Giriş
28 Şubat 2020 sabahı güne Suriye’de İdlib’ten gelen acı haberler başladık… Türk resmi makamlarınca da (Hatay Valisi Rahmi Doğan’ın açıklamaları[1]) doğrulanan haberlere göre, Suriye’de rejimin yaptığı hava saldırıları sonucunda tam 33 Türk askeri şehit edildi. Üzüntü ve öfkenin ağır bastığı böyle bir günde sağduyulu analiz yapmak kolay olmasa da, akademisyenler olarak bizlerin görevleri, şovenist ya da teslimiyetçi zihniyetlerin etkisinde kalmadan, Türkiye’nin Suriye politikasını değerlendirmek ve Türkiye halkı adına yapılması gereken en doğru adımları belirlemek olmalıdır. Bu nedenle, bu yazıda kısaca bu olayı analiz ettikten sonra, bundan sonra izlenmesi gereken makul politika seçeneklerini inceleyeceğim.
Ne Oldu?
Suriye’de Perşembe gecesi geç saatlerde yaşanan olayda, Beşar Esad rejimine bağlı güçler, Türk Silahlı Kuvvetleri’ne bağlı gözlem noktalarının bulunduğu İdlib kırsalında Suriyeli muhalifler ve TSK mensuplarına yönelik kapsamlı bir hava saldırısı gerçekleştirip, 33 Türk askerini şehit ettiler. Saldırıda şehit olan 33 Mehmetçik dışında, 32 Türk askerinin de yaralandığı açıklandı.[2] Türkiye, olayın ardından NATO’yu 4. madde uyarınca acil toplantıya çağırırken[3], Milli Savunma Bakanı Hulusi Akar ve komutanlar Suriye sınırında sıfır noktasına giderek gelişmeleri gözlemlediler.[4] Olay sonrasında İblib’ten yeni bir göç akını bekleyen Türkiye, buna tepki olarak sınır kapılarını açarak, Suriyeli mültecilerin Avrupa’ya geçmelerinin önüne artık engel koymayacağını gösterdi.[5] Bu durumun ise Yunanistan ve AB ülkelerine yönelik yeni bir göç dalgasına neden olmasından endişe ediliyor.
Suriye’deki son durum
Rus yetkililer, bu olay sonrasında Türk askerlerinin bölgede bulunmamaları gerektiğini iddia ederek, Rus hava güçlerinin saldırıya katılmadıklarını ve saldırının Suriye’deki rejim güçlerince yapıldığını vurguladılar.[6] Hatta Rusya Savunma Bakanlığı, eli silahlı muhalif gruplara yönelik olarak yapılan saldırıda Türk askerlerinin de hedef alındığının öğrenilmesinin ardından Suriye hükümetine ateşkes konusunda baskı yaptıklarını da iddia etti.[7] Türkiye Cumhuriyeti İletişim Başkanlığını yöneten Fahrettin Altun ise, bu olay sonrasında “uluslararası toplumun İdlib’te sivilleri korumak ve uçuşa yasak bölge oluşturmak” için harekete geçmesi gerektiğini vurguladı.[8] NATO Genel Sekreteri Jens Stoltenberg de saldırıyı kınarken, rejim ve Rusya’dan saldırılarına son vermesini talep etti. Milliyetçi Hareket Partisi (MHP) lideri Devlet Bahçeli bu olaya en sert tepkiyi gösteren Türk lider olarak dikkat çekerken, “düşmanın görüldüğü yerde ezilmesi” ve “havadan ve karadan operasyonun süratle icra edilmesi” gerektiğini savundu.[9] Dünya basını da bu konuyu manşetlerinden okurlarına duyururken, Türkiye lehine veya aleyhine bir dil kullanmamaya gayret edilmesi dikkat çekti.[10] Türk basınında ise, saldırı, daha çok “kalleş”[11] ve “alçak”[12] gibi ifadelerle okurlara sunuldu.
Olayın Olası Sonuçları
Suriye’de yaşanan bu olayın Türkiye’nin Suriye politikası ve Türkiye-Rusya ilişkilerine bazı olası etkilerini de bu bağlamda serinkanlı bir şekilde değerlendirmek gerekir. Öncelikle, halkta infial yaratan ve bilhassa milli hassasiyetleri yüksek kesimlerde büyük tepkiye neden olan böyle bir olay sonrasında, Türkiye’nin Suriye’de Beşar Esad rejimi ile ilişkilerini normalleştirmesi seçeneğinin en azından bir süreliğine gündemden düşeceğini düşünmek yerinde olur. Bilindiği üzere, duygusal bir halk olan Türk milleti, kendisine yönelik sıcak ve dostane yaklaşımlar gösteren bir devlet ve halka yönelik dostça yaklaştığı gibi, kendisine yönelik düşmanca tavır ve politikaları da asla unutmayan ve vakti geldiğinde bunların hesabını sormaya meyleden bir yapıdadır. Dolayısıyla, Türk resmi makamlarınca Suriye devlet güçlerinin yaptığı ifade edilen böyle bir saldırı, Türk halkının gönlünde derin yaralar açması ve büyük öfkeye neden olması bağlamında, Suriye’deki rejime yönelik son dönemde yumuşamaya başlayan bakış açısını tamamen değiştirecektir. Bu nedenle, önümüzdeki günlerde, Türkiye’nin rejim karşıtı politikalarında ve hamlelerinde ısrar etmesi ve hatta bu konuda daha da angaje olunması beklenmelidir.
Olayın ikinci önemli boyutu, Türkiye-Rusya ilişkilerine olası etkilerdir. Son yıllarda ticari olarak çok hızlı ve ivmeli olarak gelişen ilişkiler, 2015-2016 döneminde yaşanan “jet krizi” ve “Karlov suikastı” ardından kopma noktasına gelmiş; ancak her iki tarafın da gayretiyle hızlı bir şekilde düzeltilmiştir. Fakat 33 Türk askerinin şehit edildiği böylesine kapsamlı ve acımasız bir saldırının -Suriye’de Fırat’ın batısının hâkim gücü durumundaki- Rusya’nın onayı olmadan yapılamayacağı da düşünüldüğünde, Türk halkı ve devlet seçkinlerinde pozitif Rusya algısı yeniden bozulacaktır. Bu durum, bu aşamada ekonomik ilişkileri olumsuz yönde etkilemese bile, krizin derinleşmesi durumunda Türkiye ile Rusya’yı bir yol ayrımına sürükleyebilir. Zira bu konuda tarafların tutumu uyuşmaz durumdadır ve her iki taraf da kendisini haklı olarak görmektedir. Öyle ki, Türkiye, kendi sınırlarını kontrol edemeyen ve birçok yabancı devlet güçleri ile farklı terör örgütlerinin cirit attığı bir ülke olan Suriye’den kaynaklanan saldırılar nedeniyle kendi sınırlarını güvence altına almak ve kendi topraklarında baktığı yaklaşık 4 milyon mülteciyi ülkelerine geri döndürmek için çaba harcarken, Suriye rejimi ve Rusya da, ülke içerisindeki yabancı devlet güçlerinin Suriye’nin resmi hükümetinin davetiyle orada bulunmamasını gündeme getirmektedir. Gazeteci Murat Yetkin’e göre ise, Türkiye, bu aşamadan sonra ABD ve NATO’dan destek isteyerek, Patriot hava savunma sisteminin Suriye sınırına konuşlandırılmasını talep edebilir ve bu şekilde rejimden gelebilecek saldırılara karşı askeri güçlerini güvence altına almayı deneyebilir.[13]
Türkiye Suriye’de Ne Yapmalı?
Böyle ağır bir saldırının ardından, kuşkusuz, iç siyaset kaygıları gütmeden, Türkiye’nin bundan sonra Suriye’de ne yapması gerektiğini düşünmek, bu konuda en doğru kararı vermek ve bunu muhalefet partileri, halkımız ve dünya kamuoyuna en iyi şekilde anlatmak gerekmektedir. Benim görüşüme göre, Türkiye’nin Suriye’de bundan sonra benimseyebileceği politika setleri birkaç grupta kategorize edilebilir. Bunlar şöyledir:
Esad rejimini devirme politikasına devam etmek: Kendi halkını ve sivilleri katletmekte hiçbir beis görmeyen, bu doğrultuda kimyasal silah kullandığı uluslararası makamlarca kabul edilen, milyonlarca vatandaşını başka ülkelere göçe zorlayan ve bu anlamda 21. yüzyılda uluslararası toplumda kabul gören demokrasi ve insan hakları anlayışıyla örtüşmeyen Beşar Esad rejimi, 2011 yılında başlayan Suriye ayaklanmalarından beri Türkiye’deki hükümetin hedefi durumundadır. Ancak 2015 yılında Rusya’nın Suriye’ye müdahalesi ve sahada üstünlüğü ele geçirmesinin ardından, Ankara, Moskova ile yakın ilişkilerini bozmamak adına bu konuda daha ihtiyatlı davranmaya başlamıştır. ABD, Birleşik Krallık (İngiltere) ve Fransa gibi Türkiye’nin Batılı müttefikleri de, 2014 ve özellikle de 2015’teki Rus müdahalesinden sonra bu konuda frene basmışlardır. Gelinen noktada, Ankara, muhalif gruplara silah ve lojistik destek sağlayarak, Esad rejimini devirmeye yönelik politikalarına devam edebilir; ancak Rusya bölgeden desteğini çekmediği sürece, bu, gerçekçi bir politika olmaz ve sadece Suriye’nin bölünmesine hizmet eder. Ancak Ankara, kuşkusuz, kendi kontrolünde olan bölgelere Esad rejimi kuvvetlerinin yaklaşmasını önlemek adına mücadeleye devam edebilir.
Rusya aracılığıyla Şam rejimiyle uzlaşmak: Türkiye’nin halkın haklı öfkesi ve acısına rağmen takip edebileceği daha makul bir politika önerisi ise, halk tepkilerine neden olmamak adına, Suriye rejimi ile doğrudan değil, ancak Rusya aracılığıyla müzakere etmektir. Bu noktada, Ankara, Suriye’de yeni bir anayasanın yapılması, muhalif grupların ve sivillerin olası bir katliamdan korunması konusunda garantiler alınması, Suriyeli Türkmenlerin haklarının gasp edilmemesi, Suriye’de yeni dönemde demokratik bir seçim için altyapı koşullarının oluşturulması ve yeni rejimde Kürtlere yönelik bağımsızlığa varabilecek geniş haklar sağlanmaması gibi konuları Rusya ve ABD gibi büyük güçlerle müzakere ederek, Suriye’deki geçiş sürecini kolaylaştırmayı deneyebilir. Ancak son saldırı benzeri yeni olaylar durumunda, hiç şüphesiz, kamuoyunun tepkisi dizginlenemez duruma gelebilir. Bu konuda temel sorun ise, Esad rejiminin Türkiye’nin kontrolündeki bölgelerde ilerlemek istemesi ve zaman zaman TSK unsurlarıyla çatışma içerisine girmesidir. Bu bağlamda, Moskova, tamamen Suriye rejimi yanlısı durmak yerine, Türkiye ile Suriye’yi uzlaştırmayı deneyebilirse bir sonuç elde edilebilir. Aksi takdirde ise, karşılıklı saldırılar ve şehit haberleri devam edecektir. Ancak böyle bir tercih yapılsa bile, Ankara, kamuoyunun tepkisini dindirmek adına ilerleyen günlerde Suriye rejimine yönelik kısıtlı bir askeri operasyonu gerçekleştirmek zorundadır. Zira aksi bir durumda, Türk halkının tepkileri siyaset kurumu ve orduya yönelebilir. Bu politika tercih edilirse, kuşkusuz, ABD’nin de ikna edilmesi gerekecektir; zira ABD, Başkan Trump’ın aldığı çekilme kararına rağmen, bölgede halen bile sınırlı askeri varlığını sürdürmekte ve PYD/YPG gibi Kürt gruplarının kontrol ettiği petrol bölgelerini korumaktadır. Dolayısıyla, Suriye’de geçişin başarılması için, Türkiye ve Rusya’nın dışında ABD’nin de mutlaka sürece dâhil edilmesi gereklidir.
Suriye’den çekilmek: Türkiye’de özellikle AK Parti hükümetine karşıt çevrelerin dile getirdiği üçüncü bir ihtimal ise, Suriye’deki askeri varlığımızın yurda geri dönmesi sağlamak ve geri çekilmektir. Ancak bu durumda, Suriye’de muhalif gruplara yönelik Esad rejimi ve Rus güçlerince büyük katliamların yapılması ihtimali bulunmaktadır. Bu, uluslararası kamuoyunu rahatsız etmese de, Türkiye kamuoyunun insani hassasiyetleri yüksek seviyededir. 4 milyona yakın Suriyeli mülteciye ev sahipliği yapan Türkiye, kuşkusuz, ilerleyen yıllarda bu politikası nedeniyle övgü alacaktır. Bu nedenle, tüm sorunlara rağmen Türkiye’de kalmak isteyen mültecileri korumak, orta ve uzun vadede Türkiye’nin lehine bir gelişme olacaktır. Zira günün birinde Suriye’deki olaylarla ilgili bir İnsan Hakları veya Savaş Suçları mahkemesi kurulabilirse, böyle bir durumda rejimin ve terör örgütlerinin yaptığı tüm katliamlar yeniden gündeme getirilebilir. Türkiye ise, böyle bir durumda, 4 milyon mülteciye ev sahipliği yapması bağlamında, savaşın başında uyguladığı ve farklı ülkelerden cihatçı grupların Suriye’ye girişine izin veren politikası haricinde başarılı bir sınav vermiş olacaktır.
Ulusal Politika Geliştirmek
Suriye konusu, Türkiye’de iç siyasetin rekabetçi havasının ulusal politikalar geliştirmek konusunda bize engel olduğunu göstermesi bakımından da önemli ve kaygı verici bir vaka olmuştur. Ancak bu noktada tek sorumlu ve hatalı muhalefet partileri değildir; zira iktidarın Suriye iç savaşının ilk yıllarında muhalefete yeterince bilgi vermemesi (özellikle CHP gibi önemli bir partinin bu konuda desteği alınabilse çok daha güçlü bir politika geliştirilebilirdi), bu konuda TBMM’yi etkili bir merci olarak değerlendirmemesi ve Suriye meselesinde ulusal bir politika geliştirmeye gayret etmemesi de ciddi eksiklikler olarak Türk Dış Politikası tarihinde yerini almıştır. Oysa bu konuda uzlaştırıcı ve kapsayıcı bir anlayış benimsenseydi, belki de çok daha güçlü (halk desteği bağlamında) bir Suriye politikası uygulanabilirdi. Bu noktada şunu da belirtmek gerekir ki, milliyetçilik ülke içerisinde bazı grupları dışlamak anlamında son derece zararlı, ancak haklı olunan uluslararası meselelerde ulusal bir politika geliştirmek ve milli birliği sağlamak adına son derece yararlıdır. Bu durumda temel kriter ise, geliştirdiğimiz politikaların uluslararası hukuka mümkün olduğunca uygun veya en azından uluslararası kamuoyunca tolere edilebilir olmasıdır. Bu konuda, kuşkusuz, Suriye iç savaşının ve Suriye deneyiminin bize ilerleyen yıllarda büyük dersleri/tecrübeleri olacaktır.
Doç. Dr. Ozan ÖRMECİ
[1] Bakınız; https://www.sozcu.com.tr/2020/gundem/son-dakika-hatay-valisi-9-mehmetcigimiz-sehit-oldu-5650420/.
[2] Bakınız; https://www.haberler.com/33-sehit-verdigimiz-hain-saldiri-sonrasi-tsk-nin-12962768-haberi/.
[3] https://www.dw.com/tr/nato-idlib-i%C3%A7in-toplan%C4%B1yor/a-52569051.
[4] https://www.aa.com.tr/tr/turkiye/bakan-akar-ve-kuvvet-komutanlari-idlibdeki-harekat-icin-sinirin-sifir-noktasinda/1747877.
[5] https://www.bbc.com/news/world-middle-east-51667717.
[6] Bakınız; https://tr.euronews.com/2020/02/27/rusya-turkiye-yi-suriye-anlasmasini-ihlal-etmekle-sucladi-afp-idlib.
[7] Bakınız; https://tr.euronews.com/2020/02/28/rusya-savunma-bakanligindan-idlib-aciklamas-rusya-turk-askerinin-vuruldugu-operasyonda-yer.
[8] Bakınız; https://www.bbc.com/turkce/live/haberler-turkiye-51667767.
[9] Bakınız; https://t24.com.tr/haber/33-askerin-sehit-oldugu-idlib-de-dakika-dakika-neler-yasandi,863655.
[10] Bakınız; https://www.cnnturk.com/dunya/idlibde-33-askerin-sehit-oldugu-saldiri-dunya-basininda.
[11] https://www.haberturk.com/son-dakika-haberler-idlib-de-kalles-saldiri-33-asker-sehit-2597963.
[12] https://www.trthaber.com/haber/gundem/esed-rejiminden-alcak-saldiri-33-asker-sehit-oldu-463664.html.
[13] https://yetkinreport.com/2020/02/28/idlibte-sehit-sayisi-artiyor-ankarada-gerilim-had-safhada/.
As stated by Stanford Medical, It's in fact the one and ONLY reason this country's women live 10 years more and weigh on average 19 kilos less than us.
YanıtlaSil(And really, it really has NOTHING to do with genetics or some hard exercise and really, EVERYTHING about "how" they eat.)
BTW, I said "HOW", not "WHAT"...
TAP this link to see if this easy questionnaire can help you unlock your true weight loss potential