Günümüzde
uluslararası ilişkiler disiplininde dünya siyasetindeki gelişmelere iki temel
açıdan yaklaşmak mümkündür. Bunlardan birincisi, Realizm (Gerçekçilik) adını
verdiğimiz ve dünyayı daha çok ulusal güvenlik ve jeopolitik açılarından
değerlendiren yaklaşımdır. İkinci tip yaklaşım olan İdealizm ya da Liberalizm
ise, dünyayı daha çok demokrasi, insan hakları ve benzeri değerler üzerinden
değerlendiren ve 21. yüzyıl dünyasında daha çok rağbet gören yaklaşımdır. Ciddi
bir devlet için sağlıklı olan, kararlarını alırken bu iki temel yaklaşıma göre
de değerlendirmeler yapmak ve bu ikisi arasında bir denge kurmaktır. Türkiye’de
son dönemde İdealizm’in devlet katında tek geçerli görüş haline gelmesi
sebebiyle, Türk milleti adını verdiğimiz Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları yakın
bir gelecekte karşılaşmaları muhtemel sorunlar hakkında yeterince bilgi sahibi
olamamaktadır. Bu nedenle bu yazıda Türkiye’nin çevresinde yaşananları daha çok
Realizm ve jeopolitika perspektifinden değerlendirerek, Türkiye’yi bekleyen
olası tehlikeleri anlatmaya çalışacağım.
Bilindiği
üzere orta ve uzun vadeli planlar yapan ve bunları dünya kamuoyu ile çeşitli
vesilelerle paylaşmaktan çekinmeyen dünyanın hala tek süper gücü durumundaki
Amerika Birleşik Devletleri, 1. Körfez Savaşı ile önce 36. paralelin kuzeyini
güvenli bir bölge haline getirerek kurulması planlanan Kürt Devleti’nin ilk
parçasının temelini atmış, daha sonra 2003 yılında başlayan 2. Körfez Savaşı
ile de bu parçayı merkezi hükümetten büyük ölçüde kopararak Kürt devletinin ilk
ayağını oluşturmuştur. Bugün ise dört parçalı durumda bulunan Büyük Kürt
Devleti’nin 2. ve 3. parçaları için yoğun bir diplomasi ve istihbarat trafiği
sürdürülmektedir. Türk Devleti de bilerek veya bilmeyerek bu sürecin aktif bir
destekçisidir. Tunus ve Mısır’da doğal olarak gelişen ve halk tarafından
gerçekleştirilen Arap Baharı’nın, yabancı devletler ve NATO desteğiyle bir
emperyalist projeye dönüştürüldüğü Libya operasyonu ve sonrasında Suriye’de
çıkarılan içsavaş sayesinde, bugün Büyük Kürdistan’ın 2. parçası Suriye’nin
kuzeyinde PYD güçleri ve barış süreci sonrasında Türkiye’den bu bölgeye gitmesi
muhtemel PKK güçleri tarafından gerçekleştirilmek üzeredir. Suriye merkezi
hükümetine karşı tavır alan ve isyancıları destekleyen Türkiye Cumhuriyeti de
bu sürece aktif destek vermektedir. Sürecin sonucunda hükümet düşerse
Irak’takine benzer şekilde önce federal ya da özerk, daha sonra ise bağımsız
bir Kürt Devleti’nin kurulması gerçekçi bir sonuç olarak karşımıza çıkmaktadır.
Aynı anda Türkiye’de devam eden barış süreciyle birlikte Büyük Kürdistan’ın 3.
parçası ise Türkiye’nin Güneydoğu Anadolu Bölgesi’nde sürdürülen çalışmalarla
birlikte artık iyice olgun hale getirilmektedir. Açık konuşmak gerekirse 2007
yılında Armed Forces Journal dergisinde
yayınladığı “Blood Borders (Kanlı Sınırlar)” makalesi ve BOP haritası nedeniyle
tepki çeken Ralph Peters’in söyledikleri birer birer gerçekleşmekte ve Büyük
Kürdistan’ın temelleri açık açık atılmaktadır. Suriye’nin kuzeyi ve Türkiye’nin
güneydoğusunda gerekli şartlar yerine getirildikten sonra ise Büyük
Kürdistan’ın 4. ayağı İran’dan koparılacak olan bir parça ile tamamlanacak ve
bölgede İsrail için Arap olmayan güvenilir müttefik arayışları Büyük
Kürdistan’ın tamamlanması ile nihai sonucuna ulaşacaktır. Bunlar karamsar bir
değerlendirme değil, Türkiye’nin çevresinde olan bitenin Realizm
perspektifinden okunmasıdır.
Türkiye
Cumhuriyeti siyasal eliti bu proje son sürat devam ederken, Kürtlere barış
mesajları vererek ve İslam kardeşliğinin dozunu laiklikten taviz vererek
arttırmaya çalışarak bu gidişatı engelleyebileceğini ummaktadır. Elbette
Türkiye her zaman etken durumunda olan ve başkalarının planlarında figüranlık
yapan zayıf bir ülke değildir. Ancak bölgedeki tüm diğer aktörlerin (Kürtler,
İsrail, ABD ve Batı dünyası) desteklediği bu süreci Türkiye’nin tek başına
durdurması da pek mümkün gözükmemektedir. Dahası etnik bilinci üst noktaya
taşınmış Kürtlerin artık az ile yetinmeyeceği ve kendilerine büyük bir devlet
kurmak isteyecekleri son derece açıktır. Türkiye’nin bu sürece karşı
durabilmesi için rejim farklılıklarına karşın İran’la daha yakın ilişkiler
geliştirmesi akılcı gözükmektedir. Bunun için de yapılabilecek en doğru adım,
Malatya Kürecik’te kurulan NATO füze kalkanı projesinden vazgeçmek ve şimdilik
NATO bloğu içerisinde kalarak durumun daha da ağırlaşmasını önlemek olmalıdır.
İran’la diplomatik ilişkilerin bir an önce düzeltilmesi ve Suriye’de barış
müzakerelerinin desteklenmesi de Türkiye’nin dış politikasında atılabilecek
acil adımlardandır.
Büyük
Ortadoğu’nun “Küçük Türkiye” olmaması için artık dış politikaya sadece insan
hakları ve demokrasi açısından değil, güvenlik ve jeopolitika açılarından da
bakabilmeyi öğrenmeliyiz. Aksi takdirde bugünleri ileride çok arayacağız.
Benden söylemesi…
Dr.
Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder