Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü ve İstanbul Kent Üniversitesi Siyaset Bilimi ve Kamu Yönetimi Bölümü Başkanı Doç. Dr. Ozan Örmeci, 17-21 Nisan 2023 döneminde yaptığı Polonya ziyaretini, Tunç Akkoç'un Genel Yayın Yönetmeni olduğu dış politika analiz sitesi Harici.com.tr için değerlendirdi. Aşağıda bu yazıyı okuyabilirsiniz. Yazının orijinaline ise buradan ulaşabilirsiniz.
***********************************************************************************************************
17-21 Nisan 2023 tarihlerinde Avrupa Birliği’nin üye ve üyeliğe aday ülkeler kapsamında geliştirdiği Erasmus+ akademik hareketlilik programı burslusu olarak 5 gün süreyle Polonya’da Lublin ve Varşova şehirlerinde bulunarak hem akademik faaliyetler gerçekleştirme, hem de bu ülke tarihi, kültürü, insanları ve siyaseti hakkında daha fazla bilgi edinme şansı yakaladım. Öncelikle ekonomik açıdan zor bir dönemde bunu yapabilmemi sağlayan Avrupa Birliği’nin bu programının ne kadar önemli ve gerekli olduğunu belirtmem gerekiyor. Zira Türk lirasının son yıllardaki muazzam değer kaybı nedeniyle Türkiye’den akademisyenlerin ekonomik açıdan herhangi bir destek almadan artık Avrupa’ya giderek kültür seyahati gerçekleştirmeleri veya akademik temaslarda bulunmaları kolay değil.
Bu yazıda, beğenerek takip ettiğim Harici.com.tr için Polonya izlenimlerimi yazıya dökmek ve bu yeni ve başarılı dış politika portalına farklı bir katkı sunmak istedim. Yazıyı, kendi koordine ettiğim dış politika inisiyatifi olan Uluslararası Politika Akademisi’nden de paylaşarak, bu değerli girişimin tanınmasına katkıda bulunmayı planlıyorum. Hiç şüphesiz ki, 21. yüzyılın küresel Türkiye’sini yaratmak için, dünyadaki siyasi, diplomatik ve ekonomik gelişmeleri daha iyi anlamamıza yardımcı olan bu tarz girişimlere fazlasıyla ihtiyaç var.
Erasmus+ Programı
Avrupa Birliği’nin 2021-2027 döneminde üye ve üyeliğe aday ülkelere yönelik olarak çeşitli projeler aracılığıyla hibe faaliyetleri gerçekleştirmesini sağlayan Erasmus+ programı, yaklaşık 28,4 milyar avroluk bütçesiyle Türkiye ve diğer aday ülkelerden insanlar için çok önemli bir kaynak sunmaktadır. Erasmus+ akademik hareketlilik programı ise, bu doğrultuda yükseköğretim sektöründeki öğrenci, idari personel ve akademik personelin yeterliliklerinin geliştirilmesi ve bu kişilere yurt dışında mesleki gelişim fırsatları sunulmasını amaçlayan bir programdır. Türkiye’deki üniversitelerimiz, son yıllarda Avrupa’daki muhatap kurumlarla iyi ilişkiler geliştirerek pek çok Erasmus+ anlaşması imzalamış ve bu sayede Türk öğrenci ve yükseköğretim personelinin Avrupa’ya gidişlerinde ciddi bir artış yaşanmıştır. Benzer şekilde, Avrupa ülkelerinden öğrenciler ve yükseköğretim personelinin ülkemize gelişlerinde de gözle görülür bir artış yaşanmaktadır.
İşte benim Polonya’da Lublin’deki II. Jean Paul Katolik Üniversitesi veya kısa ismiyle KUL’a gidişimi sağlayan da, Erasmus+ akademik hareketlilik programı kapsamında kazandığım burs olmuştur. Bu ortak proje nedeniyle Avrupa Birliği ve Türkiye’yi kutlamak gerekirken, verilen hibenin (yaklaşık 751 avro) çok yeterli olmadığını ve hayat pahalılığı nedeniyle bu paranın ancak uçak ve otel masraflarına yettiğini, bu anlamda kişinin kendisinin de -ziyaretin hakkını verebilmek ve önemli akademik ve kültürel merkezleri ziyaret edebilmek adına- ciddi bir harcama yapması gerektiğini belirtmek zorundayım. Ancak Türkiye’nin bu programı sürdürmesi bence her şekilde faydalı; zira Türk öğrenci ve akademisyenlerin gelişimi açısından Osmanlı’dan başlayan bir gelenek olan Avrupa’daki ilerlemelerin yakından gözlemlenmesi hususu çok önemli ve dahası gerekli. Bu bağlamda, Brexit süreciyle Avrupa Birliği’nden ayrılan Birleşik Krallık/İngiltere’nin kendi Commonwealth ülkelerine özgü Alan Turing programını başlatması güzel bir girişim olsa da, Erasmus+ programından ayrılmanın Avrupa’daki gelişmelerin takibi açısından ciddi bir dezavantaj yaratacağını da belirtmek gerekir. Umarız Türkiye bu konuda aday statüsünü korur ve Türk öğrenciler ve idari ve akademik personel Erasmus+ programından faydalanmaya devam eder. Ancak bunun yanında, kuşkusuz, çok boyutlu dış politikanın hakkını verebilmek adına Türk dünyası ülkeleri ve keza İslam dünyası ülkeleriyle de benzer programların geliştirilmesi son derece faydalı olabilir.
Lublin ve II. Jean Paul Katolik Üniversitesi
17 Nisan akşamı Varşova’ya inişimden sonra direk geçtiğim Polonya’nın doğusundan Lublin şehri, yaklaşık 350.000 kişinin yaşadığı küçük bir şehir olmasına karşın, akademik faaliyetler ve özellikle de öğrencilik hayatı açısından ideal bir yer. 2023 yılı için Avrupa gençlik başkenti (European youth capital) seçilen Lublin, Ukrayna sınırına yakın olması sebebiyle son dönemde Rusya-Ukrayna Savaşı bağlamında askeri-stratejik açıdan da önem kazanmıştır. Polonya’nın en büyük 9. şehri olduğu ifade edilen Lublin, Polonya’nın doğusundaki en büyük şehir olmasının yanı sıra, Lublin Voyvodalığı’nın da başkenti durumundadır. Sosyal ve ilahi bilimlerde iyi konumda olan KUL ve Maria Curie-Sklodowska Üniversitesi başta olmak üzere tam 5 üniversitenin bulunduğu Lublin, bu anlamda tam bir öğrenci ve üniversite şehridir. Ben de bağlantılarımı kullanarak Türk üniversitelerinin burada yeni bağlantılar kurması ve anlaşmalar yapmasına yardımcı olmaya çalışacağım.
Lublin, demografik anlamda küçük bir şehir olmasına karşın, ülkemiz ve Avrupa’da büyük şehirlerde olan her türlü aktivitenin varlığıyla da dikkat çeken ve beğeni toplayan bir yer. Tipik bir Avrupa kenti olan Lublin, güzel mimarisi, tarihi zenginliği ve hareketli yaşamıyla dikkat çekiyor. Çok sayıda Polonyalı ve uluslararası öğrencinin varlığı şehri çok hareketli hale getirirken, Katolisizm’in yoğun etkisine karşın insanların oldukça özgür olduğu ve diledikleri gibi yaşayabildiklerini de belirtmek lazım. Nitekim içki ve tütün ürünlerinin rahatlıkla bulunabildiği, çok sayıda restoran, eğlence yerleri ve hatta casinoların bulunduğu, bu anlamda gençlere ve turistlere eğlence imkânları sunan Lublin, bunun yanı sıra isteyenler için tarihi kiliseleriyle dindar bir hayat inşa edebilme olanağı da sağlıyor. Türkiye’de de belki de en çok ihtiyacını duyduğumuz şey, insanların birbirlerini hor görmeden ve aşağılamadan özgürce yaşayabilmelerini sağlayacak demokratik bir düzen ve açık bir piyasa sistemi. Bunu Katolik dünyası başarabilmişken, İslam dünyasının geride kalması ise çok üzücü.
18 Nisan günü KUL Üniversitesi’ndeki derslerim ve konferansım için sabah erkenden üniversitenin kapısına geliyorum. Ne mutlu ki, Uluslararası Ofis’ten görevli arkadaşlar beni gayet iyi şekilde karşıladılar ve tüm süreçle yakından ilgilendiler. Benzer şekilde, görevli bir personel sayesinde üniversitenin kampüsü ve tarihçesi hakkında da son derece detaylı ve önemli bilgiler edindim. 1918 yılında kurulan ve 5 yıl önce 100. yıldönümünü kutlayan II. Jean Paul Katolik Üniversitesi veya kısa ismiyle KUL, komünist dönemde çeşitli baskılara rağmen varlığını sürdürebilmiş ve bu nedenle Polonya’da siyasi etkisi güçlü olan bir kurum. Vatikan ve dünya Katoliklerinin siyasi ve ekonomik olarak desteklediği bir özel üniversite olan KUL, buna karşın Polonya’nın komünizmden kurtulması ve demokratikleşmesi yönünde gösterdiği çabalar nedeniyle sonradan devlet üniversitesi statüsü de kazanmış olan farklı ve özel bir yükseköğretim kurumu. Yaklaşık 20.000 öğrencisi olan kurumda, Vatikan ve Katolik Kilisesi’nin burslusu olarak eğitim alan çok sayıda öğrenci de bulunuyor. Papa II. Jean Paul’un geçmişte senelerce bizzat ders verdiği ve bu anlamda özellikle Teoloji alanında önemli bir kurum olan KUL’un bahçesinde, Polonyalı Papa II. Jean Paul’un etkileyici bir heykeli de bulunuyor. 1980’lerin başında aşırı milliyetçi terörist Mehmet Ali Ağca’nın suikast düzenlemeye çalıştığı Jean Paul, Polonya’da ve Katolik dünyasında halen çok sevilen ve sayılan bir isim ve üniversitenin gelişimine de büyük katkı sağlamış. Bu bağlamda, Jean Paul’ün vefatı öncesinde üniversitenin bahçesinde heykelinin dikildiğini de gördüğünü belirtmem gerekiyor.
Bir dönem uzun süre askeri tesis olarak kullanılan üniversite bahçesinin ise manastır havası olan son derece dingin bir yer olduğunu söylemem gerekir. Nitekim öğrenciler de sıcak günlerde bu bahçede ders yapılmasını çok seviyorlarmış. KUL’da Erasmus+ programı ile üniversiteye gelen bazı Türk öğrenciler de mevcutmuş. Ancak benim ziyaretim sırasında Türk öğrencilere rastlayamadım.
Üniversitedeki derslerim ve konferansım gayet başarılı geçerken, Rektör Yardımcısı olan ve daha önce İstanbul’u iki defa ziyaret eden değerli meslektaşım ve arkadaşım Beata Piskorska ile Polonya ve üniversitenin durumu hakkında da görüş alışverişi yapma imkânı buldum. Türkiye ile ilişkiler ve Avrupa Komşuluk Politikası hakkında oldukça bilgi sahibi bir akademisyen olan Piskorska, Uluslararası Politika Akademisi’ne ve editörlüğünü yaptığım uluslararası kitap projelerine de zaman zaman katkı yapıyor. Onun gayretleriyle üniversitede onuruma verilen öğlen yemeği ise tek kelimeyle muhteşemdi. Polonyalı dostlarımız, Türkiye’den gelen misafirlerin alışık olmayabilecekleri domuz eti kokusunu da düşünerek yemekleri tavuk etiyle hazırlamayı dahi düşünmüşlerdi. Konferansta Türkiye’nin Rusya’nın Ukrayna’yı işgali sürecinde takip ettiği dış politikayı anlatmayı çalıştım. Derslerimde ise Küba Füze Krizi konusunu işledim. Zira kısa bir süre önce 2022 yılı Kasım ayında Lublin şehri dışına iki füze düşmüş ve bu konu ciddi bir krize neden olmuştu. Daha önemlisi, şimdilerde Soğuk Savaş döneminde Türkiye’nin izlediği dış politikaya benzer şekilde Rus tehdidi nedeniyle ABD’ye çok yakın bir politika izleyen Polonyalı dostlarımıza, bunun iyi ve kötü olası etkilerini Türkiye örneğinden yola çıkarak anlatmaya çalıştım. Bu bağlamda, Batı kamuoyunda gördüğüm temel eksiklik, Rusya’nın Ukrayna işgaline yönelik tepkilerin rasyonellik temelinden ziyade duygusallık temelinde gelişmesi. Elbette Ukrayna’nın toprak bütünlüğünü savunmak en doğal hakkımız ve hatta görevimiz olmalı; ancak önemli bir askeri güç ve hatta bir nükleer süper güç olan Rusya’ya yönelik karşıtlığı mantıksal düzlemden kopmadan götürmek gerekiyor. Ayrıca Rusya’ya olan karşıtlığın Rusya kültürü ve insanına karşı değil, Moskova’nın politikalarına yönelik olduğunun da altını kalınca çizmek gerekiyor. Ancak tarihsel-kültürel sebeplerin de etkisiyle, Polonya’daki Rus karşıtlığının çok güçlü ve duygusal maddi temelleri mevcut. Bu anlamda, ülkede milyonlarca Ukraynalı mültecinin bulunması da bu konudaki duyarlılıkları artırıyor. Nitekim Lublin ve Varşova’da pek çok yerde destek amacıyla asılmış Ukrayna bayraklarını görmek ve Ukraynalı öğrenci ve çalışanlara rast gelmek olası.
Ziyaretim kapsamında Lublin’de kurulmuş olan yeni bir düşünce kuruluşu (think-tank) olan Institute of Central Europe’u (Instytut Europy Srodkowej) da ziyaret etme fırsatım oldu. Hükümet destekli bir düşünce kuruluşu olan kurum, Türkiye’den de Prof. Dr. Hüseyin Bağcı gibi duayen bir isimle ilişkiler geliştirmeyi başarmış ve kendisini daha önce birçok aktivitelerine dahil etmiş. KUL ve Maria Curie-Sklodowska Üniversitesi’nden uzmanları olan kurum, daha çok Avrupa, NATO, Rusya ve Balkanlar konularında uzmanlaşmaya gayret ediyor. Kurumun genel çizgisinin Batıcı ve ABD’ye yakın olduğunu söylemek mümkün. Ayrıca kurumun 2022 yılı içerisinde Türkiye’nin Balkanlar’daki etkisi hakkında bir policy paper yayınlamış olması da takdire değer. Umuyoruz bu kurumla Türkiye’deki düşünce kuruluşları arasında da yakın ilişkiler geliştirilebilir. Zira Polonya ve Türkiye, çok farklı gözükmelerine karşın aslında birbirlerine benzeyen ülkeler. ABD ve Rusya ile ilişkilerdeki zor denklem ve nüfusun bir bölümünün dindar (Katolik vs. Sünni İslam farkına rağmen) olması gibi konularda iki ülkenin ortak özellikleri olduğunu söylemek mümkün.
Lublin’deki son günümde Lublin Kalesi içerisinde oldukça kapsamlı müzeyi de gezme fırsatı buldum. Bana rehberlik eden ve daha önce İstanbul’da ağırladığımız Polonyalı akademisyen dostum Prof. Dr. Krzysztof Motyka’ya da bu vesileyle teşekkür ediyorum. Kale içerisinde Avrupa sanat tarihi açısından önemli sayılabilecek çok güzel bazı portreler ve sanat eserleri gördüğümü belirtmeliyim. Ayrıca müze içerisinde benim “Küçük Ayasofya” adını verdiğim muhteşem bir tarihi şapel de var. Burayı Lublin’e gelen herkes ziyaret etmeli; zira inanılmaz bir akustiği ve etkileyiciliği olan bir yapı. Erasmus ziyaretlerini sadece ders verme ve yeme-içmeden farklı kılan işte bu tip kültürel aktiviteler. Bu nedenle, ülkelerin elitleri ve halkları arasındaki bağları kuvvetlendirmek için, bu gibi aktiviteler daha yoğun yapılmalı ve finansal açıdan daha iyi desteklenmeli. Müzenin özellikle Polonyalı sanatçılar koleksiyonu ise tek kelimeyle muhteşemdi ve daha önce hiç duymadığım bazı ünlü ressamların ve tabloların adlarını ve stillerini öğrenmemi sağladı. Ek olarak, Osmanlı tarihi ders kitaplarında adı geçen Polonya Kralı III. Jan Sobieski’nin de müzede birkaç güzel portresinin bulunduğunu söyleyebilirim.
