İtalya’da doğan Michelangelo Guida, Napoli’de bulunan Istituto Universitario Orientale Siyaset Bilimi bölümünde 2001’de lisans ve ilk yüksek lisans derecesini aldı. 2001-2002 yıllarında Londra’da SOAS’ta Türk Siyaseti üzerinde yüksek lisansını tamamladı. 2005’te yine Istituto Universitario Orientale’de doktorasını bitirdi. 2005 ile 2013 yılları arasında Fatih Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi bölümünde çalıştı. 2011’de ise Siyasal Düşünceler alanında Doçent oldu. Guida, 2013 yılından beri İstanbul 29 Mayıs Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Uluslararası İlişkiler çalışmaktadır ve 2014 yılında Bölüm Başkanı, 2016 yılında da Profesör olarak atanmıştır. Michelangelo Guida’nın çalışma alanları; Türkiye ve Ortadoğu’daki İslâmcılık akımları ve seçmen davranışlarıdır. Bu iki alanda çeşitli uluslararası dergilerde ve kitaplarda akademik yayınları bulunmaktadır.
Ozan Örmeci: Değerli hocam merhaba, bizimle mülakat yapmayı kabul ettiğiniz için teşekkürler. Çalışmalarınızı beğeniyle takip ediyorum. Avrupalı meslektaşlarımızdan Türkiye’deki siyasal düşüncenin gelişimine yakın ilgi gösteren ve kaynakları derinlemesine araştıran ender araştırmacılardan birisiniz. Bu bağlamda, Türkiye’deki siyasal rejimin 2016 sonrasında geçirdiği evrimi nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu, Türk devlet geleneğindeki asker eksenli otoriter modernleşmeci eğilimlerle uyumlu bir süreç mi? Yoksa geçici bir anomali olarak mı görülmeli?
Michelangelo Guida: Sayın hocam, çok teşekkür ederim. Müsaadenizle ilk olarak kullandığınız “Türk devlet geleneği” ifadesinden başlamak istiyorum. Elbette Türkiye’de oturmuş bir siyasi kültür ve gelenekler var; ancak Cumhuriyet'in ilanından sonra daha belirgin bir şekilde modernleşme süreci geleneklerinin geliştiğini ve bu sürecin önceden var olan seçkin grupları yok ederek ilerlediğini görüyorum. Zaman zaman bu gelenek ve elitlerini yok etme çabası daha hızlı ilerlemekte, zaman zaman ise daha temkinli ilerlemektedir. Asker eksenli otoriter modernleşme, modern Alman ekolünde eğitim görmüş subayların etkisiyle Bâb-ı Âli Baskını ile ortaya çıkar; ancak Cumhuriyet kurulduğunda, Atatürk’ün askeri geçmişine rağmen, daha çok bürokratik bir otoriter modernleşme olarak devam etmiştir. 1960 darbesiyle ise, Demokrat Parti’nin Cumhuriyetle var olan gelenekleri ve elitleri yok etme politikalarının sonucunda, silah kuvvetlerin siyaset üzerinde bir tür vesayet kurarak yeniden ordu ekseninde bir modernleşme sürecini başlattığından bahsetmek mümkün. 1980 darbesi ile de yeniden güçlü bir vesayet ve toplum yönlendirme politikalarına ivme kazandırıldı.
1990’larda siyasi iktidarı zayıflayınca ve güvenlik sorunları ön plana çıkınca, ordu yönlendirici ve baskın bir güç olmuştu. AK Parti döneminde ise çok ciddi bir modernleşmeye şahit oluyoruz. Fakat geniş toplumsal tabanı ve sağladığı başarılardan istifade ederek, AK Parti de var olan gelenekleri ve elitleri yok ederek ilerlemek istedi. İlk olarak ordunun siyasal nüfuzunu azaltmış ve 2007 krizinden başlayarak asker eksenli otoriter modernleşme sürecini sonlandırmıştır. Ordunun siyasi rolünün sona ermesi olumsuz değil ve demokratikleşme için vazgeçilmez bir adımdır; ancak şimdi de sivil-asker ilişkilerinin tam anlamıyla demokratik ve şeffaf bir ilişki modeli içerisinde biçimlendiği söylenemez. 2016 da ordunun rolü yeniden sınırlandırıldı ve yeni bir anayasal sistem ortaya konuldu. Ancak bu sistemin Türk siyasi geleneklerine paralel ilerlediği söylenemez. 1961 Anayasası ile benimsenen parlamenter sistem ve nispî seçim sistemi, parçalanmış Türk toplumuna daha uygun olduğu için artık bir gelenek haline gelmişti. 12 Eylül'ün kudretli ismi Orgeneral Kenan Evren bile bu kadar merkezi bir siyasi sistemi ve güçlü bir Cumhurbaşkanlığı makamını oluşturmaya cesaret edememişti. Bu bağlamda, AK Parti, sadece asker-sivil ilişkilerini yeniden düzeltmeye çalışmadı, aynı zamanda sistemin ekonomik elitlerini de değiştirmeye çalıştı ve bunda kısmen başarılı da oldu.
Ozan Örmeci: Türkiye’de çalışmalarınızda birbirinden oldukça farklı iki siyasal akım olarak değerlendirdiğiniz İslamcılık ile Türk milliyetçiliğinin AK Parti-MHP ve Erdoğan-Bahçeli ikilileri döneminde bir birliktelik sürecinden geçtiğini görüyoruz. Bu doğrultuda, İslamcı ve Türkçü düşünce sistematiklerinin uyumlu ve uyumsuz oldukları konular nelerdir ve günümüzdeki bu başarılı birlikteliği nasıl yorumlamak gerekir?
Michelangelo Guida: Evet, İslamcılık ile MHP’nin temsil ettiği muhafazakâr milliyetçiliği iki ayrı siyasal akım olarak değerlendiriyorum. Şüphesiz ki ortak noktalar da var ve her ikisi de Necip Fazıl Kısakürek gibi ikinci kuşak İslamcı düşünürlerden beslenmekteler. Ancak 1980’lardan sonra toplumsal değişimlerle beraber İslamcılığın ana akımı Türk-İslam sentezinden uzaklaşıp daha kapsayıcı ve bir nevide daha liberal bir üsluba kavuşmuştu. Fakat bahsettiğim ana akım, günümüzde daha marjinal ve sessiz kaldı. Bununla beraber, AK Parti’nin İslamcı bir parti olduğunu da düşünmediğimi vurgulamam lazım. AK Parti, Demokrat Parti, Adalet Partisi, ANAP gibi geniş tabanlı orta-sağ (merkez sağ) partiler gibi aslında katı ideolojik bir siyasi hareket değil, daha çok karizmatik lideri etrafında toplanan bir tür koalisyondur. Bu koalisyon içerisinde elbette bazı İslamcı hareketler ve çeşitli dini gruplar da mevcut. Lakin onlarla beraber liberaller, muhafazakârlar, Türk milliyetçileri ve hatta Kürt milliyetçileri de bulunmaktadır. AK Parti’nin oluşturduğu koalisyon, partinin 20 senelik iktidarında evirildi, zaman zaman genişledi veya daraldı. AK Parti-MHP birlikteliği ise yeni seçim sisteminin bir gereği ve AK Parti içerisindeki koalisyon değişimlerinin yansımasıdır. Ancak bu birliktelik (bütün orta-sağ parti koalisyonları gibi), ideolojik bir oluşuma değil, çıkarcı bir ilişki üzerine kuruldu. Şartlar değişirse, kuşkusuz bu birliktelikte de değişimler olabilecektir.
Ozan Örmeci: Tarihsel kaynakları ve köklerine indiğiniz Türkiye’deki modernleşmeci seküler akımların durumunu değerlendirdiğinizde, nasıl bir gelecek perspektifi öngörmek daha doğru olur? Yani daha açık sormak gerekirse, Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve türevi partiler giderek Avrupa’daki sosyal demokrat partiler gibi çevre konuları ve azınlık haklarına daha büyük yer veren kitle partileri yolunda mı bir dönüşüm yaşayacaklar? Veyahut, Türkiye’nin yerel dinamikleri doğrultusunda daha militarist ve ulusalcı bir siyasal gündem mi ağır basabilir? Siz tarihsel perspektiften bakınca neyi öngörüyorsunuz?
Michelangelo Guida: AK Parti konusunda söylediğim şeyi 1993’ten sonra yeniden kurulan CHP konusunda da söyleyebilirim. CHP içerisinde de ulusalcı, Kemalist, sosyal demokrat ve Aleviler gibi birbirinden farklı koalisyon üyeleri bulunmaktadır. Parti lideri, bu koalisyon üyelerini birleştirmeye ve aralarındaki dengeleri kurmaya çalışmaktadır — ve anladığımız kadarıyla bu hiç kolay bir iş değil. Avrupa genelinde sosyal demokrat partiler, çevrecilik, azınlık hakları veya cinsiyet eşitliği üzerine odaklarına rağmen yeni ve çekici bir söylem yaratmakta zorlanıyorlar. Örnek olarak, Soğuk Savaş yıllarında Batı Avrupa’daki en büyük sosyalist partilerin olduğu İtalya’daki sosyal demokratları ele alırsak görüyoruz ki, yıllardır liderlik ve değer kriziyle boğuşup kaldılar. Partito Democratico (PD), 2008 genel seçimlerinde % 33'ün üzerinde bir oy almış olsa da, 2022 yılında yapılan son genel seçimlerinde ancak oyların % 19’unu alabildi. Sağ ve kimlikçi partiler, daha cazip bir söylemle ve toplumsal eşitsizlikler ve ekonomik dengesizliklere vurgu yaparak, İtalya’daki ve diğer Avrupa ülkelerindeki seçimlerde çok daha başarılı olmaktadır. Türkiye’de sadece son yıllarda değil, her zaman sosyal demokratlar geniş tabanlara hitap etmekte zorluk yaşamıştır. Bugün de yaşanan olağanüstü ekonomik eşitsizliklere rağmen, CHP ve sosyal demokratlar, kendi koalisyonunu ve tabanını genişlemekte zorlanmaktadır. Eğer Türk solunda daha militarist ve ulusalcı bir siyasal gündem ağır basarsa, bence bu tarz partiler çok daha başarısız olur. Çünkü milliyetçilik ve güçlü devlet söylemleri popüler olsa da, aslında Türk toplumu hiçbir zaman militarist veya Batı karşıtı olmamıştır ve uluslararası krizlere rağmen yakında böyle olacağını da zannetmiyorum.
Ozan Örmeci: Türkiye’deki üniversitelerin uluslararası akademik başarıları oldukça alt düzeyde. Siz de Türkiye’de çalışan bir Avrupalı akademisyen olarak bu konuda en büyük eksiklik ve sorumlular olarak kimleri görüyorsunuz? Daha yüksek bir başarı performansı için sizce ne gibi reformlar yapılabilir?
Michelangelo Guida: 2005’ten beri Türkiye’de yüksek öğretimde çalışıyorum ve bu yıllarda birçok kayda değer değişimleri gördüm. En önemlisi elbette nicel büyüme. Üniversite ve öğrenci sayısı olağanüstü bir şekilde arttı ve bunun içerisinde en olumlu gelişme, kız öğrencilerin oranının artmasıdır. Ancak dediğiniz gibi, üniversitelerimizin uluslararası başarıları aynı şekilde artmamıştır. Bence bunun iki temel sebebi var. İlki, üniversite ve çalışanları performansa dayalı olarak çalışmıyorlar. İngiltere’de olduğu gibi, üniversiteler, performanslarına göre devletten az veya çok destek almıyorlar. Aynı zamanda, örneğin Amerika Birleşik Devletleri'nde olduğu gibi, öğretim elemanlarının geleceği de öğretim veya bilimsel faaliyetlerindeki başarılarına bağlı değil. Böyle olunca, öğretim elemanı başına düşen yayın sayısı ortalaması 0,25’te kalıyor; yani her öğretim elemanı her dört senede bir hakemli bir dergide yayın yapıyormuş. İkinci önemli sorun ise tercih sistemidir. Türkiye'de aday öğrenciler, çok nadiren ciddi bir inceleme sonucunda üniversiteleri ve bölümlerini seçer. İstihdam verilerine ulaşılabilmesine ve YÖK’ün üniversitelerin istatistiklerini yayınlamasına, rağmen bu istatistikleri okuyabilen ve değer veren çok az aile var, maalesef.
Ozan Örmeci: Türkiye’de alanınızda başarılı çalışmalar yapan bazı akademisyen ve araştırmacıların isimlerini genç takipçilerimiz için bizimle paylaşabilir misiniz?
Michelangelo Guida: Yakında takip ettiğim birçok başarılı akademisyenler var. Kimse unutmak istemiyorum ama burada beni çok etkileyen İsmail Kara, Cemil Aydın, Şükrü Hanioğlu, Ersin Kalaycıoğlu ve Ayşe Zarakol’un çalışmalarını anılabilirim.
Ozan Örmeci: Sayın Guida, size başarılı çalışmalarınız için ülkemiz ve halkımız adına size teşekkür ediyor ve başarılarınızın devamını diliyoruz. Lütfen ülkemizi ve tarihimizi araştırmaya devam edin, çünkü sizin gibi yabancı dostlarımızın fikirlerini biz Türk akademisyenleri olarak çok ciddiye alıyoruz.
Tarih: 23/02/2024
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder