Büyük umutlarla demokratik bir şekilde 1950 yılında başa geçen Demokrat Parti’nin tek parti döneminden kalma ve gücü yürütmenin elinde denetime açık olmayan bir şekilde toplayan anti-demokratik özellikleri bulunan 1924 anayasasını da kullanarak son dönemlerinde diktatörlük tarzı bir yönetim benimsemesi, güçler ayrılığı prensibine aykırı olacak şekilde tahkikat komisyonları kurarak bağımsız yargının görevini üstlenmesi, üniversite hocaları, öğrencileri ve medya mensuplarına karşı baskıcı bir tavır takınması, ülkenin Amerika Birleşik Devletleri’ne giderek artan siyasal ve ekonomik bağımlılığı, Vatan Cephesi gibi ülkede siyasal kamplaşmayı doruğa çıkaran bir uygulamanın başlatılması ve CHP lideri Cumhuriyet’in kurucularından İsmet İnönü’ye yönelik fiziki saldırılar, öğrenci gösterilerinde ilk defa kan dökülmesi ve Turan Emeksiz’in polisler tarafından öldürülmesi, DP’ye karşı demokrasilerin vazgeçilmezi olan toplu muhalefet kültürünün gelişmeye başlaması ancak iktidarın bu konuda gösterdiği anti-demokratik baskıcı tutumlar, CHP’nin bu skandallar karşısında üniversite-bürokrasi-askeriye üçgeninde etkin bir muhalefet geliştirmesi, Demokrat Parti’nin enflasyonist politikaları nedeniyle halkın özellikle de subayların geçim sıkıntısına düşmeleri, ek işlerde çalışmaları ve en önemlisi Demokrat Parti’nin dış politikada tamamıyla Batı’ya bağlı siyasetine (Cezayir’in bağımsızlığının DP döneminde tanınmaması, NATO süreci vs.) karşın iç politikada dini siyasal amaçlarla kullanarak Cumhuriyet karşıtı güçlendirmesi gibi konular nedeniyle 27 Mayıs 1960 tarihinde kimilerince bir devrim niteliğindeki 27 Mayıs askeri müdahalesi gerçekleşmiştir.
27 Mayıs gerçekten Türkiye Cumhuriyeti tarihi açısından çok önemli ve tartışmalı bir olaydır. Askerin siyasete karışma ve direkt müdahale geleneğini başlatması açısından son derece zararlı olan 27 Mayıs; ilginç bir şekilde çağdışı 1924 anayasasının yerine özgürlükçü 1961 anayasasını getirerek Türkiye’nin gerçekten demokratik bir rejime kavuşmasına ön ayak olmuştur. 27 Mayıs ayrıca diğer darbelerin aksine ABD tarafından önceden haber alınamayan ve emir-komuta zinciri içerisinde gerçekleşmeyen bir darbeydi. “Ancak 27 Mayıs’ın, sonraki darbelerden önemli bir farkı vardı. O fark, bence emir-komuta zinciri içinde bir hareket olmamasıydı. o zamanın genelkurmay başkanına da bir başkaldırmaydı” (Uğur Mumcu, “Aybar ile Söyleşi: Sosyalizm ve Bağımsızlık”, sayfa 37). 27 Mayıs; 12 Mart ve 12 Eylül’ün aksine emir-komuta zinciri içerisinde yapılmamış ve düşük rütbeli Kemalizm’e ve bağımsız Türkiye idealine gönülden bağlı subayların gerçekleştirdiği devrim niteliğinde bir harekettir. Askeri darbe demokrasiler için kabul edilemez bir uygulama olmasına karşın, henüz yeni gelişmekte olan sivil toplumun yetersizliği düşünülürse, Demokrat Parti diktatoryasına karşı gerçekleştirilmiş şekil olarak yanlış ancak sivil hak ve özgürlükler göz önüne alındığında 12 Mart ve 12 Eylül’ün aksine kesinlikle ilerici bir harekettir.
27 Mayıs ve 1961 anayasasının temel amacı milli iradeyi temsil etmeyi her istediğini yapma hakkı olarak gören yürütmenin gücünü, yargı ve yasamayı güçlendirerek azaltmak ve güçler ayrılığı ilkesini tam anlamıyla hayata geçirmektir. Bu nedenle 27 Mayıs sonrası Anayasa Mahkemesi kurulmuş ve yaptıkları hiç bir denetime tabi tutulmayan yürütme erkinin gücü sınırlandırılmıştır. Yine Kemalizm’in devletçilik ilkesine paralel olarak yürütmenin istediği ekonomik politikayı her anlamıyla uygulayamaması ve devletin temel prensiplerine bağlı kalması için Devlet Planlama Teşkilatı (DPT) kurulmuştur. Türkiye’nin uzun vadeli planlar ve yıllık programlar içinde belirli hedefler yönünde kalkınmasını sağlayacak çalışmalar yapmak üzere kurulan ve büyük yetkilerle donatılan DPT, anayasanın 41. maddesinde ifade edilen bir anlayışın ürünü olarak ortaya çıkmıştır. Milli Güvenlik Kurulu da, tavsiye veren bir kurum olarak 27 Mayıs sonrası ilk kez yaratılmıştır. Ancak 12 Mart ve 12 Eylül’de MGK’nın yetkisinin aşamalı olarak yükseldiği görülecektir. Bu gelişmelere paralel olarak belki de şimdilerde Avrupa Birliği’nin bizden istediği reformların ötesinde geniş bir hak ve özgürlükler sağlayan 1961 anayasası kabul edilmiştir. 1961 anayasasında Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin sosyal bir devlet olduğu vurgulanmış ve siyasal-sendikal örgütlenmeler konusunda özgürlükçü bir anlayış benimsenmiştir. Zaten 27 Mayıs darbesini bir devrim olarak görenlerin ileri sürdüğü kanıtlar içinde, darbeyle yapılan anayasanın ilk kez grevli toplusözleşmeli sendikal haklara yer vermiş olması başta gelmektedir. Yeni anayasanın 157 maddesinin 19’u sosyal, ekonomik hak ve özgürlüklere ayrılmıştır (Jacob M. Landau, “Radical Politics in Turkey”, sayfa 10). Bu özgürlükçü ortamda sosyalist hareketlerin diğer bir çok alternatif kalkınma projesi ve ideolojik yaklaşımlar gibi güçlenmesi için uygun bir ortam yaratılmış ve Türkiye tarihinin entelektüel açıdan en verimli dönemi 1960 ve 70’lerde yaşanmıştır.
27 Mayıs, Türk solundan da büyük destek görmüş ve darbelere karşı oldukları bilinen gruplar dahi 27 Mayıs’ı faşizme karşı gerçekleşen ilerici bir hareket olarak alkışlamıştır. Mesela “merkezi yurtdışında bulunan TKP ve sol kamuoyu da, bu harekete katılmış ve TKP, bu hareketi, faşizme karşı bir hareket olarak benimsemiş”, desteklemiştir (“Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1”, sayfa 205). “Biliyorsunuz ben darbelere karşıyım. tepeden inme hareketlere karşıyım. yani, bu yoldan demokrasiye gidemeyiz” (Uğur Mumcu, “Aybar ile Söyleşi: Sosyalizm ve Bağımsızlık”, sayfa 36) diyen Mehmet Ali Aybar bile darbe sonrası üst düzey askerlere mektup yazarak Türkiye’de sosyalist bir partinin kurulması gerektiğini anlatmış ve 27 Mayıs’ı Türk solu açısından bir şans olarak görmüştür. Behice Boran da bu konuda Aybar’la aynı düşüncededir. Liberal iktisat anlayışının dünya çapında değer kaybetmesi ve 1930’lardan başlayarak Keynesçi ekonomik anlayışın dünyaya hakim olması, ABD’nin dünya çapında düşen prestiji ve özellikle “Johnson mektubu” sonrası gerilen Türk-Amerikan ilişkileri, yeniden ısınan Türkiye-Sovyetler Birliği ilişkileri Türkiye’de sosyalist hareketlerin güçlenmesinde önemli rol oynamıştır.
Aslına bakarsak 27 Mayıs sonrası ordu içerisinde de çeşitli tartışmalar yaşanmış ve TSK’nın günümüzde de görüldüğü gibi monist (tekçi) bir yapısının olmadığı su yüzüne çıkmıştır. 27 Mayıs sabahı radyodan okunan bildiride bir an önce seçimler yapılacağı ve demokratik düzene geçileceği açıklanmıştı. 27 Mayısçılar bu konuda direnen 14 arkadaşlarını (Ondörtlükler) yurt dışına göndermek pahasına da olsa, bu sözlerini tutmuşlardır. Talat Aydemir ve Fethi Gürcan’ın 27 Mayıs sonrası denedikleri iki darbe girişimi de başarısız sonuçlanmış ve TSK yeniden emir-komuta zinciri içerisinde bir statüko oluşturmuştur. 27 Mayıs’a ve 1961 anayasasına dair bir diğer önemli konuda üniversitelerde Fikir Kulüpleri Federasyonu’nun kurulması ve üniversitelerde siyasete kapıların tam anlamıyla açılmış olmasıdır. Fikir Kulüpleri Federasyonu özellikle 1969’da Türkiye Devrimci Gençlik Federasyonu adını aldıktan sonra Türk siyasetinin ve sosyalist hareketlerin şekillenmesinde önemli rol oynamıştır. 27 Mayıs’la ilgili yapılabilecek temel eleştirilerden birisi darbe sonrası oluşan atmosferde siyasetin fazlasıyla çeşitlenmesi ve genelde Batı demokrasilerine hakim olan iki temel siyaset merkezi ve biçiminin dağıtılmış olmasıdır. Zira 1940’lardan başlayarak CHP-DP temelinde daha sonraları da merkez sol ve merkez sağ olarak iki ana eksende ilerleyen Türk siyaseti, 27 Mayıs ve sonrasında yapılan askeri müdahalelerle daha çetrefilli bir hal almış ve Siyasal İslam ve Kürt milliyetçiliği gibi radikal akımlar Batı demokrasilerindeki uç hareketler gibi bu iki ana siyaset eksenine (merkez sol-merkez sağ) tam olarak eklemlenememiştir. 27 Mayıs’la ilgili bir diğer çok önemli husus Portekiz’deki Karanfil Devrimi ile birebir aynı karakteristiği göstermesi yani gençlik ve halk isyanının ardından ordudaki düşük rütbeli subayların yönetimi ele almasıdır. Bu nedenle 27 Mayıs’ı bir darbe olarak nitelendiren Batılı bazı siyaset bilimcilerin bilimsel ahlak ve nesnellik adına Portekiz’deki olaya da Karanfil Darbesi demeleri gerekmektedir.
KAYNAKLAR
- Landau, Jacob M., 1974, “Radical Politics in Turkey”, Leiden: E. J. Brill
- Akdere, İlhan & Karadeniz, Zeynep, 1994, “Türkiye Solu’nun Eleştirel Tarihi-1”, İstanbul: Evrensel Basım Yayın
- Lipovsky, Igor, 1992, “The Socialist Movement In Turkey”, New York: E.J. Brill
-Mumcu, Uğur, 1986, “Aybar ile Söyleşi: Sosyalizm ve Bağımsızlık”, Ankara: Tekin Yayınevi
-Avcıoğlu, Doğan, 1974, “Türkiye’nin Düzeni Dün, Bugün, Yarın”, İstanbul: Cem Yayınevi
-Aybar, Mehmet Ali, 1988, “Tip Tarihi 1”, İstanbul: Özal Matbaası
-Aybar, Mehmet Ali, 1988, “Tip Tarihi 2”, İstanbul: Özal Matbaası
-Aybar, Mehmet Ali, 1968, “Bağımsızlık Demokrasi Sosyalizm”, İstanbul: Gerçek Yayınevi
-Karpat, Kemal, 1973, “Ideology in Turkey after the Revolution of 1960”, Kemal Karpat’ın “Social Change and Politics in Turkey” kitabından, Leiden: E.J.Brill
- Toker, Metin, “Demokrasiden Darbeye 1957-1960”, 1991, Ankara: Bilgi Yayınevi
- Özdağ, Ümit, “27 Mayıs’ın Sebepleri ve Sonuçları”, http://vimeo.com/12913394
Ozan Örmeci
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder