Sayfalar

25 Ekim 2010 Pazartesi

Kavanozdaki Adam



Mesut Uçakan’ın yönetmenliğini yaptığı 1987 tarihli TRT yapımı oldukça başarılı bir dizi filmdir “Kavanozdaki Adam”. Gösterildiği dönemde hayata ve ölüme dair farklı bir perspektif sunan senaryosu ve kaliteli oyuncu kadrosuyla büyük ses getirmiş gerçekten kaliteli ve farklı bir projedir. Birçok sinema eleştirmeni tarafından ayrıca absürd komedi dalında olmayan ilk Türk bilimkurgu filmi olarak da kabul edilir. Bu yazıda Kavanozdaki Adam dizisinin bir analizini yapmaya çalışacağım.
Şimdi analize geçmeden önce dizi filmin kısa bir özetini yapalım. Ahmet Mekin’in canlandırdığı Semih Şerifoğlu oğlunu siyasal terör yüzünden kaybetmiş dünyaca ünlü bir yazardır. Özellikle dünya barışı üzerine yazdığı eserlerle çeşitli ödüller kazanmış ve yeni kitap projesi için ölüm temasını konu edinmiştir. Karısı İnci Şerifoğlu (Nevra Serezli) ve Fransa’da okuyan kızı (Nil Ünal) ile beraber oğlunun acısına rağmen mutlu ve sakin bir hayatı vardır. Ancak ölüm üzerine yaptığı derin düşünce seansları ve çalışmalar kendisini gerçeklikten gitgide koparmakta, gerçek dediğimiz dünyaya yabancılaştırmaktadır. Bir gün beyninde ölümcül bir tümör olduğunu öğrenen Semih Şerifoğlu bir davette tanıştığı beyin nakli üzerine yaptığı çalışmalarla bilinen Profesör Doktor Kenan Aksal’a (Metin Serezli) tedavi olanaklarını ve yaşama şansını öğrenmek için gider. Aksal’ın söyledikleri oldukça üzücüdür zira Şerifoğlu’nun en fazla birkaç ay ömrü kalmıştır. Aksal bu fırsattan istifade kendisine hayvanlar üzerinde yaptığı deneylerde başarıyla gerçekleştirdiği beyin nakli operasyonunu yapmayı teklif eder. Semih Şerifoğlu olaya tepkiyle yaklaşmasına rağmen, karısının hayatta kalması adına yaptığı büyük ısrarlar ve tıbba hizmet etmek düşüncesiyle teklifi kabul eder. Aynı dönemde yerli ve yabancı medya da olaya büyük ilgi göstermekte ve Şerifoğlu’nu heveslendirmektedir. Bu sıralarda Doktor Kenan Aksal beyin naklini dünyada gerçekleştiren ilk kişi olmak üzere iş yaşamına fazlasıyla yoğunlaşmış ve ailesini ihmal eder olmuştur. Sevda Ferdağ’ın canlandırdığı karısı Nalân Aksal’ın başka bir adamla ilişkisi vardır ve kendisi alkol bağımlısı haline gelmiştir. Yine oğlu uyuşturucu müptelası haline gelmiş ve babasından nefret etmektedir. Kızı ise iyi niyetine karşın gece hayatına düşkün ve ailesine mesafeli biridir. Ameliyat öncesi Fransa’dan gelen kızıyla ölüm üzerine konuşmalar yapan Şerifoğlu, insanı sürekli bir kavanoz içinde hapsedilmiş olarak nitelemekte ve ölümün sadece kavanozun parçalanması olduğunu iddia etmektedir. Derken Mehmet Ekinci isimli kan davasına kurban gitmiş gariban bir köylünün beyni Aksal’ın gerçekleştirdiği ve dünya televizyonlarından naklen yayınlanan başarılı bir operasyonla Şerifoğlu’nun vücuduna nakledilir. Bir haftalık bir süreden sonra beyin vücut uyumu sağlanmış ve yeni bir insan yaratılmıştır. Bu süreçte babasından nefret eden Aksal’ın sorunlu oğlu kendi çabalarıyla bu operasyonu protesto etmekte, karısı ise kendisinden uzaklaşan kocasının yerine mutluluğu alkolde ve başka erkeklerde aramaktadır.
Operasyon sonrası yaratılan insan artık ünlü yazar Semih Şerifoğlu değildir. Gariban köylü Mehmet Ekinci’nin beyni, kendisine ünlü psikiyatristin (Efkan Efekan) yaptığı tüm telkinlere rağmen Şerifoğlu kimliğini kabullenmemektedir. Mehmet Ekinci’nin beyni kendisine aynayla yüzü gösterilmemesine karşın bedenindeki farklılıkları keşfeder ve kendi vücuduna yabancılaşır. Profesör Aksal da Tanrı rolünü oynamaya çalışmasındaki başarısızlığının yanı sıra karısının intiharı ve oğlunun evden kaçmasıyla sarsılır. Barış ve sevgi üzerine söylediği sözler herkeste Şerifoğlu’nun etkilerinin bu yeni yaratılan adamda kalmış olabileceği izlenimi yaratmasına rağmen, onun beyni tamamen Mehmet Ekinci’ye aittir. Şerifoğlu’nun karısı ve kızıyla karşılaşması ona hiçbir anlam ifade etmemekte ve yabancılaşan vücudu nedeniyle doktorlara karşı korkak, huzursuz bir tavır sergilemektedir. Daha sonra başkasıyla evlenen köydeki eski karısı Hatice de kendisini tanıyamaz ve ondan korkup kaçar. Artık doktor Kenan Aksal’ın yarattığı bu yeni adam ne Semih Şerifoğlu, ne de Mehmet Ekinci olabilen zavallı bir insandır. Hastaneden kaçarak kendi vücudunu öldüren ancak beynini yok edemeyen katillerini baltayla doğrar ve mahkemeye çıkarılır. Mahkemede yapılan savunmada kendisinin zavallılığı vurgulanırken ve Doktor Kenan Aksal bir canavar, yeni bir Frankenstein yaratmakla suçlanmaktadır. Hatasını kabul eden Kenan Aksal pişmanlığını şu sözlerle ifade eder: “Hep yanlış şeyleri putlaştırmışız”…
Türk sinemasında ve televizyon dünyasında gerçekten bir ilk kabul edilebilecek, değişik senaryosu ve başarılı oyunculuklarıyla (Ahmet Mekin ve özellikle Metin Serezli) bir kült eser kabul edilebilecek Kavanozdaki Adam; modernizme ve Cumhuriyet projesine ciddi eleştiriler getiren güçlü bir kritiktir. Genelde muhafazakâr eserleriyle bilinen yönetmen Mesut Uçakan’ın Kemalist Devrim ve Batı tipi modernleşmeye duyduğu tepki kanımca bu eserde de açık bir şekilde görülmektedir. Ancak Uçakan kaba eleştiri yerine bunu sembolik bir anlatımla yapmayı tercih etmiştir. Metin Serezli’nin canlandırdığı dine meydan okuyan ve beyin naklini gerçekleştiren Profesör Doktor Kenan Aksal karakteri, rasyonalizmi, pozitivizmi ve geniş anlamıyla Aydınlanma’yı ve moderniteyi temsil etmektedir. Bilime duyduğu sınırsız inanç ve bitmez tükenmez çalışma isteği neticesinde aile yaşantısından uzaklaşmış ve yumuşak huylu, iyi bir adam olmasına karşın karısı ve çocuklarıyla arası bozulmuştur. Sonuçta tıbbi olarak başarılı gerçekleştirdiği ve dünya çapında şöhrete kavuştuğu beyin nakli ameliyatı sonrası da karısı intihar ederek ölmüş ve yuvası dağılmıştır. Dahası büyük umut bağladığı beyin nakli operasyonu sonucu ne olduğu belli olmayan huzursuz, ürkek bir adam yaratmış ve kimseyi memnun edememiş, hatta kendisi canavar ilan edilmiştir. Mesut Uçakan’ın eleştirdiği Batı tipi bilimsellik, modernite, akılcılık gibi değerlerin arkasına “kötü yola düşen kadın”, “dağılan aile” olaylarını koyması bir tesadüf olamaz. Burada açık bir şekilde modernleşmeye duyulan tepki ifade edilmektedir. Yine yapılan beyin naklinin sonucunda ortaya çıkan başarısız ve hasta insan figürü belki de sanatçının kafasında laik ve modern Kemalist Cumhuriyet’in karşılığıdır. Ahmet Mekin’in canlandırdığı Semih Şerifoğlu karakterinin “kavanozdaki adam” üzerine anlattığı hikâye Tanrı’nın varlığını ve ruhun ölümsüzlüğünü aktaran didaktik bir pasaj niteliğindedir.
Ozan Örmeci

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder