değerleri konusunda Türkiye’nin eksiklikleri olduğunu ima etmekte; ancak AB’nin bu zor dönemde Türkiye ile ilişkilerde daha pragmatik davranması gerektiğini belirtmektedir. Buna karşın, Maire, günümüzde her iki tarafta da yapıcılıktan çok, herhangi bir alternatif sunmayan yıkıcı ve tek taraflı yaklaşımların hâkim olduğunu eleştirel bir şekilde söylemektedir. Önceki gün bulunduğu ve el ele yürüyen çiftler ve müzisyenleriyle dikkatini çeken İstanbul’un Taksim semtinin tamamen Avrupa’nın bir parçası olduğunu da söyleyen Fransız siyasetçi, buna karşın, Fransa’nın da yaşadığı bir sorun olarak, Türkiye’deki bölgesel gelişmişlik farklarına ve farklı toplumsal kesimler arasındaki kutuplaşmaya dikkat çekmektedir. Boğaziçi Enstitüsü’nün ve TÜSİAD’ın kendilerine yönelik misafirperverliğinden etkilendiğini de belirten Jacques Maire, iki ülke arasındaki ticari bağların önemine dikkat çekerek konuşmasına son vermektedir.

Fransa Dış Ticaret Danışmanları Ulusal Komitesi Başkanı Franck Mereyde ise, son birkaç yılda turizm sektöründe yaşanan gelişmeleri anlatmakta ve 2016 ve 2017 yıllarında darbe girişimi ve terör olayları nedeniyle Türkiye’de turizm sektörünün olumsuz etkilendiğini; ancak 2018 yılından itibaren Rus turistler başta olmak üzere uluslararası turistlerin yeniden Türkiye’yi güvenli bir ülke olarak değerlendirerek bu ülkeyi ziyaret etmeye başladıklarını ifade etmektedir. Mereyde, bu noktada Türkiye’nin güvenli bir ülke olduğunu ve Fransız turistlerin rahatlıkla Türkiye’yi ziyaret edebileceklerini de açıkça söylemektedir. Ayrıca Türkiye’de son derece profesyonelce ve iyi karşılandıklarını belirten Mereyde, Türkiye’de çok sayıda Fransızca konuşan insan olduğunu görmekten dolayı şaşırdığını da anlatmaktadır. Bu insanlar ve kültürel yakınlık sayesinde Fransa ile Türkiye arasında onlarca yıldır devam eden ilişkilerin kopmadığını söyleyen Franck Mereyde, bu şekilde Türkiye’yi överek bu turdaki konuşmasını tamamlamaktadır.

Bahadır Kaleağası

İkinci turda yeniden kendisine söz verilen TÜSİAD temsilcisi Bahadır Kaleağası, Türkiye’nin son dönemde hakikaten de demokratik açıdan bir gerileme yaşadığını kabul etmekte ve bu anlamda Avrupa Birliği kulislerinde yükselen “Türkiye Avrupa değerlerinden uzaklaşıyor” eleştirilerine hak verdiğini belli etmektedir. Ayrıca Kaleağası, bu demokratik gerileme sürecini darbe girişimi sonrasındaki son 2-2,5 yılla da sınırlamamakta ve -AB ilerleme raporları doğrultusunda- aslında son 4 yıldır Türkiye’de demokrasi kalitesinin azaldığını düşünmektedir. Bu gerilemenin nedenleri sorulduğunda ise, Kaleağası, sorunları, yüzde yüz Türkiye’den kaynaklanan sorunlar ve Avrupa’dan kaynaklanan sorunlar olarak ikiye ayırmaktadır. AB’nin Türkiye’ye yönelik politikalarını da 2 farklı kategoride değerlendiren konuşmacı, AB’nin 1995-2005 döneminde Türkiye’ye yönelik politikasını “angajman politikası” olarak değerlendirmekte ve bu dönemde AB’nin çok daha büyük demokratik sorunları olan (idam cezasının varlığı, Kürtçe’nin yasak ve Kürt siyasetçilerin hapiste olması vs.) Türkiye’yi dönüştürmek için Ankara’nın Gümrük Birliği’ne girişinin kabulü ve Türkiye’ye AB tam üyelik perspektifi sunulması gibi olumlu hamleler yaptığını hatırlatmaktadır. Bu dönemde AB’nin yumuşak gücünü kullanarak Türkiye’yi dönüştürmeye çalıştığını kaydeden konuşmacı, bu sayede, AB ilerleme raporlarının da işaret ettiği şekilde, Türkiye’nin AB’nin demokratik kriterlerine (Kopenhag kriterleri) uygun bir ülke haline geldiğini anımsatmaktadır. Kaleağası, 2004-2005 yılından itibarense, AB’nin -Kıbrıs Sorunu nedeniyle- Türkiye’ye yönelik politikasının değiştiğini/bozulduğunu açıklamaktadır. 2004’te Kıbrıs’ta AB desteğiyle oylanan barış referandumu Annan Planı’na Yunanistan, Türkiye ve Kıbrıslı Türklerin “evet”, ama Kıbrıslı Rumların “hayır” dediğini vurgulayan Kaleağası, buna rağmen Rumların AB üyesi yapılarak ödüllendirildiğini ve bu nedenle Güney Kıbrıs Rum Kesimi’nin (Kıbrıs Cumhuriyeti) engellemeleriyle Türkiye-AB ilişkilerinin bozulmaya başladığını vurgulamaktadır. Güney Kıbrıs Rum Kesimi’ne benzer şekilde, Nicolas Sarkozy döneminde (2007-2012) Fransa’nın da bazı başlıkları bloke ederek Türkiye’nin AB üyeliğini engellediğini ve Türkiye ile AB arasındaki ilişkileri bozduğunu hatırlatan konuşmacı, bu nedenle 2005 sonrasında AB-Türkiye denkleminin bozulduğunu ve bugünkü olumsuz tabloya gelindiğini açıklamaktadır. AB’nin Türkiye’ye yönelik olarak yeniden “angajman politikası” benimsemeden Türkiye ile ilişkileri düzeltemeyeceğini de söyleyen Bahadır Kaleağası, bu anlamda ikili ilişkileri demagog ve yabancı düşmanı popülistlere kurban etmeden, 21. yüzyıl gerçeklerine uygun şekilde yaratıcı davranmak gerektiğine dikkat çekmektedir.

İkinci turda yeniden söz alan Jacques Maire, öncelikle Türkiye’nin Avrupa’ya entegrasyon projesinin daha 1960’larda başladığını ve bu noktada Gümrük Birliği’nin çok önemli bir dönüm noktası olduğunu söylemektedir. Gümrük Birliği sayesinde endüstriyel malların AB ülkeleri ve Türkiye arasında serbestçe satılabildiğini hatırlatan Fransız konuşmacı, “zor müzakereci” olarak nitelendirdiği Türklerle bu konuda 1996 yılında yürürlüğe giren Gümrük Birliği anlaşmasını yapabilmenin kolay olmadığını, ama anlaşma sonuçlarının gayet olumlu olduğunu söylemektedir. Kendisinin de bu süreçte Fransa adına müzakere masasında yer aldığını anlatan Maire, Gümrük Birliği sayesinde iki tarafın ticari kural ve düzenlemeler açısından da birbirlerine uyum sağladıklarını sözlerine eklemektedir. 22 yıldır uygulanan Gümrük Birliği anlaşmasının sadece sanayi ürünlerini ve işlenmiş tarım ürünlerini kapsadığını ve geleneksel tarım ürünlerinin, hizmetlerin ve kömür ile çelik ürünlerinin halen kapsam-dışı olduğunu belirten Maire, yeni dönemde Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusuna sıcak baktığını ifade etmekte; ancak tarım ürünleri konusunda bunun AB-Türkiye ilişkilerinde temel bir mesele olmadığını söyleyerek olumsuz bir tavır almaktadır. Bu noktada söz alan gazeteci Barçın Yinanç ise, Jacques Maire’i destekler şekilde, Gümrük Birliği’nin güncellenmesinin -Avrupa Komisyonu’nun raporunda da belirtildiği şekilde- her iki tarafın da çıkarına (win-win) bir gelişme olacağını vurgulamaktadır. Jacques Maire de, büyük bir şantiye ve pazar haline gelen Türkiye ile ekonomik ilişkileri daha da derinleştirmeye çalışırken, son birkaç yılda siyasal olarak bu ülkenin Avrupa değerlerinden uzaklaşmasının yarattığı zorluklara dikkat çekmektedir. Son olarak, Türk hükümetinin (bu noktada konuşmacı hükümet ile Türk devletini ayrıştırmaktadır) Avrupa ile ekonomik ilişkileri iyi seviyede tuttuğu sürece siyasal olarak istediğini yapabileceği düşüncesinin yanlış olduğunu ima eden Fransız siyasetçi, bu anlamda Türkiye’ye yönelik sıcak, ancak hükümete yönelik eleştirel bir pozisyon aldığını belli etmektedir.

Bu turda bir kez daha söz alan Bahadır Kaleağası, ilk olarak Avrupa Birliği’nin daha esnek ve konfederal bir yapıya dönüşmeden Türkiye’ye daha fazla açılmasının mümkün olmadığını söylemekte ve Türkiye’nin kısa süre içerisinde AB’ye üye olacağı düşüncesiyle Avrupa’daki halkların önyargı ve korkularını tetiklememek gerektiğini ifade etmektedir. Gümrük Birliği’nin güncellenmesi konusunda ise demokratik kriterlerin savunulmasının önemine işaret eden TÜSİAD temsilcisi, demokratik bir rejim olmadan gelişmiş bir ekonomik sistem kurulamayacağını iddia etmektedir. Türkiye’nin Ortadoğu’daki küçük bir petrol prensliği olmadığını ifade eden konuşmacı, bu nedenle ülkesinin -birkaç sene önce olduğu gibi- özgürlükleri koruyan bir hukuk devleti olması gerektiğinin altını çizmektedir. Kaleağası, ayrıca bu kriterlerin başlangıç şartları değil, ilerleme ve süreci tamamlama kriterleri olması gerektiğini vurgulamakta ve AB’nin Türkiye’ye yönelik olarak “havuç politikası” (iyi gelişmeler karşısında ödüllendirme ve teşvik etme) uygulaması gerektiğini söylemektedir. Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkiye ile ilişkilerde “Avrupa’ya entegrasyon” yerine “stratejik ortaklık” temasını öne çıkarması sorulduğunda ise, Kaleağası, stratejik ortaklık vizyonunun entegrasyon öğeleri de içerdiğini ve günümüzde Türkiye’nin AB üyeliği konusunda bir ilerleme yaşanmasının -Türkiye’nin, AB’nin ve dünya koşullarının sonucu olarak- kolay olmadığını söyleyerek, ilişkileri krize sokmak yerine bu şekilde gelecekte entegrasyonu mümkün kılabilecek olumlu gelişmelere (Gümrük Birliği’ni güncellemek gibi) odaklanmak gerektiğini belirtmektedir. Kaleağası, ayrıca Türkiye’nin ekonomik dinamizminin Avrupa ülkelerine de ekonomik olarak fayda sağlayacağını anlatmaya çalışmaktadır.

Bu turda Franck Mereyde ise, Türkiye’nin 80 milyonun üzerinde nüfusu ve dinamik ekonomisiyle otomotiv ve bankacılık sektörleri başta olmak üzere Fransa ile ekonomik ilişkilerinin çok önemli olduğunu ifade etmekte ve Türkiye ile Avrupa ekonomilerinin birbirlerini tamamlayıcı nitelikte olabileceklerini söylemektedir. Türkiye’nin önemli bir pazar olmasının yanında Asya’ya giriş kapısı anlamında da çok stratejik bir ülke olduğunu vurgulayan Fransa’nın Dış Ticaret Danışmanları Ulusal Komitesi Türkiye Başkanı, AB’nin Türkiye ile yakın ekonomik ilişkiler kurması sayesinde başka ülkeler ve pazarlara da açılabileceğini anlatmaktadır. ABD ve Çin Halk Cumhuriyeti gibi dev ekonomiler karşısında iddialı olmak isteyen AB’nin Türkiye’nin önemini anlaması gerektiğini belirten Fransız iş insanı, kültürel anlamda da ilişkiler geliştirildikçe daha fazla yakınlaşmanın mümkün olduğunu düşünmektedir.

Gazeteci Barçın Yinanç, bu turdaki konuşmasına Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un Türkiye-AB ilişkilerini tam üyelik perspektifinden ayrıştıran duruşuna şaşırdığını söyleyerek başlamakta; zira Macron’un daha önceki bir Twitter mesajında Türkiye’yi “Erdoğan’a oy verenler kadar oy vermeyenlerin de yaşadığı bir ülke” olarak öne çıkardığını hatırlatmaktadır. Bu noktada ABD’nin bazı açıklamaları ve politikalarıyla Türkiye ve dünyada tepki çeken Başkanı Donald Trump’ı örnek gösteren Yinanç, Erdoğan karşısında Avrupa’nın duruşunu da buna benzetmekte ve Avrupalı siyasetçilerin Türk halkının meşru temsilcisi olan Türk hükümetiyle Türk halkı arasında bir ayrıştırmaya giderek, Türk halkını kaybetmemeye çalışmaları gerektiğini vurgulamaktadır. Türkiye’ye Suudi Arabistan ve diğer Körfez ülkeleri gibi asla sadece ekonomik menfaat temelinde yaklaşılmaması gerektiğini kaydeden Türk gazeteci, Türkiye’nin demokratik ilerlemesinin hem Ankara’nın ekonomik gelişimi, hem de Avrupa’nın istikrarı ve güvenliği açısından faydalı olacağını açıklamaya çalışmaktadır.

Bu noktada söz alan Jacques Maire, Fransa’daki Türk diyasporasının ve genel olarak Müslüman Fransızların sisteme entegrasyonu konusunun önemine dikkat çekmekte ve Türkiye-AB ve Türkiye-Fransa ilişkilerinin sadece bu tarafların birbirleriyle olan ilişkilerinden değil, iç dinamiklerden de fazlasıyla etkilendiğini söylemektedir. Fransa’nın son dönemde 1905 yasası ile düzenlenen laiklik uygulaması ve Müslümanların laik ve demokratik sisteme entegrasyonu konusunda çalıştığını hatırlatan konuşmacı, son olarak Türkiye’nin demokratik gerilemesinden memnun olmamalarına karşın Ankara ile ilişkileri geliştirmeye çalıştıklarını belli etmektedir.

Bahadır Kaleağası, son olarak Avrupa’da yükselen sağ popülist hareketlerin Türkiye ile ilişkilere etkisini değerlendirmekte ve AB’den uzaklaşan Türkiye’nin başka yönlere savrulabileceğini ve bunun hem Türkiye, hem de AB için olumsuz sonuçları olacağını vurgulamaktadır. Son dönemde Suriye, Irak ve Afganistan’dan Türkiye ve Avrupa’ya gelen büyük göç dalgası nedeniyle popülist partilerin etkili olmaya başladıklarını ifade eden konuşmacı, ayrıca Türkiye’nin Avrupa’nın bir parçası olduğunu ısrarla vurgulamaktadır. Türkiye’nin AB ile zıtlaşmasının Yunanistan için de riskli olduğunu kaydeden Kaleağası, örneğin Atina’nın Ege Sorunu’nu Türk-Yunan ilişkileri değil de, Türkiye-AB ilişkileri çerçevesinde değerlendirmesinin kendisi açısından daha avantajlı olacağını anlatmaktadır. Türkiye’nin AB ile göç ve güvenlik konularında işbirliği yapmaması durumunda başta Yunanistan olmak üzere Avrupa ülkelerinin bundan çok olumsuz etkileneceğini belirten TÜSİAD temsilcisi, ayrıca küreselleşen ve büyüyen dünyada AB’nin de Türkiye'yi iterek dünya sahnesinden geri çekilmemesi gerektiğini ifade etmekte ve bu anlamda AB’nin istikrarlı ve kendisiyle uyumlu bir Türkiye’ye ihtiyacı olduğunu söylemektedir.

Sonuçta, programın gayet faydalı ve öğretici olduğu ve bu programdan bazı mesajlar çıkarıldığı söylenebilir. Bu mesajlar ise; AB’nin ve Fransa’nın Türkiye’yi kaybetmek istemediği, ancak Türk hükümetinin son yıllardaki anti-demokratik uygulamalarından rahatsız oldukları ve Gümrük Birliği’nin güncellenmesi meselesinin yeni dönemde en temel konu olacağıdır.


Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ


[1] Web sitesi için; http://www.rfi.fr/.
[2] Vikipedi - https://tr.wikipedia.org/wiki/Radio_France_Internationale.
Wikipedia - https://en.wikipedia.org/wiki/Radio_France_Internationale.
[3] Program arşivi için bakınız; http://www.rfi.fr/emission/carrefour-europe.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder