Giriş
Hiç şüphesiz ki, yüce İslam dini (İslamiyet), dünyada en çok inananı olan ve dünya siyasetine yön veren dini inançlardan birisidir. Yahudilik (Musevilik) ve Hıristiyanlıkla (İsevilik) birlikte Hz. İbrahim'e dayanan 3 temel semavi veya İbrahimi dinden birisi olan İslam, aynı zamanda en önemli monoteist (tek Tanrılı) inanç sistemlerinden de birisidir. Yapılan bilimsel araştırmalara göre, yaklaşık 1,9 milyar inananı olan İslamiyet (dünya nüfusunun yüzde 25'ine tekabül ediyor), dünyada 2,4 milyar takipçisi olan (dünya nüfusunun yaklaşık olarak yüzde 31'i) Hıristiyanlıktan sonraki en popüler dindir.
Dünyadaki büyük dinlerin yaygınlık oranları
(Mavi: Hıristiyanlık, Yeşil: İslamiyet)
Günümüzde yaklaşık 1,9 milyar takipçisi olan İslam dini, aynı zamanda dünyada en hızlı yayılan din durumundadır. Bu nedenle, 2050 yılı dolaylarında, dünyadaki Müslüman sayısının Hıristiyan sayısıyla eşitlenmesi ve hatta İslam'ın Hıristiyanlığın önüne geçmesi beklenmektedir. Buna karşın, Batı dünyasında İslam korkusu ve nefretinin (İslamofobi) son yıllarda çok artması, yıllar önce tanınmış Amerikalı Siyaset Bilimci Samuel Huntington tarafından ortaya atılan "Medeniyetler Çatışması" (Clash of Civilizations) tezini yeniden gündeme getirmektedir. Öyle ki, geçtiğimiz günlerde Avrupa'nın ve hatta dünyanın en demokratik ülkelerinden birisi kabul edilen İsveç'te, aşırı sağcı provokatör bir politikacı olan Rasmus Paludan, Türkiye’nin Stockholm Büyükelçiliği önünde Kuran-ı Kerim yakma eylemi gerçekleştirmiş ve bu olay İsveç makamlarınca demokratik bir tepki olarak değerlendirilerek, doğal karşılanmıştır. Böylesine nefret dolu ve kitlelerde tepki uyandıran bir eylemin fikir özgürlüğü kapsamına girip girmeyeceği tartışıladursun -ki bence kesinlikle girmemektedir-, bazı Batılı basın-yayın organlarında, İslam ülkelerinin geri kalmışlıkları nedeniyle, yüce İslam dininin ve onun kutsal kitabı Kuran-ı Kerim'in modern çağa uygun olmadığı yönünde çeşitli eleştiriler yapılmaktadır.
Kuran-ı Kerim'i yakmak fikir özgürlüğü kabul edilmemelidir
İşte bu eleştirilerin ne ölçüde haklı olup olmadığını anlamak adına, tamamen tarafsız ve seküler bir gözle Kuran-ı Kerim'i incelemenin faydalı olacağını düşünerek, bu yazıda, önce Kuran-ı Kerim hakkında temel bazı bilgileri özetleyecek, daha sonra da Kuran'da öne çıkan bazı siyasi ve toplumsal konuları vurgulayacağım. Kuran-ı Kerim'de yer alan sure ve ayetlere Türkiye Cumhuriyeti Diyanet İşleri Başkanlığı internet sitesinden ulaştığımı da bu noktada belirtmek isterim. Ayrıca, dinsizliğin resmi bir ideoloji kabul edildiği komünizmin dünyanın neredeyse yarısında etkin olduğu Soğuk Savaş döneminde bile yıkılmayan İslam dini ve onun kutsal kitabı Kuran-ı Kerim'in, bundan sonraki asırlarda da güçlü bir şekilde yaşamaya devam edeceği konusundaki öngörümü de bu noktada sizlerle paylaşmak isterim. Bu nedenle, yüce dinimiz İslam'ı doğru şekilde anlamak ve yorumlamaya çok ihtiyaç duyduğumuz da bence somut bir toplumsal gerçekliktir.
Kuran-ı Kerim Hakkında Temel Bilgiler
"Kuran" sözcüğü, Arapça'da "okudu" anlamındaki "karâ'e" (قرأ) sözcüğünün üç harfli mastarıdır. Kelime anlamı bakımından, "okunan şey" veya "okumak" anlamına gelir. "Kerim" sözcüğü ise, "soylu, asil" ve "eli açık, cömert" gibi anlamlara gelir ve İslam'da Allah'ın 99 isminden biridir.
Yüce İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim, kısaca Kuran veya Kur'an olarak da belirtilmektedir. Kuran, Müslümanların inancına göre, yaklaşık 23 yıllık bir süreçte (610-632 yılları arasında), parça parça vahiyler hâlinde Allah tarafından Cebrâil adındaki melek aracılığıyla Hz. Muhammed'e indirilmiştir. İslam inancına göre, Kuran, Hz. Muhammed'in gerçek bir peygamber olduğunu kanıtlayan en önemli ve en büyük mucizedir. Müslümanlar, namaz başta olmak üzere belli başlı ibadetlerinde Kuran'dan çeşitli bölümler okumaktadırlar. Müslümanlar, kutsal kitapları Kuran'ın Allah'ın gerçek ve nihai sözü olduğuna inanırlar.
Kuran, Peygamber'in 632'deki ölümünden kısa bir süre sonra, Hz. Ebubekir'in halifeliği döneminde (632-634), bazı kısımlarını yazan veya ezberleyen sahabeler tarafından derlenmiştir. Hz. Osman döneminde (644-656) ise, günümüzde genellikle Kuran'ın bilinen ilk örneği olarak kabul edilen versiyon oluşturulmuştur. Kuran, kendisinden önceki kutsal kitaplara referans veren ve aşinalık gösteren bir yapıdadır. Bu anlamda, Müslümanlar, Yahudilik/Musevilik ve Hıristiyanlık/İseviliği de kutsal kabul eder ve kitapları ve peygamberlerinin Tanrı tarafından gönderildiğine inanırlar. Kuran içerisinde, bu anlatıların bazıları özetlenmekte, bazılarının üzerinde uzun uzadıya bir şekilde durulmakta, bazılarının da alternatif açıklamaları ve yorumları sunulmaktadır.
Kuran'ın büyük bölümü, uyarma, itaate sevk etme ve ibret verme amaçlı olan çeşitli dini hikâyelerden oluşmaktadır. Kuran, kendisini insanlık için bir hidayet kitabı olarak tanımlamakta, bazen belirli tarihsel olayların ayrıntılı açıklamalarını sunmakta ve genellikle bir olayın anlatımı üzerinden ahlâki ve ibretlik önemini vurgulamaktadır. İslam'ın çoğu mezhebinde, birincil kaynak olan Kuran-ı Kerim'in yanı sıra, Hz. Muhammed'in sözleri olduğuna inanılan hadislerin de İslam hukukunun temelini oluşturduğu ve bu nedenle Kuran'ı desteklediği düşünülmektedir.
Arapça olarak yazılan Kuran, zaman içerisinde başka milletlerden Müslümanların da olması sebebiyle diğer dillere çevrilmiştir. Farklı milletlerden Müslümanlar, Kuran'ı anlamak için, genelde, kendi resmi kurumlarının hazırladıkları Kuran tefsirlerine itibar ederler.
Müslümanların kutsal kitabı olan Kur'an-ı Kerim'in ilk 4 sayfası girişten ve süslemelerden oluşmuştur. Bu sayfalar sayılmazsa, Kuran, yaklaşık 600 sayfadan oluşmaktadır. Kuran-ı Kerim'de oluşan ana bölümlere "sure" adı verilir. Sureleri oluşturan her bir cümle ise "ayet"tir. Kuran-ı Kerim, toplam 114 sure, 6236 ayet ve 30 cüz'den oluşur. Kuran-ı Kerim, Fatiha suresi ile başlar ve Nas suresi ile sona erer.
Siyaset Bilimi Gözüyle Kuran-ı Kerim
1. Topluma Verilen Güzel Mesajlar
Kuran-ı Kerim'de sıklıkla vurgulanan bir husus, insanların Allah'a inanmaları ve kötülük yapmaktan uzak durmaları gerektiğidir. Bu, bırakın toplumlara olumsuz bir değer aşılamayı, tam tersine, bunca dünyevi kötülüğün ortasında insanlara iyi kalmayı ve iyilik yapmayı öğütleyen çok çağdaş, insancıl ve güzel bir yaklaşımdır. Örneğin, Bakara suresi 81. ayette, "Hayır! Kim bir kötülük işler de kötülüğü kendisini çepeçevre kuşatırsa işte bu kimseler cehennemliktirler; onlar orada ebedî olarak kalırlar." denilmektedir. Bunu tamamlayacak şekilde, 82. ayette de, iyilik yapmanın fazileti şöyle vurgulanmaktadır: "İman edip hayırlı işler yapanlara gelince, onlar da cennetliktirler; onlar orada ebedî kalacaklardır." İnançlı olmanın çok gerekli bir husus olduğu, Kuran-ı Kerim'de defalarca tekrarlanmıştır. Bir örnek vermek gerekirse, Bakara suresi 257. ayette şöyle denilmektedir: "Allah iman edenlerin velîsidir; onları karanlıklardan aydınlığa çıkarır. İnkâr edenlerin velileri ise sahte tanrılardır; onları aydınlıktan çıkarıp karanlıklara sokarlar. İşte bunlar ateşliklerdir, bunlar orada devamlı kalıcıdırlar." Kuran-ı Kerim, tövbe ederek insanlara iyiliği seçme hakkı sunması bağlamında da dikkat çeker ve Allah'ın bağışlayıcılığını ısrarla vurgular. Örneğin, İsra suresinin 25. ayeti şöyledir: "Kalplerinizdekini en iyi bilen rabbinizdir. Eğer iyi olursanız bilesiniz ki Allah kendisine yönelenleri bağışlayıcıdır."
Kuran-ı Kerim'de bir diğer çok sık vurgulanan konu, Allah ve İslam adına gerekirse inançsızlarla (kâfirlerle) savaşılması gerektiği ve bu uğurda ölenlerin başlarına bir fenalık gelmeyeceği anlayışıdır. Günümüz standartlarında, bu konu, yanlış yorumlanırsa, kuşkusuz çağdaş demokratik değerlerle bağdaşmayacağı düşünülebilir. Örneğin, Bakara suresi 154. ayette, "Allah yolunda öldürülenler için 'ölüler' demeyin. Hayır, onlar diridirler, fakat siz bilemezsiniz." denilerek, Allah yolunda ölmenin fazileti vurgulanmıştır. Yine Bakara suresi 190. ayette ise, "Size karşı savaşanlarla siz de Allah yolunda savaşın, fakat aşırılığa sapmayın; Allah aşırılığa sapanları sevmez." denilerek, müminlere saldıranlara karşı Allah yolunda savaşılması gerektiği vurgulanmış, ama bunun ölçülü yapılması ve aşırılığa kaçmaması gerektiği de hemen eklenmiştir. Bu, İslam'ın bu konudaki duyarlılığını göstermesi açısından manidardır. Bakara suresi 191. ve 192. ayetlerde de, kâfirlerle nasıl savaşılması gerektiği şöyle açıklanmıştır: "﴾191﴿ Onları yakaladığınız yerde öldürün; sizi çıkardıkları yerden siz de onları çıkarın. Fitne öldürmekten daha kötüdür. Mescid-i Harâm civarında onlar sizinle savaşmadıkça siz de orada onlarla savaşmayın. Şayet sizinle savaşmaya kalkışırlarsa o zaman onları öldürün. İşte kâfirlerin cezası böyledir! ﴾192﴿ Eğer onlar vazgeçerlerse, artık Allah bağışlayıcıdır, merhametlidir." Burada da, yüce İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran, Allah adına şiddet kullanmanın ancak müminlere karşı bir saldırı olduğunda meşru olacağını vurgulamış ve karşı tarafın vazgeçmesi durumunda bundan vazgeçilmesi gerektiğini de belirterek, yine oldukça barışçıl bir mesaj vermiştir. Benzer şekilde, Bakara suresi 193. ayette de, "Fitne ortadan kalkıncaya ve din yalnız Allah’ın oluncaya kadar onlarla savaşın; fakat vazgeçerlerse, artık zalimlerden başkasına saldırmak yoktur." şeklinde bir Tanrı buyruğu verilmiş ve bu anlamda İslam ve Müslümanlarla kavga etmekten vazgeçenlerin bağışlanması ve yalnızca zalimlerle savaşılması gerektiği vurgulanmıştır.
Bunun yanı sıra, Allah'ın sözlerini yansıtan Kuran, din konusunda zorlama yapılmaması gerektiğini de açıkça belirtmiştir. Örneğin, Bakara suresi 256. ayette, "Dinde zorlama yoktur. Doğru eğriden açıkça ayrılmıştır. Artık kim sahte tanrıları reddeder de Allah’a inanırsa kopmayan sağlam bir kulpa yapışmıştır. Allah her şeyi işitir ve bilir." diye özel olarak belirtilmiştir.
Müslümanların kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim, şiddet ve cinayet konusunda da gayet kısıtlayıcı bir tutum takınmış ve yine topluma güzel değerler aşılamıştır. Örneğin, Nisa suresi 92. ayette, "Yanlışlıkla olması dışında, bir müminin bir mümini öldürmeye hakkı olamaz. Yanlışlıkla bir mümini öldüren kimsenin mümin bir köle âzat etmesi ve ölenin ailesine teslim edilecek bir diyet vermesi gereklidir; ancak ölünün ailesi diyeti bağışlarsa o başka. Öldürülen, mümin olmakla birlikte size düşman olan bir topluluktan ise mümin bir köle âzat etmek lâzımdır. Eğer kendileriyle aranızda antlaşma bulunan bir topluluktan ise ailesine teslim edilecek bir diyet vermek ve mümin bir köleyi âzat etmek gerekir. Bunları bulamayan kimsenin Allah tarafından tövbesinin kabulü için iki ay peş peşe oruç tutması lâzımdır. Allah her şeyi bilmektedir, hikmet sahibidir." ifadelerine yer verilmiş ve herhangi bir sebepten ötürü kimsenin kimseyi öldürmeye hakkının olmadığı vurgulanmıştır. Bir diğer örnek de İsra suresinin 33. ayetidir: "Haklı bir sebep olmadıkça Allah’ın dokunulmaz kıldığı cana kıymayın. Bir kimse haksızlıkla öldürülürse velisine yetki verdik; ancak o da öldürme hususunda sınırı aşmasın; çünkü o, yeterince yardıma mazhar olmuştur."
Kuran'ın bir diğer çok güzel mesajı ise diğer semavi dinlerle ilgilidir. Kuran, Müslümanlara Yahudiler ve Hıristiyanlara saygı duymayı öğütler. Bu konuda Maide suresinin 46. ve 47. ayetlerine bakmak yeterlidir: "﴾46﴿ Ardından o peygamberlerin yolu üzere, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici olarak Meryem oğlu Îsâ’yı gönderdik. Ona da içinde hidayet ve nur bulunan, kendinden önce gelmiş olan Tevrat’ı tasdik edici, takvâ sahipleri için bir yol gösterici ve bir öğüt olarak İncil’i verdik. ﴾47﴿ İncil’e tâbi olanlar da Allah’ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim Allah’ın indirdiği ile hükmetmezse işte onlar fâsıkların kendileridir." Buna karşın, Kuran, Yahudiler ve Hıristiyanlarla dost olma konusunda da kısıtlayıcı bir tutum takınır. Örneğin, Maide suresi 51. ayette şöyle denmektedir: "Ey iman edenler! Yahudileri ve hıristiyanları veli edinmeyin. Onlar birbirlerinin velileridir. Sizden kim onları dost edinirse şüphesiz o da onlardandır. Allah zalimler topluluğunu hidayete erdirmez." Bu noktada kısıtlayıcı tutumun sebebi ise İslam dini ile alay edilmesi olarak vurgulanmaktadır. Şöyle ki, Maide suresi 57. ve 58. ayetlerde bu husus şu şekilde açıklanır: "﴾57﴿ Ey iman edenler! Sizden önce kendilerine kitap verilenlerden dininizi alay ve eğlence konusu edinenleri ve kâfirleri dost edinmeyin. Eğer müminseniz Allah’tan korkun. ﴾58﴿ Namaza çağırdığınız zaman onu alay ve eğlence konusu yaparlar. Bu, onların aklını kullanmaz bir topluluk olmalarındandır."
Kuran-ı Kerim, inanç söz konusu olduğunda muhafazakârlıkla da çelişmekten kaçınmayan bir yapıdadır. Öyle ki, Bakara suresi 170. ayette, "Onlara, 'Allah’ın indirdiğine uyun' denildiğinde, 'Hayır, atalarımızdan gördüğümüze uyarız' dediler. Ya atalarının aklı bir şeye ermemiş, doğru yolu bulamamışlarsa!" denilerek, inanç temeli olmayan bir muhafazakârlığın doğru olmadığı mesajı verilmiştir.
Kuran-ı Kerim'de öne çıkarılan bir diğer güzel toplumsal değer de yetimlere bakılması gerektiği görüşüdür. Örneğin, Bakara suresi 220. ayette, "Dünya ve âhiret hakkında (düşünesiniz diye Allah size âyetlerini böyle açıklıyor). Sana yetimleri de soruyorlar. De ki: Onların durumlarını iyileştirmek hayırlı bir iştir. Onlarla içli dışlı olursanız zaten onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah düzelten ile bozanı bilir. Allah dileseydi sizi güçlüğe düşürürdü. Hiç şüphe yok ki Allah izzet ve hikmet sahibidir." denilmiş ve yetimlerin durumlarının iyileştirilmesi ve onlara kardeş muamelesi yapılması gerektiği belirtilmiştir.
Kuran-ı Kerim'de akrabalarla ilişkiye girmek konusunda da kısıtlayıcı bir tavır alınmış ve topluma güzel mesajlar verilmiştir. Örneğin, Nisa suresi 22. ve 23. ayetlerde, bu konuda kapsamlı bir açıklama yapılması dikkat çekmektedir: "﴾22﴿ Geçmişte olanlar bir yana, babalarınızın nikâhladığı kadınlarla evlenmeyin; çünkü bu bir edepsizliktir, iğrenç bir şeydir ve kötü bir yoldur. ﴾23﴿ Anneleriniz, kızlarınız, kız kardeşleriniz, halalarınız, teyzeleriniz, erkek kardeşin kızları, kız kardeşin kızları, sizi emziren anneleriniz, sütbacılarınız, eşlerinizin anneleri, kendileriyle birleştiğiniz eşlerinizden olup evlerinizde bulunan üvey kızlarınız size haram kılındı. Eğer onlarla birleşmiş değilseniz (nikâh ortadan kalktığında) kızlarını almanızda size bir sakınca yoktur. Kendi sulbünüzden olan oğullarınızın eşleri ve iki kız kardeşi birden almak da size haram kılındı; ancak geçen geçmiştir, Allah çok bağışlayıcı ve esirgeyicidir."
Kutsal kitabımız olan Kuran, gösterişçilik konusunda da olumsuz bir tavır alır ve topluma güzel mesajlar vermeye çalışır. Örneğin, Enfal suresi 47. ayette şöyle denilmiştir: "İnsanları Allah yolundan engellemek üzere taşkınlık ve gösteriş yaparak yurtlarından (savaşa) çıkıp gelenler gibi olmayın; Allah onların yaptıklarını kuşatmıştır." Benzer şekilde para saçıp savurmak hususu da Kuran'da eleştirilir. Bir örnek vermek gerekirse, İsra suresi 26. ve 27. ayetlerde şöyle denir: "﴾26﴿ Akrabaya, yoksula ve yolcuya hakkını ver. Gereksiz yere de saçıp savurma! ﴾27﴿ Çünkü savurganlar şeytanların dostlarıdır. Şeytan da rabbine karşı çok nankördür."
2. Günümüzün Çağdaş ve Demokratik Toplumlarında Tartışma Yaratabilecek Bazı Hususlar
Yüce İslam dininin kutsal kitabı olan Kuran-ı Kerim'in günümüzün yaşam standartları ve Medeni Hukuk pratikleriyle uyuşmadığı iddia edilen bazı özellikleri de bulunmaktadır. Bunlar, elbette yoruma açık hususlar olsa da, bu yazının formatı gereği, bu noktada özgün Kuran metnine yer verilecektir. Örneğin, Nisa suresi 3. ayette çok eşlilik konusuna değinilmiş ve şöyle bir ifadeye yer verilmiştir: "Yetimlerin hakkına riayet edemeyeceğinizden korkarsanız, beğendiğiniz kadınlardan ikişer, üçer, dörder nikâhlayın. Haksızlık etmekten korkarsanız tek kadın veya mülkiyetinizde bulunan câriye ile yetinin; bu, adaletten ayrılmamanız için en uygun olanıdır." Bu bağlamda, özellikle yetimlere yardım hususunda çok eşliliğin uygun görüldüğü vurgulanmış ve bunun adalete uygun olacağı belirtilmiştir. Ayrıca kadınlar için kullanılan erkeklerin "ekenek"leri ya da "tarla"ları gibi ifadeler de feminist gruplarca hoş bulunmayabilir. Somut bir örnek vermek gerekirse, Bakara suresi 223. ayeti şöyledir: "Kadınlar sizin ekeneğinizdir; ekeneğinize nasıl isterseniz öyle yaklaşın. Kendiniz için de önceden hazırlık yapın. Allah’tan sakının ve bilin ki O’na kavuşacaksınız. Müminleri müjdele."
Kuran-ı Kerim'de, o dönemin hukuk anlayışının da etkisiyle, kısas mantığı genelde övülmektedir. Öyle ki, Bakara suresi 178. ayette "Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında kısas size gerekli kılındı. Hüre hür, köleye köle, kadına kadın. Ancak her kime, kardeşi tarafından bir şey bağışlanırsa artık ona hakkaniyetle uymalı ve diyeti ona güzellikle ödemelidir. Bu, rabbinizden bir hafifletme, bir rahmettir. Bundan sonra kim haddi aşarsa ona elem verici bir azap vardır." ve 179. ayette "Kısasta sizin için hayat vardır, ey akıl sahipleri, umulur ki sakınırsınız." denilerek, cezalandırma yöntemi olarak kısas övülmüş ve desteklenmiştir.
Kuran'da yer alan kadın örtünmesi konusu da günümüzün laik toplumlarında yanlış yorumlanması halinde sıkıntı yaratabilecek niteliktedir. Örneğin, Nur suresinin 31. ayeti bu konuda şöyle der: "Mümin kadınlara da söyle, gözlerini haramdan sakınsınlar ve iffetlerini korusunlar. Dışarıda kalanlardan başka ziynetlerini göstermesinler. Başörtülerini yakalarının üzerinden bağlasınlar. Kocaları, babaları, kocalarının babaları, kendi oğulları, kocalarının oğulları, erkek kardeşleri, erkek kardeşlerinin oğulları, kız kardeşlerinin oğulları, başka kadınlar, hizmetlerinde bulunan köleleri ve câriyeleri, cinsel arzusu bulunmayan erkek hizmetçiler, kadınların cinselliklerinin farkında olmayan çocuklar dışında kimseye süslerini göstermesinler. Yürürken, gizledikleri süsleri bilinsin diye ayaklarını yere vurmasınlar. Ey müminler! Hepiniz Allah’a tövbe edin, umulur ki kurtuluşa erersiniz!" Bu ayetten anlaşılabileceği üzere, kadınlara iffetli/erdemli olmalarını salık veren yüce Kuran-ı Kerim, aynı zamanda ziynet (süs takılan) yerlerini göstermemeleri gerektiğini de belirtir. Bu bağlamda, kelime anlamından yola çıkarak daha çok boyun ve göğüs bölgesinin kapatılması gerektiği düşüncesi akla gelse de, genelde, zaman içerisinde, Müslüman toplumlarda kadınların başlarını örtmeleri de kabul görmüş bir pratik haline gelmiştir.
Kuran-ı Kerim'de vurgulanan ve günümüzün yaşam ve ekonomi standartlarıyla çelişebilecek bir diğer konu ise faize bakıştır. İslam dini, faizi reddeder ve bu konuda katı bir tutum takınır. Örneğin, bu konuda Bakara suresi 275. ve 276. ayetlerinde şöyle denilmiştir: "﴾275﴿ Faiz yiyenler ancak şeytanın çarparak sersemlettiği kimse gibi kalkarlar. Bunun sebebi onların, “Alım satım da ancak faiz gibidir” demeleridir. Hâlbuki Allah alım satımı helâl, faizi ise haram kılmıştır. Artık kime Allah’tan bir öğüt erişir de faizciliği bırakırsa geçmişteki kendisinindir, durumunun takdiri Allah’a aittir. Kim de yine faizciliğe dönerse işte bunlar orada devamlı kalmak üzere cehennemliklerdir. ﴾276﴿ Allah faizi tüketir, sadakaları ise arttırır ve Allah hiçbir inkârcı günahkârı sevmez." Bu anlamda, İslami köklerini reddetmeyen bir politikacı olan Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın faiz konusunda neden bu kadar ısrarcı davrandığı anlaşılmaktadır.
Müslümanların referans kitabı olan Kuran'da, şarap (alkol) ve kumar gibi zararlı alışkanlıklar da birçok yerde eleştirilmiştir. Örneğin, Bakara suresi 219. ayette, "Sana içkiyi ve kumarı soruyorlar. De ki: Bu ikisinde insanlar için büyük zarar ve bazı faydalar vardır; zararları da faydalarından büyüktür. Sana neyi infak edeceklerini de soruyorlar. De ki: İhtiyaç fazlasını. Allah sizin için âyetlerini işte böyle açıklıyor ki düşünesiniz." denilmiş ve alkol ve kumarın bazı faydalarına rağmen zararlı oldukları öne çıkarılmıştır. Benzer şekilde, Maide suresi 90. ve 91. ayetlerinde de şu ifadeler yer almaktadır: "﴾90﴿ Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytan işi iğrenç şeylerden ibarettir. Bunlardan kaçının ki kurtuluşa eresiniz. ﴾91﴿ Şüphesiz şeytan içki ve kumar yoluyla aranıza düşmanlık ve kin sokmak, sizi Allah’ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?"
Benzer şekilde, günümüzün yaygın laik normlarıyla çelişebilecek bir diğer konu da miras meselesidir. Örneğin, Nisa suresi 11. ayette "Allah size, çocuklarınız hakkında, erkeğe iki kadın payı kadar (vermenizi) emreder. (Mirasçılar) ikiden fazla kadın iseler bıraktığının üçte ikisi onlarındır. Eğer yalnız bir kadınsa yarısı onundur. Ölenin çocuğu varsa, anne babasından her birinin mirastan altıda bir hissesi vardır. Eğer çocuğu yok da anne babası ona vâris olmuşlarsa annesinin hakkı üçte birdir. Ölenin kardeşleri varsa annesinin payı, vasiyetten ve borçtan sonra altıda birdir. Babalarınız ve oğullarınızdan hangisinin fayda bakımından size daha yakın olduğunu bilemezsiniz. Bunlar Allah tarafından konmuş paylardır; şüphesiz Allah ilim ve hikmet sahibidir." denilerek, erkeğin mirastaki pay hakkı kadından üstün tutulmuştur. Günümüzün feminist değerlerine ve adalet ilkelerine ters algılanabilecek bu durum, Kuran'da ise Allah'ın adaleti olarak açıklanmıştır.
Kuran-ı Kerim'de dikkat çeken bir diğer konu da fuhuşa olumsuz bakılmasıdır. Genelde bu konuda Hıristiyanlık dini daha hassasmış gibi düşünülse de, aslında yüce İslam dini de kadının erdemini korumak noktasında özenlidir. Örneğin, Nisa suresinin 15. ve 16. ayetleri incelenirse: "﴾15﴿ Kadınlarınızdan çirkin fiilde bulunanlara karşı aranızdan dört şahit getirin. Eğer şahitlik ederlerse, o kadınları ölüm alıp götürünceye yahut Allah onlara bir yol açıncaya kadar evlerde tutun. ﴾16﴿ İçinizden bu çirkin fiili işleyen ikilinin canlarını yakın. Eğer tövbe eder, durumlarını düzeltirlerse artık onlara eziyet etmekten vazgeçin; çünkü Allah tövbeleri çok kabul eden, çok esirgeyendir." denilerek fuhuşla mücadele edilmesi gerektiği vurgulanmıştır. Ancak faiz konusunda çok duyarlı olan bazı Türk devlet adamlarının, bu konuda ise, toplumsal tepkiler ve etkilerden de çekinerek, bugüne kadar pek girişimci olmadıkları düşünülebilir. Kuran'da bu konu birçok defa vurgulanır ki, bir diğer örnek de İsra suresinin 32. ayetidir: "Zinaya yaklaşmayın! Çünkü o hayâsızlıktır, çok kötü bir yoldur."
Kuran'ın günümüzün Ceza Hukuku anlayışıyla ters düşebilecek bazı hususları da mevcuttur. Örneğin, Maide suresi 38. ayette, hırsızlığın cezası olarak açıkça "el kesme" yöntemi önerilmiştir: "Hırsızlık eden erkek ve hırsızlık eden kadının yaptıklarına karşılık bir ceza, Allah’tan bir ibret olarak ellerini kesin. Allah güçlüdür, hikmet sahibidir."
Günümüzün hassas bir demokratik meselesi olan LGBT hakları konusunda da Kuran'ın pozisyonu kısıtlayıcıdır. Öyle ki, Araf suresi 80. ve 81. ayetlerde bu konu açıkça belirtilmiştir: "﴾80﴿ Lût’u da (peygamber gönderdik). Kavmine dedi ki: “Sizden önceki topluluklardan hiçbirinin (bu ölçüde) yapmadığı iğrençliği mi işliyorsunuz! ﴾81﴿ Kadınları bırakıp da cinsel tatmin için erkeklere yanaşıyorsunuz. Doğrusu siz taşkınlık eden bir topluluksunuz."
Sonuç
Sonuç olarak, seküler düşünen bir Siyaset Bilimci olarak baktığımda, Kuran-ı Kerim'in modern ve demokratik değerlerle taban tabana zıt algılanmasının yanlış bir eğilim olduğunu söyleyebilirim. İslam toplumlarının geri kalmışlığının nedeni Kuran'daki ya da İslam'daki değerler değil, teknolojik ve ekonomik yetersizlikler ve demokrasi açıklarıdır. Demokrasi dışı toplumlarda, din, çoğu zaman otoriter rejimleri meşrulaştırmak için bilinçli şekilde hatalı veya abartılı yorumlanmaktadır.
Ayrıca, tüm diğer kutsal kitaplar gibi, Kuran-ı Kerim'de de bazı hususlar dönem şartlarına uygun olarak yorumlanmıştır. Ancak bu noktada İslam’da “Aklı olmayanın dini de yoktur” prensibinin kabul gördüğünü hatırlamak gerekir. Yani Kuran-ı Kerim'i veya hadisleri okurken, bir Müslüman, her zaman önce aklıyla hareket etmeli ve mantıklı-akılcı davranmalıdır. Bu, Türk İslamı'nın da en güzel yönüdür ve temelleri İmam-ı Azam'a ve Mâtürîdî'ye dayanan Sünni-Hanefi geleneğin çağdaş bir özelliğidir. Bu anlamda, Kuran'da yer alan ve günümüz toplumlarına uygun gelmeyen bazı hususlar, kuşkusuz çağdaş değerler temelinde yorumlanabilir ve uygulanabilir. Bu, Müslümanların kesinlikle yadırgamadıkları bir husustur.
Son olarak, Türkiye'nin yaşadığı hiçbir sorunun İslam dini veya Kuran'la ilgisi olmadığını söyleyebilirim. Sorunlarımız; büyük ülkelerin Türkiye üzerindeki emelleri, Türkiye'de devletin toplumu kontrol altında tutmak adına fay hatlarını zaman zaman germesi, ekonomik gelişim ve kalkınmanın henüz sağlanamamış olması ve en önemlisi de cehalettir. Bunlar aşıldığı anda, Türkiye, inanın Batılı Hıristiyan toplumlardan çok daha modern ve huzurlu bir ülke haline gelecektir.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