Sonuç olarak, KUL’a çok yakın olan Maria Curie-Sklodowska Üniversitesi’ni de kısa süre gezme imkânı bulduğum Lublin, gerçekten de tipik bir Avrupa şehri olarak gelişim ve başarı isteyen öğrencileri ve girişimcileri çekmesi muhtemel ve geleceği daha parlak olabilecek bir şehir. Ancak elbette Rusya-Ukrayna Savaşı’nın bazı olumsuz etkilerini de şehirde hissetmek mümkün. Örneğin, çok sayıda Ukraynalı’nın ülkeye gelmesi neticesinde -Polonya’da yaklaşık 1,5 milyon Ukraynalının kaldığı tahmin ediliyor- konut fiyatlarının ve enflasyonun çok artması, göçmen Ukraynalıların yaşadıkları ekonomik zorluklar ve Rusya’nın Ukraynalı nüfus yoğunluğu olan Polonya şehirlerine yönelik istihbarat faaliyetleri yürütmeye başlaması gibi sorunlar gerçekten mevcut. Bu bağlamda, Türkiye’deki Suriyeli sığınmacılar sorununa benzeyen bir sorunun ilerleyen aylarda Polonya’da gelişmesi -ki bu yönde sinyaller başlamış bile- ve aynı Türkiye’deki göçmen karşıtı akımlar gibi Ukraynalı karşıtı eğilimlerin artması riski de mevcut. Ayrıca halkın genel olarak yardımsever olduğu ve çok sayıda öğrenci olması sebebiyle İngilizce konuşmaya alıştığını da söylemek mümkün. Ayrıca şehirde tek tük de olsa Türkler görmek mümkün ki, Türkler genelde gastronomi (kebap) sektöründe iş yapıyorlar.
Varşova
20 Nisan gününü geçirdiğim Varşova ise, Polonya’nın başkenti olarak elbette daha görkemli ve büyük bir şehir. Yaklaşık 1,8 milyon nüfusu olan Varşova, Warszawa Centralna adı verilen Varşova Merkez Tren İstasyonu’ndan çıkar çıkmaz ihtişamlı binalarıyla sizi karşılıyor. İkinci Dünya Savaşı’nda şehrin tamamen yıkılmış olması nedeniyle genelde komünist dönemde yapılan bu binalar, mimari açıdan kuşkusuz harikulade. Şehirde çok güzel kilise ve binalar mevcut. Ayrıca çok sayıda turist ve yabancının gelmesi nedeniyle Lublin’e kıyasla daha büyük oteller var. Ancak ilginç bir şekilde halk İngilizce konuşmak konusunda ya daha isteksiz, ya da daha yetersiz. Zira sokakta adres sorduğum birçok insan yanıt vermekten imtina ediyordu. Ancak özellikle gençlerin İngilizceleri iyi seviyede. Ayrıca tren istasyonundan iner inmez Ukrayna’ya destek amacıyla bağış kampanyası düzenleyen genç kızlar karşınıza çıkıyor. Ukrayna konusunun ülkenin en önemli dış politika sorunu olduğu su götürmez bir gerçek.
Varşova’da yemek yemek ve aileme hediyeler almak için girdiğim Złote Tarasy adlı alışveriş merkezi ise bu tarz modern veya postmodern denebilecek yapıların her yerde aynı olduğunu düşündürdü. Zira İstanbul’daki birçok avm’de de benzer bir iç düzenleme görmek mümkün. Ayrıca bizdeki BiTaksi programına benzeyen Bolt programı burada çok popüler ve oldukça iyi işliyor. Bu sayede hemen ihtiyacınız olan taksiyi çağırabiliyor ve dahası, kilometre hesabına göre ne kadar ödemeniz gerektiğini önceden görerek ve ödemeyi de baştan yaparak içiniz rahat seyahat edebiliyorsunuz. Ayrıca Varşova merkezde bir Türk marketi görünce de mutlu olduğumu belirtmeliyim. Ayrıca hem Lublin, hem de Varşova’da her yerde Zabka marketleri olduğunu söylemeliyim.
Maalesef yalnızca 1 gün geçirebildiğim Varşova’yı keşfetmeyi sonraki seyahatlerime bırakarak 21 Nisan sabahı Türkiye’ye dönmek için yola çıkıyorum. Elbette çok güzel anıları geride bırakarak…
Polonyalılar ve Polonya
Türkiye’de pek bilinmeyen bir halk olan Polonyalılar, Türkiye’ye yönelik olarak özel bir sevgi ya da ön yargısı olmayan bir Katolik Avrupa halkı. Yaklaşık 40 milyon nüfusu olan Polonya’nın Avrupa’nın geleceğinde önemli bir yeri olacağı muhakkak. Ancak elbette Avrupa’nın en gelişmiş veya demokratik ülkesinden söz etmediğimizi de hatırlatmak gerekir. Polonyalılar, Slav ve Avrupa halklarının karışımı olarak değerlendirilebilecek genelde beyaz tenli ve sarışın insanlar. İlk intiba olarak, insanların Türkiye’ye kıyasla biraz daha az sosyal ve kendi işlerine odaklı olduğunu söylemek mümkün. Çok uzun boylu insanlar olduğu gibi, genelde boy ortalaması sanki Türkiye’ye benzer.
Polonya dili benim kulağıma oldukça melodik gelen ve biraz Rusça’yı anımsatan bir dil olsa da, bu dil hakkında çeşitli ön yargı ve şakalar da mevcut. Örneğin, bir meslektaşımın anlattığı fıkraya göre, Polonya dilini duyan yabancılar, bu dili konuşan insanların birilerine suikast planlamaya çalıştığı düşüncesine kapılabilirler! Ülkemizde pek bilinmeyen Polonya tarihini öğrenmek isteyenler kısa süre önce Türkçe’ye çevrilen ve Alfa Yayınları’nca yayımlanan Anna J. Prazmowska imzalı “Polonya Tarihi” adlı kitabı okuyabilirler.
Genelde ırkçılıkla itham edilen bir halk olan Polonyalıların turist ve ülkelerinde yaşayan yabancılardan sanki “Roma’da yaşayacaksan Romalı gibi davranman gerekir” beklentisi içerisinde olduğunu düşünüyorum. Zira eskiden Fransa’da olduğu gibi İngilizce sorulara yanıt vermeme ya da isteksiz davranma durumu sıklıkla gözlemlenebiliyor. Ayrıca ülkede Müslüman, Hintli ve Afrika kökenli öğrenci ve çalışanlar görmek de mümkün ki, bu sayede ırkçılığın azalması da mümkündür. Zira daha birkaç sene öncesinde Legia Varşova maçlarında Afrikalı oyunculara yönelik olarak sahaya muz kabuğu atıldığı günler çok da uzakta değil. Ancak gelişmekte olan bir ülke olan Polonya’nın geleceğinde ırkçılık ve yobazlığın etkisinin daha az olacağı kanaatindeyim.
Rusya-Ukrayna Savaşı’na Bakış ve Ukraynalı Mülteciler
Polonya izlenimlerimin diplomatik açıdan en önemli unsuru, kuşkusuz, Rusya-Ukrayna Savaşı veya daha doğru ifadeyle Rusya’nın Ukrayna’yı işgaline yönelik bakış konusudur. Polonyalılar, neredeyse tamamen Ukrayna’yı destekleseler, bu ülkenin toprak bütünlüğünü ve halkın haklı direnişini savunsalar da, kuşkusuz, bu politikalarının ne ölçüde doğru olduğunu konusunda bir yandan da kendilerini sorguluyorlar. ABD’ye yönelik yakınlık ve sempati ve dahası tarihsel husumet nedeniyle Rusya karşıtlığı çok yüksek seviyelerde olsa da, NATO’nun genişlemesi yönünde Moskova’ya daha önce verilen sözlerin tutulmadığı yönündeki eleştiriler de burada dikkate alınıyor. Ancak akademik dünyadaki genel kanı, Rusya’nın otoriter siyasi sistemi ve kötü ekonomik düzeni nedeniyle müttefiklerini giderek kaybettiği ve bu ülkelerin Batı dünyası kurumlarıyla (Avrupa Birliği ve NATO) ilişkiler geliştirebilme haklarının olduğu yönünde. Bu anlamda, Polonyalılar, Ukrayna’nın savaşı kazanmasını ve topraklarını geri kazanmasını istiyorlar. Bu bağlamda ABD ve AB’nin desteğine ek olarak Türkiye’nin de sürece aktif katkı sunması da onlar için çok önemli. Nisan ayı sonunda veya Mayıs ayında Ukrayna’nın topraklarını geri kazanmak için Rusya’ya karşı büyük bir taarruz başlatması da beklenen bir gelişme.
Ukraynalı mülteciler konusunda da genel olarak son derece ılımlı ve hoşgörülü bir tavır olsa da, mültecilerin zor yaşam koşulları nedeniyle suça yönelmeleri neticesinde, ilerleyen aylarda/yıllarda savaşın çok uzaması durumunda mülteci/sığınmacı karşıtlığı bu ülkede de artabilir yönünde haklı endişeler mevcut. Nitekim Lublin ve Varşova’da konuştuğum bazı insanlar daha şimdiden Ukraynalılardan şikâyet ediyor ve onların güvenilmez olduklarını ifade ediyorlardı. Oysa elbette burada asıl mesele Ukraynalıların güvenilmezliğinden ziyade mültecilerin içerisinde bulundukları zor koşullar olsa gerek.
Tarihte birçok defa Rus işgaline uğrayan Polonya, bu ülkeye yönelik olarak tarihsel bir husumet besliyor. Bu anlamda, Türkiye’ye benzer şekilde tarihin iki ülke ilişkileri açısından olumsuz bir faktör olduğunu söylemek mümkün. Lakin günümüzde, tarihsel husumetten ziyade Rusya’nın uluslararası hukuka aykırı tutumları daha ön planda. Ayrıca Katolisizm’in tarihsel olarak ve komünizmin yıkılışı sürecinde çok etkin olduğu Polonya’da, Ortodoks Rusya’ya bakış da elbette Katolik halklara yaklaşım kadar yakın olmayabilir. Bu durumu Moskova açısından da söylemek mümkün.
Sonuçta, Polonya’nın Ukrayna konusundaki desteğinin devam edeceği ve bu konuda ABD ve AB ile uyumlu politikalar geliştirilerek, Soğuk Savaş dönemindeki Türkiye’ye benzer şekilde bir anlamda NATO’nun “kanat ülkesi” olunacağı beklenebilir. Bu durumda ise, kuşkusuz, askeri-güvenlik kültürünün artacağı yeni bir dönemi öngörmek yerinde olur. Ancak Lublin’de beklentimin aksine sokaklarda dolaşan eli silahlı askerler ve tanklar görmediğimi de belirtmem gerekiyor. Bu gruplar, şimdilerde daha çok Beyaz Rusya (Belarus) sınırına konuşlanmış durumdaymış.
Türkiye’ye Bakış
Daha önce de belirttiğim üzere, Polonya’da Türkiye’ye yönelik olarak özel bir sempati veya antipatinin olmadığını söyleyebilirim. Polonyalılar, Türkiye’yi önemli bir medeniyetin temsilcisi olarak görüyor ve ciddiye alıyorlar. Tarihsel olarak Osmanlı İmparatorluğu’nun Lehistan’ın paylaşılmasını tanımaması olumlu bir etken. Günümüzde Türkiye’nin AB üyeliğine yönelik büyük bir beklenti ve desteğin olduğunu ise söyleyemem. Ancak Türkiye’nin Batı kampında tutulması gerektiği yönündeki görüş de bu ülke akademik dünyasında ağır basıyor. Fakat bu bağlamda Türkiye’nin Ukrayna işgaline rağmen Rusya ile yakın ilişkilerini sürdürmeye devam etmesi genelde eleştiriler alıyor. Nitekim konferans ve dersimde en çok sorulan konulardan birisi bu oldu. Ben de, Türkiye’nin enerji bağımlılığı, Rusya’nın daha da saldırganlaşmasını önlemek ve küresel etkileri olabilecek büyük bir gıda krizini “tahıl anlaşması” sayesinde önlemek gibi saiklerle hareket ettiğini ve aslında siyaseten Ukrayna’yı desteklediğini açıklamaya çalıştım.
Bir diğer sorulan konu ise Kürt Sorunu oldu. Tüm Avrupa’da olduğu gibi Polonya’da da Kürt nüfus var ve bunlar genelde Türkiye’deki rejime muhalif ve ülkemizden kaçan insanlardan oluşuyor. Bu bağlamda, Kürt Sorunu’nun Türkiye’ye bakışı Avrupa’da olumsuz etkileyen en önemli konulardan birisi olduğu aşikâr. Polonya üzerinde çok etkili bir ülke olan ABD’nin son yıllarda çok Kürt yanlısı politikalar geliştirmesi de bu konuda Polonyalıları etkiliyor olsa gerek. Ancak yakın zamanda Türkiye’den drone (siha) satın alan Polonya’nın genel anlamda Türkiye ile ilişkileri geliştirmek isteyen bir devlet olduğu söylenebilir.
Elbette sıklıkla sorulan bir diğer konu da 14 Mayıs’taki Cumhurbaşkanlığı ve parlamento seçimleri oldu. Polonyalı meslektaşlarımız, benim yorumlarımı dikkatle dinlerken, muhalefetin seçimleri kazanabileceği konusundaki şüphelerini de açıkça belirttiler ve Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın güçlü liderliğine vurgu yaptılar. Ayrıca muhalefetin dış politikaya yaklaşımı ve özellikle de Rusya-Ukrayna Krizi’ne bakışları Polonyalı muhataplarımızın merakını uyandırdı ve ilgisini çekti.
Varşova Gettosu İsyanı’nın 80. Yıldönümü
Gerek Lublin, gerekse Varşova’da bulunduğum süreçte en çok dikkatimi çeken olaylardan birisi de, dindar şekilde giyinmiş olan kalabalık Yahudi topluluklarını görmem oldu. Tarihsel olarak Yahudi nüfusu olan bir ülke olsa dahi, bu kadar yoğun dindar Yahudi toplulukları görmem tam da beni şaşırtacaktı ki, yerel gazetelerden bu yılın Nazi birliklerine karşı 1943 yılında çıkarılan Varşova Gettosu Ayaklanması’nın 80. yıldönümü olduğunu öğrendim. Bu nedenle, birçok kişi, Yahudi halkına destek amacıyla yakalarına sarı renkte özel bir sembol takmışlardı. Çok istememe rağmen, zaman sıkıntısı nedeniyle Lublin’deki Majdanek toplama kampı müzesi ve Varşova’daki Ayaklanma Müzesi’ni ise gezme imkânım olmadı. Bunları inşallah bir sonraki ziyaretimde gezeceğim. Ancak Yahudiler konusunda ülke genelinde epey duyarlılığın olduğunu söylemek mümkün.
Sonuç
Sonuç olarak, 2023 yılı Nisan ayındaki Polonya ziyaretim, benim açımdan oldukça eğlenceli ve öğretici oldu. Bu anlamda tüm öğrenci, akademisyen ve idari personele Erasmus+ programına katılım konusunda daha aktif olmalarını tavsiye ediyorum. Ayrıca Türkiye ile Polonya arasındaki yükseköğretim kurumları arasındaki ilişkileri geliştirmek konusunda da elimden geleni yapacağım ve kişisel bağlantılarımı kullanacağım. Daha iyi ilişkiler konusunda kilit konu ise Rusya’nın Ukrayna politikasına yönelik ortak tepkiler geliştirebilmek olacaktır ki, Rus Devlet Başkanı Vladimir Putin’in seçim öncesinde Akkuyu Nükleer Santrali’nin açılışına katılmasının beklendiği bir ortamda bunun kolay olmadığını da samimiyetle belirtmem gerekiyor.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
İstanbul Kent Üniversitesi Öğretim Üyesi
Uluslararası Politika Akademisi (UPA) Kurucu Genel Koordinatörü
www.ozanormeci.com / politikaakademisi.org
ozanormeci@gmail.com / ozan.ormeci@kent.edu.tr
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder