Sayfalar

5 Eylül 2018 Çarşamba

H. Bahadır Türk’ten “Şantiyeler Kralı: Bir Yeni Zaman Muktediri Olarak Ali Ağaoğlu”


Türkiye’de sosyal bilimler alanında son yıllarda yayın patlaması yaşanıyor ve ilginç kitaplar ve makaleler yazılmaya devam ediyor. Bu yayınlardan birisi de, Tanıl Bora’nın derlediği 2016 İletişim Yayınları basımı İnşaat Ya Resulullah kitabında[1] yer alan Çankaya Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler bölümü öğretim üyesi H. Bahadır Türk’ün[2] yazdığı “Şantiyeler Kralı: Bir Yeni Zaman Muktediri Olarak Ali Ağaoğlu” makalesidir.

Bahadır Türk, çalışmasına, ünlü işadamı Vehbi Koç’un 1961 senesinde aile fertlerine yazdığı bir mektupta geçen şu sözle başlar: “Suyumuz çok azalmıştır. Günün birinde tamamen susuz kalmamız ihtimal dâhilindedir. Bütün ev halkından ricam: muslukların fazla açılmaması, su israfına zerre meydan verilmemesidir. Sonra yüzümüzü yıkayacak su bulamayız. Bu hususa dikkat edilmesini ehemmiyetle arz ederim.” Bu mektuptan tam 50 yıl sonra, magazin basınında “pinti Türk zengini” modelini temsil eden Vehbi Koç’un yerine geçen ve “Karadenizli müteahhit” olgusunu temsil eden işadamı Ali Ağaoğlu, 15. özel arabası Rolls Royce Ghost nedeniyle verdiği mülakatta kendisine sorulan “Beğendiğiniz bir arabayı almadan önce kaç dakika düşünürsünüz?” sorusuna şu yanıtı vermiştir: “Hiç düşünmeden alırım. Günde 18 saat çalışan bir insanım. Tek hobim arabalar. Arabayla kendimi ödüllendiririm. Kendim için para harcadığım iki şey var: araba ve kıyafet.” Bir diğer röportajında ise, Ağaoğlu, şu sözleri kullanır: “Günde ortalama 16 saat çalışıyorum. Hayattaki tek lüksüm arabalar! Bir de helikoptere binerim ve güzel kızlarla gezerim. Bu kadar çalışan bir insanın o kadar da lüksü olsun.

H. Bahadır Türk, çalışmasında, inşaat sektöründeki yatırımlarıyla servet edinen yeni nesil Türk zenginlerini temsil eden Ali Ağaoğlu’nu analiz etmeye çalışmıştır. Bu yeni dönemin eski Türkiye’den temel farkı, zenginliğin teşhir edilmesi ve Ali Ağaoğlu gibi zenginlerin artık yaşadıkları lüks hayatı halkın da görmesini istemesidir. Bu, yazara göre, bir seçim olduğu kadar aslında bir PR (halkla ilişkiler) ve reklam çalışmasıdır. Zira Ağaoğlu ve benzeri işadamları, bu sayede tanınırlıklarını arttırmakta, geniş halk kitlelerine ulaşmakta ve ticari olarak da kazanç elde etmeyi başarmaktadırlar. Nitekim Ağaoğlu, bir dönem kendisine canlı yayında cebindeki parayı soran Doğu Perinçek’e direnen dönemin ünlü işadamı Sakıp Sabancı’nın aksine[3], Mesut Yar’ın benzer sorusuna büyük bir neşeyle ve gururla cevap verebilen[4] ve zenginliğinden utanmayan bir kişidir. Bu durum, eski tip zenginlerde tepki yaratsa da, Ağaoğlu’nun doğallığı halk nezdinde destek bulabilmektedir. Zira -siyaseten Recep Tayyip Erdoğan’ın yaptığına benzer şekilde- kültürel kodlar bağlamında (Müslümanlık, Karadenizlilik, geleneksellik ve esprili kişilik vs.) halkta yarattığı yakınlık, Ağaoğlu’nu muteber bir isim haline getirmektedir. Rolls Royce’a binse bile Karadenizli ve Müslüman köklerini unutmayan ve o zenginlik ortamında bile kemençe sesiyle coşan Ağaoğlu’nun çok eşliliği veya çapkınlığı bile halk için bir sorun değildir; zira Ağaoğlu’nun yaşadığı hayat, ortalama Türk erkeğinin her zaman hayalini kurduğu hayatın ta kendisidir. H. Bahadır Türk, bu durumdan yola çıkarak, Ağaoğlu’nu “yeni feodalitenin yaşam mimarı” olarak nitelendirmektedir. Bu durum, kapitalist vurgularla da desteklenmektedir; nitekim Ağaoğlu’nun tüm inşaat projeleri “My Home”, “My Office”, “My Town”, “My City” gibi “my” (benim) vurgusu içerir. Bir diğer önemli tercih biçimi ise, “Fetih 1453” örneğinde olduğu gibi halk ortalamasını temsil eden milliyetçi-muhafazakâr vurgulardır (İstanbul’un fethi).

Ali Ağaoğlu, hayatını anlatırken her muktedir erkek gibi bir “baba mitolojisi” kurar. 1946’da Trabzon-Of’tan İstanbul’a göçen babası, hem müteahhit, hem tüccar, hem de sanayicidir. Ağaoğlu, hayata ve iş dünyasına dair birçok önemli şeyi babasından öğrendiğini ve onun çok başarılı bir işadamı olduğunu sıklıkla vurgular. Muktedir bir erkeğin ideal yaşamını sembolize eden Ağaoğlu, çok eşliliği ve çapkınlığıyla dikkat çekmekten mutluluk duyar. Siyaseten ise daima hükümetlere yakın durmaya gayret eder; AK Parti hükümetinin toplu konut girişimini destekler ve halkın herşeyi devletten beklememesi gerektiğini söyler. Cumhurbaşkanı Erdoğan’ı sürekli öven Ağaoğlu, ekonomik krizleri de hükümet mensuplarına benzer şekilde “dış mihrakların oyunu” olarak değerlendirmeye çalışır. Çevrecilerin tepkilerine ve hassasiyetlerine ise kızar ve onlara tepki gösterir. Ayrıca iyi bir kapitalist olarak hep daha fazlasını ister; ama o, artık yeni zenginliklerden ziyade, yeni ve başarılı projeler peşindedir. Zira başardığı işler ve bitirdiği projeler, ona para kazandırdığı kadar, aynı zamanda kişisel haz da vermektedir. H. Bahadır Türk’ün “Şantiyeler Kralı” olarak değerlendirdiği Ağaoğlu, yeni nesil Türk zenginlerinin kuşkusuz en karikatürize edilebilecek ve dikkat çekici örneğidir.

Ali Ağaoğlu’nun Türkiye’de bu kadar dikkat çekmesi ve destek bulması, Türkiye’nin 21. yüzyılda bile henüz kapitalizme geçiş sürecini tamamlamamış olmasıyla yakından alakalıdır. Zenginlik, Türkiye’de on yıllar boyunca bir utanç konusu olmuş ve kötü algılanmıştır. Oysa zenginlik, yasal işlere dayandığı sürece bir ülkenin ekonomik gelişimi açısından faydalıdır. Zenginliğin daha iyi ve adil paylaşılması ise elbette sol siyasetin ana konusu olmalıdır. Ancak zenginliğin daha iyi ve adil paylaşılması için, öncelikle ortada bir zenginliğin olması gerekir. Bu durum, aslında Marksist tarih yazımında kapitalizmin derinleşmesiyle beraber bir işçi sınıfının (proletarya) ortaya çıkışına da benzetilebilir. İşçi haklarını savunmak için, öncelikle bir işçi sınıfınızın olması gerekir! Bu nedenle, Ağaoğlu’nun görgüsüzlüğü, aykırı yaşamı ve ABD Başkanı Donald Trump’ı anımsatan bazı özellikleri, Türkiye soluna bence çok önemli ipuçları vermektedir; yeni dönemde zenginlik veya zengin düşmanlığı değil, adil paylaşım ve çalışan hakları (işçi sınıfı ve beyaz yakalılar) savunusu yapılmalıdır. Zira ortadaki pastayı büyütebilmek, hem zenginleri, hem de alt ve orta sınıfları memnun edecek bir gelişme olacaktır. Son dönemde hükümetin bu konuda yeterli başarılı olamaması ve güçlü ülkelerle çeşitli siyasi krizler yaratarak ekonomiyi zora sokması ise, Türkiye’de muhalefet partilerine çok uygun fırsatlar yaratmaktadır. Ancak muhalefetin eski tip argümanlar kullanarak hükümeti eleştirmesi, halk nezdinde Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisini rakipsiz kılmaktadır. Şu da bir gerçektir ki, Ankara’da tatlı hayatlar süren siyasetçilerin aksine, Türk halkının asıl derdi geçim sıkıntısıdır. Bu bağlamda, halkın hissiyatını anlayabilen, ekonomiyi büyütebilen, tüm komşu devletler ve büyük ülkelerle iyi ilişkiler kurabilen ve daha adil bir paylaşımı gerçekleştirebilen bir sol ve muhalif hükümete, günümüz Türkiye’sinde, tarihte hiç olmadığı kadar ihtiyaç vardır. Ali Ağaoğlu ise, bir nefret objesi olarak değil, günümüz Türkiye’sindeki ekonomik ve siyasal düzeni yansıtan önemli bir sembol olarak değerlendirilmesi gereken bir kişidir. Son olarak, bence Ali Ağaoğlu ve benzeri yeni nesil müteahhit zenginlere eleştiriler, teşhircilikleri ya da yaşam tarzları nedeniyle değil, çevre sorunları ve İstanbul'un aşırı kalabalık demografik yapısını daha da büyütmeleri noktasından yapılmalıdır. Ancak bu durum da, bir piyasa ekonomisi içerisinde, zamanla kendi dengesini bulacak ve büyük kentler yaşanmaz hale geldiğinde zaten yatırımlar ve göçler başka şehirlere yapılacaktır.


Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder