Sayfalar

8 Ağustos 2010 Pazar

Süleyman Demirel



1 Kasım 1924 tarihinde Isparta'nın Atabey ilçesine bağlı İslamköy’de dünyaya gelen Sami Süleyman Demirel; 82 yaşında bugün hala Türkiye siyasetinde ağırlığı bulunan, daha önce defalarca başbakanlık ve bir dönem cumhurbaşkanlığı yapmış çok önemli bir isimdir. Elektriği bile bağlı olmayan küçük bir köyde doğan ve çocukluğunda çobanlık yapan Çoban Sülü ancak daha sonra devletin en üst kademelerine kadar yükselen Süleyman Demirel’in hikayesi bu yönüyle de oldukça ilgi çekicidir. Bu yazıda Demirel’in hayat hikayesine, siyasal eğilimlerine ve Türk demokrasisine yaptığı katkılara göz atacağım.

İslamköy gibi küçük ve kırsal bir yerde doğan Süleyman Demirel’in babası Hacı Yahya Demirel, bir Kurtuluş Savaşı gazisi olan ve çevresinde büyük saygı gören bir kişidir. Baba Demirel uzun süre köyün muhtarlığını da yapmıştır. Demirel’in siyasete ve yönetmeye olan merakının küçük yaşta babasının yönettiği köy toplantılarına katılmasından ileri geldiği söylenebilir. Demirel’in annesi ise oldukça dindar ve çalışkan bir Anadolu kadınıdır. Demirel dindar olan annesinin ve anneannesinin de etkisiyle küçük yaşta Kuran okumaya başlamış ve Kuran’ı ezberlemiştir. Kuran’ı ezbere biliyor olması siyasal hayatında da Demirel’e faydalı olacak ve Demirel birçok Anadolu seyahatinde seçmeni bu yönüyle etkileyecektir. Demirel’in bugün bile hala konuşmalarında sıklıkla vurguladığı Türkiye’nin gelişmesi, ilerlemesi üzerine sözleri ve “büyük Türkiye” ideali aslına bakılırsa küçük yaşlarda İslamköy’de yaşadığı teknoloji ve modernizmden uzak kırsal hayatla yakından ilgilidir. Demirel çocukluğu ve ilk gençlik günlerinde İslamköy’de gece karanlığında Isparta şehrinin yanan ışıklarına özlemle baktığını birçok defa dile getirmiştir. Demirel’in kırsalı geliştirme, dönüştürme düşüncesi ve sanayileşmeye verdiği önemin ilk tohumları işte bu çocukluk dönemlerinde atılmıştır. İlköğrenimini İslamköy’de, ortaokulu Isparta’da ve liseyi ise Afyon'da Afyon Lisesi’nde bitiren Demirel, girdiği sınavları kazanarak İTÜ inşaat mühendisliği bölümüne girmiştir. İTÜ’de derslerinde inanılmaz bir başarı gösteren Demirel ileride siyasette çok işine yarayacak muhafazakar kesimlerle (çeşitli cemaat ve tarikatlar) olan bağlarını da ilk olarak İTÜ’de kurmuştur. Mezun olduğu yıl Elektrik İşleri Etüd İdaresi’nde göreve başlayan Demirel, aynı yıl yetenekli bulunduğu için kendisini geliştirmesi ve barajlar, sulama ve elektrifikasyon konularında ihtisas yapması için Amerika’ya gönderilmiştir. Amerika’dan dönüşünde Barajlar Dairesi Başkanı olarak yeni görevine başlayan Demirel 1954-1955 yılları arasında bir seneyi yine Amerika’da geçirmiş ve yurda dönüşünde henüz 31 yaşında Devlet Su İşleri Genel Müdürü olmuştur. Aslına bakılırsa muhafazakar Demirel o dönemde Kemalist kesimin çok ağır bastığı bürokraside Menderes’in en çok güvendiği kişilerden biri olmuş ve bu nedenle başarı basamaklarını hızla çıkmıştır.

27 Mayıs sonrası Amerikan firması Morrison-Knudsen’de işe başlayan Demirel’in Morrison Süleyman lakabı da bu dönemden kalmadır. Demirel 1962-1964 yılları arasında serbest müşavir-mühendis olarak çalışmış ve bir yandan da ODTÜ’de su mühendisliği konusunda dersler vermiştir. Süleyman Demirel siyasete ilk olarak 1962 yılında Adalet Partisi’ne üye olarak girmiş ve aynı yıl partinin Genel İdare Kurulu üyeliğine seçilmiştir. 1964 yılında partinin kurucusu ve genel başkanı Ragıp Gümüşpala’nın ölümü üzerine partide iyi konumda bulunan iki yakın arkadaşı Mehmet Turgut ve Faruk Sükan’ın teşvikiyle genel başkanlığa aday olmaya karar vermiştir. Genel başkanlık yarışında Demirel’in karşısında Sadettin Bilgiç gibi güçlü bir aday olmasına karşın Demirel genç ve umut vadeden bir muhafazakar siyasetçi olarak yaptığı uzun örgütlenme çalışmalarının da etkisiyle genel başkanlık yarışında Bilgiç’i gerisinde bırakmıştır. 1960’lar Demirel’in altın yıllarıdır… Hiç kaptırmadığı şapkası ve halk ağzıyla yaptığı ilginç konuşmalarla muhafazakar seçmenin büyük ilgisini çekmektedir. Zaten Adnan Menderes’in asılması sonrası muhafazakar kesimde birikmiş bir öfke bulunmaktadır. İlk olarak Şubat-Ekim 1965 tarihleri arasında görev yapan koalisyon hükümetinde Başbakan Yardımcısı olarak görev alan Demirel, 1965 seçimlerinde Adalet Partisi’ni % 52,9 gibi yüksek bir oyla iktidara getirir ve 41 yaşında başbakanlık koltuğuna oturur. Demirel bu koltuğa daha sonraları da sık sık oturacak ve Fikret Kızılok’un şarkısında söylediği gibi “hep başbakan” olacaktır. Demirel ve AP 1969 seçimlerinde de % 46,5 oyla iktidar koltuğunu kaybetmeyecektir. Ancak 1970 yılında Sadettin Bilgiç’in liderliğinde parti içerisinde kendisine karşı başlayan bir muhalif hareket Demirel’i oldukça zorlayacak ancak Demirel isyancı grubu daha sonra partiden ihraç ettirecektir. Bilgiç ve arkadaşları bunun üzerine Demokratik Parti’yi kuracak ancak 1970’lerin ortalarında yeniden AP’ye döneceklerdir. 12 Mart öncesi iktidarda kaldığı dönemde Demirel aslına bakılırsa kötü bir performans göstermemiş ve Türkiye’nin sanayileşmesine, gelişmesine yönelik birçok projeye imzasını atmıştır. Yerli burjuvaziyi korumaya yönelik ithal ikamesi sistemi başarılı bir şekilde çalışmış ve Türkiye 27 Mayıs’ın getirdiği Devlet Planlama Teşkilatı’nın önderliğinde hızlı bir kalkınma sürecine girmiştir. Özellikle barajlar konusunda yapılan atılımla Demirel “barajlar kralı” lakabını kazanmıştır. Demirel’i bu dönemde en çok zorlayan şey, kalkınmaya ve sanayileşmeye paralel olarak artan işçi sınıfı, 68 kuşağı ile beraber entelektüellerin ve öğrencilerin hızla etkisine kapıldığı sosyalizm rüzgarları ve Demirel’e göre Türkiye için fazla lüks olan özgürlükçü 1961 Anayasası’dır. Artan sendikal hareketler ve öğrenci gösterileri Demirel’i rahatsız edecek ancak Demirel “yollar yürümekle aşınmaz” diyerek bu demokratik hareketlere olumsuz baktığını açıkça belli edecektir. 1960’lar Türkiye’nin kalkınması konusunda alternatif arayışların gündeme geldiği dinamik bir dönemdir ve sol hareketler hızla güç kazanmaktadır. İsmet İnönü’nün ağzından ortanın solunda olduğunu açıklayan CHP ise Demirel ve AP’li arkadaşlarının anti-komünist retoriğinin Türkiye İşçi Partisi ile beraber baş hedefi durumundadır. “Ortanın solu Moskovanın yolu” sloganları ilk kez o dönemde kullanılacaktır. Hatta bazı AP’li milletvekilleri işi abartarak 1965 genel seçimleri ile parlamentoya giren TİP’li milletvekillerini özellikle de TBMM’de ateşli konuşmalar yapan ve AP iktidarını suçlayan o dönemin hızlı solcusu Çetin Altan’ı birçok defa linç etmeye çalışacaklardır. Deniz Gezmiş’lerin idamı konusunda TBMM’de yapılan oylamada da Demirel’in her iki elini birden büyük bir istekle kaldırması o dönemden kalma ilginç bir anekdottur.

12 Mart nedeniyle başbakanlıktan istifaya zorlanan Demirel yine de muhtıra yoluyla darbenin sol yanlısı bir hareket olmadığını görerek mutlu olmuş ve 1961 Anayasası’na kısıtlamalar getiren teknokrat hükümetine yardımcı olmuştur. Ancak 1970’ler Türk halkının uyandığı ve Demirel’li AP’nin oy oranlarının giderek düştüğü yıllar olmuştur. Yine de Demirel koalisyon yoluyla 1971 ile 1980 arasında 1975, 1977 ve 1979'da 3 defa daha hükmet kurmuş ve başbakanlık koltuğuna oturmuştur. Bülent Ecevit’in genel başkanlığa gelmesinden sonra giderek sola kayan CHP’nin etkili muhalefeti ve Demirel ile Ecevit’in ideolojik farklılıkların ötesindeki şahsi rekabetleri zaten gergin olan toplumu 1970’lerde daha da kamplaştırmış ve sokaklar bilindiği üzere kan gölüne dönmüştür. 12 Eylül öncesi Ecevit’in koalisyon kurma tekliflerini ısrarla geri çeviren ve Milliyetçi Cephe hükümetleri sayesinde kadrolaşan siyasal şiddete bulaşmış ülkücü gruplarını kollayan Demirel diyebiliriz ki 12 Eylül darbesinin en önemli mimarlarından birisidir. Dahası Demirel’in nepotizm ve yolsuzluk kokan uygulamaları 12 Eylül sonrası Turgut Özal’la beraber Türkiye’de çok yaygın hale gelecek siyasette ve ekonomide ahlaki dejenerasyon dönemini başlatmıştır. Bu nedenle her ne kadar Demirel 12 Eylül’e büyük tepki duyduğunu belli etse de, hayatı boyunca Kenan Evren’i affetmeye hiç yanaşmasa da, 12 Eylül’ü hazırlayan en önemli kişi kendisidir. O dönemde Ecevit’in kontrgerilla iddialarını alaya alan ve “bana sağcılar adam öldürüyor dedirtemezsiniz” diyen Demirel daha sonra bu düşüncelerini değiştirecektir belki ama önemli olan o dönemde yani Türkiye’yi askeri diktatörlüğe sürükleyen 12 Eylül döneminde yaptıklarıdır. Ve bu dönemde demokratik bir perspektiften Demirel kesinlikle geçer bir not alamamıştır. “Büyük Türkiye” idealleri de 12 Eylül’le beraber rafa kaldırılmış ve Türkiye 12 Eylül sonrası giderek müstemlekeye dönüşen bir ülke olmuştur. 12 Eylül öncesi Demirel’in bir önemli icraatı CHP’nin yoğun muhalefetine karşın Türkiye’yi İslam Konferansı Örgütü’ne üye yapması ve bu yolla dış politikada ulusal iktidarı kuvvetlendirebilecek bir açılım yapmış olmasıdır. 12 Eylül öncesi Demirel'in başarılı kabul edilebilecek bir noktası İhsan Sabri Çağlayangil'le beraber yönlendirdiği çok boyutlu dış politika perspektifi olmuştur. Johnson mektubu sonrası ABD ile gerilen ilişkilerin ve anti-emperyalist sol muhalefetin de etkisiyle Demirel Türkiye'yi dış politikada daha bağımsız ve güçlü bir aktör yapmaya çalışmış ve bunda kısmen de olsa başarılı olmuştur.

12 Eylül sonrası 1987’de siyasal yasakların kalkmasıyla Doğru Yol Partisi genel başkanı olan Demirel, 1987'de yapılan genel seçimlerde Isparta Milletvekili olarak tekrar TBMM’ne girdi. 20 Ekim 1991 tarihinde yapılan genel seçimler sonrasında ise, DYP ile SHP’nin koalisyon yaparak kurduğu 49. Türkiye Cumhuriyeti Hükümeti’nde Başbakan olarak görev aldı. Turgut Özal’ın ölümü üzerine 16 Mayıs 1993 tarihinde, Türkiye Büyük Millet Meclisi tarafından Türkiye'nin 9. Cumhurbaşkanı olarak seçilen Demirel, cumhurbaşkanlığı süresinde gösterdiği performans özellikle de 28 Şubat sürecinde demokratik rejimin çökmemesi adına yaptıklarıyla 1970’lerdekinin aksine genel olarak olumlu tepkiler almış ancak çektirdiği bir “aile fotoğrafı” başına bela olmuştur. Bu görevi 16 Mayıs 2000 tarihine kadar sürdüren Demirel, 1970’lerdeki azılı düşmanı Ecevit’in tüm çabalarına karşın (5+5 formülü) 2000 yılında görev süresi dolduğu için cumhurbaşkanlığından ayrılmıştır.

Demirel’in kişiliği mercek altına alınırsa ön plana çıkan ilk özellik iktidar hırsıdır. Demirel küçük bir yerden gelmesine karşın mesleki hayatında hırsıyla çok başarılı olmuş ancak aynı başarısını ülke yönetimi konusunda gösterememiştir. Her ne kadar Türkiye’nin sanayileşmesine yönelik yaptığı katkılar göz ardı edilemeyecek kadar önemli olsa da, 1970’lerde ortamın daha da gerilmesi ve anti-demokratik uygulamaların yaygınlaştırılması konusunda yaptıkları affedilecek gibi değildir. Dahası Demirel ailesinin (Yahya Demirel, Murat Demirel) adı birçok yolsuzluğa karışmıştır. Bu yönüyle mesela Bülent Ecevit’le kıyaslandığında Demirel sınıfta kalmaktadır. Demirel siyasal kariyeri boyunca takım çalışmasına önem veren bir kişi olmuş ve etrafında kendi görüşüne uygun yetkin uzmanlar, danışmanlar bulundurmuştur. 1970’lerde oldukça ateşli bir anti-komünist ve sol düşmanı olmasına karşın 12 Eylül sonrası adımları oldukça ihtiyatlı atan temkinli bir politikacı olmuştur. Bu yönüyle Demirel’i realist ve pragmatist olarak değerlendirmek hatalı olmayacaktır. Demirel 12 Eylül’e karşı olmasına karşın Ecevit’e kıyasla askerle olan ilişkilerine daha özen gösteren bir siyasetçi olmuştur. “Dün dündür bugün bugündür” sözü Demirel pragmatizmine iyi bir örnektir. Dini siyasete alet eden ve çeşitli tarikatların desteğini almaya çalışan bir politikacı olmasına karşın Demirel laiklik konusunda Özal ve sonraki sağcı liderlere kıyasla daha özenli olmuş ve bu yönüyle ayrı bir yere konmayı hak etmiştir. Demirel’in eleştiri konusunda da son derece hoşgörülü bir siyasetçi olduğu vurgulanmalıdır zira tüm yanlışlarına karşın basında kendisi aleyhinde çıkan haberlere, karikatürlere Türk siyasal hayatında belki de en hoşgörülü yaklaşan siyasetçi Demirel’dir. Demirel'in bu hoşgörülü tavrı entelektüel kesimler nezdinde de saygınlığı arttırmıştır.

Demirel merkez sağ geleneğini Türkiye’de Menderes sonrası üstlenen kişidir ve aynı Menderes gibi popülist bir politikacı olmuştur. Oy ve rant uğruna inanmadığı birçok şeyi söylemiş ve yapmıştır. Demirel’e İslamcı kesimden en büyük desteği veren daima Nurcular olmuştur. Said Nursi’nin etkili olduğu Isparta’da yetişen ve buralı olan Demirel, Nurcularla olan bağlarını İTÜ’de öğrenciyken güçlendirmiştir. Demirel bayram ve Cuma namazlarına da mümkün olduğunca katılmaya çalışmış ve seçmene ne kadar iyi bir Müslüman olduğunu göstermek istemiştir. Demirel’in laiklik ve siyasal İslam konusundaki diğer sağcılara oranla daha farklı tutumu belki de bu Nurcu bağlantısı ve ılımlı islam anlayışından ileri gelmektedir.

Demirel şimdilerde Cumhuriyet’e sahip çıkan tavrı ve irticaya yönelik tepkisiyle medyanın gündemindedir. Yaptığı hatalardan ders çıkardığını düşünmek bir seçenektir, ancak Yavuz Donat gibi Demirel’i yakından tanıyanların üzerinde durduğu bir diğer seçenek de, bu yaşlı ve iktidar hırsı bitmek tükenmez adamın yine bir şeylerin peşinde olduğu şeklindedir. 82 yaşında ama Baba hala yorulmadı ve bir şeylerin peşinde ne diyelim Baba; “Süleyman hep başbakan, hep başbakan, hep Süleyman” !..


KAYNAKLAR

- Arat, Yeşim, “Süleyman Demirel: National Will and Beyond”, Metin Heper ve Sabri Sayarı’nın “Political leaders and democracy in Turkey” kitabından, (2002), Lanham, Md. : Lexington Books
-->
- Öngider, Seyfi, “Bir Politik Hırs Abidesi”, “Lider Biyografilerindeki Türkiye”, 2001, İstanbul: Aykırı Yayınları
- Vikipedi, http://tr.wikipedia.org/wiki/S%C3%BCleyman_Demirel



Ozan Örmeci


Bu makale Ozan Örmeci'nin "İttihat ve Terakki'den AKP'ye Türk Siyasal Tarihi" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için İdefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder