Sayfalar

29 Eylül 2017 Cuma

Japon Siyasi Kültürü


2017 yılı itibariyle toplam gayrisafi milli hâsıla açısından halen dünyanın en büyük 3. ekonomisi durumundaki Japonya[1], Başbakan Shinzo Abe ve kabinesinin aldığı erken (baskın) seçim kararının ardından 22 Ekim 2017 tarihinde yeni bir parlamento (Diet) seçimlerine sahne olacaktır.[2] Seçimde, İkinci Dünya Savaşı’ndan beri kısa aralar dışında yıllardır daima iktidarda kalan Başbakan Shinzo Abe liderliğindeki Liberal Demokrat Parti (LDP) favori olmasına karşın, Tokyo Belediye Başkanı Yuriko Koike’nin kurduğu merkez sağ-muhafazakâr çizgideki Kibō no Tō – Umut Partisi’nin, Seiji Maehara liderliğindeki ve merkez çizgideki Japon Demokrat Partisi’nin (Minshintō), Natsuo Yamaguchi liderliğindeki Budist muhafazakâr Komeito Partisi’nin ve Kazuo Shii liderliğindeki sosyalist Japonya Komünist Partisi’nin (Nihon Kyōsan-tō) de etkili olması beklenmektedir. Daha önce Japonya siyasal sistemi hakkında sitemizde analizlere yer verilmiştir.[3] Seçimler sonrasında Japonya’da ortaya çıkacak yeni siyasal yapı hakkında da sitemizde haber ve analizlere yer verilecektir. Bu yazıda ise, Michael G. Roskin’in Çağdaş Devlet Sistemleri: Siyaset, Coğrafya, Kültür eserinden[4] özetle, Japonya’nın siyasal hayatına yön veren Japon siyasal kültürü açıklanmaya çalışılacaktır.

Dünyada kendi öz kültürünü koruyarak Batılılaşan az sayıdaki ülkeden biri olan Japonya, ülkede var olan farklı dini inançların sosyal ve siyasal hayatta baskın bir rolünün olmamasının da etkisiyle, Nihonjinron adı verilen Japonluğunu modernleşmesine rağmen muhafaza etmeyi başarmıştır. Bu nedenle, Samuel Huntington’a göre, Japonya, kendi başına benzersiz bir uygarlıktır. İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra Almanya’dan farklı bir yeniden yapılandırma sürecinin uygulandığı Japonya’da, Nazi geçmişi nedeniyle büyük bir utanca sürüklenen Almanlardan farklı olarak, halk, faşist dönemde yapılanlara dair büyük bir suçluluk ve sorumluluk duygusu hissetmemiştir. Bunun temel sebepleri; Hiroşima ve Nagazaki’de insanlık tarihinin ilk ve tek nükleer saldırılarına hedef olan Japon halkının savaşın bedellerini fazlasıyla ödemesi, dahası General Douglas MacArthur’un kurduğu yeni sistemde birkaç yüz ordu mensubu dışında kimsenin cezalandırılmamasıdır. Nitekim Japon İmparatoru Hirohito bile bu süreçte yetkileri kısıtlanmasına karşın görevde kalabilmiştir. Elbette faşist Japonya’nın İkinci Dünya Savaşı öncesinde karıştığı birçok insanlık suçu mevcuttur; ancak dünyadaki tek atom bombası saldırılarına maruz kalmak, Japon halkının bu konudaki bakış açısını değiştirmiş ve Nazi dönemi nedeniyle suçluluk hisseden Almanya’dan farklı olarak bu ülkede yurtsever duygular azalmamıştır. Ayrıca Japon yetkililerin İkinci Dünya Savaşı öncesi ve sırasında işledikleri suçlar nedeniyle ilerleyen yıllarda diğer ülkelerden ve halklarından defalarca özür dilemeleri de bu eğilimi güçlendirmiştir. Bu nedenle, Roskin’e göre, bugün bile Japon halkının büyük bölümü, o yıllarda ülkelerinin kendileri ve diğer Asya ülkelerinin bağımsızlığı için savaştığını düşünmektedir. Coğrafi olarak son derece elverişsiz bir yere hapsedilmişlik duygusu da Japonların kendilerini mağdur görmelerinde önemli bir etkendir. Ayrıca savaş sonrasında çok büyük acılar çekerek Japonya’yı 1970’lerden itibaren yeniden ekonomik olarak önemli bir dünya gücü haline getirmeyi başaran yaşlı nesiller, Roskin’e göre genelde endişeli ve güvensiz insanlardır. Ancak yeni nesillerde durum oldukça değişmiştir. Nesil farkı Japonya’da biyolojik ve psikolojiktir. Yeni nesiller eskilere kıyasla bariz daha uzun ve iridir. Ayrıca psikolojik olarak bireyselleşme ve farklılaşma eğilimleri de çok daha güçlüdür. Ayrıca daha konforlu yaşam, dünyayı gezmek ve çok tüketmek de yeni nesillerde görülen yeni eğilimlerdir. Yaşlı nesiller, bu inanılmaz farklılıklar nedeniyle yeni jenerasyonu shin jinrui olarak adlandırır ve biraz küçümserler.

Siyasal kültür açısından önemli bir nokta, Amerikalılar nasıl bireycilikleriyle övünüyorlarsa, Japonların da grupçuluklarıyla övünmesidir. Nitekim ünlü bir Japon atasözü, “Öne çıkana çivi batar” şeklindedir. Japonlar, dikkat çekmeden ve uyum içerisinde kolektif çalışmayı tercih ederler. ABD’de ise bunun tam tersi bir siyasal kültür vardır ve insanlar bireysel başarılarıyla öne çıkmak isterler. Japonca’da yer alan enryo kavramı, insanlara küstah olmamayı teşvik eden önemli bir kavramdır. Japonlar, kendilerine özgü dil ve medeniyetleri sayesinde toplumlarını büyük bir aile gibi görürler. Japonya’nın siyasal ve ekonomik geçmişi de bu eğilime uygun bir arka plan hazırlamıştır. Nitekim Şintoizm dini Japonlara özgüven ve üstünlük duygusu aşılamış, Budizm inancı bireysel fedakârlıkları teşvik etmiş, Konfüçyanizm felsefesi hiyerarşi ve otoriteye saygıyı yaygınlaştırmış, Japonya’da uzun yüzyıllar hâkim olan feodal toplumsal düzen itaat kavramını derinleştirmiş, yaygın bir tarihsel ekonomik aktivite olan pirinç tarımı toplu çalışmayı ve suyu paylaşmayı gerektirmiş ve Japonya’nın dar siyasal coğrafyası da sıkışık yaşayan insanların birbirlerine kibar davranmalarını zorunlu hale getirmiştir. İşte bu coğrafi, ekonomik ve siyasal unsurlar, Japon toplumunun siyasal kültürüne bugüne bile etki eden en önemli unsurlardır. Dünyada suç oranının en düşük olduğu ülkelerden olan Japonya’da, grup kültürü aslında itaatkârlıkla da yakından alakalıdır. Japonlar genelde zorluk çıkarmayı sevmez ve mümkünse sorunlarını bile hukuk yoluna başvurmadan kendi aralarında halletmek isterler. Bu, birçok açıdan iyi bir özelliktir; ancak mağdur olan kesimlerin hukuksal hak arayışlarını da engelleyen bir unsur olagelmiştir.

Japonlar, başarılarını büyük ölçüde eğitim sistemlerine borçludurlar. Japon işgücü, matematik gibi alanlarda Amerikalılardan çok daha ileridedir. Eğitimde başarı çok önemlidir ve başarı stresi nedeniyle Japon öğrencilerde intihar vakaları diğer ülkelere kıyasla oldukça yaygındır. Japon eğitim sisteminde meritokrasiye dayalı bir yapı vardır ve çeşitli test ve sınavlar yoluyla hak edenin iyi konuma gelmesi sağlanır. Aile bağlantıları, torpil ve atletik yetenekler gibi unsurlar başarıda rol oynamaz. Üniversite öğrencilerinde siyasal politizasyon diğer ülkelere kıyasla düşük düzeydedir. Eğitim sistemi ise ilginç bir şekilde ezber ağırlıklıdır; yaratıcılık pek de ödüllendirilmez. Nemawashi adı verilen gruba uyum ve uyum sağlama eğilimi teşvik edilir ve ödüllendirilir. Daha başarılı ve hızlı öğrenen öğrencilerin geride kalanlara yardımcı olmaları teşvik edilir; bu sayede grup uyumu ve toplumsal dayanışma sağlanır. Japonya’da her şehirde bir devlet üniversitesi vardır; Tokyo Üniversitesi (Todai) bunlar arasında en iyisi kabul edilir. Üniversite eğitim sistemi Amerikan sistemidir, ama ezbercilik ve Japonlara özgü bazı unsurlar da mevcuttur. Eğitim sisteminde ezbercilik yoğun olmasına karşın, Japonların teknik branşlardaki büyük başarısı ve yaratıcılık konusunda da diğer milletlerden geride kalmamaları, eğitim sistemlerinin başarısına delalet eder.

İş (çalışma) kültürü ise Japonya’da en çok dikkat çeken konulardan birisidir. Japonlardaki iş sadakati de inanılmaz ölçüdedir; takım elbise giyen tipik bir Japon sarariman, muhtemelen hayatı boyunca aynı işte çalışmaktan mutluluk duyacaktır. Bu nedenle, büyük bir şirkete girildiğinde insanın iş hayatının tamamının o şirkette devam etmesi muhtemeldir. İş değiştirmek ya da transfer olmak, bu nedenle çoğu Japon için hala önemli bir tabudur. Japonlar, hem saat olarak çok, hem de yoğun çalışmaktadırlar. 12 saatlik çalışma süreleri oldukça yaygındır ve normal karşılanmaktadır. Aşırı çalışmaya dayalı olarak ölüm olarak bilinen karoshi olgusu, en yaygın Japonya’da görülür. Ancak yeni nesilde durum biraz farklılaşmış ve çalışan hakları konusu daha büyük önem kazanmaya başlamıştır. Sendikacılık bu ülkede çok zayıftır ve pek de olumlu karşılanmaz. Bu nedenle, hayat boyu çalışan ve kutu gibi evlerde yaşayan Japonlar, hayatlarını mutlu bir şekilde sürdürebilirler. Gelişmiş bir sosyal güvenlik sistemi de olmayan Japonya’da, halk, tasarruf yapmayı ve zor günleri için saklamayı öğrenmiştir. Bu nedenle, bankacılık sistemi bu ülkede oldukça gelişmiş ve yaygındır.

Japon siyasal kültüründe hara-kiri olarak da bilinen bushido olgusu da halen bile görülebilmektedir. ABD kuvvetleri 1944’te Saipan’ı ele geçirdiğinde, 4.000 kadar Japon kadın ve kız çocuğu toplu intihar eylemine girişmişlerdir. Günümüzde bile yolsuzlukla suçlanan politikacıların intiharları ya da intihar girişimleri olabilmektedir. 1970’te ünlü aşırı sağcı romancı Yukio Mishima’nın intiharı en bilinen vakadır.[5] Küçük bir grupla Tokyo’daki eski İmparatorluk karargâhını ele geçiren Mishima, girişimi başarısız olunca seppuku yaparak intihar etmiştir. Ayrıca 1993 yılında tanınmış bir milliyetçi aktivist olan Shusuke Nomura, liberal çizgideki Asahi gazetesi binasına giderek kendisini eleştiren gazete editörleri önünde intihar etmiştir. Nitekim sadakat ve gurur duygusu, Japonlarda çok güçlü bir eğilimdir. Bu, genelde toplumu çalışmaya ve dürüst davranmaya teşvik eden pozitif bir unsur olurken, zaman zaman böyle trajik vakalara da neden olabilmektedir.

Roskin’e göre, Japonya ne kadar modernleşirse modernleşsin, özünde yer alan değerleri daima muhafaza edecektir. Çünkü toplumsal olarak kabul gören yerleşik değerleri, anayasa ve yasalarla değiştirmek mümkün değildir. Japonya’daki siyasal olaylar açıklanırken, bu gibi unsurlara da dikkat etmek gerekir. Japonya’daki halk ve seçmeni Avrupa ülkeleri ve ABD’deki gibi kabul etmek, onların seçmen davranışlarını açıklamakta da yetersiz kalabilir.


Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ



[5] Hakkında bir belgesel için; https://www.youtube.com/watch?v=Ctufj50w9a0.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder