Cumhuriyet Halk Partisi’nin ideolojik ve toplumsal temellerini anlamak için Osmanlı İmparatorluğu’nun özellikle 19. yüzyılda yoğunlaşan çağdaşlaşma (modernleşme) çabalarına ve Jön Türkler hareketi ile İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Partisi’ne daha yakından bakmak gerekir. Osmanlı İmparatorluğu’ndaki reform ve modernleşme hareketleri Lale Devri ile başlayıp, 18. ve 19. yüzyıllar boyunca sürmüştür. Bu hareketlerin doruk noktasına ulaştığı 19. yüzyılda gerçekleşen Tanzimat Fermanı ve Islahat Fermanı ile Müslüman ve gayrimüslim tebâya can ve mal güvenliği getirilmiş, Osmanlı Devleti de Avrupalı devletler gibi tebâsını yurttaşa çevirme yönünde somut bazı ilk adımlar atmıştır. Ancak bu reformların gerçekleştiği süreçte İmparatorluğun ekonomik ve siyasal alanlarda hızla dışa bağımlı hale geldiği, Avrupa’nın Keşifler Çağı, Sömürgecilik ve Sanayi Devrimi ile yaptığı büyük atılımlara çağın gerisinde kalmış bir din-tarım İmparatorluğu olarak karşılık veremediği ve hastalandığı (hasta adam benzetmesi 20. yüzyılda Avrupa basınında Osmanlı Devleti için yapılmaktaydı) bir gerçekti. Dolayısıyla modernleşme çabaları, ülkenin bütünlüğünü sağlama ve beka sorunlarını çözme amaçlarının gölgesinde yavaş bir şekilde ve geleneksel merkez-çevre karşıtlığı ve patrimonyal devlet yapısı nedeniyle var olmayan bir toplumsal temel üzerinden yükseliyordu.
18. yüzyıl sonlarında Sultan III. Selim’den başlayarak yurtdışına çeşitli alanlarda temsilciler ve öğrenciler gönderen, 19. yüzyılda Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye gibi modern eğitim kurumları inşa eden Osmanlı Devleti’nin kaderi şimdi yurtdışında ve bu çağdaş okullarda yetişmiş yeni askeri-bürokratik sınıfın vatansever hisleri ve olağanüstü çabalarına bağlıydı. 1789 Fransız Devrimi’nin yaydığı özgürlük-eşitlik-kardeşlik idealleri ve milliyetçilik ideolojisiyle donanmış bu yeni oluşan kesim içerisinden çeşitli örgütlenmeler, gizli dernekler, fikir kulüpleri çıkmakta ve devletin nasıl kurtarılacağı yönünde hararetli tartışmalar yapılmaktaydı. Yeni Osmanlılar ve Genç Osmanlılar gibi derneklerle başlayan bu süreç, Namık Kemal gibi kendi öncü entelektüelini de üretiyordu. Birinci Meşrutiyet ’in ilanıyla (1876) umutlanan bu ilerici kesimler, Sultan II. Abdülhamid’in meşrutiyeti ve meclisi feshederek kendi mutlakiyetçi istibdat (baskı rejimi) yönetimini ilan etmesiyle yeni arayışlara başlıyorlardı. İttihad-ı Osmani Cemiyeti veya sonrasında aldığı ve daha iyi bilinen adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti, iyi eğitim almış toplumsal kesimlerden büyük destek alarak hızla büyüyor ve istibdat rejimine rağmen varlığını özellikle yurtdışında sürdürmeyi başarıyordu. II. Abdülhamid’in büyük toprak kayıplarına yol açan ve baskıcı ve başarısız yönetimi karşısında orduda ve devlet kademelerinde hızla destekçi sayısını arttıran İttihat ve Terakki Cemiyeti, yurtdışındaki Jön Türk hareketlerini de bir merkez altında toplamayı başararak istibdat yönetimini yıkmanın yollarını arıyordu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin amacı; “1-) vatanı içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak, 2-) milleti içinde bulunduğu zulüm ve esaretten çıkarıp insanlığa layık bir biçimde yaşatmaktır. Bu amaçlara varmanın yolu ise 1293 Kanun-u Esasi'sinin (1876 Anayasası) temami-i tatbiki ve devam-ı meriyeti olduğundan, bu Cemiyetin esas amacı olmaktadır. Ayrıca birinci ve ikinci amaca varmanın bilâ farkı cins ve mezhep (mezhep ve cins farkı olmaksızın) bütün Osmanlıların kutsal görevi ve açık menfaatlerinin gereği olduğu da hatırlatılmaktadır” . İttihat ve Terakki Cemiyeti ve sonrasında İttihat ve Terakki Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak olan kuşağı yetiştiren, son derece vatansever ve cesur kişilerden oluşmuş bir örgüttü. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının varacağı Cumhuriyet ve laiklik fikirleri, Osmanlıcılık etkisinden tam anlamıyla sıyrılamamış olan İttihatçılarda henüz oluşmamıştı ve bu nedenle meşruti monarşi rejimiyle Osmanlı Devleti’nin kurtarılabileceğini öngörüyorlardı.
Jön Türkler ve İttihatçılar hakkında birçok düşünür ve tarihçi çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Mesela tanınmış yazar Profesör Yalçın Küçük “Şebeke-Network” adlı kitabında şöyle söylemiştir; “Jön Türkler’i nasıl anlatabiliriz, Türkiye’nin ilk jakobenleri demek mümkündür, ancak eksik kalacağını sanıyorum ve belki de profesyonel devrimci denebilir, düşünebiliriz, yalnız yetersiz olmasının yanında bir de çok eskitilmiş bir nitelemedir. Araştırmayı sürdürebiliriz, ama daha ileri gitmeden, Jön Türkler için yenilgiyi tanımayanlar diyebiliriz” .
1960 ve 1970’lerin soldaki efsane ismi Doğan Avcıoğlu ise Yahya Kemal’den alıntılayarak Jön Türkler hakkında şöyle yazmıştı, “Yeni Osmanlılar yerine Frenklerin deyişiyle Jön Türkler diye anılan aydınlar, rüşvetle satın alınmaya yanaşmadıkları ölçüde, sürülmek, susmak ya da Avrupa'ya kaçmak zorunda kalırlar. Yahya Kemal şöyle der: 1903’te Türk gencine göre siyasal yaşam neydi? Namık Kemal'in bırakmış olduğu bir gelenekti; içeride sürgün, dışarıda kaçak yaşamı. Bu gelenek gitgide Jön Türklük adını almıştır. İstanbul'da ise, Jön Türkler’e kısaca Con denilir. Con, başı belada adam demektir. Dışarıdaki tehlikeli kişiler Con'dur” .
Profesör Hikmet Özdemir ise şunları yazmıştır; “Bir siyasi tavır ve okul olarak İttihat ve Terakki bir vatanseverler hareketidir. Bilindiği gibi İttihat ve Terakki 1789 Fransız İhtilali’nin etkisindedir. Bir bakıma onların dönemi 1839'dan beri sürdürülen Osmanlı Yenileşmesi’nin son evresidir fakat çok dramatik bir gerçektir ki, İttihat ve Terakki Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecini hızlandırmıştır. Bununla birlikte Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp’ta ve Dünya Savaşı’nda vatan toprakları için İttihat ve Terakki’nin önderleri ve kadroları gözlerini kırpmadan hayatlarını ortaya koymuşlardır ve canlarını vermişlerdir. 1920’de Sevr Antlaşması’yla birlikte Balkan ve Dünya savaşlarının kahramanlar kuşağından sağ kalabilenler bu defa Atatürk’ün önderliğinde Türk İstiklal Savaşı’na katılmışlar Türk ulusunun milli devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve inşasında aktif görevler üstlenmişlerdir" .
Profesör Sina Akşin ise İttihatçıları şöyle anlatmıştır; “İttihat ve Terakki mekteplilerin siyasal örgütüydü. Sözü edilen mektepler 1827’de açılan Tıbbiye, 1834’te açılan Harbiye ve 1859'da açılan Mülkiye’dir. Bu okullarda ilk kez çokça denebilecek sayıda, düzenli olarak yeni adamlar yetişmeye başladı. Yeni adam demek çağcıl (modern) adam demekti. Yani ortaçağcıl olmayan özgür kafalı insanlar. Bu insanlar böyle bir dönüşümden sonra topluma bir ölçüde yabancılaşmış oluyorlardı. Başta onları yetiştiren devlet kendilerini bağrına basmıyordu. Fakat devlet onlara gereksinimi olduğunu bildiği için yine de onları yetiştirmek, yetişince onlara belirli görevler vermek zorunluluğunu duyuyordu. Çünkü batmakta olan imparatorluğun ancak onların çatışmalarıyla ayakta kalabileceğinin farkındaydı. Devlet kerhen de olsa onlara tahammül etmek durumundaydı” .
Profesör Metin Heper ise Jön Türk hareketi ve İttihat ve Terakki ile başlayan Türk milliyetçiliğini şöyle izah ediyordu; “Osmanlı Padişahlarının önce Osmanlılığa sonra Osmanlı-İslamcılığa sarılarak imparatorluğun bütün unsurlarını hanedanlık şemsiyesi altında tutmak için gösterdikleri büyük çabalara karşın, gayrimüslim unsurlar Osmanlıcılık, Türk olmayan Müslümanlar da Osmanlı-İslamcılık formülünü reddettiler. Bu nedenle ülkeyi dağılmaktan kurtarma sorumluluğu geri kalan Türklerin omuzlarına yüklendi. Bu durum Türkler arasında daha önce bulunmayan bir ulusal bilinç duygusunun geliştirilmesini zorunlu kıldı. Ulusal bilinçten kaynaklanan ulusal birliğin Türkleri bir arada tutabileceği ve böylece imparatorluğun artakalan topraklarını savunabilecekleri düşünüldü” .
Genellikle yurtdışında okuyan veya bir süre yurtdışında sürgünde yaşamak zorunda kalan İttihatçılar hakkında ilginç bir yorum da onların idealizmlerinden etkilenen araştırmacı yazar Soner Yalçın tarafından yapılmıştır; “Kaybetmeyi onurlarına yediremeyen bir kuşaktı onlar, asi delikanlılar kuşağı" .
Günümüzde İttihat ve Terakki dönemi hakkında yazılan eserler genellikle Osmanlı’nın yıkımına neden siyasi gelişmeler ve savaşlar ile “triumvira” yönetimi liderlerinin hayat hikayeleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Son dönemde artan “sözde Ermeni soykırımı” iddiaları nedeniyle “tehcir” meselesi üzerine de pek çok yayın yapılmıştır. Ayrıca İttihatçı liderlerin ve fedailerin kahramanlıkları üzerine bir ulusalcı literatür de oluşmaya başlamıştır. Ancak İttihat ve Terakki döneminin siyasal bilimler açısından atlanan veya görmezden gelinen bir diğer çok önemli unsuru bu dönemde hâkim olmaya başlayan ve Kemalist Devrim’e de kaynaklık etmiş modernleşme anlayışı ve çabalarıdır.
Dağılmakta olan bir imparatorluğu kurtarmak için büyük bir azimle ve sert metotlarla hareket eden İttihat ve Terakki hareketi, üst üste alınan ağır yenilgiler ve büyük toprak kayıplarının yarattığı travmatik atmosfer içerisinde, devletin kurtuluşu için gerekli olan reçeteyi her alanda çağdaşlaşmak ve dönemin ileri Batı medeniyetini yakalamak olarak görmüş ve bu nedenle çeşitli alanlarda reform paketlerini uygulamaya sokmuşlardır. Feroz Ahmad’in çok doğru bir şekilde tespit ettiği şekilde İttihatçılar bu kaos ortamında devleti yeniden canlandırmak ve dünya devletleri arasında söz sahibi yapabilmek için adeta kumar oynuyor ve “ya hep, ya hiç” mantalitesiyle hareket ediyorlardı . Ancak çağdaşlaşma çabalarının yabancı devletlerin çıkarlarıyla çatışması nedeniyle İttihatçılar dış ve iç politikada büyük zorluklarla karşılaşıyor ve içeride karşılaştıkları -dışarıdan da büyük destek bulan- dine dayalı liberal propaganda karşısında baskıcı yöntemler uygulamaktan kaçınmıyorlardı. İttihat ve Terakki yönetimin çağdaşlaşma anlamında attığı en önemli adımlardan birisi kuşkusuz 9 Eylül 1914 tarihinde kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırmasıdır. Bu çabaların da etkisiyle 2 Ağustos 1914 tarihinde yapılan Türk-Alman ittifakı ile Osmanlı Devleti uzunca bir süre sonra bir Avrupalı devlet tarafından eşit olarak kabul edilmiştir .
İttihat ve Terakki döneminin ayırt edici özelliklerinden birisi eğitim alanında yapılan reformlardır. Tanzimat döneminden başlayarak devletin Batı karşısındaki çaresizliğini ortadan kaldırmak için eğitimi bir kurtuluş yolu olarak gören Osmanlı aydınlarının etkisiyle İttihatçı dönemde eğitime büyük yatırım yapılmıştır. İttihatçı yönetim Edirne’yi kurtarmak için para bulamadığı dönemde dahi eğitim bütçesini istikrarlı bir şekilde arttırmıştır. 1908 yılında 200 bin lira olan eğitim bütçesi 1909’da 660 bin, 1910’da 940 bin, 1914’te ise 1.237.000 liraya çıkmıştır . Bu dönemde yabancı ülkelere çok sayıda öğrenci gönderilmiş, yurtdışından çeşitli alanlarda uzmanlar getirilerek eğitim kalitesi arttırılmıştır. Ordudaki subay eksiğine rağmen Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlik çağındaki öğretmenler askerlikten muaf tutulmuştur. Halk eğitiminin gelişmesi için Milli Talim ve Terbiye, Halka Doğru ve Türk Ocakları gibi dernekler kurulmuştur. Bu derneklerin çabalarıyla İttihat ve Terakki döneminde vatandaşın eğitilmesi için sayısız konferans düzenlenmiştir. Özellikle köylüler ve kadınların bilinçlendirilmesi için özel çaba gösterilmiştir. Ayrıca yabancı okullarda Türkçe ile tarih ve coğrafya dersleri okutulması zorunlu kılınmıştır. Türk dil ve kültürüne uygun yeni okul kitapları hazırlanmış ve yabancı klasikler dilimize çevrilmiştir.
İttihat ve Terakki döneminde sanat alanında da önemli gelişmeler olduğunu görüyoruz. Öncelikle 1916 yılından itibaren her yıl bir devlet resim sergisi açılmış ve devlet resim başta olmak üzere tüm sanat dallarının yaygınlaşması için büyük çaba göstermiştir. Bu nedenle İstanbul’da biri kadınlar, biri erkekler için iki konservatuar kurulmuştur. Batı müziğinin Anadolu’ya girişi de bu sayede olacaktır. Devlet tiyatronun gelişmesi için İstanbul’daki tiyatrolara maddi yardım yapmış, bir aktör yetiştirme okulu da açılmıştır. Nitekim Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ilk Türk kadın tiyatrocuları sahne almaya başlamıştır. Ayrıca Türk mimarisi, hattatlık ve tezhip gibi alanlarda canlandırma amaçlı çeşitli çalışmalar yapılmıştır. İttihat ve Terakki döneminde sürmekte olan savaşa ve askeri önceliklere rağmen sanata verilen önem gerçekten çok dikkat çekicidir.
Eğitim ve sanattan öte İttihatçı dönemin en önemli özelliği modernleşme ve laikleşme açısından önemli somut hukuki adımların atılmış olmasıdır. 1916 yılı parti kongresinde hükümet; Şeriat ve modern kanunlar arasındaki ikiliği ortadan kaldırmak için bir kanun tasarısı hazırlamış ve tasarı ezici bir çoğunlukla kabul edilmiştir . Tasarıya göre bütün Türk vatandaşları için din farkı olmaksızın evlenme esası getirilmiştir. Dinci çevrelerden gelen büyük protestolara rağmen Kuran Türkçe’ye çevrilmiş, geleneksel Cuma hutbeleri Türkçe yapılmaya başlanmıştır. Dinci yayın organları kapatılmış, toplumun dinsel dogmatizm etkisinden kurtularak laikleştirilmesi süreci başlatılmıştır.
İttihat ve Terakki dönemi kadın hakları açısından da son derece önemli adımların atıldığı bir dönemdir. Bu dönemde üniversiteler ve liseler kadınlara açılmıştır. Ziya Gökalp gibi Feminizm akımını ülkeye tanıtan ilerici düşünürler; çarşaf ve örtünme aleyhtarı yazılarıyla kadınların çarşaflarını çıkarmasalar bile yüzlerini açabilmelerini sağlamışlardır. Enver Paşa savaşta erkeklerin yerine kadınların çalışabilmesi için bir dernek kurmuş, bu sayede ordu atölyelerinde binlerce kadın çalışmıştır. İlk kadın iş taburu bu dernek sayesinde kurulmuştur. Tabur, Birinci Ordu hizmetinde cephe gerisinde görev yapmıştır. Kadınlı erkekli sosyal toplantılara ağırlık verilmiş, toplumun gerici uygulamalardan kurtularak kadının da yer aldığı modern hayata alışması için gayret gösterilmiştir. Gregoryen takvimin kabulü, ağırlık ve uzunluk ölçülerinde birlik, dil reformu ve izcilik kanunu bir çok önemli gelişme de İttihat ve Terakki döneminde yapılmıştır. Latin harflerinin kabulü düşünülmüş ancak onun yerine eski yazının çeşitli biçimlerde okunmasını engellemek amacıyla Enver Paşa tarafından Arap harflerine bağlı kalınan sınırlı ölçekte bir harf inkılabı da yapılmıştır. Yeni futbol takımlarının kurulması ve önceden kurulmuş olanlarla beraber düzenli bir şekilde maç yapar hale getirilmesi de İttihatçı dönemin getirdiği yeniliklerden birisi olmuştur.
Ekonomik alanda da milli ve çağdaşlaşmacı bir duruşu olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Partisi, tüm ekonomik özerklik taleplerine karşın yabancı sermayeye olan ihtiyaçlarının farkında oldukları için bu alanda çeşitli girişimlerde bulunmuş ve özellikle Japon modernleşmesinin etkisinde kalarak bu ülkeyle ekonomik ilişkileri geliştirmek istemiştir . Ancak Batılı devletlerin İttihatçıların giderek kendilerine daha fazla meydan okuyan ve halkı mobilize etmeye başlayan milliyetçi cereyanından ürkmesi neticesinde yabancı sermaye destekli ekonomik kalkınma projesi başarıyla gerçekleştirilememiş ve Japonya ile hayal edilen ölçüde ilişkiler kurulamamıştır. İttihat ve Terakki döneminde mali alanda yapılan reformlarla hükümet gelirleri yükselmesine karşın, çöken devletin mirası olan büyük dış borç neticesinde ilerleyen yıllarda bütçe açık vermeye başlamıştır . Ekonomide Alman sosyalist silah tüccarı Alexander Helphand’in (Parvus Efendi) fikirlerinden etkilenen İttihatçılar liberal tabuları yıkarak, kalkınmacı-korumacı bir anlayışla Müslüman-Türk burjuvazisini güçlendirmeye çalışmıştır. Tarım alanında da toprak reformu gibi devrimci projeleri olmasına karşın, ticaret ve sanayiye daha fazla önem veren İttihatçılar, gelen baskılar neticesinde tarımı modernleştirme ve ticarileştirmeye yönelik reformlarla yetinmişlerdir.
Jön Türkler ve İttihat ve Terakki hareketleri üzerine derinlemesine araştırmalar yapan Erik-Jan Zürcher’in de açıklıkla belirttiği gibi Kemalist Devrim’in Altı Ok’unu oluşturan ilkelerin temelleri devrimden on yıllar öncesinde atılmaya başlamıştır. Mesela zaten Türk toplumsal yaşantısına yabancı olmayan ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde kısmen gölgelenen laiklik akımının yeniden oluşması ve güçlenmesinde Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi aydınların büyük katkıları olmuştur . Türk milliyetçiliği ise Kemalist Devrim öncesinde özellikle elitler arasında oldukça gelişmiş ve kendini güçlü bir şekilde ortaya koymuş bir akımdır. İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi düşünürler Kemalist milliyetçiliğin resmen kabulünden çok önce onun temel motiflerini eserlerinde kullanmışlardır. Devrimcilik veya İnkılapçılık ilkesi; Kemalist ideolojide İttihat ve Terakki komitacı devrimciliğinin ötesinde bir anlam kazansa da, İttihatçıların reformizminden fazlasıyla etkilenmiştir . İttihatçıların Fransız pozitivizmi etkisinde oluşturdukları Halkçılık ilkesi ve Devletçilik anlayışı da muğlaklığına rağmen Kemalist Devrim’e önemli ölçüde ilham kaynağı olmuştur.
Tüm bu ilerici adımlardan görüldüğü üzere Kemalist Devrim’in her devrimde olduğu gibi Jakoben özellikleri bulunmasına karşın, bu devrimi gerçekleştirenler uzaydan gelmiş değildir. Prof. Şerif Mardin ve takipçilerinin Kemalizm’i “sosyal devrim” kategorisine sokmamaları ve adeta bir “saray darbesi” konumuna indirgemeye çalışmaları bu gerçeği değiştirmez. Kemalist Devrim’in izleri ve toplumsal tabanı entelektüel alanda Jön Türkler hareketinde, siyasal olarak da İttihat ve Terakki döneminde rahatlıkla bulunabilir. Zaten Norbert Von Bischoff’un da dediği gibi “Hazır olmayan şeyi, en keskin fikir dahi hayata çağıramaz ve fikrin nefesi kendisinde değmedikçe, en hazır olay şey dahi hayata kendiliğinden doğamaz” . Burada eleştirilmesi gereken nokta entelektüel dönüşüm ve sosyal değişimin Osmanlı Devleti’ndeki askeri sınıfla (saray, bürokrasi, ordu) ve tebâ (halk) arasındaki uzak mesafe, iletişimsizlik ve etkileşimsizlikten kaynaklanan merkez-çevre karşıtlığı nedeniyle dar bir alanda gerçekleştirilmiş olmasıdır. Tabii ki bu dönemdeki liderlerin vizyonları Mustafa Kemal kadar ileri de değildir. Dahası siyasal konjonktür Mustafa Kemal’in atacağı adımların o dönemde atılabilmesini imkansız kılmaktadır. Ancak Jön Türkler ve İttihat ve Terakki döneminde atılan ilerici adımlar bir anlamda toplumu ve özellikle de merkezde yer alan dar askeri, bürokratik ve entelektüel kadroları Kemalist Devrim için hazır hale getirmiştir. Bu nedenle günümüzde İttihatçı dönemin ve Jön Türklerin neo-liberal çalışmalarda hedef tahtası haline getirilmesinde ve çağdaşlaşmacı unsurlarının görülmemesinde genel olarak Kemalist Devrim’e ve modernleşmeye duyulan bir tepkiden söz etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Yine bugünlerde “milli irade” sözünü ağızlarından düşürmeyen ve demokrasi havarisi kesilenlerin; Türkiye’nin padişahlık yönetiminden meşruti monarşik bir rejime geçmesini, Meclis’in kurulmasına sağlamış İttihatçılara düşmanlık gütmeleri, kafalarında yeniden II. Abdülhamid dönemine benzer bir tek adam yönetimi hayali olduğu düşüncesini bizlere vermektedir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye’nin modernleşmesini incelemek isteyenlerin muhakkak ki öncelikle Jön Türkler ve İttihat ve Terakki geleneğini incelemeleri ve Kemalizm’in doğuşunu ve sınıfsal kökenlerini bu dönemde aramaları gerekmektedir.
18. yüzyıl sonlarında Sultan III. Selim’den başlayarak yurtdışına çeşitli alanlarda temsilciler ve öğrenciler gönderen, 19. yüzyılda Tıbbiye, Harbiye ve Mülkiye gibi modern eğitim kurumları inşa eden Osmanlı Devleti’nin kaderi şimdi yurtdışında ve bu çağdaş okullarda yetişmiş yeni askeri-bürokratik sınıfın vatansever hisleri ve olağanüstü çabalarına bağlıydı. 1789 Fransız Devrimi’nin yaydığı özgürlük-eşitlik-kardeşlik idealleri ve milliyetçilik ideolojisiyle donanmış bu yeni oluşan kesim içerisinden çeşitli örgütlenmeler, gizli dernekler, fikir kulüpleri çıkmakta ve devletin nasıl kurtarılacağı yönünde hararetli tartışmalar yapılmaktaydı. Yeni Osmanlılar ve Genç Osmanlılar gibi derneklerle başlayan bu süreç, Namık Kemal gibi kendi öncü entelektüelini de üretiyordu. Birinci Meşrutiyet ’in ilanıyla (1876) umutlanan bu ilerici kesimler, Sultan II. Abdülhamid’in meşrutiyeti ve meclisi feshederek kendi mutlakiyetçi istibdat (baskı rejimi) yönetimini ilan etmesiyle yeni arayışlara başlıyorlardı. İttihad-ı Osmani Cemiyeti veya sonrasında aldığı ve daha iyi bilinen adıyla İttihat ve Terakki Cemiyeti, iyi eğitim almış toplumsal kesimlerden büyük destek alarak hızla büyüyor ve istibdat rejimine rağmen varlığını özellikle yurtdışında sürdürmeyi başarıyordu. II. Abdülhamid’in büyük toprak kayıplarına yol açan ve baskıcı ve başarısız yönetimi karşısında orduda ve devlet kademelerinde hızla destekçi sayısını arttıran İttihat ve Terakki Cemiyeti, yurtdışındaki Jön Türk hareketlerini de bir merkez altında toplamayı başararak istibdat yönetimini yıkmanın yollarını arıyordu.
İttihat ve Terakki Cemiyeti’nin amacı; “1-) vatanı içinde bulunduğu kötü durumdan kurtarmak, 2-) milleti içinde bulunduğu zulüm ve esaretten çıkarıp insanlığa layık bir biçimde yaşatmaktır. Bu amaçlara varmanın yolu ise 1293 Kanun-u Esasi'sinin (1876 Anayasası) temami-i tatbiki ve devam-ı meriyeti olduğundan, bu Cemiyetin esas amacı olmaktadır. Ayrıca birinci ve ikinci amaca varmanın bilâ farkı cins ve mezhep (mezhep ve cins farkı olmaksızın) bütün Osmanlıların kutsal görevi ve açık menfaatlerinin gereği olduğu da hatırlatılmaktadır” . İttihat ve Terakki Cemiyeti ve sonrasında İttihat ve Terakki Partisi, Türkiye Cumhuriyeti’ni kuracak olan kuşağı yetiştiren, son derece vatansever ve cesur kişilerden oluşmuş bir örgüttü. Ancak Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarının varacağı Cumhuriyet ve laiklik fikirleri, Osmanlıcılık etkisinden tam anlamıyla sıyrılamamış olan İttihatçılarda henüz oluşmamıştı ve bu nedenle meşruti monarşi rejimiyle Osmanlı Devleti’nin kurtarılabileceğini öngörüyorlardı.
Jön Türkler ve İttihatçılar hakkında birçok düşünür ve tarihçi çeşitli yorumlarda bulunmuşlardır. Mesela tanınmış yazar Profesör Yalçın Küçük “Şebeke-Network” adlı kitabında şöyle söylemiştir; “Jön Türkler’i nasıl anlatabiliriz, Türkiye’nin ilk jakobenleri demek mümkündür, ancak eksik kalacağını sanıyorum ve belki de profesyonel devrimci denebilir, düşünebiliriz, yalnız yetersiz olmasının yanında bir de çok eskitilmiş bir nitelemedir. Araştırmayı sürdürebiliriz, ama daha ileri gitmeden, Jön Türkler için yenilgiyi tanımayanlar diyebiliriz” .
1960 ve 1970’lerin soldaki efsane ismi Doğan Avcıoğlu ise Yahya Kemal’den alıntılayarak Jön Türkler hakkında şöyle yazmıştı, “Yeni Osmanlılar yerine Frenklerin deyişiyle Jön Türkler diye anılan aydınlar, rüşvetle satın alınmaya yanaşmadıkları ölçüde, sürülmek, susmak ya da Avrupa'ya kaçmak zorunda kalırlar. Yahya Kemal şöyle der: 1903’te Türk gencine göre siyasal yaşam neydi? Namık Kemal'in bırakmış olduğu bir gelenekti; içeride sürgün, dışarıda kaçak yaşamı. Bu gelenek gitgide Jön Türklük adını almıştır. İstanbul'da ise, Jön Türkler’e kısaca Con denilir. Con, başı belada adam demektir. Dışarıdaki tehlikeli kişiler Con'dur” .
Profesör Hikmet Özdemir ise şunları yazmıştır; “Bir siyasi tavır ve okul olarak İttihat ve Terakki bir vatanseverler hareketidir. Bilindiği gibi İttihat ve Terakki 1789 Fransız İhtilali’nin etkisindedir. Bir bakıma onların dönemi 1839'dan beri sürdürülen Osmanlı Yenileşmesi’nin son evresidir fakat çok dramatik bir gerçektir ki, İttihat ve Terakki Osmanlı İmparatorluğu’nun çöküş sürecini hızlandırmıştır. Bununla birlikte Balkan Savaşı’nda, Trablusgarp’ta ve Dünya Savaşı’nda vatan toprakları için İttihat ve Terakki’nin önderleri ve kadroları gözlerini kırpmadan hayatlarını ortaya koymuşlardır ve canlarını vermişlerdir. 1920’de Sevr Antlaşması’yla birlikte Balkan ve Dünya savaşlarının kahramanlar kuşağından sağ kalabilenler bu defa Atatürk’ün önderliğinde Türk İstiklal Savaşı’na katılmışlar Türk ulusunun milli devletinin Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda ve inşasında aktif görevler üstlenmişlerdir" .
Profesör Sina Akşin ise İttihatçıları şöyle anlatmıştır; “İttihat ve Terakki mekteplilerin siyasal örgütüydü. Sözü edilen mektepler 1827’de açılan Tıbbiye, 1834’te açılan Harbiye ve 1859'da açılan Mülkiye’dir. Bu okullarda ilk kez çokça denebilecek sayıda, düzenli olarak yeni adamlar yetişmeye başladı. Yeni adam demek çağcıl (modern) adam demekti. Yani ortaçağcıl olmayan özgür kafalı insanlar. Bu insanlar böyle bir dönüşümden sonra topluma bir ölçüde yabancılaşmış oluyorlardı. Başta onları yetiştiren devlet kendilerini bağrına basmıyordu. Fakat devlet onlara gereksinimi olduğunu bildiği için yine de onları yetiştirmek, yetişince onlara belirli görevler vermek zorunluluğunu duyuyordu. Çünkü batmakta olan imparatorluğun ancak onların çatışmalarıyla ayakta kalabileceğinin farkındaydı. Devlet kerhen de olsa onlara tahammül etmek durumundaydı” .
Profesör Metin Heper ise Jön Türk hareketi ve İttihat ve Terakki ile başlayan Türk milliyetçiliğini şöyle izah ediyordu; “Osmanlı Padişahlarının önce Osmanlılığa sonra Osmanlı-İslamcılığa sarılarak imparatorluğun bütün unsurlarını hanedanlık şemsiyesi altında tutmak için gösterdikleri büyük çabalara karşın, gayrimüslim unsurlar Osmanlıcılık, Türk olmayan Müslümanlar da Osmanlı-İslamcılık formülünü reddettiler. Bu nedenle ülkeyi dağılmaktan kurtarma sorumluluğu geri kalan Türklerin omuzlarına yüklendi. Bu durum Türkler arasında daha önce bulunmayan bir ulusal bilinç duygusunun geliştirilmesini zorunlu kıldı. Ulusal bilinçten kaynaklanan ulusal birliğin Türkleri bir arada tutabileceği ve böylece imparatorluğun artakalan topraklarını savunabilecekleri düşünüldü” .
Genellikle yurtdışında okuyan veya bir süre yurtdışında sürgünde yaşamak zorunda kalan İttihatçılar hakkında ilginç bir yorum da onların idealizmlerinden etkilenen araştırmacı yazar Soner Yalçın tarafından yapılmıştır; “Kaybetmeyi onurlarına yediremeyen bir kuşaktı onlar, asi delikanlılar kuşağı" .
Günümüzde İttihat ve Terakki dönemi hakkında yazılan eserler genellikle Osmanlı’nın yıkımına neden siyasi gelişmeler ve savaşlar ile “triumvira” yönetimi liderlerinin hayat hikayeleri üzerine yoğunlaşmaktadır. Son dönemde artan “sözde Ermeni soykırımı” iddiaları nedeniyle “tehcir” meselesi üzerine de pek çok yayın yapılmıştır. Ayrıca İttihatçı liderlerin ve fedailerin kahramanlıkları üzerine bir ulusalcı literatür de oluşmaya başlamıştır. Ancak İttihat ve Terakki döneminin siyasal bilimler açısından atlanan veya görmezden gelinen bir diğer çok önemli unsuru bu dönemde hâkim olmaya başlayan ve Kemalist Devrim’e de kaynaklık etmiş modernleşme anlayışı ve çabalarıdır.
Dağılmakta olan bir imparatorluğu kurtarmak için büyük bir azimle ve sert metotlarla hareket eden İttihat ve Terakki hareketi, üst üste alınan ağır yenilgiler ve büyük toprak kayıplarının yarattığı travmatik atmosfer içerisinde, devletin kurtuluşu için gerekli olan reçeteyi her alanda çağdaşlaşmak ve dönemin ileri Batı medeniyetini yakalamak olarak görmüş ve bu nedenle çeşitli alanlarda reform paketlerini uygulamaya sokmuşlardır. Feroz Ahmad’in çok doğru bir şekilde tespit ettiği şekilde İttihatçılar bu kaos ortamında devleti yeniden canlandırmak ve dünya devletleri arasında söz sahibi yapabilmek için adeta kumar oynuyor ve “ya hep, ya hiç” mantalitesiyle hareket ediyorlardı . Ancak çağdaşlaşma çabalarının yabancı devletlerin çıkarlarıyla çatışması nedeniyle İttihatçılar dış ve iç politikada büyük zorluklarla karşılaşıyor ve içeride karşılaştıkları -dışarıdan da büyük destek bulan- dine dayalı liberal propaganda karşısında baskıcı yöntemler uygulamaktan kaçınmıyorlardı. İttihat ve Terakki yönetimin çağdaşlaşma anlamında attığı en önemli adımlardan birisi kuşkusuz 9 Eylül 1914 tarihinde kapitülasyonları tek taraflı olarak kaldırmasıdır. Bu çabaların da etkisiyle 2 Ağustos 1914 tarihinde yapılan Türk-Alman ittifakı ile Osmanlı Devleti uzunca bir süre sonra bir Avrupalı devlet tarafından eşit olarak kabul edilmiştir .
İttihat ve Terakki döneminin ayırt edici özelliklerinden birisi eğitim alanında yapılan reformlardır. Tanzimat döneminden başlayarak devletin Batı karşısındaki çaresizliğini ortadan kaldırmak için eğitimi bir kurtuluş yolu olarak gören Osmanlı aydınlarının etkisiyle İttihatçı dönemde eğitime büyük yatırım yapılmıştır. İttihatçı yönetim Edirne’yi kurtarmak için para bulamadığı dönemde dahi eğitim bütçesini istikrarlı bir şekilde arttırmıştır. 1908 yılında 200 bin lira olan eğitim bütçesi 1909’da 660 bin, 1910’da 940 bin, 1914’te ise 1.237.000 liraya çıkmıştır . Bu dönemde yabancı ülkelere çok sayıda öğrenci gönderilmiş, yurtdışından çeşitli alanlarda uzmanlar getirilerek eğitim kalitesi arttırılmıştır. Ordudaki subay eksiğine rağmen Birinci Dünya Savaşı sırasında askerlik çağındaki öğretmenler askerlikten muaf tutulmuştur. Halk eğitiminin gelişmesi için Milli Talim ve Terbiye, Halka Doğru ve Türk Ocakları gibi dernekler kurulmuştur. Bu derneklerin çabalarıyla İttihat ve Terakki döneminde vatandaşın eğitilmesi için sayısız konferans düzenlenmiştir. Özellikle köylüler ve kadınların bilinçlendirilmesi için özel çaba gösterilmiştir. Ayrıca yabancı okullarda Türkçe ile tarih ve coğrafya dersleri okutulması zorunlu kılınmıştır. Türk dil ve kültürüne uygun yeni okul kitapları hazırlanmış ve yabancı klasikler dilimize çevrilmiştir.
İttihat ve Terakki döneminde sanat alanında da önemli gelişmeler olduğunu görüyoruz. Öncelikle 1916 yılından itibaren her yıl bir devlet resim sergisi açılmış ve devlet resim başta olmak üzere tüm sanat dallarının yaygınlaşması için büyük çaba göstermiştir. Bu nedenle İstanbul’da biri kadınlar, biri erkekler için iki konservatuar kurulmuştur. Batı müziğinin Anadolu’ya girişi de bu sayede olacaktır. Devlet tiyatronun gelişmesi için İstanbul’daki tiyatrolara maddi yardım yapmış, bir aktör yetiştirme okulu da açılmıştır. Nitekim Birinci Dünya Savaşı’nın sonlarına doğru ilk Türk kadın tiyatrocuları sahne almaya başlamıştır. Ayrıca Türk mimarisi, hattatlık ve tezhip gibi alanlarda canlandırma amaçlı çeşitli çalışmalar yapılmıştır. İttihat ve Terakki döneminde sürmekte olan savaşa ve askeri önceliklere rağmen sanata verilen önem gerçekten çok dikkat çekicidir.
Eğitim ve sanattan öte İttihatçı dönemin en önemli özelliği modernleşme ve laikleşme açısından önemli somut hukuki adımların atılmış olmasıdır. 1916 yılı parti kongresinde hükümet; Şeriat ve modern kanunlar arasındaki ikiliği ortadan kaldırmak için bir kanun tasarısı hazırlamış ve tasarı ezici bir çoğunlukla kabul edilmiştir . Tasarıya göre bütün Türk vatandaşları için din farkı olmaksızın evlenme esası getirilmiştir. Dinci çevrelerden gelen büyük protestolara rağmen Kuran Türkçe’ye çevrilmiş, geleneksel Cuma hutbeleri Türkçe yapılmaya başlanmıştır. Dinci yayın organları kapatılmış, toplumun dinsel dogmatizm etkisinden kurtularak laikleştirilmesi süreci başlatılmıştır.
İttihat ve Terakki dönemi kadın hakları açısından da son derece önemli adımların atıldığı bir dönemdir. Bu dönemde üniversiteler ve liseler kadınlara açılmıştır. Ziya Gökalp gibi Feminizm akımını ülkeye tanıtan ilerici düşünürler; çarşaf ve örtünme aleyhtarı yazılarıyla kadınların çarşaflarını çıkarmasalar bile yüzlerini açabilmelerini sağlamışlardır. Enver Paşa savaşta erkeklerin yerine kadınların çalışabilmesi için bir dernek kurmuş, bu sayede ordu atölyelerinde binlerce kadın çalışmıştır. İlk kadın iş taburu bu dernek sayesinde kurulmuştur. Tabur, Birinci Ordu hizmetinde cephe gerisinde görev yapmıştır. Kadınlı erkekli sosyal toplantılara ağırlık verilmiş, toplumun gerici uygulamalardan kurtularak kadının da yer aldığı modern hayata alışması için gayret gösterilmiştir. Gregoryen takvimin kabulü, ağırlık ve uzunluk ölçülerinde birlik, dil reformu ve izcilik kanunu bir çok önemli gelişme de İttihat ve Terakki döneminde yapılmıştır. Latin harflerinin kabulü düşünülmüş ancak onun yerine eski yazının çeşitli biçimlerde okunmasını engellemek amacıyla Enver Paşa tarafından Arap harflerine bağlı kalınan sınırlı ölçekte bir harf inkılabı da yapılmıştır. Yeni futbol takımlarının kurulması ve önceden kurulmuş olanlarla beraber düzenli bir şekilde maç yapar hale getirilmesi de İttihatçı dönemin getirdiği yeniliklerden birisi olmuştur.
Ekonomik alanda da milli ve çağdaşlaşmacı bir duruşu olan İttihat ve Terakki Cemiyeti ve Partisi, tüm ekonomik özerklik taleplerine karşın yabancı sermayeye olan ihtiyaçlarının farkında oldukları için bu alanda çeşitli girişimlerde bulunmuş ve özellikle Japon modernleşmesinin etkisinde kalarak bu ülkeyle ekonomik ilişkileri geliştirmek istemiştir . Ancak Batılı devletlerin İttihatçıların giderek kendilerine daha fazla meydan okuyan ve halkı mobilize etmeye başlayan milliyetçi cereyanından ürkmesi neticesinde yabancı sermaye destekli ekonomik kalkınma projesi başarıyla gerçekleştirilememiş ve Japonya ile hayal edilen ölçüde ilişkiler kurulamamıştır. İttihat ve Terakki döneminde mali alanda yapılan reformlarla hükümet gelirleri yükselmesine karşın, çöken devletin mirası olan büyük dış borç neticesinde ilerleyen yıllarda bütçe açık vermeye başlamıştır . Ekonomide Alman sosyalist silah tüccarı Alexander Helphand’in (Parvus Efendi) fikirlerinden etkilenen İttihatçılar liberal tabuları yıkarak, kalkınmacı-korumacı bir anlayışla Müslüman-Türk burjuvazisini güçlendirmeye çalışmıştır. Tarım alanında da toprak reformu gibi devrimci projeleri olmasına karşın, ticaret ve sanayiye daha fazla önem veren İttihatçılar, gelen baskılar neticesinde tarımı modernleştirme ve ticarileştirmeye yönelik reformlarla yetinmişlerdir.
Jön Türkler ve İttihat ve Terakki hareketleri üzerine derinlemesine araştırmalar yapan Erik-Jan Zürcher’in de açıklıkla belirttiği gibi Kemalist Devrim’in Altı Ok’unu oluşturan ilkelerin temelleri devrimden on yıllar öncesinde atılmaya başlamıştır. Mesela zaten Türk toplumsal yaşantısına yabancı olmayan ancak Osmanlı İmparatorluğu döneminde kısmen gölgelenen laiklik akımının yeniden oluşması ve güçlenmesinde Ahmet Rıza, Abdullah Cevdet ve Ziya Gökalp gibi aydınların büyük katkıları olmuştur . Türk milliyetçiliği ise Kemalist Devrim öncesinde özellikle elitler arasında oldukça gelişmiş ve kendini güçlü bir şekilde ortaya koymuş bir akımdır. İsmail Gaspıralı, Yusuf Akçura ve Ziya Gökalp gibi düşünürler Kemalist milliyetçiliğin resmen kabulünden çok önce onun temel motiflerini eserlerinde kullanmışlardır. Devrimcilik veya İnkılapçılık ilkesi; Kemalist ideolojide İttihat ve Terakki komitacı devrimciliğinin ötesinde bir anlam kazansa da, İttihatçıların reformizminden fazlasıyla etkilenmiştir . İttihatçıların Fransız pozitivizmi etkisinde oluşturdukları Halkçılık ilkesi ve Devletçilik anlayışı da muğlaklığına rağmen Kemalist Devrim’e önemli ölçüde ilham kaynağı olmuştur.
Tüm bu ilerici adımlardan görüldüğü üzere Kemalist Devrim’in her devrimde olduğu gibi Jakoben özellikleri bulunmasına karşın, bu devrimi gerçekleştirenler uzaydan gelmiş değildir. Prof. Şerif Mardin ve takipçilerinin Kemalizm’i “sosyal devrim” kategorisine sokmamaları ve adeta bir “saray darbesi” konumuna indirgemeye çalışmaları bu gerçeği değiştirmez. Kemalist Devrim’in izleri ve toplumsal tabanı entelektüel alanda Jön Türkler hareketinde, siyasal olarak da İttihat ve Terakki döneminde rahatlıkla bulunabilir. Zaten Norbert Von Bischoff’un da dediği gibi “Hazır olmayan şeyi, en keskin fikir dahi hayata çağıramaz ve fikrin nefesi kendisinde değmedikçe, en hazır olay şey dahi hayata kendiliğinden doğamaz” . Burada eleştirilmesi gereken nokta entelektüel dönüşüm ve sosyal değişimin Osmanlı Devleti’ndeki askeri sınıfla (saray, bürokrasi, ordu) ve tebâ (halk) arasındaki uzak mesafe, iletişimsizlik ve etkileşimsizlikten kaynaklanan merkez-çevre karşıtlığı nedeniyle dar bir alanda gerçekleştirilmiş olmasıdır. Tabii ki bu dönemdeki liderlerin vizyonları Mustafa Kemal kadar ileri de değildir. Dahası siyasal konjonktür Mustafa Kemal’in atacağı adımların o dönemde atılabilmesini imkansız kılmaktadır. Ancak Jön Türkler ve İttihat ve Terakki döneminde atılan ilerici adımlar bir anlamda toplumu ve özellikle de merkezde yer alan dar askeri, bürokratik ve entelektüel kadroları Kemalist Devrim için hazır hale getirmiştir. Bu nedenle günümüzde İttihatçı dönemin ve Jön Türklerin neo-liberal çalışmalarda hedef tahtası haline getirilmesinde ve çağdaşlaşmacı unsurlarının görülmemesinde genel olarak Kemalist Devrim’e ve modernleşmeye duyulan bir tepkiden söz etmek sanırım yanlış olmayacaktır. Yine bugünlerde “milli irade” sözünü ağızlarından düşürmeyen ve demokrasi havarisi kesilenlerin; Türkiye’nin padişahlık yönetiminden meşruti monarşik bir rejime geçmesini, Meclis’in kurulmasına sağlamış İttihatçılara düşmanlık gütmeleri, kafalarında yeniden II. Abdülhamid dönemine benzer bir tek adam yönetimi hayali olduğu düşüncesini bizlere vermektedir. Bu nedenle Cumhuriyet Halk Partisi ve Türkiye’nin modernleşmesini incelemek isteyenlerin muhakkak ki öncelikle Jön Türkler ve İttihat ve Terakki geleneğini incelemeleri ve Kemalizm’in doğuşunu ve sınıfsal kökenlerini bu dönemde aramaları gerekmektedir.
KAYNAKLAR
- Heper, Metin, Türkiye Sözlüğü, 2006, İstanbul: Doğu Batı Yayınları
- Heper, Metin, Devlet ve Kürtler, 2008, İstanbul: Doğan Kitap
- Akşin, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, 2007, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
- Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, 2006, Ankara: İmge Kitabevi
- Küçük, Yalçın, Şebeke – Network, 2002, İstanbul: Yazı-Görüntü-Ses Yayınları
- Özdemir, Hikmet, Doğan Avcıoğlu Bir Jön Türk’ün Ardından, 2000, Ankara: Bilgi Yayınevi
- Özdemir, Hikmet, Üç JönTürk’ün Ölümü, 2007, İstanbul: Remzi Kitabevi
- Yalçın, Soner, Efendi, 2004, İstanbul: Doğan Kitap
- Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Düzeni, 1974, İstanbul: Cem Yayınevi
- Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki 1908-1914, 2004, İstanbul: Kaynak Yayınları,
- Ahmad, Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, 1999, İstanbul: Kaynak Yayınları
- Zürcher, Erik-Jan, “Kemalist Düşüncenin Osmanlı Kaynakları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce cilt 2 Kemalizm, 2004, İstanbul: İletişim Yayınları
- Heper, Metin, Türkiye Sözlüğü, 2006, İstanbul: Doğu Batı Yayınları
- Heper, Metin, Devlet ve Kürtler, 2008, İstanbul: Doğan Kitap
- Akşin, Sina, Kısa Türkiye Tarihi, 2007, İstanbul: Türkiye İş Bankası Kültür Yayınları
- Akşin, Sina, Jön Türkler ve İttihat ve Terakki, 2006, Ankara: İmge Kitabevi
- Küçük, Yalçın, Şebeke – Network, 2002, İstanbul: Yazı-Görüntü-Ses Yayınları
- Özdemir, Hikmet, Doğan Avcıoğlu Bir Jön Türk’ün Ardından, 2000, Ankara: Bilgi Yayınevi
- Özdemir, Hikmet, Üç JönTürk’ün Ölümü, 2007, İstanbul: Remzi Kitabevi
- Yalçın, Soner, Efendi, 2004, İstanbul: Doğan Kitap
- Avcıoğlu, Doğan, Türkiye’nin Düzeni, 1974, İstanbul: Cem Yayınevi
- Ahmad, Feroz, İttihat ve Terakki 1908-1914, 2004, İstanbul: Kaynak Yayınları,
- Ahmad, Feroz, İttihatçılıktan Kemalizme, 1999, İstanbul: Kaynak Yayınları
- Zürcher, Erik-Jan, “Kemalist Düşüncenin Osmanlı Kaynakları”, Modern Türkiye’de Siyasi Düşünce cilt 2 Kemalizm, 2004, İstanbul: İletişim Yayınları
Ozan Örmeci
Uzun lafın kısası; Vatan hainleridir hepsi.
YanıtlaSilSultan oglu sultan Abdulhamit han hazretleri seni sevioruz mekanın cennet olsn hakkında iftira atanlar kahru perişan olsun heriki cihandada
YanıtlaSil