Sayfalar

7 Ağustos 2012 Salı

Türkiye'nin Schlieffen Planı Var Mı?


Son günlerde Türkiye kamuoyunun gündemini Suriye’deki iç savaş ve Suriye Devlet Başkanı Beşar Esad’a bağlı olan güçlerin Suriye’deki Kürt nüfusun yoğunlaştığı Kuzey Suriye bölgesini terk etmesinin ardından bölgede hakimiyet kuran Suriye PKK’sı PYD oluşturuyor.

Doğrusunu söylemek gerekirse, entelektüel kişiliği ve (belki de Türkiye’nin gücünü aşar ölçüde) büyük düşünmesiyle bugüne kadar farklı çevrelerde olumlu/olumsuz birçok tepki alan Dış İşleri Bakanı Sayın Ahmet Davutoğlu’nun Suriye’deki gelişmeler karşısında Türkiye kamuoyu gibi endişeye kapıldığı ve özellikle “İki Kürdistan senaryosu” karşısında hazırlıksız yakalandığı görülüyor. Zira Türkiye kamuoyunda Suriye’deki Kürt nüfusun bu derece örgütlü ve siyasal bilinç anlamında üst düzeyde olduğu bugüne kadar hiç dile getirilmemiş, Suriye’deki Kürtler baskıcı Baas rejiminin vatandaşlık hakkı bile tanımadığı “mağdurlar” olarak tanıtılmıştı. Oysa şimdi Türkiye’nin karşısındaki tabloda Irak’ın kuzeyinde Mesud Barzani denetiminde özerk, petrol gelirleri üst düzeyde olan, Türkiye ile güçlü ekonomik bağları bulunan ve bağımsızlık ilan ederek Akdeniz’e açılmak istediği herkesçe bilinen bir Kürt yönetimi, dahası Suriye’nin kuzeyinde “de facto” olarak kontrolü eline geçiren örgütlü bir Kürt hareketi var. Buradaki hareketin de Esad rejiminin artık çok da uzak gözükmeyen çöküşüne paralel olarak bir özerklik ya da bağımsızlık talebi içerisine gireceği aşikar. Kuzey Suriye ve Kuzey Irak arasındaki geniş ve Kürt nüfusun yoğun yaşadığı Güneydoğu Anadolu Bölgesi coğrafyasında ise Kürt milliyetçilerinin bu durumdan cesaret alarak yeni ve maceracı arayışlar içerisine girmeleri muhtemel. Bu eğilimlerin Türkiye kamuoyunda dile getirildiği şekilde hala bazı demokratik haklarla ve kültürel-siyasal açılımlarla durdurulabileceğini sanmak ise büyük bir saflık. Zira karşımızda son derece örgütlü, politize olmuş ve eli silahlı bir hareket bulunmakta.

Böylesi bir ortam içerisinde elbette asla gerçekleşmesini istemediğimiz ancak Türkiye’nin zorda kalırsa başvuracağı askeri çözümler akla geliyor. Özellikle Milliyetçi Hareket Partisi’nin bu yöndeki muhalefetinin toplumsal olarak da büyük karşılık bulduğu görülüyor ve hissediliyor. Ancak kamuoyu bu noktada Kuzey Suriye’ye ya da Kuzey Irak’a girerek tampon bölge oluşturma konusunda ikiye ayrılmış gözüküyor. Hükümete yakın çevreler Kuzey Suriye için böyle bir girişimi destekler gözükürken, muhalif kesimlerde ise bu uygulamanın Kuzey Irak’a yapılması gerektiği yönünde görüşler var. Böylesi bir ortamda insan doğal olarak siyasal tarihe de referansla  Türkiye’nin bir “Schlieffen Planı” olup olmadığını merak ediyor. NATO’nun en büyük 2., dünyanın en büyük 6. ordusu olmasıyla övündüğümüz Türk Silahlı Kuvvetleri’nin yaşanılan süreçte içerisine düşürüldüğü olumsuz tabloya rağmen, kurumsal hafızası ve birikimi sayesinde bu tip planlara sahip olduğunu düşünüyorum. Elbette bir insanlık trajedisi olan savaş hepimizin en son tercihi olmalı. Ancak atalarımızın savaşarak kazandığı toprakları siyasetin güle oynaya kaybetmesi de hiçbir Türkiye Cumhuriyeti vatandaşını memnun etmeyecektir düşüncesindeyim. Böylesi zamanlarda yapılabilecek en iyi şey, siyasetin ve diplomasinin çözüm üretebilmesini ummak.

Dr. Ozan Örmeci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder