Sayfalar

22 Eylül 2017 Cuma

Türkiye Kuzey Irak'a Müdahale Eder Mi?


Giriş
25 Eylül 2017 tarihinde yapılacak Kürdistan bağımsızlık referandumu öncesinde Ankara’nın Erbil’e yönelik tepkisi giderek sertleşiyor. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, son iki hafta içerisinde üslubunu hızla değiştirmeye ve Kürt yönetimine referandum konusunda açıktan gözdağı vermeye başladı. Dahası, Erdoğan, Birleşmiş Milletler toplantısı için gittiği New York’ta, ABD Başkanı Donald Trump’la görüşmesinden sonra bu konuda iki ülke arasında mutabakat olduğunu açıkladı.[1] ABD Savunma Bakanı James Mattis de daha önce referandum konusunda erteleme önermiş ve referanduma karşı olmamalarına karşın, IŞİD’le mücadelenin ön planda olduğu bu dönemde bunu gerçekleştirmenin doğru olmayabileceğini söylemişti.[2] Önemli dünya güçlerinden olan Rusya ise, resmi olarak referanduma karşı çıkmasına ve Irak’ın toprak bütünlüğünü desteklemesine karşın[3], bir yandan da Rosneft aracılığıyla Irak Kürtlerine bağımsızlık referandumu öncesinde yardım elini uzatmakta ve bu yönetimle yeni doğalgaz anlaşmaları yapmak istemektedir.[4] Zaten dünyada İsrail dışında bu referanduma açıktan destek veren bir ülke olmadığı görülüyor.[5] Buna karşın, bağımsızlık referandumuna gösterilen tepkiler de -Türkiye ve kısmen İran dışında- o kadar sert değildir. Nitekim Güneri Civaoğlu da ABD’nin bu konudaki tepkisini “caydırıcı” bulmadığını yazmıştır.[6] Hatta öyle ki, Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin bağlı olduğu Irak’ın Başbakanı Haydar Abadi (İbadi) bile, referandum kararına saygı duyduklarını, ancak bunu desteklemediklerini söylemekle yetinmiştir.[7] Son olarak, Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’nden de Kürt yönetimine bir uyarı yapılmıştır.[8] Ancak bu uyarıların Kürt yönetimini ve Kürt lider Mesut Barzani’yi referandumu iptal etme veya erteleme konusunda ikna edemediği düşünülüyor. Bugün erkene çekilerek yapılacak olan Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantısı ve sonrasında TBMM’nin yarın Irak ve Suriye tezkeresi için toplanacak olması ise, Türkiye’nin Kuzey Irak’a referandum öncesinde bir askeri müdahale yapabileceği intibasını uyandırıyor. Bu yazıda, Kürt referandumuna ve bağımsızlığına karşı çıkmanın artı ve eksilerini değerlendirmeye çalışacağım.


Irak’ta Kürtler ve Araplar yol ayrımında mı?

Arka Plan
Türkiye’nin Kuzey Irak (Kürdistan) Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül’de yapacağı bağımsızlık referandumuna karşı çıkmasını izah edebilmek için, Türkiye’nin Irak Savaşı veya İkinci Körfez Savaşı sonrasında takip ettiği dış politikayı incelemek lazım. İlginçtir ki, Irak Savaşı’na ABD’nin teklifine karşın 1 Mart 2003 tezkeresini reddederek bizzat katılmayan ve Kuzey Irak’taki “de facto” Kürt otonom bölgesinin devletleşmesi yolunda ilk tavizi veren Ankara, daha sonra da Irak Kürtlerinin uluslaşmasını ve devletleşmesini teşvik eden bir politika gütmüştür. Öyle ki, Ankara, Kürt lider Mesut Barzani’ye daima ve haklı olarak silahlı terör örgütü PKK karşısında destek vermiş ve Erbil ile Irak merkezi hükümetinin inisiyatifi dışında ekonomik ve siyasi ilişkiler geliştirmiştir. Erbil ile imzalanan enerji anlaşmaları ve bu bölgeye Türk işadamlarının yaptığı yatırımlar[9], bunun en somut kanıtıdır. İşler öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, Mesut Barzani Türkiye’de 2012 yılında düzenlenen Adalet ve Kalkınma Partisi (AK Parti) Kongresi’nde “Türkiye seninle gurur duyuyor” sloganları eşliğinde alkış yağmuruna bile tutulmuştur.[10] Hatta Barzani, bu yıl içerisinde Türkiye’de yapılan Başkanlık referandumu sürecinde de Cumhurbaşkanı Erdoğan ve partisine destek vermiştir.[11] Bu anlamda, Türkiye Cumhuriyeti devletinin Irak Savaşı sonrasında takip ettiği politikalar, Irak Kürtlerinin uluslaşması ve devletleşmesini teşvik eden bir çizgidedir. Sami Kohen de bu konuda Türkiye’nin ikircikli ve son günlerde değişen politikasına dikkat çekmiştir.[12] Dolayısıyla, bu sürecin ardından günümüzde gelinen noktada gösterilen sert tepkiler, ya iç kamuoyunda biriken öfkeyi almak için tasarlanan suni bir hamle, ya da dış politikada ciddi bir kırılma göstergesidir.

Alternatifler
Uluslararası krizlerde devletlerin kullanabilecekleri çeşitli enstrümanlar vardır. İlk hamle, hiç kuşkusuz diplomasi ve “diplomatik baskı”dır. Ankara, son 10 günde bu konuda ciddi bir atak içerisindedir ve dünya kamuoyunu bu konuda yönlendirmeye çalışmaktadır. Bu konuda başarılı bazı adımlar atılsa da, genel görüş Ankara’nın geç kaldığı şeklindedir. İkinci önemli politika unsuru ise “ekonomik yaptırımlar”dır. Ankara’nın Habur Sınır Kapısı’nı kapaması ve Erbil yönetiminden petrol almayı kesmesi, kuşkusuz Irak Kürtlerini ekonomik açıdan çok zor duruma düşürecek ve insani trajedilere bile yol açabilecektir. Ancak bu politikanın da -daha sonra açıklayacağım üzere- çeşitli artı ve eksileri vardır. Üçüncü bir politika seçeneği ise, “askeri müdahale”dir. Ancak Türkiye’nin sınırları dışında ve garantör haklarının olmadığı bir ülkede gerçekleşen bir referandum süreci nedeniyle askeri müdahale yapması, kuşkusuz ciddi riskler doğuracaktır. Türkiye, bu noktada 1926 Ankara Antlaşması’nı gündeme getirebilir ve Kıbrıs Cumhuriyeti örneğinde olduğu gibi Irak üzerinde de toprak bütünlüğü konusunda garantör hakları olduğunu iddia edebilir.[13] Nitekim Türk Dış İşleri’nin emekli mensupları, genelde bu yönde tavır sergilemektedirler. Ancak Milletler Cemiyeti zamanında yapılan bu anlaşmanın ardından Irak’ta rejim defalarca değişmiştir. Bu anlamda, anlaşmanın bugün ne kadar geçerli olduğu konusu uluslararası hukukçuların tartışması gereken ilginç bir durumdur. Dahası, Türkiye’nin 2003 sonrasında izlediği dış politika bu görüşe zıt olduğu için, bu durumu izah etmek yabancı başkentlerde oldukça zor olabilir.

Müdahale Olur Mu?
Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin 25 Eylül’de yapılacağını açıkladığı bağımsızlık referandumuna bir hafta kala, Türk Silahlı Kuvvetleri (TSK), Habur Sınır Kapısı’na yakın bölgede tatbikat başlatmıştır.[14] Türkiye’nin Kuzey Irak’a ilerleyen günlerde bir askeri müdahale yapıp yapmayacağı konusu şimdilerde gündemdedir. CFR Türkiye ve Ortadoğu uzmanı Amerikalı analist Steven Cook, Ankara’nın referanduma tepki göstermesine karşın Erbil’e yönelik bir askeri müdahalede bulunmasını beklemediğini yazmıştır.[15] SETA uzmanı Ufuk Ulutaş ise, önümüzdeki günlerde bir askeri müdahale seçeneğinin yadsınamaz olduğunu belirtmektedir.[16] Göktürk Tüysüzoğlu ise, Ulutaş’tan çok Cook’un görüşüne destek vermiş ve “Türkiye’nin mevcut şartlar dâhilinde kapsamlı bir askeri operasyon yapmasının beklenmemesi gerektiğini” yazmıştır.[17] Şu an için daha makul gözüken seçenek, Türkiye’nin Suriye’de IŞİD ve PYD önceliklerinin olması ve dünya kamuoyunda fazla tepki çekmemek adına Irak’a bir askeri müdahale yapılmamasıdır. Anlaşıldığı kadarıyla, bunun yerine, Habur Sınır Kapısı’nın kapatılması ve ekonomik izolasyonlar gibi daha mutedil tedbirler uygulanacak ve olası bir Kürt Devleti’nin daha bebekken boğulmasına gayret edilecektir. Ancak bu politika da son derece riskli ve dünya kamuoyunda olumsuz algılanabilecek bir yöntem olacaktır.

Artılar
Bu süreçte uygulanacak ekonomik yaptırımlar ve askeri müdahalenin elbette bazı olumlu sonuçları olabilir.
-          Kürdistan Yönetimi’ne bölgenin büyük devletinin Türkiye olduğunun hatırlatılması ve ekonomik yaptırım veya askeri müdahale ile bağımsızlık sürecinin engellenmesi, kuşkusuz Türkiye iç kamuoyundaki tepkileri azaltacak ve Türkiye’nin askeri caydırıcılığını yeniden gözler önüne serecektir.
-          Türkiye’nin Irak’ta sergileyeceği tavır, Suriye’de de kantonlaşmaya ve özerkliğe doğru yol alan Kürtlere bir gözdağı olabilir ve onların da ilerleyen aylarda daha temkinli adımlar atmalarına neden olabilir.  Zira Suriye Kürtleri, kendi kontrollerindeki bölgelerde şimdilerde bir yerel seçim yapmakta ve hızla özerklik yolunda adımlar atmaktadırlar.[18]
-          Türkiye’nin uzun süredir ihmal ettiği Türkmenlere ulaşmak ve onların haklarını korumak yönünde bir söylem geliştirmesi, bu halkın zor durumunu gündeme getirebilir ve durumlarında bazı iyileşmeler sağlayabilir.
-          Türkiye iç kamuoyunda bu bölgeye yapılacak bir askeri müdahale ile yeniden bir birlik havası yaratılabilir.

Eksiler
Bu sürecin eksileri de son derece fazladır.
-          Öncelikle Türkiye’nin dünya kamuoyunda demokratik bir referandum sürecine engel olan baskıcı bir aktör olarak algılanması ciddi bir risktir. Türkiye, zaten son yıllarda kendi halkına karşı yaptığı insan hakları ihlalleri ile gündemde olan bir ülkedir. Buna bir de Irak Kürtlerine yönelik baskı ve müdahaleler eklenirse, Türkiye’nin Batı kamuoyundaki imajı iyice kötü duruma gelebilir. Zira dış politikada “unilateral” (tek taraflı) adımlar atmamak, günümüzde oldukça önemli bir husus haline gelmiştir.
-          Ekonomik yaptırım veya askeri yöntemlerle Irak Kürtleri’nin zor duruma sokulması, Türkiye’nin Kürtlerle olan duygusal bağlarını zedeleyebilir. Hatta Türkiye Kürtleri ve bizzat AK Parti seçmeni ve üyesi olan Kürtler de bu süreçte Türkiye Cumhuriyeti’nin resmi politikalarıyla karşı karşıya gelebilirler. Nitekim daha önce AK Parti Batman İl Başkanı Diyaettin Uçar’ın, bağımsızlık referandumuna ilişkin, “Biz ve bölge il başkanlıkları referandumda 'evet'i destekliyoruz” dediği basına yansımıştır.[19] AK Parti Diyarbakır milletvekili Galip Ensarioğlu da “Referanduma karşı çıkmamız yanlış, Kerkük’ün Kürtlerde kalması daha iyi” açıklamasını yaparak AK Parti’nin Kürt kanadının görüşünü açıkça göstermiştir.[20] Bu nedenle, bu süreçte AK Parti’nin bir Türkiye partisi olma vasfını kaybetme riski bile mevcuttur. Daha önemlisi ise, Türkiye’nin Kürtlerle duygusal bağlarının kopmasının orta ve uzun vadede Türkiye’nin Kürt Sorunu’na ve diğer bölge ülkelerinde yaşayan Kürtlerle olan ilişkilerine olumsuz yansıyabilecek olmasıdır. Bu durumda, Türkiye, Suriye ve Irak’ta terör örgütlerine katılımlar artabilir ve Türk askeri ve vatandaşlarına yönelik terör saldırıları yeniden başlayabilir.
-          Darbe girişimi sonrası Cerablus Operasyonu ile biraz olsun moral toplayan ama ciddi bir personel sıkıntısı çeken Türk Silahlı Kuvvetleri, böyle bir operasyonda ağır kayıplar verilmesi ve dünya kamuoyundan destek alınamaması durumunda zor duruma düşebilir. Cerablus Operasyonu’nda Türkiye’ye yönelik tepkiler sınırlı olmuştur; zira TSK’nın karşısında daha çok herkesin terör örgütü olarak gördüğü IŞİD ve kısmen de PYD-YPG vardır. Ancak Kuzey Irak’ta daha meşru, kısmen demokratik ve Ankara’ya düşman olmayan bir bölgeye saldırılırsa, bu, TSK’nın itibarını da ciddi şekilde zedeleyebilir.
-     Türkiye, böyle bir operasyon sonrasında, aslında diplomasi ve müzakere ile kendisine bağlı ve küçük bir Kürdistan ile durumu kurtarabilecekken, Kürtlerle tamamen zıtlaşmasının neticesinde Büyük Kürdistan’a giden yolu -istemeden- açabilir. Irak Kürtlerine referandum sonrasında destek verilmesi, bu ülkeyi ekonomik olarak ve siyaseten Ankara'ya bağlı ve adeta Türkiye güdümündeki bir ülke (veya bölge) yapabilecekken, şimdi Türkiye’nin askeri müdahalesinin olması durumunda, Barzani ve diğer Kürt liderler otomatik olarak Türkiye karşıtı siyaset yapmaya başlayacaklardır. Bu, üzerinde ciddi düşünülmesi ve tartışılması gereken bir husustur. Zira bölgeye sık sık giden biri olarak gözlemim, Türkiye kamuoyunda yansıtılanın aksine, Irak Kürt yerel siyasetinde Talabani’nin partisi (Kürdistan Yurtseverler Birliği) ve Goran hareketinin güçlerinin sınırlı olduğu ve onların da bir savaş durumunda kendi halklarına karşıt tavır alamayacağı yönündedir. Bu anlamda, son yıllarda daima Barzani ve KDP (Kürdistan Demokratik Partisi) ile yakın işbirliği yapan Ankara, yeni durumda bölgedeki tüm Kürt müttefiklerini kaybedebilir ve Kürt unsurlarını devletleşme ve uluslaşma yolunda daha da teşvik etmek durumunda kalabilir. 

Sonuç
Sonuç olarak, kanımca Türkiye, izlediği dış politika ile Kürdistan bağımsızlık referandumuna giden yolu isteyerek ve bilerek açmış bir ülkedir. 2007-2017 döneminde izlenen Irak ve Kürt politikasının bu sonucu doğuracağı açıktır ve zaten o dönemde de birçok uzman ve genç akademisyen bu durumu ifade etmişlerdir. Şimdi suyun akışını tersine çevirmeye çalışmak yerine, yeni koşullara koşut güncel politikalar belirlemek, bana göre Büyük Atatürk’ün dünya görüşüne daha uygun bir tavır olacaktır. Zira bence Atatürk’ün en önemli siyasi mirası, ünlü yazar Yakup Kadri Karaosmanoğlu’na söylediği “O zaman donar kalırız” sözünde gizlidir.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ




1 yorum:

  1. I would like to thank you for the efforts you have made in writing this article.I would like to thank you for the efforts you have made in writing this article.

    potaup

    YanıtlaSil