Giriş
Geçtiğimiz Mayıs ayında düzenlenen 2023 Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimlerinden büyük bir zaferle çıkan AK Parti lideri ve 12. Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, seçimler sonrasında ekonomik krizle baş etmek için uyguladığı ve büyük ölçüde Maliye Bakanı Mehmet Şimşek'in yön verdiği yeni yöntemlerin yanında, yeni Dışişleri Bakanı ve eski MİT Başkanı Hakan Fidan'ın da katkılarıyla, aktif bir diplomasi süreci de başlattı. Erdoğan, özellikle Ekim ayında Hamas'ın yaptığı saldırıyla başlayan 2023 Hamas-İsrail Savaşı'nda gösterdiği aktif diplomasi ile dikkat çekerken, bir yandan da Batılı ülkelerle (ABD ve AB) ilişkileri düzeltme ve rayına sokmak için hamleler yaptı. Bu konuda özellikle AB ile ilişkiler konusunda olumlu mesajlar veren Erdoğan, AB üyeliği konusunda Türkiye'nin önünün açılmasını isterken, İsveç'in NATO üyeliği konusunda da başlarda sert, ancak giderek daha ılımlı açıklamalar yaptı. Erdoğan'ı destekleyen açıklamalar yapan Dışişleri Bakanı Hakan Fidan da, Ankara'nın AB üyeliği perspektifinin değişmediğini ve halen devam ettiğini vurguladı. Bu bağlamda, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın 7 Aralık 2023 tarihinde gerçekleştireceği Yunanistan (Atina) ziyareti, önemli bir diplomatik temas olarak dikkat çekti ve her iki ülke basınında da yer almaya başladı. Bu yazıda, Erdoğan'ın Atina ziyaretinden yola çıkarak Türkiye-Yunanistan ilişkilerine dair güncel bazı hususları gündeme getireceğim.
Yakın Geçmiş
Türkiye ile Yunanistan arasındaki ilişkiler, tarihsel süreçte gelişen Kıbrıs Sorunu, Ege Denizi kaynaklı sorunlar (kıta sahanlığı, bazı adaların statüsü ve silahlandırılması) ve Doğu Akdeniz'deki deniz yetki alanları ve münhasır ekonomik bölge alanları gibi konular nedeniyle genelde gergin seyretmiştir. Bunun yanı sıra, iki ülkenin kuruluş süreçlerinde de diğer entitenin "öteki" olarak yer alması dikkat çeker. Nitekim Yunanistan, 19. yüzyıl başlarında bağımsızlığını Osmanlı İmparatorluğu'na karşı isyan ederek elde ederken, Türkiye Cumhuriyeti de 20. yüzyıl başlarında Batı Anadolu'daki Yunan işgalinin sonlandırılmasıyla kurulabilmiştir. Bu bağlamda, iki ülkenin de halkı, tarihsel süreçler ve tarihsel husumetleri canlı tutmaya çalışan milliyetçi/muhafazakâr tarih anlatısı nedeniyle birbirlerinin en sevdikleri millet statüsünde olmaktan uzaktırlar. Buna karşın, dini ve kültürel farklara rağmen, coğrafya ve asırlardır birlikte yaşamanın etkisiyle olsa gerek, iki ülke halklarının yaşam tarzları birçok gözlemciye göre birbirlerine çok benzer ve genelde uyumludur. Nitekim ABD ve Birleşik Krallık gibi ülkelerde yaşayan diaspora toplulukları arasında, Türkler ile Yunanlılar, keza benzer şekilde Kıbrıslı Türkler ile Kıbrıslı Rumların çok iyi ilişkiler kurabilmeleri dikkat çekmektedir. Bu bağlamda, siyasi sorunlara karşın, iki ülke halkları arasındaki ilişkiler genelde pozitif yönde gelişmektedir.
Bu bağlamda, özellikle 1999 yılı kritik bir dönüm noktası olarak dikkat çeker. Kıbrıs Sorunu nedeniyle Türkiye'nin 1974'te gerçekleştirdiği ve garantör haklarına dayanan haklı askeri müdahale ardından Türk-Yunan ilişkileri 1999'a kadar genelde çok gergin seyreder ve 1987 Ege Krizi, 1995-96 Kardak Krizi ve 1998 S-300 krizi gibi iki ülkenin çatışmanın eşiğine geldiği bazı talihsiz durumlar yaşanırken, Yunanistan'ın yıllardır Türkiye'ye karşı PKK terörüne destek verdiğinin tescil edildiği 1999 yılındaki terörist lider Abdullah Öcalan'ın Kenya'da Yunanistan Büyükelçiliği yakınlarında ve Rum pasaportu ile yakalanması olayının ardından, Atina'nın Ankara'ya karşı tavrında belirgin bir yumuşama görülür. Bu süreçte Türkiye'nin AB üyeliği yolunun açılması noktasında yapıcı bir tavır belirleyen Yunanistan, iki ülkenin birbirlerine karşılıklı insani yardım sundukları deprem felaketlerinin ardından, dönemin sosyal demokrat Dışişleri Bakanları Yorgo Papandreu ile İsmail Cem'in vizyoner yaklaşımları doğrultusunda, iki ülkenin sorunlarını karşılıklı demokratikleşme ve Türkiye'nin Avrupa bütünleşmesi sürecine dahil olmasını hızlandırmak yöntemiyle çözme stratejisini benimsemişlerdir. Özellikle Yunan tarafında bu strateji devlet politikası olarak belirlenmiş ve iktidarlar değişmesine ve günümüzde daha sağ eğilimli yönetimler işbaşında olmasına rağmen halen devam etmektedir. Bu anlamda, Atina, Türkiye'nin AB sürecine devam etmesini ve diplomatik ve siyasal sorunlarını çözerek AB'nin tam üyesi olmasını açıkça desteklemektedir. Buna rağmen, 2000'ler ve 2010'ların ortalarına kadar hep olumlu yönde gelişen ve yeni bazı mekanizmalarla (örneğin Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi ve Türk-Yunan Forumu) ve süregelen ticari aktivitelerle bir ölçüde kurumsallaşan ikili ilişkiler, 2020'lerin başlarında her iki ülkede de milliyetçilik anlayışları ağır basan sağ liderlerin denk gelmeleriyle (Erdoğan vs. Kiriakos Miçotakis), son dönemde biraz bozulmaya yüz tutmuştur.
Aslında ilişkilerine iyi bir başlangıç yapan Erdoğan-Miçotakis ikilisi, daha sonra ise ilişkilerin kopma noktasına geldiği zorlu bazı süreçlerden geçmişlerdir. 2019'da aşırı solcu SYRIZA partisinden Başbakan seçilen Aleksis Çipras yerine ülkesinde göreve gelen Miçotakis, ABD başta olmak üzere Batılı ülkelerin siyasal elitleriyle yakın ilişkileri olan Batıcı bir sağcı politikacı olarak, ülkesinin ulusal çıkarları gereği Türkiye'ye yönelik olarak bazı konularda Çipras'a kıyasla daha eleştirel bir pozisyon almıştır. Örneğin, Miçotakis, Kıbrıs Sorunu konusunda Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi'nin aldığı uluslararası hukuk açısından bağlayıcı durumdaki bazı kararları gündeme getirmiş, hatta 2022 yılında ABD Kongresi'nde yaptığı konuşmada, Ankara'ya karşı eleştirilerini sertleştirmiştir. Cumhurbaşkanı Erdoğan ise, daha önce ikili ilişkilere üçüncü ülkeleri karıştırmamak konusunda iki lider arasında varılan uzlaşıya rağmen ABD'de yapılan bu konuşmayı, kendisine ve ülkesine bir saygısızlık olarak değerlendirmiş ve Yunanistan'da birçok bölgeye yeni Amerikan askeri üsleri kurdurmasıyla dikkat çeken Miçotakis'le her türlü ilişkisini keseceğini söylemiştir. Türkiye ile Yunanistan ve Erdoğan ile Miçotakis arasındaki gerginliğin yakın geçmişte yeniden yükselmesinin temel sebebi ise, 1950'lerden beri devam eden ve artık kangren haline gelen Kıbrıs Sorunu'na ek olarak, 2020-21 döneminde iki ülkenin Doğu Akdeniz'de Kıbrıs adası açıklarındaki doğalgaz arama/sondaj faaliyetleri nedeniyle karşı karşıya gelmeleridir. Bu konuda, Yunanistan, AB'nin ve özellikle de Fransa'nın desteğini alarak son yıllarda daha cüretkar bir politika benimserken, Türkiye de, KKTC ile beraber hareket etmekte ve Kıbrıs Sorunu çözülmeden bir oldu-bitti ile doğalgaz kaynaklarının uluslararası şirketlerce işletilmesine engeller çıkarmaktadır. Hatta Miçotakis'in Kıbrıslı Türkleri ve KKTC'yi yok sayan açıklamalarına tepki gösteren Erdoğan, bu süreçte Yunanistan'a yönelik açık bir savaş tehdidinde dahi (bir gece ansızın gelebiliriz) bulunmuştur. Ancak Avrupalı liderlerin devreye girmeleriyle 2021 ve 2022 yılları içerisinde tansiyon düşürülmüş ve Türk tarafında bir ara çok yaygınlaşan "Mavi Vatan" söylemleri ve tezi gündemden düşerken, Yunanistan tarafında da Başbakan Miçotakis ile Dışişleri Bakanı Nikos Dendias'ın Türkiye konusundaki sert açıklamaları rafa kaldırılmıştır. Bu şekilde, iki lider ve iki devlet, 2023 Aralık ayı görüşmelerine bu durumda nispeten ilişkilerini yumuşatmayı başararak gelmişlerdir.
Erdoğan'ın Atina Ziyareti: Gündemde Neler Olacaktır?
Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Türkiye-Yunanistan Yüksek Düzeyli İşbirliği Konseyi'nin (YDİK) 5. toplantısına katılmak için yarın (7 Aralık 2023) gideceği Atina'da vereceği mesajlar, Yunanistan tarafında merakla beklenmektedir. Ziyaret öncesinde Yunan basınında yer alan haberler genelde olumlu olurken, iki ülkenin ilişkileri konusunda Erdoğan'ın "kazan-kazan" mantığını vurgulaması ve ortak arkeolojik kazıların gündeme gelmesi dikkat çekmiştir. Atina'da hem Cumhurbaşkanı Katerina Sakellaropulu, hem de Başbakan Miçotakis ile görüşecek olan Cumhurbaşkanı Erdoğan, ziyaret öncesinde olumlu mesajlar vermeye gayret ederken, Yunanistan medyası ve siyasal eliti de buna benzer şekilde karşılık vermiştir. Yunan tarafından 11, Türk heyetinden ise 8 Bakan'ın katılacağı ve uzun saatler boyunca sürmesi beklenen YDİK toplantısında, iki ülke gençleri için ortak yaz kamplarının da gündeme getirilmesi beklenmektedir ki, bu, her iki liderin de ilişkileri yumuşatma ve tarihsel husumetleri canlandırmama yaklaşımlarını ortaya koymaktadır. Ekonomik açıdan iyi durumda olmayan iki ülke açısından ilişkilerini geliştirmek kuşkusuz akılcı bir politika da olmaktadır. Nitekim bu yıl içerisinde Doğu Akdeniz ve Ege'de gerginlikleri azaltmayı başaran iki devlet, geçen yıla kıyasla 22,5 milyon avro (euro) tasarruf sağlamayı başarmışlardır. Ege ve Doğu Akdeniz'de tansiyonun ilerleyen yıllarda iyice düşürülmesi, iki ülkenin birbirlerine yönelik askeri ve istihbari faaliyetlere bu kadar büyük kaynaklar ayırmamaları ve Kıbrıs'ta akılcı ve makul parametrelerde bir çözüme ulaşılması durumunda, Doğu Akdeniz'deki enerji kaynaklarının da birlikte işletilmesi sayesinde, iki ülkenin kazançların yüz milyonlarca avro düzeyinde olması gayet mümkündür.
Bunun yanında, iki ülkenin NATO kapsamındaki iş birlikleri ve Türkiye'nin son dönemde güçsüz durumda kalan hava kuvvetlerini geliştirmek için Amerikan F-16'ları yerine tercih edeceği Milli Savunma Bakanı Yaşar Güler tarafından ilan edilen Eurofighter'lar konusunda bir görüşme de gündemde olabilir. Konuyu Ekathimerini gazetesi için değerlendiren Yunan diplomat Theodoros J. Theodorou, son dönemde Rusya ve Çin gibi ülkelerle yakın ilişkiler tesis eden Ankara'nın NATO'ya ve Batı ittifakına bağlılığını göstermek için Eurofighter alımı yapmak istediğini yazmıştır. Yunanistan Amerikan Üniversitesi öğretim üyesi Constantinos Filis ise, gerilimi yumuşatma amaçlı çabalara rağmen iki ülke arasında sorunları çözmek noktasında gerçek bir diyalog bulunmadığını belirtmiş ve güven artıcı önlemlerden öteye gidilemediğinin altını çizmiştir. Bu bağlamda, DW'nin güncel bir haberinde vurgulandığı üzere, iki liderin büyük sorunları çözmekten ziyade, göç anlaşmasının yenilenmesi ve Ege'de insan kaçakçılığı ile mücadele gibi sınırlı ölçekte anlaşmalar yapabileceği ifade edilmektedir.
Ziyaretten Ne Beklenmeli?
Erdoğan'ın Atina'da da karşılık bulan diplomatik çabaları ve yapıcı üslubuna karşın, iki ülkenin bu ziyaretle ciddi herhangi bir sorunlarını çözebilmeleri kimse tarafından beklenmemektedir. Bunun sebebi, her iki ülkede de şahin zihniyetteki güvenlik bürokrasileri, milliyetçi-muhafazakâr kamuoyları ve özgür olmayan medya düzenlerinin etkisiyle, kimsenin halkların sorunlarını çözmekle ilgilenmemesidir. Nitekim Kıbrıs'taki Türklerin devletsizlikleri ve sosyoekonomik sorunları Türkiye kamuoyunu ilgilendirmediği gibi, Kıbrıslı Rumların bölünmüş bir ülkede çeşitli sorunlarla yaşamaları da Yunan siyasal eliti ve halkının umurunda değildir. Benzer şekilde, her iki ülke halkları için de milliyetçi tezler, sosyoekonomik gelişmişlik ve kalkınmadan daha önemli bir değere sahiptir. Buna bir de pragmatik sağcı liderlerin tarihe geçmek ve büyük sorunları çözmek yerine idare-i maslahatçı tutumları eklenince, tarihsel bazı sıçramalar haricinde (1999 Öcalan Krizi ve deprem felaketleri sonrası oluşan ortam), iki ülke ilişkilerinde ciddi bir atılım yapmak hiçbir zaman mümkün olamamaktadır. Buna karşın, elbette iki ülkenin savaş çanlarının çaldığı bir ortamdan ziyade, krizlerin daha yönetilebilir olduğu "kontrollü gerginlik" düzeyinde yaşamaları daha makbuldür.
Fakat bana kalırsa, bu iki halka verilebilecek en iyi tavsiye, medeni dünyada husumetlerini çözmeyi başarabilmiş ülkelerin yaptıklarından feyz almalarıdır. Asırlarca birbirleriyle mücadele eden ve bu uğurda dünya savaşları dahi çıkaran Almanya ile Fransa'nın günümüzdeki uyumlu ilişkileri, Türkiye ve Yunanistan halklarına aslında en güzel örnek ve mesajdır. Ancak bu iki ülkedeki halkların bu bilinç düzeylerine ulaşmaları kısa ve orta vadede pek de mümkün gözükmemektedir. Bu nedenle, popülist sağ iktidarların sürüklediği kontrollü gerginlik döneminin sürmesi akla en yatkın ihtimaldir. İnsani değerlere ve büyük önder Mustafa Kemal Atatürk'ün koyduğu "Yurtta sulh, cihanda sulh" ilkesine göre bilim ve siyaset yapan bizim gibi kişilerin istediği ise, kuşkusuz, Kıbrıs Sorunu'nun iki egemen ve eşit devletin birleşmesiyle oluşacak Federal Kıbrıs Cumhuriyeti'nin Türkiye'ye askeri ve siyasi garantiler ve bazı özel haklar verilerek kurulması, Ege ve Doğu Akdeniz'de tüm sorunların uluslararası hukuk ve önceki tartışmalı konularda varılan uzlaşılar doğrultusunda çözümlenmesi, devletlerin halklarının sağlık ve sosyal güvencelerine daha çok kaynak ayırmaları ve birbirlerini tehdit görmek yerine iş birliği yapmayı tercih etmeleridir. Elbette bunun için yeni bir büyük deprem beklemeye gerek yoktur ve halkları hazırlayarak barış ortamını yaratmak mümkündür...
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
Sayfalar
▼
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder