Chicago Üniversitesi'nde ders veren 1947 doğumlu ünlü bir bayan akademisyen, filozof, klasisist olan Martha Nussbaum; özellikle antik Yunan ve Roma felsefesi, etik ve hukuk alanlarındaki çalışmalarıyla tanınmıştır. Ayrıca Nobel ödüllü ünlü fakirlik düşmanı dahi ekonomist Amartya Sen’le beraber yaptığı çalışmalar da vardır. Aristo’ya özel ilgisi bulunan Nussbaum, ayrıca John Rawls, feminizm ve sosyal demokrasi teorilerinden etkilenmiştir. Kendisinin en ünlü eseri “Aristotelian Social Democracy (Aristocu Sosyal Demokrasi)” adıyla bilinen ve Aristo’dan yola çıkarak Nussbaum’un kendi sosyal demokrasi kuramını oluşturduğu ve “ben liberalim” diyenlere tokat gibi bir cevap verdiği eseridir.
Nussbaum’un Aristo’dan yola çıkarak oluşturduğu sosyal demokrasi kuramını basit olarak şu şekilde özetleyebiliriz. Aristo’nun tüm özellikleri bir yana savunduğu spesifik bir rejim yoktur ve özü itibariyle arayışı “good human functioning” adıyla bilinen insanların iyi ve üretken (flourishing life) yaşam koşullarına ulaşmasıdır. Aristo’nun onca karmaşık düşünceleri arasında en göze çarpanı devletin, yurttaşların (citizen) iyi ve üretken yaşam koşullarına ulaşabilmeleri için gerekli asgari özelliklerin sağlamasıdır. Her konuda oldukça pragmatist davranan Aristo, Nussbaum’a göre liberal eleştirilerin aksine teorisini son derece somut ve temel insan ihtiyaçları üzerine kurmuştur. Liberaller iyi yaşam koşullarının kişiden kişiye, kültürden kültüre değişebileceğini ve bu nedenle çoğulcu (plüralist) bir toplum gereksinimi olduğunu savunurken, Aristo ve Nussbaum’a göre devlet insanların verimli ve iyi koşulları bulunan bir yaşama ulaşmaları için gerekli düzenlemeleri yapmakla yükümlü olduğunu söyler. Liberal düşünürler bu noktada insanı mantıklı kararlar (rational choice) alabilen ve eşit hakların verilmesi durumunda eşit bir yarışa başlayacak olan atomik bireyler olarak tanımlarlar. Ancak Aristo’ya göre “insan politik bir hayvandır” (zoon politikon) ve toplumsal yaşama muhtaçtır. Bu nedenle Aristo bireyi tek olarak ele almasına karşın, toplumsal yaşam içerisindeki yerine daha büyük önem verir.
Liberal teorilerde ve hatta sosyal liberal olarak tanımlayabileceğimiz John Rawls’da dahi adil bir devletin sağlanması bireylere eşit haklar verilmesi ve piyasa dengeleri doğrultusunda kişilerin eşit bir yarışa başlamalarıyla mümkündür. Ancak Nussbaum gayet açık ve somut örneklerle liberallerin ne kadar yüzeysel, metafiziğe dayalı ve sorun çözmekten uzak bir bakış açıları olduğunu ortaya koyar. Mesela Bangladeşli kadınları ele alalım... Yasal olarak erkeklerle aynı haklarla sahip olmalarına karşın Bangladeşli kadınların toplumsal yaşamda ve ekonomik hayatta rolleri erkeklerle kıyaslanmayacak derecede düşük durumda. Liberaller bu noktada yasal düzenlemelerle eşit hakların verilmesini ve devletin sonradan ortadan kaybolarak ve mümkün olduğunca küçülerek fırsat eşitliği (!) ortamında yarışın devam etmesi gerektiğini savunur. Ancak sayısı onlarca arttırabilecek bu örnekte gördüğümüz gibi devletin sosyal konulardan uzak durması ve eşitlik yasasına göre yasal düzenlemeler yapması hiç bir şekilde fırsat eşitliği getirmeyecektir. Ananevi değerler, toplumsal baskı ve yerleşmiş kültür nedeniyle kadınlar yasal haklarını kullanmaya çekinmekte ve eşitsiz durumlarına rağmen hayatlarından memnuniyet duyduklarını dile getirmektedirler. Oysa Nussbaum’un yaptığı Aristo okumasına göre, doğru olan bireyleri yalnızca yasal olarak değil zihinsel, kültürel, eğitim seviyesi olarak da doğru tercihler yapacak konuma getirmektir. Bu noktada Nussbaum argümanını Karl Marx’ın 1844 El Yazmaları’ndan örneklerle güçlendirir. Emeği sömürülen, vücudundan, işinden, emeğinden ve insanlığından yabancılaşan işçi, insani yaşama özgü özelliklerini kaybetmekte ve bu nedenle sağlıklı bir karar alamamaktadır. Mesela açlık sınırının 4 kişilik bir aile için 650 ytl olduğu bir ülkede net asgari ücretin 350 ytl dolaylarından olup, işçi sınıfının isyan etmemesi, sisteme başkaldırmaması bu şekilde açıklanabilecek doğal olmayan bir tepkidir. Liberallerin işçilere değişik işlerde çalışma özgürlüğü vermesi, diğer vatandaşlarla aynı yasal haklara sahip olması durumlarını düzeltmeyecek ve onların durumlarını düzeltmek adına düşünebilecek seviyeye gelmelerini engelleyecektir. Bu noktada Michel Foucault’nun panopticism’ini de devreye sokabiliriz. Gözetlenme korkusu ve sindirilmişlikle beslenen insanoğlunu fabrikada üç kuruş para için 18 saat çalışmaya zorlamak pek de zor olmayacaktır. Foucault modern kapitalist devletin geçtiğimiz yüzyıllardan başlayarak insanları bu gözetlenme korkusuyle yetiştirdiğini ve bu nedenle göz boyamak adına sağladığı eşit siyasal-sosyal haklara rağmen hiç bir sorunu çözemediğini belirtir. Ancak devletin insanları asgari bir seviyede yaşama getirmekte yükümlü olduğunu belirten Nussbaum’a bu noktada bir kriter gerekmektedir.
Martha Nussbaum burada yine Aristo’dan ve insanoğlunun temel ihtiyaçlarından faydalanarak bir teori oluşturmaya çalışır. Nussbaum’a göre insanların temel bazı ihtiyaçları arasında yaşamak ve eceliyle ölmek, beslenmek, barınmak, seksüel ihtiyaçlarını gidermek, diğer insanlarla etkileşim içerisinde olmak, hareket etmek, gülmek-eğlenmek, bireyselliği için özel bir alan sahibi olmak gibi koşullar vardır. Nussbaum kültürel farklılıkları hiç bir zaman reddetmemesine karşın bu özelliklerin çok temel insani ihtiyaçlar olduğunu ve her toplumda, her insanda gözlemlenebileceğini ifade eder. Bu özellikleri belirlerken Nussbaum, tarih boyunca yazılmış klasik yapıtları, destanları, efsaneleri, kitapları incelediğini belirtir. Herkese özgü olduğunu düşündüğü bu özellikleri koruyacak ve o nedenle insanoğlunu kurtaracak olan sosyal devletin temel prensiplerinin bu ihtiyaçlardan hareketle ortaya çıkarılması gerektiğini savunur. Bu liste oldukça temel ihtiyaçlar üzerine belirlenmiş ve kesin sınırları olmayan bir listedir. Kültürden kültüre, zamandan zamana, ülkeden ülkeye değişkenlik gösterebileceği gibi kimi toplumlarda farklı eklemeler yapılabilmektedir. Aristo felsefesinin en önemli özelliği her şeye kuşkucu ve iyi insan yaşamına ne derecede katkıda bulunacağı doğrultusunda yaklaşan derin ve geniş yaklaşımıdır. Yani bir toplumda özel mülkiyet iyi ve üretken insan yaşamının hayata geçirilmesinde sorun olarak görülebildiği gibi, faydalı olarak da görülebilir. Bu noktada Nussbaum kesin sınırlar çizmekten kaçınır ancak her insanın sağlıklı yaşama, beslenme, barınma, güvenlik, hareket ve ifade özgürlüğü, toplumsal yaşama dahil edilmiş olması gibi haklarının bulunması gerektiğini belirtir. Nussbaum İskandinav ülkeleri anayasalarından verdiği örneklerle sosyal demokrat devletlerin nasıl farkında olarak ya da olmayarak Aristocu bir çizgide geliştiklerini ispatlar.
Nussbaum’a yöneltilen en önemli eleştiri Aristo okumasında seçici davranmasıdır. Zira iyi ve üretken insan yaşamı kurulmasını teorisinin merkezine yerleştiren hümanist Aristo bir yandan da kadınları, köleleri vatandaş olarak görmemekte, siyasal alanın dışında bırakmaktadır. Dahası köleliğin bazı insanlar için doğal olduğunu kanıtlamak adına biyolojik deneyler yapmakta ve köleliği açıkça savunmaktadır. Ancak Aristo’yu dönemsel koşullarda incelemekte ve bu sorunu sadece kadınlar ve kölelerin siyasal alanın dışında bırakılmasına bağlamak yanlış olmaz. Zaman içerisinde kadınların ve tüm insanların siyasal alana dahil edilmesiyle aynı haklar onlar için de geçerli olmuş ve iyi ve üretken insan yaşamı kriterleri onlara da uygulanmaya başlamıştır. Bu nedenle Nussbaum Aristo’yu haksız suçlamalardan kurtarmaya ve sosyal demokrasi kuramının merkezine oturtmaya çalışır. Gerçekten teorisi Türkçe’ye çevirmesi oldukça zor ve derindir. Liberalizmin eşitsizlikleri çözmedeki acizsizliğini göstermesi sanırım en önemli özelliğidir. Ancak iyi ve üretken insan yaşamını hayata geçirecek, toplumsal dönüşümü gerçekleştirecek devletin yönetim şekli ve nitelikleri hakkında aynen Aristo gibi ipucu vermekten kaçınır Nussbaum. Haliyle bu devletin daha geniş ve himayeci olacağını iddia edebiliriz. Nussbaum’un bir diğer çekincesi de bu temel insani ihtiyaçlardan oluşturduğu teorisinin çoğulculuğa aykırı olduğunun iddia edilmesi ve ayrı bir köleleştirici söylem gibi değerlendirilmesidir. Ona göre bu bir söylem değil, insanoğlunun zaten bildiği çok basit insani ihtiyaçların kağıt üzerine dökülmüş şeklidir ve toplumdan topluma, zamandan zamana göstereceği değişiklerle çoğulculuğa açıktır. Ayrıca John Rawls’un Amerikan sistemine özgü, vergilendirmeye dayalı adil sisteminin evrensel olmadığını belirten Nussbaum, Aristo sosyal demokrasisinin evrensel bir niteliği olduğunu belirtir.
Ozan Örmeci
Bu makale Ozan Örmeci'nin Ozan Yayıncılık tarafından 2009 Ekim ayında piyasaya sürülen "Solda Teoriler ve Tarihsel Tartışmalar" adlı kitabından alınmıştır. Kitabı satın almak için Idefix, Kitap Yurdu ve benzeri kitap satış sitelerine bakabilirsiniz.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder