-->
2 Ekim 1869 ve 30 Ocak 1948 tarihleri arasında yaşamış olan Mohandas Karamchand Gandhi ya da daha yaygın bilinen ismiyle Mahatma Gandhi, 1948 yılında yediği hain bir kurşunla ölmüş olmasına karşın, öncü siyasal-toplumsal tavrı ve barış temalı mesajları günümüze miras kalmış ve bugüne dek yaşamıştır. Fazlasıyla rasyonel bir özü bulunan Batı ideopolitik düşüncesi günümüze dek Gandhi’nin ruhani yönünü ön plana çıkararak, oryantalist bir bakış açısıyla onu kendi siyasal dünyasında olmayan mistisizm perspektifinden yansıtmaya çalışmasına karşın, Gandhi aslında mesajını 21. yüzyıla dek taşıyabilmiş önemli bir anti-emperyalist siyasal lider ve ulusal kahramandır. Bu yazımda diğer sivil itaatsizlik hareketlerine örnek olmuş Satyagraha hareketinin kurucusu ve Hindistan’ın bağımsızlığının mimarı olan Mahatma Gandhi’nin hayatını, 1982 tarihli Richard Attenborough’nun yönettiği Gandhi filmine de esin kaynağı olan Louis Fischer’in “Gandhi His Life and Message for the World” kitabından hareketle anlatmaya çalışacağım.
Mohandas Karamchand Gandhi 1869 yılında Hindistan’da Porbandar, Gujarat’ta doğmuştur. Porbandar’da önemli bir siyasi konumu bulunan Karamchand Gandhi’nin oğlu olarak dünyaya gelen Mohandas, Hindu felsefesini özümsemiş olan annesinin etkisiyle küçük yaşlardan itibaren vejetaryen olmuş, tüm canlılara dostça yaklaşmak ve hoşgörülü olmak gerektiğine inanmıştır. Kast sisteminin üst sıralarında yer alan Vaishya sınıfına dahil olan Gandhi ailesi, ekonomik ve sosyal statü olarak iyi bir konumdadırlar. 1883 yılında Gandhi henüz 14 yaşındayken mahalleden arkadaşı olan yaşıtı Kasturba Makhanji ile evlenmiştir. Ömür boyu evli kalacak çiftin 4 oğulları olacaktır (1888 doğumlu Harilal Gandhi, 1892 doğumlu Manilal Gandhi, 1897 doğumlu Ramdas Gandhi ve 1900 doğumlu Devdas Gandhi). Gençliğinde vasat bir öğrenci olan Mohandas Gandhi, Bombay Üniversitesi’nde de oldukça başarısız başlayan hukuk eğitimine İngiltere’de University College London’da devam etmeye karar verir ve 18 yaşında karısıyla beraber İngiltere’nin yolunu tutar. İngiliz edebiyatına, uygar şehir yaşamına ve adetlerine hayranlık besleyen ve kısa sürede buraya uyum sağlayan Gandhi, yine de vejetaryenliğinden vazgeçmemiş ve İngiliz Vejetaryenler Derneği’nde yönetici dahi olmuştur. İngiltere’de eğitimini başarıyla tamamlayan Gandhi, buradaki yıllarında yalnızca Batı felsefesi ve politik düşüncesiyle tanışmakla kalmamış ve Hinduizm başta olmak üzere tüm dinleri geniş çapta araştırmıştır. Galler ve İngiltere barosuna kabul edildikten sonra Hindistan’a dönen Gandhi, ülkesinde avukat olarak çalışmaya başlamış ancak kast sistemi başta olmak üzere ülkesine özgü farklılıklar ve gerilikler nedeniyle mesleğinden istediği hazzı alamadığı için daha sonra okul öğretmenliği yapmaya başlamıştır. 1893 senesinde Güney Afrika’da bulunan bir Hint firmasından hukuk danışmanlığı teklifi alan Gandhi, teklifi kabul ederek Güney Afrika’da Natal’a gitmiştir. Güney Afrika tecrübesi Gandhi’nin hayatını değiştiren çok önemli bir olaydır…
Güney Afrika’ya gidene dek siyasal konularda oldukça çekingen ve muğlak bir tavrı bulunan Mohandas Gandhi, burada apartheid sistemini ve zencilere yönelik baskıları görünce; zaten Hinduizm etkisiyle küçük yaştan beri merak saldığı barış ve hoşgörü yanlısı düşüncelerini netleştirmiş ve siyasal bir düzleme oturtmaya başlamıştır. Güney Afrika’da bir seyahati sırasında birinci sınıf vagona oturmasına izin vermeyen tren görevlileri ve polislerle kavga etmesi onun ilk siyasal eylemi olacak ve Gandhi kendisini trenden atılmış olarak yerde bulacaktır. Güney Afrika’da Hint komünitesinin yaşadığı Durban’da Hintlilere oy hakkı verilmemesine ilişkin bir yasanın geçmesi nedeniyle Gandhi Hindistan’a dönüş planlarını erteleyerek, Güney Afrika’da siyasal aktivizme başlamıştır. Buradaki Hintlileri örgütleyen ve tek siyasal güç olan Natal Hint Kongresi’ni kuran Gandhi, yaptığı yayınlarla ayrımcı İngiliz politikalarını dünya kamuoyuna duyurmuş ve İngilizleri oldukça endişelendirmiştir. Hintlilerin tam vatandaşlık haklarının verilmesi için Boer-İngiliz Savaşları süresince İngilizlere cephe gerisinde yardımda bulunmak üzere bir 1000 kişilik bir Hintli ekibi kurduran Gandhi, savaş sonrası İngilizlerin hakları konusunda bir şey yapmaması üzerine büyük bir hayal kırıklığına uğramış ve İngilizlere duyduğu güven sarsılmıştır. Bir sivil itaatsizlik tekniği olan Satyagraha stratejisini bu yıllarda geliştiren Gandhi, 1906 yılından başlayarak Güney Afrika’daki Hintlileri tam vatandaşlık haklarının olmadığını belirten nüfus cüzdanlarını polislerin gözü önünde toplu olarak yırtmaya, çöpe atmaya ve yakmaya yönelik eylemler düzenlemiş ve bu gösteriler nedeniyle birçok kez gözaltına alınmış ve dayak yemiştir. Hintlilerin bu pasif ancak etkili direnişleri nedeniyle İngiliz otoriteleri sonunda Gandhi ile anlaşmak zorunda kalacak ve Gandhi ilk zaferini elde edecektir. 1915 yılında Güney Afrika’da yaşayan bazı Hintlilerin katıldığı bir ashram kuran Gandhi, kast sistemi ve ten rengine dayalı ayrımcılığı yok sayan komünal yaşam alanı sayesinde bir kez daha medyanın gündemine gelmiştir. Gandhi mücadelesine devam etmek için ülkesine döner ve ülkesindeki önemli siyasal liderlerle görüşmelere başlar. Artık amaç Hindistan’ın bağımsızlığıdır…
Birinci Dünya Savaşı’nda tam vatandaşlık haklarının elde edilmesi için Hintlileri İngilizlerin yanında savaşmaya davet eden Gandhi, savaş sonrası İngilizlerin tutumu değişmeyince İngilizlere asla güvenilmeyeceğine kesin olarak kanaat getirmiştir. Champaran ve Kheda’da yaktığı bağımsızlık ateşiyle geniş kitlelerden destek gören Gandhi, 13 nisan 1919 tarihinde yaşanan Amritsar Katliamı’na rağmen barış yanlısı pasifist mücadele stratejisinden vazgeçmemiştir. 13 Nisan 1919 tarihinde Mohandas Gandhi öncülüğünde örgütlenen Hindistan'ın bağımsızlığı yanlısı bir sivil itaatsizlik eylemi nedeniyle İngiliz askerlerinin meydanda toplanmış halka acımasızca ateş açmasıyla vuku bulan bu olay nedeniyle İngiliz generali Reginald Dyer ve İngiltere hükümeti dünya kamuoyunda lanetlenecek ve Hindistan bağımsızlık hareketi güçlenecektir. Bu olay sonrası kurulma sürecine giren Hindistan Kongre Partisi’nde bir grup silahlı mücadeleyi savunurken Gandhi ağırlığını koyarak savaşın sivil itaatsizlik yoluyla devam etmesini sağlamıştır. Swadeshi politikasıyla İngiliz malları başta olmak üzere yabancı malların satın alınmamasını sağlayan Gandhi, düzenlediği tuz yürüyüşleriyle de tüm ulusun desteğini sağlamış ve Hint halkının gözünde bir öncü ve önder haline gelmiştir. Bu eylemler neticesinde İngiliz hükümetini Hindistan’da temsil eden Lord Edward İrwin Gandhi ile 1931 yılında bir anlaşma yapıyor ve bu anlaşmayla barış eylemlerine katılan tüm siyasal suçlular serbest bırakılıyordu. Ayrıca Gandhi Londra’da İngiliz parlamentosuna davet ediliyordu. Gandhi Londra’ya son bir umutla gidiyor ancak görüşmelerde Hindistan’ın bağımsızlığına yönelik bir karşı tavır olduğunu fark ederek ülkesine geri dönüyordu. Lord İrwin’in yerine göreve gelen Lord Willingdon ise bağımsızlıkçıları silah zoruyla bastırabileceğine inanıyordu. Ancak İngilizler silahlarına davrandıkça Hintliler daha da büyük bir azimle bağımsızlıkları için pasif direnişlerine devam ediyorlardı. Bu dönemde Gandhi’nin cılız vücudu Hint ulusunun sembolü haline geliyor ve Gandhi’nin hükümetin sert politikalarına karşı başlattığı açlık grevleri sonucu Gandhi’nin ölmesi durumunda bir iç savaş yaşanacağından korkan İngilizler her seferinde onun sözünü dinlemek zorunda kalıyorlardı. Ancak bu dönemde fanatik Hindu milliyetçileri de türemeye başlıyor ve Gandhi’nin hayatına yönelik üç başarısız saldırı yapılıyordu.
Artık Hindistan Kongre Partisi sosyalist ekonomiye dayalı, Müslümanlarla Hinduların ayrılacağı federatif bir devlet kurma planları yapmaktadır. Ancak Gandhi Müslüman ve Hinduların ayrılmadan bir arada yaşayabileceğine inandığı için partiye büyük tepki gösterir. Bu tartışmalar alevlenmeye başlamışken çıkan İkinci Dünya Savaşı nedeniyle Hindistan’da savaşta izlenecek strateji tartışmaları ön plana çıkar. Kongre Partisi’nde bir grup İngilizler yanında savaşa girilmesini desteklerken Gandhi, özgürlük adına savaştığını iddia edenlerin Hindistan’da özgürlüğe izin vermediklerini söyleyerek savaşta tarafsız kalmayı tercih eder. Bu nedenle İkinci Dünya Savaşı süresince Hindistan’ın bağımsızlığına yönelik propagandanın dozu arttırılır. İngilizlerin Hintli protestoculara ateşle karşılık verdiği büyük eylemler sonrası Hintli bağımsızlık savaşçıları yüzlerce İngiliz asker ve polisi öldürür. Gandhi bu anarşinin durdurulması için yaşlı ve yorgun vücuduna rağmen yeni bir açlık grevine başlar. Bu grev nedeniyle ortalık biraz olsun yatışır ancak Gandhi’yi karısının ölümü nedeniyle yine üzücü günler beklemektedir. İkinci Dünya Savaşı sonrası Hindistan’a bağımsızlığının verileceğinin belli olması sonrası Müslüman ve Hindu liderleri arasında görüşmeler ve pazarlıklar başlamıştır. Gandhi görüşmeler boyunca tek birleşik bir Hindu ve Müslüman Hindistan’ında diretmesine karşın, sokaklarda her iki tarafın fanatikleri birbirini acımasızca öldürmektedir. Gandhi’nin kansız devrim ve demokrasi stratejisi tam da başarıya ulaşmak üzereyken maalesef binlerce kişi kadın-çocuk demeden sokaklarda katledilmektedir. Gandhi’nin son açlık grevi nedeniyle çatışmalar yatışır ancak birleşik bir Hindistan’ın kurulması artık çok zordur. Gandhi’nin birleşik Hindistan düşleri aslında Müslümanlardan da destek bulmasına karşın, artan iç çatışma ve Muhammed Ali Cinnah’ın ayrılma yanlısı güçlü liderliği nedeniyle bağımsız Hindistan henüz kurulma aşamasında Hindistan ve Pakistan olmak üzere ikiye ayrılır. Gandhi bu durumda hoşnut değildir ve Hindistan’ın kurulmasını kendi başına keder içinde izlemektedir. Pakistan’la birleşme olabilmesi için Cinnah’la yapacağı temaslar ve verdiği barış mesajları onu Hindu milliyetçilerinin hedefi haline getirir. Ve sonuçta 1948 yılında bir Hindu fanatiği tarafından öldürülür. Ancak o cılız bedenin yaptıkları yaşadığı dönemle sınırlı kalmayacak kadar önemli ve etkilidir...
Mahatma yani “yüce ruh” lakabı uygun görülen Gandhi gerçekten de hayatı boyunca yüce bir ruh sahibi olduğunu ispatlarcasına haksızlıklara ve eşitsizliklere karşı barışçı yollarla mücadele etmiş ve farklılıkların bir arada yaşama engel olmadığını savunmuştur. Dünya siyasetine bıraktığı en önemli miras da bu hoşgörülü ancak azimli mücadele tavrıdır. Bugün bazı sivil toplum kuruluşlarının benimsediği bu barışçıl strateji maalesef ki gelinen noktada azgın emperyalist güçler tarafından şiddetli tepkilerin önlenebilmesi açısından destek görmektedir. Oysa şu unutulmamalıdır; Gandhi aynı Mustafa Kemal Atatürk gibi emperyalizmin suratına tokat atmış güçlü bir ulusal ve anti-emperyalist liderdir. Benimsediği yöntem günümüz dünyasında geçerliliğini kaybetmiş olabilir ancak hoşgörüsü, gerçeği arama isteği, basitliği ve sıradan halkı yücelten siyasi tavrı, inatçılığı ve sabrı günümüzün haklı kavgalarına da çok önemli püf noktaları sunmaktadır. Gandhi sonuçta bir insandır ve hayatı boyunca birçok hata da yapmıştır. Ancak onu yücelten ve ruhani lider olmasını sağlayan onun davasına olan bağlılığı ve sınırsız inancıdır. Çok yaşa yüce ruh !
KAYNAKLAR
-Fischer, Louis, “Gandhi His Life and Message for the World”, 1982, New York: New American Library
-Wikipedia.org, http://www.wikipedia.org/
- Mahatma Gandhi web site, http://www.mkgandhi.org/
Ozan Örmeci
Sevgili Adaşım, tebrik ederim çok güzel bir makale kaleme almışsın. Başarılarının daim olmasını diliyor , sabırsızlıkla yeni makalelerini bekliyorum.
YanıtlaSilOzan Ayhan