Henüz 20. yüzyıl başlarında Alman Sosyaldemokrat Partisi SPD’nin önemli isimlerinden ve sosyal demokratik revizyonizmin kurucularından kabul edilen Eduard Bernstein’ın ortaya koyduğu temel meselelerden birisi, Ortodoks Marksizm’in öngördüğünün aksine Almanya’da kapitalizm geliştikçe daha yaygın ve güçlü bir orta sınıfın ortaya çıkması durumu idi. Bu durumu ekonomik verilerle destekleyen Bernstein, kapitalizmin çökmeyip daha da güçleneceğini düşünüyor ve Marksistleri sistem içerisinde işçi sınıfı adına kazanımlar yapmak için demokratik mücadeleye davet ediyordu. Hakikaten Bernstein’ın öngördüğü şekilde yıllar içerisinde kapitalizm güçlendi ve orta sınıf dediğimiz beyaz yakalı ve kas gücü yerine entelektüel işlevleri ya da yöneticilik vasıflarına dayalı olarak yaşayan yeni küçük burjuvazi, demokratik toplumların omurgasını oluşturur oldu. Marksistlerin “küçük burjuvazi” ya da daha çağcıl bir tabirle “yeni orta sınıf” gibi terimlerle adlandırmaya çalıştıkları ve burjuva demokratik toplumlarının belkemiği durumundaki bu sınıfların durumunu açıklamak için bugüne kadar birçok Marksist ve onlardan ayrışan sosyal demokrat düşünür büyük entelektüel çaba içerisine girmişler ve ortaya birçok farklı teori çıkmasını sağlamışlardır. Bu yazıda Val Burris’in “Class Structure and Political Ideology” makalesi ışığında Marksist literatürdeki modern “küçük burjuvazi” ve “yeni orta sınıf” tartışmalarına değinmeye çalışacağım. Türkiye siyasetinde önemli roller oynamaya hazırlanan yeni CHP’nin beyin takımının temel parçasını oluşturan Prof. Dr. Sencer Ayata’nın da sıklıkla referans yaptığını “yeni orta sınıf” kavramı üzerinde durmanın kuşkusuz Türkiye siyaseti ve yeni CHP’yi anlamlandırmak açısından da bizlere yardımı olacaktır.
Marksist literatürdeki küçük burjuvazi, orta sınıf veya profesyonel-idari sınıf tartışmalarında üç husus merkezi bir yer tutar. İlk olarak, sınıfların sınırlarını -bilhassa orta sınıf konumlarını işçi sınıfından ayıran sınırı- belirlemeyle ilgili tanım sorunu. İkinci olarak, orta sınıf konumlarının doğası ve kimliğini aydınlatmayla ilgili kavramsal sorun. Terimin tam anlamıyla bir “sınıf” oluştururlar mı? Eğer öyleyse, gelişmiş kapitalizmdeki yeni bir sınıfı mı, yoksa eski bir orta sınıfın evrim geçirmiş halini mi oluştururlar? Üçüncüsü bu grubun emek ve sermaye mücadelesindeki ittifakını öngörmeyle ilgili politik bir sorundur. Proletaryanın mı burjuvazinin mi safında yer alacaklar, bağımsız bir üçüncü yol mu oluşturacaklar, yoksa rakip baskıların gerilimi altında parçalanacaklar mı? Sınıf sınırlarıyla ilgili sorun söz konusu olduğunda, orta sınıfı proleter sınıf konumlarından ayırmak için dört ayrı sınır koyma hattı öne sürülmektedir. İlki ve en kısıtlayıcı proleter tanımı sanayideki ücretli işçiler dışındaki tüm ücretli çalışanlara proleterlik dışı bir statü bahşeder. İkincisi proleter ve proleter olmayan sınıf konumları arasındaki sınırı el işçileri ile kafa işçileri arasındaki ayrımla özdeşleştirir. Üçüncüsü, yalnızca profesyonelleri ve yöneticileri proletaryanın dışında bırakır. Dördüncüsü ise çalışanlarını doğrudan denetleyen yöneticileri dışarıda bırakır. Bu orta sınıf konumlarının kimliği ile ilgili olarak üç alternatif teoriden söz edilebilir. İlki, bu konumları gerçek bir sınıf birliği ya da uyumundan yoksun heterojen bir orta tabaka olarak yorumlar. İkinci ve üçüncü perspektifler bu konumlara ortak bir sınıf kimliği atfeder, bunlardan biri onları yeni bir orta sınıf olarak görürken diğeri bir sabık orta sınıfın, küçük burjuvazinin bir uzantısı olarak görürler.
Orta sınıf üzerine en çok düşünen ve yazan kişilerden biri kuşkusuz ünlü Yunan Marksist düşünür Nicos Poulantzas’dır (1936-1979). Sosyal sınıfların yapısal olarak belirlendiğini düşünen ve devleti tek bir sınıfın tamamen kontrolündeki aygıt şeklinde değerlendiren kaba Ortodoks Marksist görüşü reddeden Poulantzas, kapitalizmin ayakta kalabilmek adına zaman zaman faşist diktatörlükler gibi otoriter seçenekleri tercih ettiğini, zaman zaman ise Amerika’daki New Deal politikalarında olduğu gibi ayakta kalabilmek adına sosyal demokrat modellere yönelebildiğini düşünmüştür. Poulantzas’ın küçük burjuvazi ya da orta sınıfa bakışı ise net bir şekilde olumsuzdur. 1970’lerde o güne kadar Kemalizm’le kol kola giden Türkiye solunun küçük burjuvaziden ayrışmasında da Poulantzas çevirilerinin önemli etkisi olmuştur. Poulantzas küçük burjuvazi veya orta sınıfı proletaryadan ayırmak için şöyle bir yaklaşım geliştirmiştir. Ona göre maaşlı çalışmak emekçi olmak için yeterli değildir. Poulantzas işçi sınıfının özgün ekonomik karakteristiği olarak üretici emek (artı değer üreten emek) ölçütünü ikame eder. Üretici emek Poulantzas tarafından dar bir biçimde maddi metaların üretimi yoluyla doğrudan artı değer yaratan emeği içerecek, dolayısıyla da hizmet işçileri ile birlikte kamu ve ticaret çalışanlarını da işçi sınıfının dışına bırakacak biçimde tanımlanır. Bu sektörlerdeki ücretliler baskın kapitalist sömürü ilişkilerinin dışında kabul edilir ve sonuçta ayrı bir sınıfın, “yeni küçük burjuvazi”nin parçası olarak sınıflanır. Bu orta konumları geleneksel küçük burjuvazi (küçük esnaflar, zanaatçılar) ile kıyaslayan Poulantzas, bu iki gurubunda tek bir heterojen sınıfın, küçük burjuvazinin parçası olduğu sonucuna varır. Farklı yapısal konumları işgal etseler de geleneksel ve yeni küçük burjuvazi proletarya ve burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf çelişkilerinde benzer noktalara yerleşmiştir.
Orta sınıf-proletarya ilişkisi üzerine teori geliştiren düşünürlerden birisi de Amerikalı Marksist sosyolog Erik Olin Wright’tır. Wright’ın modelinde sınıf konumları üç ekonomik ölçütle belirlenir; yatırımların ve kaynakların tahsisi üzerinde denetim, fiziksel üretim araçları üzerindeki denetim ve emek üzerindeki denetim. Bunlardan ilki “gerçek ekonomik mülkiyet” ilişkilerine işaret eder; ikinci ve üçüncüsü ise Wright’ın ekonomik “sahip olma” ilişkileri dediğini oluşturur. Bu model açısından emek ve sermaye arasındaki temel sınıf ayrımı, bu üç boyutun tümünde, kapitalist sınıfın egemen bir konum işgal ettiği (tam denetim), işçi sınıfının ise tabi konumda olduğu (sıfır denetim) kutuplaşmış, düşmanca bir ilişki olarak görülür. Bunlar kapitalist üretim tarzının iki temel sınıfını oluşturur. Ek olarak Wright farklı bir üretim tarzındaki (küçük meta üretim tarzı) yeri nedeniyle ayrışan üçüncü bir sınıfı yani küçük burjuvaziyi de kabul eder. Küçük burjuva konumlar hem gerçek ekonomik mülkiyeti, hem de fiziksel üretim araçları üzerinde denetimi içerir, ancak kimse istihdam edilmediği için başka işçilerin emeği üzerindeki denetimi içermez. Bu üç boyutun tam olarak uymadığı geriye kalan tüm konumlar Wright tarafından “çelişik sınıf yerleşimleri (contradictory class locations)” olarak, yani tek bir sınıf olarak nitelenemeyen ama nesnel açıdan sınıflar “arasında” çelişik yerleşimler işgal eden sosyal konumlar olarak sınıflanırlar. Wright’a göre üç temel çelişik yerleşim grubu vardır. Bunlardan ilki beyaz yakalı olarak adlandırdığımız özel sektördeki yöneticiler ve denetçilerdir. Yöneticiler ve denetçiler işçiler gibi yatırım ve kaynakların tahsisinde söz sahibi değillerdir, ancak işçilerden farklı ve burjuvaziye benzer şekilde fiziksel üretim araçları ve diğer işçilerin emeği üzerinde denetim sahibidirler. İkinci çelişik grup olan yarı özerk çalışanlar da işçi sınıfı gibi sermaye yatırımı ve diğerlerinin emeği üzerindeki denetimden yoksundurlar, fakat burjuvaziye benzer şekilde kendi dolaysız üretim araçları üzerinde hak sahibidirler. Üçüncü çelişik grup ise küçük işverenlerdir. Bunlar kendi ölçeklerinde emek gücü istihdam edip, denetlerler, ancak büyük sermaye birikimlerine ulaşmaları olanaksızdır.
Yeni orta sınıf üzerine modern ve ilginç çözümlemelerden birisini de Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyesi olan Guglielmo Carchedi yapmıştır. Carchedi sınıf konumlarını üç kollu bir toplumsal ilişkiler tiplemesi bağlamında tanımlar. (1) Mülkiyet ilişkileri üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanları ayırır. Wright gibi Carchedi de burada, “üretim araçlarının tasarrufuna sahip olma gücü” olarak tanımladığı gerçek ekonomik mülkiyete gönderme yapmaktadır. (2) El koyma ilişkileri artı değere el koyanları, artı değerine el konulardan ayırır. Poulantzas’ın aksine Carchedi artı değer formunda el konulan emek (üretken emek) ile doğrudan ödenmemiş emek zamanı (üretken olmayan emek) formunda el konulan emek arasında ayrım gözetmez; sınıfları tanımlama maksadı bakımından ikisi de eşdeğer sömürü biçimleri olarak ele alınır. (3) İşlevsel ilişkiler “sermayenin küresel işlevini” yerine getirenlerle “kolektif işçi işlevini” yerine getirenleri birbirinden ayırır. Carchedi bu üç boyutu, mülkiyet öğesinin el koyma ve işlevsel ilişkiler üzerinde baskında olduğu bir ilişki içinde birbirlerine bağlı olarak görür. Katışıksız bir durumda mülkiyet, el koyma ve işlevsel ilişkiler arasında karşılıklılık vardır. Bu karşılıklılık kapitalist üretim tarzının iki temel sınıfını belirler; üretim araçlarına sahip olan, artı değere el koyan ve sermayenin küresel işlevini yerine getiren burjuvazi ve onun karşısında üretim araçlarına sahip olmayan, artı değerine el konan ve kolektif işçi işlevini yerine getiren proletarya. Ancak Carchedi’ye göre modern kapitalist toplumda bölünmüş ve karmaşık bir işbölümü içerisindeki proletaryanın denetlenmesi ve yönetilmesi için bir ara sınıfa gereksinim duyulmaktadır; işte bu beyaz yakalı dediğimiz yeni orta sınıftır.
Orta sınıf-proletarya ilişkisi üzerine bir diğer ilginç teori ise Barbara ve John Ehrenreich’ın geliştirdikleri profesyonel-yönetici sınıf kavramı ve teorisidir. Ehrenreich’lar sınıfı iki temelde tanımlar; (1) toplumun ekonomik temellerine dair ortak ilişki - üretim araçları ve toplumsal olarak örgütlenmiş bölüşüm ve tüketim örüntüleriyle ve (2) birlikli bir toplumsal ve kültürel varoluşla ki bu paylaşılan bir yaşam tarzı, eğitimsel arka plan, akrabalık ilişkileri, tüketim örüntüleri, çalışma alışkanlıkları ve ideolojiyi içerir. Ehrenreich’lar kapitalist gelişim sürecinde “profesyonel-yönetici sınıf” dedikleri yeni bir sınıfın ortaya çıktığını öne sürerler. Bu sınıf Ehrenreich’lara göre üretim araçlarına sahip olmayan ve toplumsal işbölümündeki temel işlevleri, kabaca, kapitalist kültür ve sınıf ilişkilerinin yeniden üretimi olarak tanımlanabilecek ücretli kafa işçilerinden oluşur. Söz konusu sınıf hem bu yeniden üretim işlevini toplumsal denetim özneleri olarak ya da ideolojinin üreticileri ve propagandistleri olarak (öğretmenler, sosyal çalışmacılar, psikologlar, eğlence dünyası çalışanları, reklam metni yazarları vb.) toplumsal rollerinde yerine getirenleri hem de idari ve teknik rollerindeki performanslarıyla kapitalist üretim ilişkilerini sürdürenleri (yöneticiler, mühendisler, yüksekokul mezunu teknisyenler vb.) içerir. Bu kategoride içerilen mesleklerin çeşitliliğine ve onu üstteki yönetici sınıf ile aşağıdaki işçi sınıfından ayıran sınırların bulanık sınırlara rağmen, Ehrenreich’lar bu grubun tek, birlikli bir sınıf (profesyonel-yönetici sınıf) olduğu konusunda ısrar ederler. Bu sınıfın üyeleri yalnızca ortak bir ekonomik işlevi değil, aynı zamanda (bireysel başarıyı yücelten) belirli aile yaşamı örüntüleri, kendi örgütlenme biçimleri (mesleki kuruluşlar), kendilerine özgü ideolojileri (teknokratik liberalizm) ve kendi sınıfsal yeniden üretim ve sosyalleşme kurumlarıyla (yüksekokul ve üniversiteler) oluşan ortak bir kültürel varoluşu da paylaşırlar. Ehrenreich’lara göre her ne kadar tarihsel olarak tekelci kapitalizmin yükselişiyle ortaya çıkan bu sınıf proletaryaya tezat ve düşmanca bir görüntü çizse de, toplumun diğer çalışan kesimlerinden daha iyi eğitimleri ve imkânları sayesinde ve yaşadıkları yoğun iş hayatının bir sonucu olan yabancılaşmanın etkisiyle büyük bir anti-kapitalist öncü duygu deposuna dönüşebilirler.
Modern Marksist literatürde genelde böyle olumsuz bir düzlemde ele alınan yeni küçük burjuvazi ve orta sınıflar, yine de Ehrenreich’ların geldiği nokta düşünüldüğünde emekçi sınıflarla beraber önemli bir anti-kapitalist kümeyi oluşturmaktadır. Dahası daha yaygın bir entelektüel ve toplumsal tabanı olan piyasa ile barışık ancak fırsat eşitliğine ve sosyal devlete dayalı sosyal demokratik yaklaşımlarda da orta sınıfların en az emekçi sınıflar kadar önemli bir rol oynadığı hemen göze çarpmaktadır. Belki de en önemlisi ekonomik ve kültürel açıdan yeterince tatmin edilemediklerinde kolaylıkla anti-demokratik hareketlerin (faşizm, otoriter yönetimler vs.) entelektüel ve toplumsal tabanını oluşturan orta sınıfların emekçilerle barışık sosyal demokrat bir çizgiye çekilmemeleri durumunda kolaylıkla ırkçı, aşırı milliyetçi ya da mezhepçi bir çizgiye kaymaları riskidir.
Marksist literatürdeki küçük burjuvazi, orta sınıf veya profesyonel-idari sınıf tartışmalarında üç husus merkezi bir yer tutar. İlk olarak, sınıfların sınırlarını -bilhassa orta sınıf konumlarını işçi sınıfından ayıran sınırı- belirlemeyle ilgili tanım sorunu. İkinci olarak, orta sınıf konumlarının doğası ve kimliğini aydınlatmayla ilgili kavramsal sorun. Terimin tam anlamıyla bir “sınıf” oluştururlar mı? Eğer öyleyse, gelişmiş kapitalizmdeki yeni bir sınıfı mı, yoksa eski bir orta sınıfın evrim geçirmiş halini mi oluştururlar? Üçüncüsü bu grubun emek ve sermaye mücadelesindeki ittifakını öngörmeyle ilgili politik bir sorundur. Proletaryanın mı burjuvazinin mi safında yer alacaklar, bağımsız bir üçüncü yol mu oluşturacaklar, yoksa rakip baskıların gerilimi altında parçalanacaklar mı? Sınıf sınırlarıyla ilgili sorun söz konusu olduğunda, orta sınıfı proleter sınıf konumlarından ayırmak için dört ayrı sınır koyma hattı öne sürülmektedir. İlki ve en kısıtlayıcı proleter tanımı sanayideki ücretli işçiler dışındaki tüm ücretli çalışanlara proleterlik dışı bir statü bahşeder. İkincisi proleter ve proleter olmayan sınıf konumları arasındaki sınırı el işçileri ile kafa işçileri arasındaki ayrımla özdeşleştirir. Üçüncüsü, yalnızca profesyonelleri ve yöneticileri proletaryanın dışında bırakır. Dördüncüsü ise çalışanlarını doğrudan denetleyen yöneticileri dışarıda bırakır. Bu orta sınıf konumlarının kimliği ile ilgili olarak üç alternatif teoriden söz edilebilir. İlki, bu konumları gerçek bir sınıf birliği ya da uyumundan yoksun heterojen bir orta tabaka olarak yorumlar. İkinci ve üçüncü perspektifler bu konumlara ortak bir sınıf kimliği atfeder, bunlardan biri onları yeni bir orta sınıf olarak görürken diğeri bir sabık orta sınıfın, küçük burjuvazinin bir uzantısı olarak görürler.
Orta sınıf üzerine en çok düşünen ve yazan kişilerden biri kuşkusuz ünlü Yunan Marksist düşünür Nicos Poulantzas’dır (1936-1979). Sosyal sınıfların yapısal olarak belirlendiğini düşünen ve devleti tek bir sınıfın tamamen kontrolündeki aygıt şeklinde değerlendiren kaba Ortodoks Marksist görüşü reddeden Poulantzas, kapitalizmin ayakta kalabilmek adına zaman zaman faşist diktatörlükler gibi otoriter seçenekleri tercih ettiğini, zaman zaman ise Amerika’daki New Deal politikalarında olduğu gibi ayakta kalabilmek adına sosyal demokrat modellere yönelebildiğini düşünmüştür. Poulantzas’ın küçük burjuvazi ya da orta sınıfa bakışı ise net bir şekilde olumsuzdur. 1970’lerde o güne kadar Kemalizm’le kol kola giden Türkiye solunun küçük burjuvaziden ayrışmasında da Poulantzas çevirilerinin önemli etkisi olmuştur. Poulantzas küçük burjuvazi veya orta sınıfı proletaryadan ayırmak için şöyle bir yaklaşım geliştirmiştir. Ona göre maaşlı çalışmak emekçi olmak için yeterli değildir. Poulantzas işçi sınıfının özgün ekonomik karakteristiği olarak üretici emek (artı değer üreten emek) ölçütünü ikame eder. Üretici emek Poulantzas tarafından dar bir biçimde maddi metaların üretimi yoluyla doğrudan artı değer yaratan emeği içerecek, dolayısıyla da hizmet işçileri ile birlikte kamu ve ticaret çalışanlarını da işçi sınıfının dışına bırakacak biçimde tanımlanır. Bu sektörlerdeki ücretliler baskın kapitalist sömürü ilişkilerinin dışında kabul edilir ve sonuçta ayrı bir sınıfın, “yeni küçük burjuvazi”nin parçası olarak sınıflanır. Bu orta konumları geleneksel küçük burjuvazi (küçük esnaflar, zanaatçılar) ile kıyaslayan Poulantzas, bu iki gurubunda tek bir heterojen sınıfın, küçük burjuvazinin parçası olduğu sonucuna varır. Farklı yapısal konumları işgal etseler de geleneksel ve yeni küçük burjuvazi proletarya ve burjuvazi arasındaki uzlaşmaz sınıf çelişkilerinde benzer noktalara yerleşmiştir.
Orta sınıf-proletarya ilişkisi üzerine teori geliştiren düşünürlerden birisi de Amerikalı Marksist sosyolog Erik Olin Wright’tır. Wright’ın modelinde sınıf konumları üç ekonomik ölçütle belirlenir; yatırımların ve kaynakların tahsisi üzerinde denetim, fiziksel üretim araçları üzerindeki denetim ve emek üzerindeki denetim. Bunlardan ilki “gerçek ekonomik mülkiyet” ilişkilerine işaret eder; ikinci ve üçüncüsü ise Wright’ın ekonomik “sahip olma” ilişkileri dediğini oluşturur. Bu model açısından emek ve sermaye arasındaki temel sınıf ayrımı, bu üç boyutun tümünde, kapitalist sınıfın egemen bir konum işgal ettiği (tam denetim), işçi sınıfının ise tabi konumda olduğu (sıfır denetim) kutuplaşmış, düşmanca bir ilişki olarak görülür. Bunlar kapitalist üretim tarzının iki temel sınıfını oluşturur. Ek olarak Wright farklı bir üretim tarzındaki (küçük meta üretim tarzı) yeri nedeniyle ayrışan üçüncü bir sınıfı yani küçük burjuvaziyi de kabul eder. Küçük burjuva konumlar hem gerçek ekonomik mülkiyeti, hem de fiziksel üretim araçları üzerinde denetimi içerir, ancak kimse istihdam edilmediği için başka işçilerin emeği üzerindeki denetimi içermez. Bu üç boyutun tam olarak uymadığı geriye kalan tüm konumlar Wright tarafından “çelişik sınıf yerleşimleri (contradictory class locations)” olarak, yani tek bir sınıf olarak nitelenemeyen ama nesnel açıdan sınıflar “arasında” çelişik yerleşimler işgal eden sosyal konumlar olarak sınıflanırlar. Wright’a göre üç temel çelişik yerleşim grubu vardır. Bunlardan ilki beyaz yakalı olarak adlandırdığımız özel sektördeki yöneticiler ve denetçilerdir. Yöneticiler ve denetçiler işçiler gibi yatırım ve kaynakların tahsisinde söz sahibi değillerdir, ancak işçilerden farklı ve burjuvaziye benzer şekilde fiziksel üretim araçları ve diğer işçilerin emeği üzerinde denetim sahibidirler. İkinci çelişik grup olan yarı özerk çalışanlar da işçi sınıfı gibi sermaye yatırımı ve diğerlerinin emeği üzerindeki denetimden yoksundurlar, fakat burjuvaziye benzer şekilde kendi dolaysız üretim araçları üzerinde hak sahibidirler. Üçüncü çelişik grup ise küçük işverenlerdir. Bunlar kendi ölçeklerinde emek gücü istihdam edip, denetlerler, ancak büyük sermaye birikimlerine ulaşmaları olanaksızdır.
Yeni orta sınıf üzerine modern ve ilginç çözümlemelerden birisini de Amsterdam Üniversitesi İktisat ve Ekonometri Bölümü’nde öğretim üyesi olan Guglielmo Carchedi yapmıştır. Carchedi sınıf konumlarını üç kollu bir toplumsal ilişkiler tiplemesi bağlamında tanımlar. (1) Mülkiyet ilişkileri üretim araçlarına sahip olanlarla olmayanları ayırır. Wright gibi Carchedi de burada, “üretim araçlarının tasarrufuna sahip olma gücü” olarak tanımladığı gerçek ekonomik mülkiyete gönderme yapmaktadır. (2) El koyma ilişkileri artı değere el koyanları, artı değerine el konulardan ayırır. Poulantzas’ın aksine Carchedi artı değer formunda el konulan emek (üretken emek) ile doğrudan ödenmemiş emek zamanı (üretken olmayan emek) formunda el konulan emek arasında ayrım gözetmez; sınıfları tanımlama maksadı bakımından ikisi de eşdeğer sömürü biçimleri olarak ele alınır. (3) İşlevsel ilişkiler “sermayenin küresel işlevini” yerine getirenlerle “kolektif işçi işlevini” yerine getirenleri birbirinden ayırır. Carchedi bu üç boyutu, mülkiyet öğesinin el koyma ve işlevsel ilişkiler üzerinde baskında olduğu bir ilişki içinde birbirlerine bağlı olarak görür. Katışıksız bir durumda mülkiyet, el koyma ve işlevsel ilişkiler arasında karşılıklılık vardır. Bu karşılıklılık kapitalist üretim tarzının iki temel sınıfını belirler; üretim araçlarına sahip olan, artı değere el koyan ve sermayenin küresel işlevini yerine getiren burjuvazi ve onun karşısında üretim araçlarına sahip olmayan, artı değerine el konan ve kolektif işçi işlevini yerine getiren proletarya. Ancak Carchedi’ye göre modern kapitalist toplumda bölünmüş ve karmaşık bir işbölümü içerisindeki proletaryanın denetlenmesi ve yönetilmesi için bir ara sınıfa gereksinim duyulmaktadır; işte bu beyaz yakalı dediğimiz yeni orta sınıftır.
Orta sınıf-proletarya ilişkisi üzerine bir diğer ilginç teori ise Barbara ve John Ehrenreich’ın geliştirdikleri profesyonel-yönetici sınıf kavramı ve teorisidir. Ehrenreich’lar sınıfı iki temelde tanımlar; (1) toplumun ekonomik temellerine dair ortak ilişki - üretim araçları ve toplumsal olarak örgütlenmiş bölüşüm ve tüketim örüntüleriyle ve (2) birlikli bir toplumsal ve kültürel varoluşla ki bu paylaşılan bir yaşam tarzı, eğitimsel arka plan, akrabalık ilişkileri, tüketim örüntüleri, çalışma alışkanlıkları ve ideolojiyi içerir. Ehrenreich’lar kapitalist gelişim sürecinde “profesyonel-yönetici sınıf” dedikleri yeni bir sınıfın ortaya çıktığını öne sürerler. Bu sınıf Ehrenreich’lara göre üretim araçlarına sahip olmayan ve toplumsal işbölümündeki temel işlevleri, kabaca, kapitalist kültür ve sınıf ilişkilerinin yeniden üretimi olarak tanımlanabilecek ücretli kafa işçilerinden oluşur. Söz konusu sınıf hem bu yeniden üretim işlevini toplumsal denetim özneleri olarak ya da ideolojinin üreticileri ve propagandistleri olarak (öğretmenler, sosyal çalışmacılar, psikologlar, eğlence dünyası çalışanları, reklam metni yazarları vb.) toplumsal rollerinde yerine getirenleri hem de idari ve teknik rollerindeki performanslarıyla kapitalist üretim ilişkilerini sürdürenleri (yöneticiler, mühendisler, yüksekokul mezunu teknisyenler vb.) içerir. Bu kategoride içerilen mesleklerin çeşitliliğine ve onu üstteki yönetici sınıf ile aşağıdaki işçi sınıfından ayıran sınırların bulanık sınırlara rağmen, Ehrenreich’lar bu grubun tek, birlikli bir sınıf (profesyonel-yönetici sınıf) olduğu konusunda ısrar ederler. Bu sınıfın üyeleri yalnızca ortak bir ekonomik işlevi değil, aynı zamanda (bireysel başarıyı yücelten) belirli aile yaşamı örüntüleri, kendi örgütlenme biçimleri (mesleki kuruluşlar), kendilerine özgü ideolojileri (teknokratik liberalizm) ve kendi sınıfsal yeniden üretim ve sosyalleşme kurumlarıyla (yüksekokul ve üniversiteler) oluşan ortak bir kültürel varoluşu da paylaşırlar. Ehrenreich’lara göre her ne kadar tarihsel olarak tekelci kapitalizmin yükselişiyle ortaya çıkan bu sınıf proletaryaya tezat ve düşmanca bir görüntü çizse de, toplumun diğer çalışan kesimlerinden daha iyi eğitimleri ve imkânları sayesinde ve yaşadıkları yoğun iş hayatının bir sonucu olan yabancılaşmanın etkisiyle büyük bir anti-kapitalist öncü duygu deposuna dönüşebilirler.
Modern Marksist literatürde genelde böyle olumsuz bir düzlemde ele alınan yeni küçük burjuvazi ve orta sınıflar, yine de Ehrenreich’ların geldiği nokta düşünüldüğünde emekçi sınıflarla beraber önemli bir anti-kapitalist kümeyi oluşturmaktadır. Dahası daha yaygın bir entelektüel ve toplumsal tabanı olan piyasa ile barışık ancak fırsat eşitliğine ve sosyal devlete dayalı sosyal demokratik yaklaşımlarda da orta sınıfların en az emekçi sınıflar kadar önemli bir rol oynadığı hemen göze çarpmaktadır. Belki de en önemlisi ekonomik ve kültürel açıdan yeterince tatmin edilemediklerinde kolaylıkla anti-demokratik hareketlerin (faşizm, otoriter yönetimler vs.) entelektüel ve toplumsal tabanını oluşturan orta sınıfların emekçilerle barışık sosyal demokrat bir çizgiye çekilmemeleri durumunda kolaylıkla ırkçı, aşırı milliyetçi ya da mezhepçi bir çizgiye kaymaları riskidir.
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder