Sayfalar

5 Eylül 2016 Pazartesi

Büyük Etkinlikler ve Kentlere Etkileri: İstanbul Örneği


Giriş
Beykent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi İngilizce bölümü öğretim üyesi Yrd. Doç. Dr. Ülke Evrim Uysal’ın İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi’nin Ekim 2014 tarihli sayısında yayınlanan “Büyük Etkinlikler: Kente ve Kent Mekânına Etkileri” adlı makalesi*, küreselleşme çağında uluslararası organizasyonların şehirlere etkisini araştıran ve İstanbul örneğini inceleyen önemli bir çalışmadır. Bu yazımda, bu makale ışığında bu konuyu özetlemeye çalışacağım.

Büyük Etkinlikler
Kapitalizmin şekil değiştirmesi ve neo-liberal baskılar nedeniyle kentlerin üretim merkezlerinden ziyade rant sahaları ve turistik alanlara dönüştürülmesinin doğal bir neticesi de, büyük etkinliklerin (mega-events) kentlerin tanıtımı ve ekonomisi açısından çok önemli bir konuma gelmeleri olmuştur. Küresel pazarda bir yer edinebilmek için birbirleriyle kıyasıya rekabet içerisine giren kentler, olabildiğince çok yatırımcı ve ziyaretçiyi kendilerine çekme amacıyla, son yıllarda birçok farklı stratejiyi gündeme getirdiler. Uygun ulaşım şartları, yatırım kolaylığı, teknolojik üstünlük, kurumsal etkinlik, dışa açıklık ve sermaye ve insan kaynağının yeterliliği gibi altyapı unsurlarının dışında, büyük etkinliklerle kentin adının duyurulması ve marka değerinin arttırılması (city branding) stratejisi, kısa sürede tüm dünyada kabul gördü. Dolayısıyla, günümüzde, kentler, büyük etkinlikleri kendi marka değerlerini yaratmak ve geliştirmek için çok önemli bir fırsat olarak kullanmaktadırlar.

Uysal’a göre; “Büyük etkinlikler kısaca kentsel mekânda gerçekleşen, büyük ölçekli ve geçici, bir kez yapılan ya da her yıl tekrarlanan etkinlikler” şeklinde tanımlanabilir. Bu tip organizasyonlara örnek olarak; büyük siyasi zirveler ve forumlar (G20, G7, NATO zirveleri), önemli spor organizasyonları (Olimpiyatlar, Dünya Kupası, Avrupa Şampiyonaları, Formula 1 yarışları), sinema festivalleri (Cannes Film Festivali, Antalya Altın Portakal Film Festivali) ve büyük kültür etkinlikleri (Avrupa Kültür Başkenti organizasyonları) gösterilebilir. Kentlerin markalaşmasında önemli rol oynayan bu gibi etkinliklerin, yeni iş olanakları ve artan dış ve iç yatırımlar sayesinde ekonomiye ve istihdama da katkı sunacağı düşünülür. Elbette, her kenti kendi ölçeğiyle doğru orantılı olarak değerlendirmek gerekir. Dünyadaki birçok kentin büyük ölçekli organizasyonları düzenlemesi zordur; buna karşın, kendi ölçülerinde çok başarılı ticari-kültürel-sportif faaliyetlere imza atabilirler. Örneğin, İspanya’nın Barcelona şehrinin Katalan mimarisi ve kültürüne dayalı turistik modeli veya Bunol kasabasının domates festivali gibi organizasyonlarla yarattığı cazibe, çok büyük ölçekte olmayan bu şehirlere önemli turizm gelirleri sağlamayı başarmış başarılı modellerdir. Bazen bu etkinlikler öylesine başarılı olur ki, Cannes Film Festivali’nde olduğu gibi kentin önüne bile geçebilir. Ayrıca organizasyon düzenlenen kentlerde gerçekleşen tesisleşme faaliyetleri, ilerleyen yıllarda da bu kentlerin yeni organizasyonlara ev sahipliği yapabilmesinin önünü açabilir.

Büyük etkinliklere ev sahipliği yapacak kentlerin seçimiyle ilgili pek çok eleştiri yapılabilir. İlk olarak, kuşkusuz, kentler arasında eşit bir yarış söz konusu değildir. Doğal olarak, unutulmaz filmlere ve şarkılara konu olan ve efsaneleşen Paris ve New York gibi kentlerin, diğer kentlerle karşılaştırılması dahi düşünülemez. Buna karşın, bu derece önemli olmayan kentlerin de başarılı lobi çalışmaları ve küresel sermayenin desteğiyle başarı kazanmaları mümkündür. 2016 Olimpiyatları’nı Rio de Janeiro’nun kazanması veya 2022 Dünya Kupası’na Katar’ın ev sahipliği yapacak olması, işte bu küresel sermaye desteği ve başarılı lobi çalışmalarına son örneklerdir. Ayrıca büyük etkinliklerin sonuçları da her zaman olumlu değildir. Nitekim Los Angeles (1984 Olimpiyat Oyunları), Barcelona (1992 Olimpiyat Oyunları) ve Glasgow (1990 Avrupa Kültür Başkenti) kentlerinin elde ettiği büyük başarılar, büyük etkinliklere ev sahipliği yapan her kentte gerçekleşmemiştir. 1976 Montreal Olimpiyat Oyunları'nın Kanada'da yarattığı hüsran veya 1999’da Vilnius’un Avrupa Kültür Başkenti olarak turizm gelirlerinin düşmesi, bu duruma iki örnektir. 2016 Rio de Janeiro Olimpiyatları’nın da yarattığı ekonomik zorluklar, kısa bir süre önce Brezilya’da çeşitli siyasi krizlere neden olmuştur. Dolayısıyla, kapsamlı ön hazırlık yapılmadan ve yeterli bütçe ayrılmadan bu gibi organizasyonlara girişmek, ülkelerde son derece olumsuz sonuçlar yaratabilir. Örneğin, 2008 Pekin Olimpiyat Oyunları için yapılan tesislerin oyunlar sonrasında kaderine terk edilmesi, buna en son örnek olmuştur. Bu gibi olumsuzlukların doğal bir sonucu da, bu tip durumlarda ülkelerdeki siyasal muhalefetin güçlenmesidir. Örneğin, son olarak Madrid’in 2020 Olimpiyatları için aday olması, bu kentte çeşitli tepkilere neden olmuştur.

İstanbul ve büyük etkinlikler (1996-2012)

İstanbul Örneği
Türkiye’nin ekonomik ve kültürel başkenti olan İstanbul, bu ülkedeki büyük etkinlikler açısından da tek merkez konumundadır. Türkiye’de düzenlenen ilk büyük etkinlik, İstanbul’da düzenlenen 1949 yılındaki Avrupa Güreş Şampiyonası’dır. Bu turnuva için Harbiye’de inşa edilen Lütfi Kırdar Kongre ve Sergi Sarayı, 14 ayda tamamlanmış ve bugün bile kültürel aktiviteler alanında faaliyettedir. İstanbul’un Olimpiyatlara ev sahipliği yapma konusu ise, aslında 1980’lerden beri gündemdedir. Ayrıca uluslararası şirketlerin 1980’lerden itibaren İstanbul’da şube açmaları ve hatta bazılarının idari merkezlerini bu şehre taşımaları, İstanbul’u büyük organizasyonlar için önemli bir aday haline getirmiştir. 1996’da düzenlenen Habitat II Konferansı, bu anlamda İstanbul’u uluslararası etkinliklere açan ilk önemli organizasyon olmuştur. 2010 yılındaki Avrupa Kültür Başkenti statüsü ise, bu alandaki en önemli başarılardan biri olmuştur. Hakikaten de, bu adım, İstanbul’a somut bazı kalıcı faydalar sağlamıştır. Eski sanayi bölgelerinin yeniden düzenlenmesi, yeni müzelerin (Adalar Müzesi, Avrupa Kültür Başkenti Mübadele Müzesi, TÜRVAK Sinema Tiyatro ve Televizyon Müzesi ve Mimar Sinan Araştırma Merkezi Müzesi) açılması ve başta Vortvorts Vorodman Ermeni Kilisesi ve Otağ-ı Hümayun olmak üzere pek çok tarihi eserin yenilenerek kültür merkezlerine, konser ve toplantı salonlarına ve sanat galerilerine dönüştürülmesi, bu faydalar arasında sayılabilecek en önemli unsurlardır. Ayasofya, Topkapı ve Kariye müzelerindeki yenileme projeleri de bunlara eklenebilir. 2010 yılında uluslararası organizasyonlar anlamında zirve yapan İstanbul, 1598 konser, 763 sergi, 1127 sanat performansı, 1201 konferans, 735 atölye çalışması ve 52 festivale ev sahipliği yapmıştır. Buna karşın, kentsel düzenlemeler konusunda yaşanan sorunlar (Sulukule örneği) ve uluslararası etkinliklerin kente eşit olarak dağıtılmaması (etkinliklerin % 70’i Avrupa yakasında, % 65’i ise kent merkezinde düzenlenmiştir), İstanbul adına sorun yaratan unsurlar olarak dikkat çekmiştir. Ayrıca turizm gelirleri de, o yıl içerisinde (2010) ilginç bir şekilde azalmıştır. Özetle, İstanbul’un Avrupa Kültür Başkenti olması, somut bazı kazanımların dışında çeşitli sorunlar da yaratmıştır. 

İstanbul adına bir diğer önemli konu ise, 2000-2020 döneminde yaşanan Olimpiyat Oyunları adaylık süreçleridir. 1990’lardan beri bu konuda inanılmaz hevesli ve gayretli bir kent görüntüsü çizen İstanbul, buna karşın bunu gerçekleştirmeyi hala başaramamıştır. Bu süre zarfında 5 defa Olimpiyatlara aday olan İstanbul, tüm bu girişimlerinde hüsrana uğramıştır. Nurettin Sözen döneminde başlatılan lobi çalışmalarının ardından, ilk kez 2000 yılında Olimpiyatlara aday olunmuş, ama elemede ilk turda elenilmiştir. Bu başarısızlığın ardından altyapı eksikliklerini dikkate alan kent yönetimi, Olimpiyat Stadyumu ve Olimpiyat Köyü’nün temellerini atarak, bu eksiklikleri giderme yolunda önemli adımlar atmıştır. Bunun yanında, Olimpiyat adaylığı sürecinde pek çok tesis de inşa edilmeye başlanmıştır. Buna karşın, 2004 Olimpiyatları elemelerinde de ilk turda elenilmiştir. 2008 adaylığı ise,  ilk kez somut ve ciddi adımları içermiştir. Atatürk Olimpiyat Stadyumu tamamlanmış ve Sinan Erdem Spor Salonu olimpik standartlara uygun olarak inşa edilmiştir. Ancak bu stadyumlar için yer seçimi ve erişilebilirlik konuları, eleştirileri de beraberinde getirmiştir. Sonuçta, büyük çabalara rağmen, 2008 yılında da beklenen başarı gelmemiştir. 2012 yılında yaşanan cesaret kırıcı başarısızlığın ardından, 2016 yılında Olimpiyat ev sahipliği için aday olunmadı. Son olarak, 2020 Olimpiyatları için bir kez daha aday olan İstanbul, bu kez ön elemeyi geçerek final şehirler arasına kalmasına ve favori olarak gösterilmesine karşın, Tokyo'ya geçilmekten kurtulamamıştır. 

Sonuç
Sonuç olarak, İstanbul, büyük potansiyeline karşın, Türkiye’nin vasat ekonomik performansı, ülkenin Batı dünyasında olumsuz algılanmasına neden olan hükümetinin İslamcı imajı ve söylemleri, altyapı eksiklikleri ve güvenlik riskleri (terörizm, darbe girişimi vs.) nedeniyle, bugün büyük etkinlikler için ideal bir kent olmaktan uzaktır. Buna karşın, kentin 2000 yılından 2016’ya kadar gösterdiği büyük ilerleme de somut bir vakadır. Bu nedenle, ekonomik gelişmeye paralel olarak, uluslararası organizasyonlarda da daha iddialı bir konuma yakın gelecekte pekala gelinebilir. Bunun içinse, "marka şehir" stratejisi kapsamında, İstanbul’un ekonomiyi önceleyen ve ideolojik ya da teolojik yaklaşımları arka planda bırakan çağdaş bir zihniyetle yönetilmesi şarttır.



Yrd. Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder