Okuyanlar
hatırlayacaktır... PKK terör örgütü elebaşısı Abdullah Öcalan’la yapılan “barış”
(!) görüşmelerinin toplumda büyük öfke yaratacağını, Kürt sorunu ile PKK
sorununu devlet katında mutlaka ayrıştırmak gerektiğini, aksi takdirde toplumda
silahla hak kazanılabilir düşüncesinin yaygınlaşacağını ve Türkiye’nin çok
çalkantılı bir sürece girebileceğini daha önceki yazılarımda ifade etmiştim. Her
ne kadar Türk medyası -üzerindeki baskıların da etkisiyle- bu konuda
tarafsızlık ilkesini gölgeyecek ölçüde karartma yapsa ve taraflı yayın politikası
gütse de, bu sürecin daha şimdiden AKP başta olmak üzere tüm siyasal partilerin
tabanında huzursuzluk yarattığını görebiliyorum. İşte böyle bir ortamda gelen
İsrail Başbakanı Benjamin Netanyahu’nun kanlı Mavi Marmara Baskını ile ilgili
olarak yaptığı özür telefonunu nasıl okumalıyız? Bu yazıda bu sorunun cevabını
aramaya çalışacağım.
Şu
bir gerçek ki, Adalet ve Kalkınma Partisi’nin kuruluşu ve hızlı yükselişi İsrail
açısından kritik bir faktör olan İran’ın nükleer enerji çalışmalarıyla ilginç
bir şekilde aynı tarihsel döneme denk gelmiş, bu iki olgu kolkola ilerlemiştir.
Aslına bakılırsa tüm bu “Arap Uyanışı” ya da “Arap Baharı” adı verilen süreci de,
İsrail’in varlığına yönelik bir saldırı olarak gördüğü İran’ın nükleer
çalışmalarına yönelik askeri tedbirler geliştirmesi durumunda, İran’ı
destekleyebilecek olan aktörlerin zayıflatılması, karıştırılması ya da
dağıtılması olarak okuyanlar da vardır. Nitekim bu süreçte Türkiye’nin ve
Başbakan Erdoğan’ın öne çıkması ve Arap dünyasında özellikle Sünni nüfus
üzerinde çok etkili bir kişi haline gelmesi, İran’ın elini zayıflatmış ve İsrail’in
konumunu güçlendirmiştir. Suriye’de Esad yönetiminin zayıflaması hatta iktidarı
kaybedecek duruma gelmesi örneğin, İran’ı olası bir çatışmada İsrail karşısında
yalnızlığa itebilecek bir gelişmedir. İran’ın nükleer silaha ulaşmasının
yalnızca İsrail değil, Türkiye ve tüm bölge aktörleri için olumsuz bir gelişme
olduğu fikrine katılsam da, bu durumun sahne önündeki teatral şovlarla aptal
yerine konan Müslümanlara ve Türk milletine farklı yansıtılması oldukça üzücü
bir durum. Zira “one minute krizi” ve benzeri şovlara rağmen Türkiye ile İsrail
tarihlerinin en iyi ekonomik ilişkilerini yaşıyorlar. Dahası PKK açılımının
yapıldığı ve AKP oylarının ciddi erime riskinin olduğu şu son dönemde İsrail
Başbakanı Netanyahu’dan gelen özür telefonunun zamanlamasına dikkatinizi çekmek
istiyorum. Şunu artık net olarak söyleyebiliriz ki; ABD ve İsrail başta olmak
üzere Batı dünyası İran meselesi çözülene kadar AKP’yi ve Başbakan Erdoğan’ı
iktidarda tutmak istiyorlar. Bu mesele çözülünce elbette AKP ve Erdoğan da
siyasal tarihte diğer birçok partimize ve liderimize yapıldığı şekilde
uğurlanacak. Ancak henüz İran meselesi çözülmediğine göre, Netanyahu’nun
telefonu Başbakan Erdoğan’ın düşen oy ve prestijini arttırmak için yapılmış
açık bir yardım ve jesttir. Başbakan Erdoğan’ın dün buna sert tepki göstermesi
ise işin teatral boyutunun yeni bir yansımasıdır. Gerçekler gün gibi ortadadır,
Başbakan Erdoğan ve AKP’nin imdadına her zaman olduğu gibi İsrail yetişmiştir. Bundan
on yıllar sonra, eminim 2007 ve 2009 yıllarındaki kriz dönemleri de
incelendiğinde burada yine İsrail etkisi fark edilecektir. İsrail ve ABD
açısından bu durumun makul bir açıklaması vardır; İran düşmanlığını laik ve
solcu bir partiye yaptırmak Türkiye’deki İslamcıların tepkisi çekecek ve
anti-emperyalizmi körükleyecektir. Oysa bunları İslamcı bir parti yaparsa,
muhafazakar taban da çok rahat sürece entegre edilebilir ve uyutulabilir.
Türkiye’nin son 10 yıldaki hikayesi aslına bakılırsa budur. Bu durum Türkiye
açısından da faydalı olarak değerlendirilebilir. Bu bir görüştür ve her görüş
gibi saygıyla değerlendirilmeli, kar-zarar hesabı mantığında incelenmelidir.
Ancak Türkiye’deki temel sorun, bu gerçeklerin tv ekranlarında cereyan eden
şovlarla halka farklı yansıtılması ve halkın alenen aptal yerine konmasıdır.
Beni rahatsız eden de politikanın kendisinden ziyade durumun bu sanal boyutudur.
Son
olarak İsrail’in özrü meselesinin AKP oylarında ufak bir artış sağlayabilecek
olmasına karşın, PKK açılımı nedeniyle partinin totalde kayba uğradığını
düşündüğümü belirtmek isterim. Bu noktada AKP’nin tek şansı sağda kendisine
güçlü bir rakip bulamaması, CHP’nin de solda olması ve Başbakan Erdoğan’ın
olağanüstü yıpratma çalışmaları sebebiyle toplumun yarısı tarafından hiçbir şekilde tercih
edilmemesidir. Türkiye’de istisnai dönemler hariç unutulmamalıdır ki her zaman sağ sağa
alternatiftir. Bu nedenle AKP’nin çekinmesi gereken soldaki CHP’den ve Bahçeli
döneminde merkez sağa yanaşmasına rağmen ideolojik yapısı nedeniyle bir türlü
tüm sağı kucaklayamayan MHP’den ziyade sağda yeni bir partinin kurulmasıdır. Genel Koordinatörü olduğum Uluslararası
Politika Akademisi adına öğrencilerimin büyük anket şirketleri ve gazeteler
gibi yüklü paralar alarak değil, cep harçlıklarından arttırdıkları ufak paralarla
yaptıkları “Bugün Seçim Olsa?” anketinin sonuçlarını da yakında
açıklayacağımızı belirterek Kıbrıs’tan hepinize sevgiler ve selamlarımı
iletirim.
Dr.
Ozan ÖRMECİ
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder