Türkiye siyasetinin kısır yapısına rağmen, Türkiye’de siyaset bilimi adına güzel şeyler yapılmaya devam ediyor. Süleyman Demirel Üniversitesi Kamu Yönetimi bölümünden Yrd. Doç. Dr. Hakan Mehmet Kiriş’in 2010 yılında tamamlanan ve Prof. Dr. Şaban Sitembölükbaşı danışmanlığında hazırlanan “Türk Parti Sisteminde 1980 Sonrası Kutuplaşma ve Dinamikleri” adlı doktora tezi bu güzel gelişmelere örnek teşkil edebilecek nitelikte.
Tezine Türkiye’de siyasal kutuplaşma üzerine Prof. Dr. Ergun Özbudun ve Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu gibi usta siyaset bilimcilerin birkaç önemli makalesi dışında ciddi bir çalışma bulunmadığı tespitini yaparak başlayan Dr. Hakan Mehmet Kiriş, tezinde temel olarak Türk parti sisteminde 1980 sonrasında kutuplaşmanın görünümünü ve dinamiklerini ortaya koymayı amaçlamış. Tezinin ilk bölümünde kutuplaşma kavramını ve kutuplaşmış ülke örnekleri ile kutuplaşmanın ölçülmesini detaylı şekilde inceleyen Kiriş, ikinci bölümde Türk parti sisteminde kutuplaşmanın tarihsel temellerini, üçüncü bölümde ise Türkiye’de parti sisteminde partilerin ve seçmenlerin konumlarını mercek altına almış. Tezin dördüncü bölümü 1980 sonrası Türk parti sistemindeki kutuplaşmayı sayısal olarak ölçmek amacını taşırken, bir sonraki beşinci bölümde ise dördüncü bölümde elde edilen skorlar değerlendirilmiş ve karşılaştırmaya tabi tutulmuş. Tezin altıncı bölümü Türk parti sisteminde kutuplaşmanın anlamını ortaya koymayı amaçlamış, bu nedenle kutuplaşmada rol oynayan aktörler derinlemesine incelenmiş. Tezin yedinci bölümü kutuplaşmanın Isparta şehri örneğinde incelenmesini amaçlarken, sonuç bölümünde tez genelinde elde edilen bulgular özetlenmiş ve denenen hipotezlerin sonuçları açıklanmış. Şimdi Türk siyasal hayatının vazgeçilmez bir unsuru olan ve geçmişte askeri müdahalelerin gerekçelerini oluşturmuş olan siyasal kutuplaşma olgusunu, sayısal verilerle de destekleyerek inceleyen bu önemli çalışmanın sonuç bölümünden yola çıkarak ortaya koyduğu bazı önemli tespitlere kısaca göz atalım.
Kutuplaşma (polarization) kavramının siyaset bilimi açısından önemini yaratan sorunlar kısaca sıralamak gerekirse; toplumsal kesim ve siyasal partiler arasındaki uzlaşma ve dayanışmayı zorlaştırması, kamu politikası süreçlerini aksatması, koalisyon potansiyellerini kısıtlaması ve ılımlı seçmenleri dahi yabancılaştırabilmesidir. Bu nedenle Kiriş’in de belirttiği gibi kutuplaşma siyaset biliminde pejoratif (olumsuz) anlamda kullanılan bir terimdir. Buna karşın yüksek düzeyde olmayan bir kutuplaşmanın bazı olumlu etkileri de olabilmektedir. Partileri seçmenlere yönelik belirgin politikalar sunmaya teşvik etmesi ve seçmenlerin ayırt edilmelerini kolaylaştırması bu anlamda kutuplaşmanın olumlu özellikleri olarak sayılabilir. Parti sisteminde kutuplaşma ise Kiriş’e göre bir ideolojik eksende partilerin birbirinden oldukça farklı konumlarda yerleşmesi durumudur. Parti sisteminde kutuplaşmayı ölçerken kullanılan genel eksen; uluslararası olarak kabul görmüş sağ ve sol eksenidir. Ancak birçok ülkede etnik, mezhepsel, dini kutuplaşmaların varlığı aslında sosyal sınıf temelli ve ekonomik tercihlere dayalı olan sağ ve sol dikotomisini kimi noktalarda yetersiz bırakabilmektedir. Partilerin oluşturduğu kutuplar arasındaki mesafenin artması parti sistemindeki kutuplaşmanın da artması anlamına gelmektedir. Yüksek düzeyli bir kutuplaşmanın var olduğu parti sistemlerinde (Sartori’nin “kutuplaşmış çoğulculuk” kavramına denk düşen sistemler) merkezkaç eğilimler etkili olmakta ve partiler merkezden uzaklaşarak uçlara doğru yönelmektedir. Türk parti sisteminde kutuplaşmanın temelleri İkinci Meşrutiyet dönemine ve Osmanlı parti sistemine kadar götürülebilir olmasına karşın, Kiriş’e göre kutuplaşmanın başlangıcı olarak Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) - Demokrat Parti (DP) rekabetini temel alabiliriz. Türk siyasetindeki ana akım kutuplaşma olan CHP-DP karşıtlığı genellikle merkez-çevre karşıtlığı olarak tanımlanırken, 1960’lardan itibaren sağ ve sol kavramlarının yerleşmesiyle yeni bir dinamik kazanmıştır. 1970’lerden başlayarak bu iki temel akım dışında yeni siyasal akımların ve daha uç görüşlerin de siyasal arenada temsil edilmesi kutuplaşmayı daha da arttıran faktörler olmuştur. Yazara göre Türk siyasal hayatında 1970’lerle beraber yükselen kutuplaşma sosyoekonomik temellere dayandığı izlenimini yaratmakla beraber, etnik ve mezhepsel birçok dinamiği de içerisinde barındırmaktadır. 1980 sonrası yeniden kurulan siyasal düzende ise kimlik temelli ve değerleri esas alan bir kutuplaşma parti sisteminde belirginlik kazanmıştır. Bu dönemde yapılan 1991, 1995 ve 1999 genel seçimleri kutuplaşmış çoğulculuğa yönelimin güçlü olduğu seçimler olmuş, Türk siyasal hayatında ilk kez 1995’te aşırı sağ olarak tasnif edilen bir parti iktidara gelebilmiştir. Kiriş’e göre Türkiye’deki kutuplaşmanın ana eksenleri merkez-çevre, sağ-sol, laik-İslamcı, Alevi-Sünni ve Türk-Kürt ayrışmalarıdır. Yazarın elde ettiği sonuçlara göre laiklik-din ekseni daha ziyade CHP ve Milli Görüş partileri (RP, SP ve daha farklı bir yapısı olmasına karşın AKP), milliyetçilik ekseni ise MHP ve HEP geleneği (HADEP, DEHAP, DTP) arasında kutuplaşmalara yol açmıştır. Kimliğin ön plana çıkması sonucu Kürt kimliğini ön plana koyanlar ağırlıklı olarak DTP, Aleviler ve laiklik hassasiyeti olan kesimler ağırlıklı olarak CHP, Sünniler ve dini duyarlılıkları yüksek kesimler de ağırlıklı olarak AKP’ye yönelmişlerdir.
Veri yetersizliği nedeniyle araştırmaya dâhil etmediği 1983 ve 1987 seçimleri dışındaki 1991, 1995, 1999, 2002 ve 2007 genel seçimlerini inceleyen Kiriş, 1980’li yıllarda ılımlı çoğulcu bir yapıda olan siyasetin 1990’larda kutuplaşmış çoğulculuğa yöneldiğini gözlemlemiş ve sayısal olarak da ortaya koymuştur. Bu anlamda 1995, 2002 ve 2007 seçimleri daha ziyade laiklik ve din eksenli kutuplaşmanın yaşandığı seçimler olarak dikkat çekerken, 1991 seçimlerinde kutuplaşma daha düşük düzeyde olmuş, 1999 seçimlerinde ise yüksek düzeyde milliyetçilik eksenli olarak gerçekleşmiştir. Araştırmanın ilk hipotezi olan “seçime katılan parti sayısı arttıkça bölünme skoru artmakta buna karşın parti kutuplaşması skoru azalmaktadır” öngörüsü genel olarak çalışmanın bulgularınca desteklenmemiştir. İkinci hipotez olan “partilerin merkeze veya birbirlerine yakın olarak konumlanması kutuplaşmayı yumuşatan, sistemi ılımlı hale getiren bir etkendir” öngörüsü ise daha ziyade bulgularca desteklenmiş ve iki büyük partinin karşıt uçlara yerleştiği 2002 ve 2007 seçimlerinde din-laiklik eksenindeki kutuplaşmanın çok yüksek düzeylere vardığı gözlemlenmiştir. Üçüncü hipotez olan “seçmenlerin siyasal bir kurum olan Meclis’e güven düzeyleri arttıkça parti kutuplaşması skorlarının azalacağı” öngörüsü de tezin bulgularınca doğrulanmış ve Meclis’e güven düzeyiyle kutuplaşma arasında ters korelasyon (ters orantı) olduğu gözlemlenmiştir. Dördüncü hipotez olan “Türk parti sisteminde dinsel, mezhepsel ve etnik kutuplaşmaların sosyoekonomik değerler bağlamında ele alınan klasik sağ-sol ayrımından daha belirgin bir değere sahip olduğu ve daha kesin bir karşıtlığa işaret ettiği” öngörüsü de özellikle sağlıklı verilerin elde edildiği 2002 ve 2007 genel seçimleri için doğrulanmış ve din-laiklik ve milliyetçilik ekseninde kutuplaşmanın klasik sağ-sol ekseninden daha yüksek kutuplaşmaya neden olduğu görülmüştür. Beşinci ve son hipotez olan “Türkiye’de kutuplaşma düzeyinin belirlenmesinde ekonomik göstergelerden çok ideolojik unsurların etkili olduğu, bu doğrultuda gelir dağılımındaki adaletsizliğin kutuplaşma düzeyine etkisinin son derece sınırlı kalacağı” öngörüsü de gini endeksinin eğilimi ile kutuplaşmanın görünümü arasında 1980 sonrası anlamlı bir ilişki kurulamadığı için doğrulanmış gözükmektedir.
Türk siyasal hayatında son üç seçimdir karşımıza çıkan üç parçalı seçim haritasının düzeltilebilmesi ve Türkiye’nin bütünlüğünün korunabilmesi adına siyasetçilerin ve siyaset bilimcilerin siyasal kutuplaşma üzerine daha fazla düşünmesi ve üretmeleri gerekmektedir. Yrd. Doç. Dr. Hakan Mehmet Kiriş’in doktora tezi de bu doğrultuda yapılmış öncü bir çalışma olarak dikkat çekmektedir.
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder